Prof. Dr. Yahya AKYÜZ (*)
Konu, Önemi ve Yöntem
Osmanlı Devletinin kuruluşunun
700. yılının anıldığı 1999'da, üzerinde durulması gereken önemli bir eğitim
konusu, Osmanlı döneminde kızların eğitimidir. 1999'da da güncelliğini
ve önemini yitirmeyen kızların eğitimi sorununun kökenleri çok eskilere
gitmektedir.
Bu yazımız, birbiriyle çok
yakından ilişkili üç ayrı konudaki temel bilgileri kapsamaktadır:
1. Osmanlı son döneminde
kızların eğitimi.
2. Öğretmen Faika Ünlüer'in
yetişmesi ve meslek hayatı.
3. Günümüzde kızların eğitimi.
İlk konu incelenirken, önce, kızların eğitimine ilişkin ortaya konan görüşler ve yapılan tartışmalar üzerinde durulacak, sonra açılan ilk kız okulları incelenecektir. Ancak, kız okullarından, Faika Ünlüer'in okuduğu ikisi (Sultanahmet Kız Rüşdiyesi ve Darülmuallimat) daha ayrıntılı ele alınacak, ötekilerine sadece değinilecektir.
İkinci konuda, Osmanlı döneminde kız okullarında bir bayan öğretmenin yetişmesi ve onun Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerindeki meslek hayatı ele alınacaktır.
Üçüncü kısımda kısaca kızların günümüzdeki eğitimi ele alınacaktır.
Yazımız, Sonuç ve Genel Değerlendirme başlığı altında ayrıntılı bir kısımla sona erecektir. Burada, konunun tümüne ilişkin sosyolojik ve eğitimsel yorumlar getirilecektir.
Yazımızda 15 orijinal belge yayınlanacaktır.
Böylece, araştırmamız, Osmanlıdan Cumhuriyete geçiş döneminde kızların eğitimi, kız öğretmen yetiştirme ve bir bayan öğretmenin meslek hayatını konu aldığı için, Türk eğitim tarihinin önemli bir sayfasına bazı yeni bilgi ve orijinal belgeler, yeni yorumlar getirecektir.
I. OSMANLI SON DÖNEMİNDE KIZLARIN EĞİTİMİ
1. Tanzimattan önce
Tanzimat yıllarına kadar Osmanlılarda kız ve erkek çocuklar 5-6 yaşlarından itibaren sıbyan mektebi denen kurumlara beraberce giderler, 3-4 yıl kadar öğrenim görürlerdi (1). Bu, esas olarak dinsel nitelikli, yüzeysel, zorunlu olmayan bir eğitimdi. Sıbyan mekteplerine devam zorunluluğu hakkında II. Mahmut 1824'te bir ferman yayınlamıştı. Ancak bu alanda uygulama gittikçe yaygınlaşmakla beraber, kesin sonuç hiç bir zaman alınamadı.
Sıbyan mekteplerinin öğretmenleri genellikle cami hocaları idi. Ancak, bazı bilgili kadınlar mahallelerde erkek-kız çocuklara ve kadınlara Kur'an okumayı ve bazı dinî bilgileri vs. öğretirlerdi. Bu bize çok eskiden beri kadınların yüzeysel de olsa bir çeşit öğretmenlik yaptıklarını göstermektedir (2).
Erkek çocuklardan çok az bir kısmı, sıbyan mektebinden sonra medreselere ve 1773'lerden itibaren açılan çeşitli askerî ve sivil okullara gidebiliyordu.
Kızların öğrenimleri ise çok ihmal edilmişti. Onlar için 1859'dan önce sıbyan mektebinden başka bir örgün eğitim kurumu yoktu. Batıda da kızların eğitimi erkek çocuklarınkine göre çok yavaş bir gelişme göstermekle beraber yine de Osmanlılara göre bu alandaki gelişmeler 100-150 yıl önce başlamıştı.
Osmanlılarda 1859'lardan önce ancak bazı varlıklı, kültürlü ailelerin kızları özel hocalardan yararlanarak, ya da kendi kendilerini yetiştirerekdinî, edebî bilgiler ediniyorlardı. II. Meşrutiyet dönemi yazarı Ömer Seyfettin'in Bahar ve Kelebekler başlıklı hikâyesinde, bir büyük anne, kız torununa şöyle der: "Biz de okurduk. Kibar, zengin efendiler kızlarına Farisî öğretir, cami dersleri gösterirlerdi. Tuhfe-i Vehbi'yi okuturlardı. Fuzuli'nin, Baki'nin gazellerini ezberlerdik. Mesnevi'yi anlardık. Mükemmel seciler (düz yazıda kafiye), kafiyeler yapar, kocalarımızla müşaare eder (şiir söyleşir), hafızamıza, zekâmıza, nüktelerimize onları hayran ederdik. O vakit bir kadın için en büyük medh (övgü), fâzıla (erdemli), edîbe (yazar) şâire (şair), âkile (akıllı)... hanım olmak idi." Büyükanne, Meşrutiyet dönemi genç kızı olan torununun öğrenim biçimini eleştirir: "Şimdi siz Frenk mürebbiyeler elinde büyüyor, kendi lisanımızın güzelliklerini tanımıyor, başka memleketlerin şeylerini öğreniyorsunuz. Onlara benzemek istedikçe kendi benliğinizden uzaklaşıyorsunuz."
Burada, Tanzimat sonrasının, henüz millî bir özellik kazanamamış okulları ve yeni eğitim anlayışı da iğnelenmektedir (3).
Özellikle Tanzimattan sonra, bu şekilde varlıklı aile konaklarında, özel hocalardan ders alarak vs. yazar, şair, aydın bazı kadınlar yetişmiştir.
1830'lardan itibaren Osmanlı aydınları ve Devlet adamlarının Batıyı daha iyi tanımaları, Batı ile siyasî, ekonomik ilişkilerin artması, çeşitli alanlarda Batılı fikir ve uygulamalara yönelmeler giderek önem kazanmaya başladı. Bu gelişmeler, aydınların, Devlet adamlarının genel eğitim alanında olduğu kadar kızların eğitimine ilişkin de Osmanlı Müslüman toplumunun çok geri kaldığını daha iyi farketmeleri sonucunu doğurdu. Böylece, Tanzimat döneminde kızların eğitimine ilişkin yeni fikirler ve görüşler yayınlanıp tartışılmaya ve kızlar için bazı okullar açılmaya başlandı.
2. Tanzimat döneminde kızların eğitimine ilişkin ilk görüşler
Tanzimat döneminde Namık Kemal, Ziya Paşa, Münif Paşa, Saffet Paşa gibi aydınlar ve Devlet adamları, kızların ve kadınların eğitimden yoksun bırakılmalarını, toplumun geri kalma nedenlerinden biri olarak görmüşlerdir.
Namık Kemal'e göre, çocukların eğitimsiz kalmalarında ya da kötü yetişmelerinde cahil annelerin de önemli bir sorumluluğu vardır. Ona göre, cahil kalmış anne, çocuklarını da cahil bırakır. Ayrıca, cahil kadınlar ahlâk dışı yollara daha kolayca sapmakta ve bunu gören erkekler evlilikten soğumakta, nüfus azalmaktadır. Bu nedenle kızların ve kadınların uygun bir eğitim görmeleri gerekir. Onların eğitimi, Osmanlı toplumunun ilerlemesi ve mutlu olması için şarttır.
Namık Kemal, 1872 tarihli bir yazısında, gelişmiş Batı ülkelerinde kadınların erkekler gibi eğitim öğrenim gördüklerini, oralarda çok değerli kadın yazarlar vs. yetiştiğini belirtir. Ayrıca, "18 yaşında öyle kız öğretmenler yetişir ki, Felsefe ve Matematiğin inceliklerini okuturlar ve onların önünde ak sakallı hocalar kitaplarını açarak bilgi öğrenmeye çalışırlar" (4).
Namık Kemal, aynı yazıda, Batının gelişmiş ülkelerinde kadınların eğitim yoluyla ulaştıkları durumu şöyle açıklar: "Öyle ülkeler vardır ki, öğretmenlerinin yarısından çoğu kadın, daha doğrusu yirmi beş yaşına varmamış kızlardır. Cumhurbaşkanları, bakanlar, generaller, memurlar, bilginler, yazarların pek çoğu eşlerini bu kızlardan seçerler."
1872'de "Kızlar" başlıklı ve Nuri imzalı bir gazete yazısında, önce, halkın kızların eğitimine ilişkin olumsuz görüş ve tutumu açıklanmaktadır. Bunlar toplumdaki anlayışı gösterdiği için psikolojik ve sosyolojik açıdan çok önemli tespitlerdir: "Kızların eğitimine ilişkin halkta bazı yanlış inanışlar ortaya çıkmıştır. Örneğin, bazıları, kızların görevlerini ancak evin iç işleriyle uğraşmak olarak görür ve böylece fakir kızların yalnızca mutfak, dikiş, tahta silmek vs. bilmelerini yeterli bulurlar. Zengin kızların işi ise bunları yapacak hizmetçilerin denetimi olduğu için onların da okuma yazma öğrenmelerine hiç gerek yoktur derler. Bazıları da kadınların yalnızca ihtiyaç giderme ve neslin üremesi âleti olduklarını, onların eğitim ve öğrenim görmelerinin gereksizliği şöyle dursun, bir ölçüde zararlı bile olduğunu söylerler. Çünkü, böyle söyleyenlere göre, kadınlar, yaratılışlarındaki eksiklik nedeniyle öğrendikleri şeyleri ekseriya kötüye kullanabilirler."(5)
Yazar, daha sonra, kızların eğitimini "her şeyden daha önemli" bir iş olarak görür ve özetle der ki:
"Kız çocukları ev kadınlığına aday oldukları için ev işlerinin nazarî bilgilerini de öğrenmelidirler. Bu nedenle de eğitimlerine özen göstermek gerekir. Bir ev kadını kocasıyla günlük işlerde bile anlaşabilmek için öğrenim yoluyla bilgi edinmek zorundadır. Yoksa, bir hiç yüzünden kadın anlaşmazlık çıkarıp işi boşanmaya kadar götürüp yuvasını yıkar ve çocuklarını analı babalı yetim eder. Madem ki bir kız çocuğu eş olacaktır, o halde yukarıdaki gibi nedenlerle de öğrenim görmelidir. Madem ki kadınlar bazı bakımlardan eksiktirler, bu nedenle de eğitim görmeleri gereklidir. Madem ki insanlar çocukluk döneminde aldıkları eğitimin gücüne göre gelişirler ve küçük çocukların eğitimini anneler verir, madem ki kız çocukları anne olacaktır, o halde kızların eğitimine erkek çocuklarınkine göre öncelik tanımak gerekir."
Tanzimat döneminde kadınların cehâleti ile kendi ve çocuklarının sağlığı arasındaki olumsuz ilişki de dile getirilerek, bu nedenlerle de kız ve kadınların eğitilmesi gereği üzerinde durulmuştur. 1893 tarihli bir dergide bir doktor özetle şunları yazıyordu:
"Bizde kadınlar çocuk sağlığı kurallarını (hijyen) bilmedikleri gibi kendi sağlıklarını da sürekli tehlikeye atarlar. Örneğin, çocuk düşürmek çok tehlikeli iken yine de bu zararlı işi yaparlar. Bu, aileler için felâkettir. Kadınlarımız da, ebelerimiz de cahildir. Ayrıca, dilimizde çocuk eğitimine ilişkin kitap ve yayınlar pek azdır ve mevcut olanlar da kadınlarımızın anlayamayacağı şekilde yazılmıştır." (6)
Yine 1893 tarihli bir dergide yayınlanan yazıya göre, Osmanlı çocuklarının bir kısmının okula gitmemesi ve aldıkları eğitimin olumlu sonuçlarının pek görülmemesi ebeveynin, özellikle de annelerin tutum ve davranışından kaynaklanmaktadır:
"Bazı ana babalar, sevgileri yüzünden, çocuklarının ders çalışmaktan sıkılmamaları için, onları bir olgunlaşma ve ilerleme kaynağı olan okula göndermezler. Bu nedenle, çocuğun eğitimi konusuna annelerini asla karıştırmamalıdır. Çünkü anneler öyle bir şefkat duygusu taşırlar ki, canlarının bir parçası olan çocuklarının az bir üzülmesine varını yoğunu değil, ömrünü bile feda etmeye hazırdırlar. Böyle olan anneler, çocuklarının geleceğini mahvetmekte etkin olurlar." (7)
Tanzimat sonlarında Ahmet Mithat Efendi de kızların eğitimi sorununu ısrarla gündeme getiren, bu konuda yoğun bir halkı aydınlatma çabası gösteren önemli yazarlarımızdan biridir (8).
Yukarıda görüldüğü gibi, Tanzimat döneminde İstanbul'da aydınlar ve Devlet adamları kızların ve kadınların eğitimine ilişkin ilk kez görüşler ileri sürmeye başlamışlardır. Ancak, aynı dönemde, 1867'de Ramazan ayında İstanbul'da kadınların akşam ezanından sonra sokağa çıkmaları da resmen yasaklanmıştır. Bu bir resmî ilân ile basında duyurulmuştur. Buna göre, kadınların akşam ezanından sonra sokağa çıkmaları yasaktır. İftar için bir yere giden kadınlar evlerine ana caddelerden araba ile dönecekler ve hiç bir yerde durmayacaklardır. Bu yasağa uymayanlar "kim olursa olsun" emniyete götürülecektir...
Önceki yüzyıllarda da bu tür yasaklamalara gidilmiştir. Bunlar bize, Osmanlılarda büyük kentlerde kadınla erkeğin sokakta ve sosyal hayatta karşılaşmasının uygun görülmediğini gösteriyor. Bunda toplumda egemen olan erkek zihniyeti ve erkeklerin aldığı eğitimin yetersizliği ve yanlışlığı etken olmuştur.
3. Tanzimat döneminde ilk kız okullarının açılması
Padişah Abdülmecit (1839-1861), 1845'te yayınladığı bir İradesinde, "eğitimin din ve dünya açısından herkese gerekli olduğunu" söylüyor ve "halkın cehâletinin giderilmesi gerektiğini", bunun için de sıbyan ve Rüşdiye mekteplerinde (ilk ve orta öğretimin ilk dereceleri) yeni düzenlemeler yapılacağını, bir Darülfünûn (Üniversite) kurulacağını ifade ediyordu. Bu kurumların ilk ikisinde tüm Osmanlı vatandaşları dinî görevlerini ve kendi işlerinde kimseye muhtaç olmayacak kadar çeşitli hayat bilgilerini öğrenecekler, Darülfünûnda da daha üst düzeyde dinî ve müsbet bilimlerde derinleşeceklerdi (9).
Bu İrade, genel eğitimin düzenleneceğini, belli bir düzeyde zorunlu olacağını, yeni bir yükseköğretim kurumu açılacağını, bu örgün eğitim içinde herkesin din ve dünya için yeterli veya derinlemesine bilgi edineceğini öngörüyordu. Böylece kızların eğitimine de el atılacaktı.
• Cevri Usta Kız Rüşdiyesi
İşte bu çerçeve içinde, ilk kız Rüşdiyesi olan Cevri Usta İnas Rüşdiyesi, Ocak 1859'da İstanbul'da açıldı. Buna Cevri Kalfa İnas Rüşdiyesi, Sultanahmet (At Meydanı) Kız Rüşdiyesi de denmiştir.
O yıllarda, sıbyan mekteplerindeki kız ve erkek çocuklar birbirlerinden ayrılıp ayrı okullarda öğrenim görmeye başlamışlardı. Bu uygulama ilk kez Nisan 1847 Tâlimatı ile başlatılmıştı (10). Yapımı 1819-1820'ye giden Cevri Usta Sıbyan Mektebinin binasının da kızlara ayrılıp Rüşdiye düzeyine getirilmesi plânlandı. Eğitim Bakanlığı Sadarete (Başbakanlığı) aşağıdaki yazıyı göndererek bu girişim için izin istedi (11).
Eğitim Bakanlığı bu yazısında, "her Devlet ve milletin mutluluğu, halkının bilgisizlikten kurtulmasına bağlıdır" diyor ve bunun da öncelikle çocukların iyi bir eğitim öğrenim görmeleri ile sağlanabileceğini ekliyordu. Bakanlığın kızların eğitimine ilişkin görüşleri de özetle şöyleydi: Mahalle (sıbyan) mekteplerinde şimdiye kadar kız-erkek karışık öğrenim yapılmıştır. Bunda bazı sakıncalar vardır. Bundan başka eğitim de istenildiği gibi yapılamıyor. Bu nedenle kızlar için de (erkek çocuklar için olduğu gibi) ayrı bir okul açılarak "emin ve ehliyetli hocalar tayin edilerek" öğretim yapılması uygun olacaktır. Fakat şimdilik masraflı ve kapsamlı bir girişime gitmeyip Sultanahmet'teki Cevri Usta Mektebinin kız Rüşdiyesi haline getirilmesi ve burada kızlara özgü "sanayi" öğretilmesine (uygulamalı bilgiler öğretilip beceriler kazandırılmasına) izin verilmesi...
Sadrazam, Eğitim Bakanının bu yazısını da ekleyerek kendisi de kısa bir yazıyla görüşünü ve bu girişimin uygun olacağını Padişaha arzediyordu. Sadrazam, yazısında, Padişahın ülkede eğitimi geliştirme çabalarından erkek çocuklar gibi kızların da yararlanması mantıkî bir gerekliliktir diyordu.
Bu arz tezkeresinin altına
Padişah Abdülmecit, girişimin uygun olacağına dair İradesini yazdırdı:
Belge 2. a) Sadrazam Saray Baş Kitâbetine Cevri Usta Rüşdiyesinin açılmasına uygun olacağı şeklinde Arz Tezkeresi (üstte) (15 Kasım 1858) b) Padişahın Sadarete yazılan İradesi (yanda) (16 Kasım 1858). |
Belge 3.Cevri
Usta Kız Rüşdiyesinin kapısı
|
Önemli
Açıklama:
1928 sonbaharında yeni harflerin kabulü üzerine, bazı dar görüşlü kimseler eski harfli belgeleri, eserleri, kitabeleri, vs. tahrib etmeye başladılar. Onların aklınca, "bizi geri bırakan bunlardı ve onlardan artık kurtulunmalıydı". Cevri Usta Mektebi kapısındaki 1819-1820 tarihli kitabe de, bizzat okulun başöğretmeni tarafından kısmen tahrib edilmekten kurtulamadı. (Y. Akyüz). Bu konuda Osman Ergin der ki: "Mektebin başöğretmeni o günlerde hemen iskele kurdurarak Cevri Kalfanın adını taşıyan kitabeyi kazıtmaya başlamış, fakat o sırada Müze Müdürü Halil Ethem'in müdahalesi üzerine tahribat yarıda bırakılmıştır... Halbuki, Cevri kalfanın, Osmanlı Tarihinde önemli bir devrim noktasında adı geçtiği için mektebinin ve kitabesinin çok büyük bir değeri olduğunu zavallı başöğretmen cehaleti nedeniyle nereden bilsin!(...) Bu türlü tahribatı her millet, her inkilâp, her din az veya çok yapmıştır (...) Kabahat büyük inkilâpçılarda değil, uygulamaya girişen dördüncü, beşinci derecedeki adamlardadır. İstanbul kütüphanelerindeki yazma kitapların Beyazıt meydanında yakılmasını teklif eden aydınlar ve düşünürler bile gördük..." (Osman Ergin, Muallim M. Cevdet'in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi, İstanbul, 1937, s254-255.) |
Belge 4. Cevri Usta Kız Rüşdiyesinin ön duvarındaki çeşme (Fot. Y. Akyüz, 6 Temmuz 1996) |
Ocak 1859'da
Cevri Usta Kız Rüşdiyesi açıldı.
Haziran 1862'de basında yayınlanan bir resmî ilânda, Cevri Usta Kız Rüşdiyesinin o tarihte daha iyi bir düzen ve yönetime kavuştuğu, Peygamberin bir sözüne göre de bilim öğrenmenin erkek kadın herkese farz olduğu belirtiliyor ve ana babalardan kızlarını bu okula göndermeleri isteniyordu (12). Kız Rüşdiyelerinin gelişmesi, erkek Rüşdiyelerine göre yavaş bir seyir gösterdi. 1871'de İstanbul'da 8 adet kız Rüşdiyesi ve buralarda 207 kız öğrenci vardı. Oysa, o tarihte İstanbul'da 14 adet erkek Rüşdiyesi ve buralarda 1421 erkek öğrenci bulunuyordu (13). 1876-1877'de ise İstanbul'da 9 kız Rüşdiyesi ve buralarda 309 öğrenci vardı. Oysa o tarihte İstanbul'da 21 erkek Rüşdiyesinde 1795 öğrenci okuyordu (14). Ancak, basında zaman zaman kızların eğitimine önem verilmesini isteyen yazılar çıkıyordu. Kasım 1879'da yayınlanan böyle bir yazıyı Vicdan adında bir kız çocuğu göndermişti. İstanbul'da Beşiktaş'ta oturduğunu, o bölgede bir kız Rüşdiyesi bulunmadığını, bu nedenle babasının kendisine biraz Matematik, Geometri ve Coğrafya öğrettiğini, kendisinin gazete okumaya ilgi duyduğunu söyleyen Vicdan şunları yazıyordu (15). |
"Erkek çocuklar için sivil ve askerî bir çok okullar açılıyor. Kızlara da bir parça ilgi gösterilse, kız Rüşdiyeleri biraz daha geliştirilip yaygınlaştırılsa, kızlar da erkekler gibi öğrenim görseler ne olur? Erkek çocuklar bu vatanın evlâdı da, kız çocuklar değil mi? Beşiktaş'ta biri askerî, öteki âdi (genel, sivil) iki erkek Rüşdiyesi bulunuyor da bir kız Rüşdiyesi bulunmuyor... Kadınlar için bilgi ve ilim kazanmanın gereği mi yoktur?"
Ancak, Mart 1880'de İstanbul'da, Eğitim Bakanı Münif Paşa tarafından Rüşdiye (ya da İdadî) düzeyinde açılan ve "Avrupa yöntemlerine" ve modern bir ders programına göre paralı öğretim yapması plânlanan bir Kızlar Mektebine gazete ilânlarıyla öğrenci alınacağı duyurulduğu halde, yalnızca üç kızın kaydını yaptırdığı, "ana babaların kızlarını okutmaya rağbet göstermediği", okulun iki yıl faaliyetten sonra "ilgisizlikten" kapandığı ileri sürülmüştür (16).
Kız Rüşdiyelerinin ilk kadın Müdürü kimdir, hangi okula ve ne zaman atanmıştır? Araştırıcılar bu konuda farklı bilgiler veriyorlar. Hicrî 1287 tarihli Devlet Salnamesi'nde İstanbul Beşiktaş Kız Rüşdiyesinin Müdürü olarak Fatma Hanım görülüyor. Bu, Fatma Hanımın 3 Nisan 1870'den bir süre önce Müdürlüğe atanmış olduğu anlamına geliyor.
• Azınlık ve yabancı kız okulları
Tanzimat döneminden önce ve bu dönemde ülkede açılan azınlık ve yabancı özel öğretim yapan bir çok kız okulu vardır. Bu konuya şimdilik değinmekle yetiniyoruz:
1839'da İstanbul'da Fransızların açtığı 19 kız okulu vardı.
1871'de İstanbul'da Arnavutköy Amerikan Kız Koleji açılmıştır.
Yabancıların açtığı kız okulları esas olarak orta öğretim düzeyinde idi. Özellikle varlıklı Türk ailelerinden buralara kızlarını gönderenler az değildi. Bu okulların Türk kızlarını çekmesi, oralarda Devlet okullarından daha disiplinli ve etkili öğretim yapılması ve bir-iki yabancı dil öğretilmesi idi!..
Osmanlı ülkesindeki azınlık ve özellikle yabancı kız okullarında bir çok Türk kızı öğrenim gördü. Bunlar, "yabancı dil bilen", "Batıyı tanıyan", aydın bir kadın kitlesinin oluşmasına ve eğitimdeki yenileşmelere katkıda bulundular.
Ancak, bu okullarda okuyan kızlardan bazılarının din ve milliyet bağlarının zayıfladığı da görüldü ve bunlar kendi toplumlarından ve değerlerinden uzaklaştılar. Müfide Ferit, Pervaneler başlıklı romanında bu tür kızlardan bazılarının nasıl "yabancı hayranı" olduklarını anlatır (ilk baskısı 1924, ikinci baskısı 1974, Otağ Yay.)
• Darülmuallimat
Kızların eğitimi için ilköğretimden daha üst düzeyde bulunan Rüşdiyelerin 1859'da açılmaya başlaması Türk eğitim tarihinde çok önemli bir gelişme olmakla beraber, başka örnekleri de olduğu gibi, mantıkî bir öncelik sonralık gözönünde tutulmamıştı. Aynı yol, 1839'larda erkek çocuklar için Rüşdiye mektepleri açılırken de izlenmişti. Şöyle ki, bu açılan "yeni" okullara nereden öğretmen sağlanacaktı? Buralara "yeni" bir zihniyetle ve "yeni" bilgilerle yetişmiş öğretmenler atanması beklenirdi. İşte bu okullara öğretmen yetiştirilmesi 10 yıl kadar sonra ele alınabilmiş, böylece erkek Rüşdiyelerine öğretmen sağlamak için 1848'de Darülmuallimîn, kız Rüşdiyelerine kadın öğretmen sağlamak için de 1870'de Darülmuallimat adında öğretmen okulları açılmıştır (17).
İlk yıllarda kız Rüşdiyeleri için yeterli sayı ve nitelikte kadın öğretmen bulunamadığından "yaşlı ve iyi ahlâklı erkek öğretmenler" görevlendirilmişti. Sadece dikiş, nakış gibi bazı elişi dersleri için Müslim ve Gayrimüslim kadın öğretmenler (ustalar) çalıştırılmıştı.
Fakat, kız Rüşdiyelerinde artık genç kız olma yaşlarında bulunan kızların o dönemlerde öğretmenlerinin mutlaka kadın olması gerektiği düşünülüyordu. Çünkü onlar artık tesettür (örtünme) yaşına gelmiş oluyorlardı.
Eylül 1869'da yayınlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi de kızlar için bir öğretmen okulu (Darülmuallimat) açılacağı hükmünü ve ayrıntılı düzenlemeler getirmişti.
Kız öğretmen okulunun açılması için hemen hazırlıklara girişildi. İstanbul'da Sultanahmet'te Yerebatan caddesinde ahşap bir konak kiralanarak okul binası olarak düzenlendi. Gazetelere de öğrenci ve öğretmen sağlamak için ilânlar verildi.
Bu ilânlardan Ekim 1869 tarihli birinde, Darülmuallimatın amacı, düzeyi aşağıdaki gibi gösteriliyor ve başvuracakların "Türkçede oldukça okur yazar olmaları" gerektiği belirtiliyordu:
"... kız sıbyan ve Rüşdiye mekteplerine kadın öğretmenler yetiştirmek amacıyla kurulacak Darülmuallimatta öğretmen olmak için gerekli dersleri okumak üzere Türkçede oldukça okur yazar kadınlardan bu mektebe girmek isteyenler yeteneklerine göre Rüşdiye yahut sıbyan mektepleri öğretmenliğine kaydolunacaklardır. Bunun için Meclis-i Kebîr-i Maarife başvurulmalıdır. Sıbyan mektepleri öğretmenliğinin süresi 2, Rüşdiye öğretmenliğinin ise 3 yıldır. Okula devam edecek kadınlara birinci sınıfta ayda otuz, ikinci sınıfta altmış kuruş maaş (burs) verilecektir..." (18)
Şubat 1870'te yayınlanan bir ilânda da, Darülmuallimata alınacak kadınların "13 yaşından aşağı ve 35 yaşından yukarı olmamaları" gerektiği, okula "sınavla" alınacakları belirtilmiştir (19).
Bu ikinci ilânda, başvuracak öğrencilerin yaş yelpazesinin çok geniş tutulması, 1859'da açılan Cevri Usta Kız Rüşdiyesinin eski mezunlarını ve kendini yetiştirmiş başka kız ve kadınları da çekebilmek için olsa gerektir. Şüphesiz, "13-15 yaş" gibi çok dar bir sınırlama getirilseydi, bu okula kaydolacak kimse bulunmayabilirdi.
Yine Şubat 1870'te yayınlanan, bu kez Darülmuallimatta öğretmenlik yapacakları bulmaya yönelik bir ilân da ilginçtir (20).
"Açılacak Darülmuallimatta okutulacak derslerden Din, Osmanlıca, Ahlâk, Müsbet Bilimler, Matematik, Tarih, Coğrafya, Arapça, Farsça, Yazı (Sülüs ve Rik'a) öğretecek öğretmenlere ihtiyaç vardır. Öğretmenlere uygun miktarda maaş verilecektir. Kadınlardan ve olgunluk yaşına gelmiş* erkeklerden öğretmenlik isteyenlerin müracaatları..."
Kaydolan 32 kişinin 8 Şubat 1870 günü Emsile, Amal-i Erbaa, Coğrafya, İmlâ, Sülüs yazısı, Resim, Nakış, Hiyatiye'den sınavları yapıldı. Sınavda Eğitim Bakanı Saffet Paşa ve bazı üst düzey görevliler de bulunmuşlardı (21).
Açılışı
Nihayet, 26 Nisan 1870 Salı günü, Darülmuallimat, Eğitim Bakanı Saffet Paşanın bir nutku ile açıldı. Açılışta, üst düzey eğitim yöneticileri ve memurları, okulun öğretmenleri ve öğrencileri hazır bulunmuşlardı.
Eğitim Bakanı Saffet Paşanın nutku bir çok açıdan ilginç ve Türk eğitim tarihinin önemli bir belgesi olduğu için onu bugünkü dile aynen aktarmamız yararlı olacaktır (22):
"Kadınlar, yaratılışları gereği her türlü saygıya lâyık oldukları gibi, eğitim öğrenim görmelerine de özen göstermek gerekir. Çünkü bir çocuk beşikten okula başlayıncaya dek yalnızca annesinin eğitiminin altındadır ve bu süre içinde çocukların zihnini meşgul edecek bir şey olmadığından duydukları zihinlerine yerleşir. Bu nedenle annelerin çocuk eğitiminde büyük bir payı olduğu açıktır.
"Erkeklerin bilgi ve beceri kazanmaları gerekli olduğu gibi, kadınların da çeşitli bilgilerle ve onların ziynetleriyle de kendi güzelliklerini süslemeleri gerekir. Önceleri, İslâm hatunlarından edebiyatın inceliklerini bilen ve şair kadınlar ortaya çıkmıştır; bunların adları edebî eserlerde yazılıdır; kendileri zekâları, üstün kavrayışları ve bilgileri ile ünlüdürler. Avrupa'da da bir çok şair ve yazar kadınlar yetişmiştir ve onların saygın eserleri halen okunmaktadır.
"Doğu ülkelerinin erkek ve kadınları, kişisel akıl ve yetenek bakımından her türlü sosyal ve müsbet bilimi öğrenmeye ve her çeşit meslek ve sanatı ileri düzeye götürmeye yetkin oldukları halde, şimdiye kadar bu alanlarda geri kalmaları, özellikle kadınların eğitimden hiç nasiplerini alamamaları, yalnızca, öğrenim olanakları yokluğundan kaynaklanmıştır. Çünkü, Osmanlı Devletinde şimdiye kadar kadınlar için orta düzeyde okullar bulunmadığından, kız çocukları sekizer onar yaşlarına kadar sıbyan mekteplerine devam ederek harekeli (işaretlenmiş) yazıyı okuyacak kadar kalırlar, kimileri de evlerinde bazı dinî metinleri okumayı öğrenirlerdi. Bundan daha ileri düzeyde onlar için okul bulunmadığından, zavallı kızlar bu halde kalırlardı.
"Oysa, kadınların bilim öğrenerek yaratılışlarını süslemelerine hiç bir engel olmadığı gibi, 'bilim öğrenmek erkek ve kadın her Müslümana farzdır' hadisi, kadınların da erkekler gibi öğrenim görmelerini gerektirir. İyi bir eğitim görmüş ve dünyanın durumunu tanımış olan kadınların her zaman namus ve saygınlıklarını korumayı kendilerinin en önde gelen görevi bileceklerine şüphe edilemez. Bir çok sanat ve bilgi vardır ki bunları yaparak hayatını kazanmaya kadınların örtünmüş olması asla engel değildir. Avrupa'da yüzbinlerce kız ve evli kadın evlerinde çeşitli el işleri yaparak geçimlerini sağladıkları halde, İslâm kadınlarının böyle şeyler yapmamaları ve bir maddî kazançtan yoksun olmaları üzüntü vericidir.
"İstanbul'da kız çocukları için okullar olmadığından onlar erkek çocuklarla beraber okuyorlardı. Bunda bazı sakıncalar görülerek geçen yıl erkek ve kız çocuklar ayrılmış ve eğitimsever Padişahımızın sayesinde İstanbul'un çeşitli yerlerinde 7 adet kız Rüşdiyesi açılmıştır. Fakat bunların öğretmenleri erkek olduğu için, yaşları 9 ve 10'u geçen kızlar, örtünme gerekçesiyle bu okullarda iki yıldan fazla kalamayacaklardır. Oysa, iki yılda yeterli düzeyde bilgi öğrenemeyecekleri açıktır. Bu nedenle, kızların kız Rüşdiyelerinde 4 yıl kalabilmeleri öğretmenlerinin kadın olmasına bağlıdır.
"İşte, bundan böyle, gerek kız sıbyan, gerek kız Rüşdiye mekteplerine kadın öğretmenler yetiştirmek amacıyla bir Darülmuallimat kurulması gerekli olmuş ve bu husus Maarif-i Umumiye Nizamnamesinde yer almıştır. Bugün, uğurlu olması dileği ile açılışını yaptığımız bu okuldur. Daha sonra, Gayrimüslim kız mektepleri için de kadın öğretmenler yetiştirilmek üzere başka sınıflar da açılacak, ve gerekli öğretmenler sağlanacaktır. Bu Darülmuallimat, Padişahımızın en yüce kuruluşlarından biridir ve kadınların eğitimine sonsuz yararlar sağlayacaktır. Bu yüce başarıdan dolayı Padişahımızın ömür ve şanının artması için her an dua etmek üzerimize borçtur."
O tarihte Osmanlı Padişahı Abdülaziz (1861-1876) idi.
Dersleri
Darülmuallimatın ilk programında şu dersler bulunuyordu: Mebâdi-i Ulûm-ı Diniye ve Ahlâk, Kavâid-i Lisan ve İnşa, Hesap, Nakış ve Ameliyât-ı Hiyatiye, Resim, Hatt-ı Sülüs ve Nesih, Tarih-i Osmanî, Coğrafya. 1873-1874'te Rik'a yazısı ile bir yıl sonra da Müzik dersi kondu. Bu sonuncu ders başlangıçta, "öğrencilerin daha önemli ve yararlı derslerle ilgilenmelerini engeller" düşüncesi ile programa alınmamıştı (23).
Öğretmen yetiştiren kurumlarda öğrencilerin öğretmenlik için gerekli meslekî dersleri ve eğitimi alarak yetişmeleri çok önem taşır. Bu nedenle, Darülmuallimatta bu alandaki gelişmeleri açıklamamız yararlı olacaktır:
1869 Nizamnamesiyle, Darülmuallimatın Sıbyan şûbesine Usûl-i Tâlim dersi konmuşsa da 1870'de bu okul açılınca fiilen uygulanan programda böyle bir ders görülmüyor. Muallim Cevdet bu dersin okutulmasına ilişkin daha sonraki tarihleri vermektedir: "1297 (1879-1880) tarihi Darülmuallimat için önemlidir. Zira ilk olarak Usûl-i Tedris bu sene konmuştur. Bu fennin muallimi Darülmuallimîn, Mülkiye, Sanayi-i Nefise mektepleri muallimlerinden Aristokli Efendidir. Maatteesüf bir sene sonra bu ders kaldırılıyor ve uzun müddet öğrenciler Usûl-i Tedris ve Terbiye görmeden muallime oluyorlar... Erkek ve kız öğretmen okullarında yöntem'in yerini anlamayan bir ülkede nasıl olur da eğitim doğru esaslara bağlanabilir? Nihayet 1308 (1890-1891)'de Münif Paşanın Eğitim Bakanlığı zamanında Darülmuallimata Fenn-i Terbiye ve Usûl-i Tedris konuyor ve muallimliğine Ayşe Sıdıka Hanım tayin ediliyor. Bizde Fenn-i Terbiye ve Usûl-i Tedris kadar yetim kalmış bir bilim dalı yoktur. Müslümanlardan, Türklerden çeşitli ilimlere kendini vermiş bir çok yetenekli kişiler gösterilebilirken, Satı Bey devresine kadar bu fenne girmiş ve mektepte okutan Ayşe Sıdıka Hanım, Selim Sabit, Emrullah Efendiler ve Musa Kâzım Beyden başka pedagoji meraklısı tanımıyoruz."
Muallim Cevdet, "1300 (1882-1883) senesi, Darülmuallimîn mezunları ve terbiye-i milliye için verimsizdir der. Çünkü Müdür Tarihçi Murat Bey olduğu halde, Usûl-i Tedris resmî dersler arasında görünmüyor. Artık ne Darülmuallimîn ne Darülmuallimatta Usûl-i Tedris belli başlı bir yer tutmuyor. 1307 (1889-1890) tarihinde ve Münif Paşanın gayretiyle Darülmuallimîn-i Âliye açılarak her üç kısma Fenn-i Terbiye konuyor ve Aristokli Efendiden sonra her üç kısımdaki dersler Selim Sabit Efendiye veriliyor. O, bu dersi bütün şûbelerde onüç sene kadar okutuyor." (24)
1874-1875'te, Darülmuallimatın 3. Sınıfına Tâlim-i Elifba adıyla bir ders konmuştur. Bu, 'Alfabe ve okuma yazma öğretimi' anlamında bir özel öğretim yöntemi dersidir. Böylece, o yıllarda Usûl-i Tedris adıyla daha genel bir öğretim yöntemi dersi olmasa da bir özel öğretim dersi programlarda yer almıştır.
Darülmuallimatın 1895 tarihli programında Usûl-i Tedris yine yer almıştır. Bu programda, kadınlar için gerekli İdare-i beytiye (ev idaresi) vs. gibi dersler bulunmakla beraber, her sınıfta haftada 2 saat Arapça, 1 saat Farsça da bulunuyordu. Selim Sabit Efendi, bunların kadın öğretmenler için bu kadar geniş okutulmasının gerekli olmadığını, onlar için daha gerekli derslere ağırlık verilmesinin uygun olacağını ileri sürmüş fakat görüşleri kabul edilmemiştir.
Usûl-i Tedris, yani Öğretim Yöntemi dersinin konması ve geliştirilmesinde ve kızların eğitiminde Ayşe Sıdıka Hanımın önemli bir yeri vardır. Ulemâdan bir zatın kızı olan Ayşe Sıdıka Hanım Beyoğlu'ndaki Zapyon Rum Kız Lisesinde okumuş ve Darülmuallimata Padişah Abdülhamit'in İradesiyle Coğrafya, Ahlâk, Elişleri öğretmeni olarak atanmıştı. Padişah, İradesinde, onun için "öğrendiğini ölünceye kadar vatandaşlarına öğretsin" diyordu. Ayşe Sıdıka Hanım, o sırada bu meslek okulunda Pedagoji dersinin olmamasını eksiklik olarak görmüş ve böyle bir dersin konması için Eğitim Bakanlığına öneride bulunmuştur. Bakanlık, bu öneriyi dikkate almış, Usûl-i Tedris dersini programa koyarak öğretmenliğini de Ayşe Sıdıka Hanıma vermiştir. O bu dersi beş yıl okuttuktan sonra 1897'de Usûl-i Tâlim ve Terbiye Dersleri başlığıyla bir de ders kitabını yazmıştır. Kitap, onun derslerinde okuttuğu bilgilerden ve Batıdaki kitaplardan yaptığı alıntılardan oluşmuştur. Bu bizde ilk eğitim bilimi kitaplarındandır. Özetle, Ayşe Sıdıka Hanım ilk kadın eğitim bilimci yazarımızdır. Sözü geçen kitabının ilk cümlesinde, "bir ülkenin uygarlığının ölçüsünün en doğru kıstası kadınların eğitimlerinin düzeyidir" der. Ayşe Sıdıka Hanım 1903'de ölmüştür.
Darülmuallimatın 1895 tarihli programında Usûl-i Tedris dersi içinde Usûl-i Tedris ve İdare-i Mekâtip konuları işlenecekti. Bunlar çocukları tanımak, öğretim yöntemleri, okul yönetimi ile ilgili vs. konulardır. Burada, okulda özellikle İdâre-i Mekâtip (Okul Yönetimi) adıyla bir dersin yer alması önemli bir gelişmedir.
Öğretmen adaylarının gerekli meslekî formasyonu alarak yetişmesi bakımından son derece önemli bir ders olan Usûl-i Tedris'e, II. Meşrutiyete kadar uygulanan Dârülmuallimat programlarında genellikle lâyık olduğu önem verilmemiştir. 1894-1895'te Müdürlüğe getirilen ve gerek Koska'da satın aldığı konak sayesinde okulu kendine ait bir binaya kavuşturarak, gerekse hazırladığı Tâlimatnâme ve program ile okulu kısmen ıslâh eden, Mehmet Hulûsi Efendinin programda önemli bir yer verdiği Usûl-i Tedris dersi, bu kez de teorik olmaktan kurtulamamıştır.
Darülmuallimatta Usûl-i Tedris ile ilgili dersler böyle devam etmiştir. 1908'den sonra Satı Beyin çabaları ve yayınlarıyla, öğretim yöntemleri konusu eğitimciler ve öğretmenler tarafından önemle ele alınmaya başlamıştır. Darülmuallimîn ve Darülmuallimatta da bu derse o tarihten sonra daha çok önem verilmiştir.
Öğretmenleri
Darülmuallimatın ilk Müdürü Emin Efendidir. Din ve Ahlâk derslerini Musa Efendi, Hesap ve Coğrafyayı İsmail Efendi okutuyordu. Yazı öğretmenleri Sülüs için Hacı Raşit, Rık'a için Arif Efendiler idi. Nakış öğretmenleri Hatçe Hanım ve Madam Armik, Resim öğretmeni Madam Balker idi (25).
1880'li yıllardan itibaren Dârülmuallimatta gerek idarî kadroda gerekse öğretim kadrosunda kadın eğitimcilerin sayısı artmaya başlamıştır (26).1882-1883 öğretim yılında, Sıbyan şûbesindeki 4 öğretmenden 4'ü, Rüşdiye şûbesindeki 7 öğretmenden 3'ü kadındır. Dahası bu öğretmenler, artık sadece meslekî derslere değil teorik derslere de girmeye başlamışlardır. Aynı tarihte, Nakiye Hanımın Tarih-i Osmânî dersine girmesi bunu göstermektedir. Özellikle 1900'lerin başına doğru, Dârülmuallimat mezunlarının kendi okullarında öğretmen olarak görevlendirilmesi ile kadın öğretmenler okulda mutlak bir çoğunluğa sahip olmuştur. Nitekim 1897-1898'de, okuldaki Müdür dahil 6 erkek öğretmene karşılık, daimî ve seyyar olmak üzere 18 kadın öğretmen bulunuyordu.
Yönetimi
1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, 71. maddesinde şu hükmü getirmişti:
"Darülmuallimatın bir kadın Müdürü ile çeşitli dersleri için kadın öğretmeni, nakış ustası ve iki hizmetçisi bulunacaktır. Kadınlardan istenilen şekilde öğretmen yetiştirilinceye kadar yaşlı ve edepli olmak şartıyla erkeklerden öğretmen tayin edilebilir."
Daha yukarıda da belirttiğimiz gibi, Tanzimattan sonra açılan Kız Rüşdiyeleri ile İstanbul Darülmuallimatına ve taşrada açılan Darülmuallimatlara kadın öğretmen tayini esas kabul edilmiş, kadın bulunmazsa, "yaşlı ve edepli" olmak şartıyla erkek öğretmenler tayin edilmişlerdir. Erkek öğretmenlerin "çirkin" olması da aranan bir nitelik olmuştur. O dönemlerde "yaşlı" ve "olgunluk yaşı" terimleriyle anlaşılan en az 40 yaştır. Kız okullarına öğretmen atanmasına ilişkin yasal kaynağını 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesinin 71. maddesinde bulan bu uygulama II. Meşrutiyet dönemi (1908-1918) ortalarına kadar sürüp gitmiştir. II. Meşrutiyet dönemi başlarındaki uygulamayı dönemin ünlü eğitimcisi ve İstanbul Darülmuallimîni (Erkek Öğretmen Okulu) Müdürü Satı Bey şöyle anlatır (27):
"Darülmuallimatın Müdürü asıl mektep binasından ayrı bir dairede oturacak, mektebin yalnızca alım-satım ve haricî işleriyle uğraşacaktı. Erkek öğretmenler de o dairede bulunacaklar, mektep binasına yalnızca derslerini vermek için gireceklerdi. Bir erkek öğretmen, mektebin kapısından içeri girince kendisine bir kadın görevli refakat ediyordu. Öğretmen dersten çıkar çıkmaz, yine o kadın görevlinin refakatinde binayı terkediyordu."
Kız Rüşdiyeleri ve Darülmuallimatlarda uygulanan bu politika, bu okulların yaygınlaşmalarını ve gelişmelerini engelleyen etmenlerden biri olmuştur. Bir örnek verelim: 1875'te Isparta'da açılan bir kız Rüşdiyesine, kadın öğretmen bulunamadığından çok yaşlı bir erkek öğretmen atanmış, onun da ölümüyle okul, 1907'de bir kadın öğretmen bulununcaya kadar kapalı kalmıştır (28).
Darülmuallimatın ilk kadın Müdürü kimdir ve ne zaman atanmıştır? Hicrî 1299 tarihli Devlet Salnamesi'ne göre Fatımatüzzehra Hanım Kasım 1881'de Müdür görünüyor. Bu onun az daha önce, muhtemelen 1880-1881 öğretim yılının içinde göreve atandığı anlamına geliyor. 1933'de İstanbul Kız Muallim Mektebi-Darülmuallimat-1870 başlığı ile yayınlanan eseri hazırlayanlar ise, Fatımatüzzehra Hanımın 1879-1880 ders yılında Müdürlük "yapmaya başladığını" yazarlar. Bu eseri 1933'te hazırlayanların o tarihte ilk ve sağlam bilgi ve belgelere ulaşmış oldukları düşünülebilir. Osman Ergin de bu kaynaktan yararlanmış ve 1879-1880 tarihini vermiştir.
Az yukarıda da belirttiğimiz gibi, Darülmuallimatın 1870'te açılmasından 7 ay önce yayınlanan 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, bu okulun bir "kadın Müdürü" olacağını hükme bağlamıştır. Böyle bir kadın Müdürün ilk kez Kasım 1881'den önce göreve getirildiğini de bir üst paragrafta görmüş bulunuyoruz.
Ancak, Temmuz 1895'te, Abdülhamit döneminde yayınlanan Darülmuallimat Tâlimatnamesinde, okulun bir "erkek Müdürü" ve "onun maiyetinde" bir kadın Müdürü olacağı belirtilmiştir. Bu Tâlimatnameye göre kadın Müdür okulun dış işleri ve yazışmalarına "asla karışmayacak", okulun iç işlerinde de, erkek Müdürün "onayını almadan küçük ya da büyük herhangi bir uygulamaya kesinlikle girişemeyecektir".
Böylece, 1895 Tâlimatı, kadın Müdürün konumunu erkek Müdürden daha alt düzeyde belirlemiş, onun yönetimle ilgili yetkilerini ve görevlerini geniş ölçüde kısıtlamış, gerçek yönetimin ve yetkilerin erkek Müdürde olduğunu açıkça belirtmiştir. Bu hükümler, kanımızca, o tarihten 26 yıl önce yayınlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesine göre daha geriye giden bir zihniyetin işaretidir.
Öğrencileri, mezunları
Darülmuallimatın öğrencileri tümüyle "gündüzlü" idi.
Darülmuallimat ilk mezunlarını 1873'te verdi. Sınavlar 27 Haziranda başladı. Son sınıfta (3. sınıf) 21 öğrenci vardı. Biri sınava girmedi, diğer üçü de ikmale (bütünlemeye) kaldı. Böylelikle Darülmuallimattan ilk kez 17 bayan mezun oldu. Sınav şu derslerden yapıldı (29):
Arapça, Farsça, Hesap, Coğrafya, Tarih, İnşa, Rık'a, Sülüs, Nakış, Resim.
Üsküdarlı Hafız Fethiye Hanım her dersten tam not alarak birinci oldu ve fevkalâde mükâfata lâyık görüldü. Diğer iki öğrenci de mükâfat ve ayrıca üç öğrenci de zikr-i cemil (çeşitli öğrenci ödülleri) kazandılar.
Darülmuallimatın ilk mezunlarının en küçüğü 14, en büyüğü 30 yaşında idi.
Darülmuallimattan ilk mezun olanlar (30):
Üsküdarlı Hafız Fethiye Hanım Emine Hanım
Hafız Rüveyde " Ayasofyalı Hatice "
Tophaneli Hafız Hatice " Hüsniye "
Fatma Nigâr " Cemile "
Üsküdarlı Münibe " Ayşe "
Hamdi Paşa kızı büyük Zehra " Ferdane "
Zehra " Küçük Fatma "
Hattat Emine " Ülfet (ya da İffet) "
Hatice "
1880'lerden sonra Darülmuallimatta öğrenci sayısı hızla artmış, açılışta 32 olan mevcut, 1883-1884'te 142'ye, 1884-1885'te 159'a, 1885-1886'da 183'e, 1900-1901'de (Âliye, Rüşdiye, İptidaiye Şûbelerinin hepsi) 350'ye ve nihayet II. Meşrutiyetin arifesinde 423'e çıkmıştır. Bu artışa paralel olarak okulun mezun sayısı da her geçen yıl biraz daha artarak 1901-1902 öğretim yılına kadar toplam 381'e ulaşmıştır. Bu, Darülmuallimattan o tarihe kadar her yıl ortalama 12 kadar kadının öğretmen olarak mezun olması demektir. Bu sayısal veriler, şüphesiz, ülkenin kadın öğretmen ihtiyacı karşısında çok yetersizdir. Bununla beraber, o yıllarda Darülmuallimattan mezun olan kadın öğretmenler kız Rüşdiyelerinin yaygınlaşmasında ve kız çocuklarının gerek kız sıbyan gerek kız Rüşdiyeleri düzeyinde okullaşma oranlarının artmasında başta gelen etmen olmuşlardır (31).
Öğretmenlik mesleğine giriş
1870'te kızlar için Darülmuallimat adıyla bir öğretmen okulunun açılması Türk eğitim tarihinde çok önemli bir olaydır. 22 yıl önce, 1848'de erkekler için Darülmuallimîn adıyla bir öğretmen okulu açılması da böyledir. Bu okullar, Tanzimat döneminde, eğitimin geliştirilip yenileştirilmesi, insanlarımızın okutulması amaçlarına yönelik girişimlerin hem en önemli iki ürünü, hem de kaynağıdır.
Artık öğretmenler yalnızca bu okulların mezunlarından mı atanacaktı? Öğretmenliğin meslek sayılıp sayılmaması ve meslekleşmesi ile çok yakından ilgili olan bu soru ilk kez ortaya atılmaktadır. Bunu kısaca şöyle yanıtlamamız mümkündür:
Darülmuallimînin yayınladığımız 1 Mayıs 1851 tarihli Nizamnamesinde, öğretmenlerin "dışardan" da atanabileceklerine ilişkin bir hüküm yoktur (32). Ancak, 1860-1861 yıllarında öğretmen atamaları ile ilgili bazı gelişmeler sonucunda, bu Nizamnameye "ihtiyaç kalmayıncaya kadar, yani geçici olarak" bu okul dışından da öğretmen atanabileceği hükmü konmuştur (33). Bir süre sonra, yetkililer, 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesine de benzer bir hüküm koydular: Hem erkek, hem kız öğretmen okulu için ayrı ayrı düzenlenen maddelere göre (md.63 ve md.76) "bu okulları bitirenlerin Devlet okullarına öğretmen atanmaları için, bunların dışındakilerden atanmak isteyenlere göre hakk-ı rüçhanı (öncelik hakkı) olacaktır".
Sonuçta da değineceğimiz gibi bu maddeler, kapıyı dışardan gelenlere de açık tuttuğu için, öğretmenliğin tam anlamıyla meslekleşmesini engelleyen faktörler olmuştur...
• Islâhhaneler
Tanzimat döneminde öksüz, yetim, kız ve erkek çocukların korunup eğitilmesi ve topluma kazandırılması düşüncesi ile Mithat Paşa Rumeli'de Vali iken önce Niş'de (1863), sonra Rusçuk'ta (1864) ve Sofya'da Islâhhane adıyla okullar açmıştır. Bu çerçeve içinde kızlar için bir Islâhhane 1865'te Rusçuk'ta açılmış, sonra bu okullar İstanbul vs. de de açılmıştır. Daha sonra Kız Sanayi Mektebi adını alacak olan bu okullarda kızlara bazı zanaatlar ve el işleri öğretilmiştir (34).
3. Mutlakıyet döneminde kızların eğitimi (1878-1908)
II. Abdülhamit döneminde, eğitimdeki genel nicelik gelişmelerine paralel olarak kızların eğitimi konusunda da önemli çabalar harcanmıştır. Nitekim, bu dönemde taşraya yayılan kız Rüşdiyelerinin sayısı 74'e ulaşmış, böylece orta öğretimin ilk düzeyinde okuma imkânı bulan kızların sayısı artmıştır. Darülmuallimatın ders programlarında ve öğrenci sayılarında da gelişmeler görülmüştür.
Sultan II. Abdülhamit, anılarında, "kadının hayatı tabiî olarak evinin içindedir; o, çocuklarının eğitimcisi, kocasının bakıcısı ve yardımcısıdır" der. Ona göre, tek kadınla evlenilmesi toplum için daha uygun olacaktır. "Kadınların aile işlerini idare edecek öğrenim görmeleri gerekir. Onların eğitiminin çocukların yetişmesi üzerine çok büyük etkisi olacaktır. Ayrıca, cahil bir kadın, kocasına iyi bir arkadaş olamaz. Erkeğin hayatında kadının sadece ziynet eşyası olmayıp, bir hayat arkadaşı olduğunu halka anlatmak gerekir." Ona göre, Peygamber, kadının siyasî hayata karışmasını yasaklamıştır (?) ve bunda haklıdır. Kadına Avrupa'daki gibi bir özgürlüğün tanınması da yanlıştır (35).
Bu dönemde kadınların eğitimine ilişkin Şemsettin Sami'nin yayınladığı bir kitaptaki fikirleri önemlidir. O, kadınların eğitimi konusunda der ki (36):
"Erkeklere verilen eğitim yalnız kendi şahıslarında kalır, ölümleriyle yok olur. Kadınlara verilen eğitim ise çocuklarına ve gelecek nesillere de geçer. Erkekleri eğitmek gölge veren bir ağaç dikmek, kadınlara eğitim vermek ise hem gölge hem meyva verecek bir ağaç dikmektir. Gölge, kendi eğitilmişliğinden topluma yapılacak iyilik, meyva ise yetiştirilecek eğitim görmüş çocuklardır. Kadınları eğitmeksizin yalnızca erkekleri eğitmeye çalışan bir toplum kum üzerine temelsiz bir köprü kuran, yağmur yağdıkça köprünün yıkıldığını görüp yeniden yapmaya mecbur olan bir adama benzer. Bir toplumun eğitiminin temeli kadınların eğitimidir. Kadınlar toplumun esasıdır. Uygarlığın oluşumu, toplumun mutluluğu kadınların eğitilmesine bağlıdır."
4. II. Meşrutiyet döneminde kızların eğitimine ilişkin görüşler (1908-1918)(37)
II. Meşrutiyet döneminde kızların ve kadınların eğitimi (38) konusunda çok yoğun tartışmalar ve yayınlar yapılmıştır. Bunun temel nedenleri şunlardır (39):
a) 1908'de sansürün kaldırılması ile bir fikir ve tartışma özgürlüğü ortamının oluşması ve böylece herkesin düşüncelerini söylemeye imkân bulması,
b) Batı ülkelerindeki yaşantının ve kadınların durumunun daha iyi tanınması,
c) Balkan ve I. Dünya Savaşlarının ve bunların sonunda ortaya çıkan sosyal yıkım ve felâketlerin etkileri. Bu etkiler de başlıca iki şekilde görülmüştür:
• Toplumda kadının fikrî ve bedenî gücüne büyük ihtiyaç duyulması.
• Savaşlar ve felâketlerin her alanda olduğu gibi, kadın konusunda da Osmanlı yönetici ve aydınlarını bir özeleştiri yapmaya ve geleneksel olumsuz tutum ve davranışlardan kurtulma çabalarına yöneltmesi.
II. Meşrutiyet döneminde kadın konusu, düşünürler ve yazarlar tarafından, benimsedikleri siyasî-fikrî akımlar açısından tartışılmıştır. Böylece, esas olarak, Batıcı, İslâmcı, Osmanlıcı, Türkçü olmak üzere dört akım içinde konunun ele alındığı görülür. Fakat, Balkan ve I. Dünya Savaşları ve felâketleri ile beraber Osmanlıcı görüşlerin temeli kalmamış, İslâmcılık zayıflamış, Türkçülük ve Batıcılık güçlenmiştir (40).
Bu dönemde kızların ve kadınların eğitimi konusunda önemli görüşler ileri süren bazı yazarlar şunlardır:
Tüccarzade İbrahim Hilmi, Ahmet Rıza, Ethem Nejat, Abdullah Cevdet, Ziya Gökalp, Fatma Aliye Hanım, Nigâr Hanım, Halide Edip Hanım, Mehmet Âkif, Celâl Nuri, Tevfik Fikret vb.
Bunlardan Halide Edip (Adıvar) 1901'de Üsküdar Amerikan Kız Kolejini bitirmiş, 1908'lerde Darülmuallimatta öğretmenlik yapmıştır. 1911'de çeviri ve telif bir eser olan Tâlim ve Terbiye başlıklı bir eğitim bilimi kitabı yayınlamıştır.
Biz bu düşünür ve yazarlardan yalnızca ilk ikisinin fikirlerine değinmekle yetiniyoruz.
Balkan Savaşları (1912-1913) sırasında ve sonrasında toplumu uyandırmak için bir çok kitapçık yazan ve kendi yayınevinde gerek bunları gerek başkalarını yayınlayan Tüccarzade İbrahim Hilmi (Çığıraçan) 1916'da şunları yazar (41):
"Sosyal hayatta kadına özel bir yer vermek, aile yaşamında Avrupalılaşmak demektir. Fakat bu yeri yalnız erkekler kadına vermez, kadınlar eğitimle, bilim öğrenerek, toplumsal çalışmaya katılmakla kazanırlar. Kadınlarımızın aile yaşamında bir yer tutması, açık saçık gezmeleri demek değildir... Bu Avrupa medeniyetinin zararlı kısmıdır. Bu tür davranışların toplumumuza girmesi asla arzu edilmez. Kuzey ülkeleri ve Anglosaksonlarda olduğu gibi, kadınlarımız öğrenimle ve bilim kazanarak iyi yetenekler ve ahlâk sahibi olmalıdırlar. Aile yaşamını candan sevmelidirler. Dinî, ahlâkî ve kadın eğitimleri tam olmalıdır. Onların namus temizliğinin işareti yüzlerini örten peçeleri değil, kişisel eğitimleri ve asîlane namuslarıdır."
Kızların ve kadınların eğitilmesi konusunda önemli çabalar harcayan Ahmet Rıza Bey de, 1908'de yayınladığı bir kitabında şunları yazar (42):
"Çocukların eğitim ve öğretimini eline alan, toplumun yönetimini de eline almış olur, her istediğini yapar ve yaptırır. Zulme dayanan Devlet yönetimleri bunu bilir, bu nedenle şeriatın kadına vermiş olduğu mühim bir güç ve ayrıcalığı sonuçsuz ve etkisiz bırakır, kadını daima yetim ve esir gibi kendi emri altında tutar, işlere karıştırmaz. Aksine, böyle yönetimler, kadının her işine, feracesine, yaşmağına, çorabına kadar karışırlar ve böyle yapmakla dine hizmet ettikleri iddiasını ileri sürerler.
"Şüphesiz bir milletin ahlâk ve terbiyesi ile kadınlarının giyiniş biçimi arasında ilişki vardır. Millî terbiyeyi (âdab-ı milliye) korumakla görevli hükümet, kadınların açık saçık çıkmamasına da nezaret etmelidir. Ancak, İslâmın namus ve haysiyetini düşünen bir hükümet için, halkın kıyafetine karışmadan önce yapacağı çok şey vardır. İslâmiyet kadına Hıristiyanlıktan daha çok haklar tanıdığı halde, Müslüman kadınlarının Hıristiyan kadınlarından geri kalması ve toplumsal görevler ifa edememesi gibi milletin zayıflaması ve çöküşüne yol açan durumların düzeltilmesi öncelikle ele alınması gereken işlerdir. Ancak, toplumu yönetenlerin çoğu kadınların içinde bulunduğu durumdan memnundur. Bu nedenle kadınlar dertlerinin devasını yine kendi çaba ve çalışmalarından beklemelidirler. Kadınların 'erkekler her hakkı elimizden almışlar, ne yapabiliriz?' şeklindeki mazeretleri geçerli değildir. Hakkını elinden aldırmak ve elinden kaptırdığı hakkını geri almaya çalışmamak da bir kusurdur. Bizde, erkek ve kadın, zengin ve fakir kimse hakkını aramadığı, kimse sesini çıkarmadığı için, içerde ve dışarda düşmanlarımız koca bir milleti dilsiz, cansız, beyinsiz yerine koyup istedikleri gibi soymak, kullanmak küstahlığında bulunuyorlar. Ülkenin gerçek sahibi olan millet, haklarını savunmadığı içindir ki yabancılar her tarafa kol salmışlar, utanmazca soygun ve yağmaya girişiyorlar."
Ahmet Rıza Bey, Devletimizin uğradığı felâketleri göğüslemek için binlerce delikanlının canını verdiğini, anaların gözyaşı döktüğünü, fakat şimdi, dökülen kanlara ve gözyaşlarına acıyan bile bulunmadığını, geçmişi unuttuğumuzu söyler ve der ki: "Bari geleceği düşünelim... Geleceği düşünmek, Devleti çöküşten kurtarmak kadının da görevidir. Kadınlar sağlam vücutlu, düşünceleri aydınlık çocuklar yetiştirmelidirler."
Kadınların çeşitli Devlet memurluklarına yoğun biçimde girmeleri de II. Meşrutiyet döneminde gerçekleşmiştir. Bunda, savaşa giden erkeklerin yerlerine geçip toplum hayatını sürdürme kaygısı etken olmuştur (43).
5. Meşrutiyet döneminde kız okulları
II. Meşrutiyet döneminin önemli eğitimcilerinden Satı Bey, Balkan Savaşlarına kadar (1912-1913) "taassup" nedeniyle kızların eğitimi konusunda verimli çalışılamadığını, Balkan Savaşları felâketlerinden sonra "taassubun azaldığını, daha cesurca ve etkili çalışmalar yapılabildiğini" söyler. Yine bu dönem eğitiminin temel özelliklerinden biri, toplumda eğitim konularına ilginin artması, âdeta "herkesin gözünün açılması" ve eğitim işlerinin yalnızca Eğitim Bakanlığının işi olmaktan çıkmasıdır(44).
Bu dönemde, 1870'te açılan Darülmuallimat gelişerek öğretimini sürdürmüş, bundan başka kız Rüşdiyeleri sayıca çoğalmış, Lise düzeyinde bir kız okulu ile kızlar için bir Üniversite açılmıştır.
• Darülmuallimat
1910-1911 öğretim yılı, 1870'te
açılan ve gündüzlü öğretim yapan
Darülmuallimatın son yılıdır. Bu kurum, ilk mezun verdiği 1873'ten 1911'e
kadar 38 yılda toplam 731 kadın öğretmene diploma vermiştir. 1910-1911
ders yılı içinde 1. sınıftan 65 öğrenci ile başlanarak Darülmuallimatta
yatılı öğretime geçilmiştir (45).
Belge 5. İstanbul
Kız Öğretmen Okulunun kapısı üzerindeki son mermer kitabe: Darülmuallimat-ı
Âliye, 1339 (1923) (Sultanahmet'teki Türk ve Îslam Eserleri Müzesi bahçesinde
bulunmaktadır.
Boyutları:76x142 cm.) (Fot. Y. Akyüz,6 Temmuz 1996) |
Meşrutiyet döneminde Darülmuallimatın öğrenci sayısında büyük artışlar oldu: 1916-1917 öğretim yılında 803'ü yatılı, 276 gündüzlü olmak üzere okulda 1079 öğrenci vardı. Bu, o zamana kadar okulda bulunan en yüksek öğrenci kitlesi idi (46).
Meşrutiyet döneminde Darülmuallimat yapısal bakımdan da önemli evreler geçirdi. Bu yıllardaki en önemli iki yenilik, 1913-1914 öğretim yılında, İptidaî veya Tatbikat kısmı adı altında bir uygulama okulunun açılması ile, 1914-1915 öğretim yılında Ana Muallim Mektebi adıyla bir kısmın açılmasıdır.
Ana Muallim Mektebi:
1908'de II. Meşrutiyetin ilânından önce bazı illerde özel ana okulları açılmaya başlamıştı. Bu tarihten sonra da İstanbul'da bazı özel ana okulları açıldı. İlk resmî ana okulları ise Balkan Savaşlarından sonra açıldı ve yayılmaya başladı. Ancak, eğitimle ilgili çeşitli yenileşme girişimlerinde yapılageldiği gibi, bu işe de hazırlıksız olarak başlandı: Ana okulları için muallime yani kadın öğretmen yetiştirilmemiş olduğundan, Türk ana okullarına Ermeni ve Yahudi bayan öğretmenler getirildi. Bu işi az çok bilenler onlar olduğu için, okulların yönetiminden eğitim ve öğretimine kadar her şey onların yetki ve sorumluluğuna bırakıldı. Öyle ki, okullarda çocuklara öğretilen şarkı ve şiirleri bile onlar yazıyordu. Bu öğretmenler artık Avrupa'da terkedilmiş, zararlı anlayış ve yöntemleri kullanıyorlardı (47).
Bu nedenle, sayıları her geçen gün artan ana okullarına öğretmen yetiştirmek çok gerekli bir hale gelmişti. İşte, 1914-1915 öğretim yılında Darülmuallimat içinde bir Ana Muallim Mektebi Kısmı bu şekilde ortaya çıktı.
II. Meşrutiyet döneminde taşrada da Darülmuallimatlar açılmaya başlandı.
• Kız İdadîsi
II. Meşrutiyetin başlarında pek az sayıda kız çocuğunun gidebildiği, genel ve kısmen kızlara özgü bir öğretim kurumu olan kız Rüşdiyeleri ile bazı kız Sanayi Mektepleri ve daha ileri yaşlardaki kızlar ve kadınlardan yine pek azının gidebildiği meslek okulu olan Darülmuallimatlardan (İstanbul'da ve kısmen taşrada) başka bir okul yoktu. Rüşdiyelerden sonra, artık genç kızlık çağına ulaşmış olan kızların eğitim öğretimi ne olacaktı?
II. Meşrutiyet döneminde Eğitim Bakanlığının giriştiği önemli yeniliklerden birisi, kızlar için Rüşdiyelerin üstünde (Lise düzeyinde) bir Kız İdadîsi kurulması olmuştur. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Balkan Savaşlarından sonra "taassubun azalması" (ancak, Kız İdadîsi 1911'de, bu Savaşlardan az önce açılmıştır), eğitimin toplumda öneminin çok daha iyi anlaşılması gibi nedenler Eğitim Bakanlığını cesur adımlar atmaya itmiştir. Ayrıca, sayıları giderek artan kız Rüşdiyelerinden mezun olanların daha üst bir okula gitme istekleri de kızlar için Lise ve Üniversite düzeyinde kurumlar açılması için Eğitim Bakanlığını zorlayan etmenlerden biri olmuştur.
İlk Kız İdadîsi, İnas İdadîsi adıyla 1911'de İstanbul'da açıldı. Çeşitli adlar aldıktan sonra (İstanbul İnas Sultanîsi, Bezm-i Âlem Sultanîsi, vs.), 1922'de İstanbul Kız Lisesi adını almıştır. İlk Kız Lisesi budur. Kız İdadîleri, açıldıktan bir süre sonra Sultanî adını almıştır.
İstanbul dışında ilk Kız Liseleri 1922 sonunda İzmir'de, Ekim 1923'te Ankara'da açılmıştır.
• Kız Darülfünûnu
Eylül 1914'te İstanbul'da İnas Darülfünûnu adını taşıyan, kızlar için bir Üniversite açılmıştır. Buranın ilk öğrencileri İstanbul Darülmuallimatı ve Kız İdadîsi mezunları ile giriş sınavını kazanan bütün bayanlardı. Kurumun çetin sınavlarına bayanları hazırlamak için özel dersaneler bile açılmıştı (48). Eylül 1914 tarihli Tâlimatnamesine göre, evli ya da dul kadınlar İnas Darülfünûnuna alınmayacaklardı (49).
Kurumun herbiri 3 yıl süreli 3 Şûbesi vardı: Edebiyat, Riyaziyat, Tabiiyat. Kurulduğu sırada Darülmuallimat-ı Âliyeye bağlı idi. İlk mezunları (1917) 18 kişi idi. Bunların 7'si Edebiyat, 3'ü Riyaziyat, 8'i Tabiiyat Şûbelerini bitirmişlerdi. Mezuniyet derecelerine göre 6 bayan İstanbul İnas Sultanîleri öğretmenliklerine, diğerleri de taşra Darülmuallimatları Müdürlükleri ve öğretmenliklerine atanmışlardır (50).
Kızlara, güzel sanatlar alanında da yüksek öğrenim vermek için Kasım 1914'te İstanbul'da İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'nin kurulması da, kızların eğitimi için atılan önemli bir adımdır (51).
Eylül 1917'de kadınların da Tıp, Dişçilik, Eczacılık öğrenimi görmelerine izin verildi. Bu artık, onların da ilgili Fakültelere gidebilecekleri demekti (52).
Kızlar için giderek her düzeyde öğretim kurumları açılmaya başlaması ve okuyan, okumak isteyen kızların çoğalması, erkekler ve kızlar için ayrı ayrı okullar açılmasındaki çeşitli güçlükler, imkânsızlıklar ve toplumda bağnazlığın giderek azalması gibi nedenlerle, Meşrutiyet dönemi sonlarında kız-erkek karışık yani "karma eğitim" sorunu gündeme geldi ve basında tartışılmaya başladı.
Karma eğitim ilk önce Üniversite düzeyinde gerçekleşti. Bizim bazı tespitlerimiz şöyledir (53):
1914'te açılan Kız Darülfünûnu, derslerini, Darülfünûn binasında, erkek öğrencilerden ayrı zamanlarda yapıyordu. 1919 başlarında gazetelerde "karma eğitim" yapılacağı şeklinde söylentiler yer almaya başladı. Bunun üzerine, Eğitim Bakanı Ali Kemal, basında yayınlattığı bir tebliğinde (Nisan 1919), bu söylentilerin fesat çıkarmak ve Darülfünûnun huzurunu bozmak isteyenlerce" ortaya atıldığını ileri sürüyor ve şöyle diyordu: "İnas Darülfünûnu için bir bina sağlanarak öğrencileri oraya nakledilmedikçe başka türlü yapmaya imkân yoktur. Darülfünûnöğretmenleri ayrı saatlerde, ayrı dersanelerde kızlara ayrı, erkeklere ayrı ders vermeyi sürdürüyorlar. Erkek öğrenciler öğleden önce, kız öğrenciler öğleden sonra ders görmektedirler."
O günlerde Türk Kadını başlıklı dergide çıkan bir yazıda, kızların erkeklerden ayrı öğrenim görmesi alaya alınmış ve şöyle denmiştir (54):
"Kadın öğretmenler bulununcaya kadar, erkek öğretmenler de hanımlara ders verirken peçe veya maske takacaklardır!"
İnas Darülfünûnu 1920'de Darülmuallimat-ı Âliyeden ayrılıp Darülfünûna bağlanmıştır. Derslerini yine erkeklerden ayrı olarak başka saatlerde yapacaktı. Fakat, Fen ve Edebiyat Şûbelerindeki kız öğrenciler kendi sınıflarını boykot edip erkek öğrencilerin sınıflarına gitmişler ve İnas Darülfünûnu Eylül 1921'de tarihe karışmıştır. Hukuk Fakültesi 1921-1922, Tıp Fakültesi 1922-1923 öğretim yılından itibaren kız öğrenci almışlardır.
II. ÖĞRETMEN FAİKA ÜNLÜER, YETİŞMESİ ve MESLEK HAYATI
Araştırmamızın II. kısmında, öğretmen Faika Ünlüer'in yetişmesi ve meslek hayatı ele alınacaktır. Faika Ünlüer, Osmanlı döneminin sonlarında, bu yazımızda incelediğimiz, İstanbul'daki iki önemli kız okulunda okumuştur: Sultanahmet İnas Rüşdiyesi ve Darülmuallimat. Cumhuriyetten önce 10 yıl Cumhuriyet döneminde de 30 yıl öğretmenlik yapmıştır.(*)
Böylece, araştırmamız, ilk kısımda yer alan, kızların eğitimi ile ilgili yazılı belgelere dayanan bazı teorik bilgilerden sonra, ikinci kısımda, İstanbul'da bir kız öğrencinin öğrenim hayatı, öğretmen oluşu ve hem Osmanlı hem Cumhuriyet dönemindeki meslek hayatı ile ilgili bilgileri kapsamaktadır. Başka bir deyişle, araştırmamızın birinci kısmında genel ve teorik bilgilerden sonra, ikinci kısımda, iki kız okulunun yetiştirdiği, onların verdiği ürün olan bir bayan öğretmenin yetişmesi ve iki siyasal döneme taşan meslek hayatı somut olarak ele alınacaktır. Böylece, araştırmamızın ilk iki kısmı a) kitabî ve teorik bilgilerle, b) yaşanmış, uygulanmış, somut bir eğitim örneği olarak birbirini çok isabetli ve aydınlatıcı bir biçimde tamamlamaktadır.
Zeliha Faika ÜNLÜER, 3 Şubat 1894'te (22 K. sani 1309) o zaman Osmanlı Devletinin sınırları içinde bulunan Şumnu'da doğdu. Babası Kadı Numan Sabit Efendi, Annesi Rukiye Hanımdır.
O tarihlerde, Bulgaristan'daki Türk nüfus önemli ölçüde
anayurda göç ediyordu. Bunda, 1877-1878 Osmanlı-Rus
savaşı, Türklerin maruz kaldıkları zulüm ve katliâmlar etkili olmuştu.
Tamamen bir Türk bölgesi olan Deliorman yöresinden ve oradaki Şumnu vs.
gibi kentlerden pek çok Türk anayurda göç etmek zorunda kalmıştı.
Belge 6. Faika Zeliha Ünlüer'in Sultanahmet İnas Rüşdiyesi (Cevri Usta Kız Rüşdiyesi) diplamosaı (1 Eylül 1906) Önemli Açıklama:
|
Kadı Numan Sabit Efendi de ailesiyle beraber 1899'da İstanbul'a göç etti. Zaten daha önce bazı akrabaları da Osmanlı başkentine göç etmişlerdi. Numan Sabit Efendi Sultanahmet'te Cankurtaran semtine yerleşti.
İstanbul'a göç ettiklerinde kızları Zeliha 5-6 yaşlarında idi.
Sultanahmet'te o tarihlerde,
araştırmamızın birinci kısmında incelediğimiz gibi, İstanbul'un en eski
ve en önemli kız Rüşdiyesi vardı: Sultanahmet İnas Rüşdiyesi (Cevri
Kalfa, Cevri Usta İnas Rüşdiyesi). Bu okul küçük Zeliha'nın evine 10-15
dakikalık bir yürüyüş mesafesi içinde idi. Zeliha, okumaya çok istekli,
çok zeki bir çocuktu. Babası ve Annesi de bilim âşığı insanlardı. O halde,
küçük Zeliha'nın okuması için her şey tamamdı...
Belge 7. Faika Zeliha Ünlüer'in Darülmuallimat Diploması (25 Ağustos 1909) |
Zeliha, Sultanahmet
İnas Rüşdiyesine kaydoldu ve 1 Eylül 1906 (19 Ağustos 1322) tarihinde,
12 yaşında olduğu halde bu okulu Aliyyülâlâ (Pekiyi) derece ile ve birincilikle
bitirdi. Öyle ki, okulda gördüğü 17 dersin tümünden de 10 üzerinden 10
numara almıştı (Belge 6).
Zeliha, öğretmen olmak istiyordu. Bu nedenle Darülmuallimata kaydını yaptırdı. Burada da üstün başarı gösterdi. Öyle ki, Hesap ve Hendese dersleri öğretmeni kendisine, Zeliha'ya ilâveten "Faika" ("üstün, seçkin, ileri" anlamında) adını verdi. Artık, Zeliha Faika, daha çok da Faika adıyla anılmaya başladı. Öğretmeninin bu ad verme
olayı, Matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Beyin 1894-1896 yıllarında Selânik
Askerî Rüşdiyesinde öğrencisi Mustafa'ya "Kemal" ("olgunluk, erdemlilik")
adını takıp onun Mustafa Kemal olarak anılmasını sağlamasını hatırlatıyor
(55). Gerçekten, Türk eğitim tarihinde,
o dönemlerde, öğretmenlerin bazı üstün nitelikli öğrencilerine bu durumlarına
uygun ikinci adlar verdiği görülür. Bu ikinci isimlerin o öğrencilere,
daha güzele, daha üstün başarılara gitme yolunda sürekli bir özendirme
(teşvik) ve manevî destek sağladığında
şüphe yoktur.
Faika Hanım, ideali olan öğretmenliğe girme hakkını kazanmıştı. Fakat o şimdi bir kız okulunun Müdürü olmak istiyordu!.. Eğitim Bakanlığının o yıllardaki bir uygulamasına göre, mezuniyet derecesi Pekiyi olan Darülmuallimat mezunları, kız okullarına Müdür olarak atanabiliyorlardı (56). |
Belge 8. Faika Zeliha Ünlüer'in Erzurum Merkez Kız Mektebi Başöğretmenliği sırasında hazırlanmış, mesleki gelişmelerini gösteren bir belge |
I. Dünya Savaşının başlarında Erzurum'un Ruslar tarafından işgali üzerine, Faika Hanım, ailesiyle birlikte Ocak 1915'te Sivas'a göç etti ve orada, Erzurum Kız İlk Mektebi Başöğretmeni unvanını koruyarak, Sivas Kız İlk Mektebi ile Darüleytam (Yetimler Yurdu) Başöğretmenliğine atandı.
Sivas'ta, Erzurumlu Topçu
Yüzbaşı İsmail Hakkı Beyle (1886-1970) evlendi. İsmail Hakkı Bey 1907'de
İstanbul'da Mühendishane-i Berri-i Hümâyûndan mezun olmuş değerli bir subaydı.
Kurtuluş Savaşı yıllarında Doğu Cephesi çarpışmalarına katılmış, Kars ve
Gümrü'de Merkez Komutanlıkları yapmıştır.
Belge 9. Faika
Zeliha Ünlüer'in oğlu Ertuğrul Ünlüer'in 1927-1928 öğretim yılında Erzurum
İsmet Paşa İlk Mektebi 2. Sınıf karnesi:"Pekiyi" derece ile bir üst sınıfa
geçmiştir. (27 Mayıs 1928)
Önemli Açıklama:
|
Belge 10. Faika Zeliha Ünlüer (1929'larda) |
Faika Hanım, Millî Mücadele
yıllarında Erzurum'da ulusal bilinç heyecanı ve kurtuluş amacının okulda
ve toplumda canlı tutulması için önemli çabalar harcadı. 1919 sonbaharında,
Erzurum İslâm Kadınları, Muradiye Camiinde toplandılar. Burada Faika Hanım
bir konuşma yaptı. Düşmanın işgal ve zulümleri kınandı. Sadrazama, İçişleri
Bakanına, işgalci Devletlerin temsilcilerine ve ABD yetkililerine telgraflar
çekilerek Türkiye'ye karşı girişilen işgal
ve zulümler protesto edildi. Bu telgraflarda, "medeniyetin vahşeti kaldırması
beklenirken" Batılıların Türklere karşı yok etme politikasına giriştikleri
vurgulanıyor ve Wilson prensiplerine uygun ve insanlığa lâyık, kalıcı bir
barışın sağlanması isteniyordu (57).
ABD Başkanı Wilson, Ocak 1918 tarihinde yayınladığı ünlü "barış prensipleri"nin
birinde, savaştan sonra, barış yapılırken, "Osmanlı İmparatorluğunun Türk
olan kısımlarına tam egemenlik ve güvenlik verileceğini" söylemişti. Oysa,
savaş sonrasında, Batının galip Devletleri
Türkleri yok etmeye çalışıyorlardı!.. İşte, Erzurum kadınları Batıya şimdi
bunları hatırlatıyorlardı.
Eylül 1924'te Erzurum'da şiddetli bir deprem oldu. Eylül sonu ve Ekim başında Atatürk Erzurum'u ziyaret etti. Atatürk, o sırada, Millî kurtuluşa fikren katkılarda bulunmuş, Merkez Kız Mektebi Müdürü Faika Hanımı da kabul etti. Faika Hanım, Gazi'nin huzuruna peçesini açarak çıktı...Faika Hanım, Erzurum'da Cumhuriyet devrimlerinin yerleşmesinde de önemli çabalar harcadı: Orada kadınlar arasında ilk şapka giyen odur (Belge 10). Halk dersanelerinde kadınların okuma yazma öğrenmeleri için çalıştı (Belge 11). |
Faika Ünlüer, Devlet memurluğunun ve öğretmenliğin ciddiyetine, önemine inanmış bir öğretmendi. Çocuğu ve torunlarından Devlet kadrolarında görev alarak hizmet etmelerini isterdi.
Disiplinli, öğrencilerini seven, onları iyi tanıyan,
velilerle çok yakın ilişkiler kuran ve onları çocukları konusunda aydınlatan
bir öğretmendi. Beraber çalıştığı öğretmenleri de yetiştirmeye çalışır,
onları korurdu (*).
Belge 11. Erzurum İsmet Paşa İlkmektebinde bir Halk Dershanesi (15 Mayıs 1929) (Ortada, ayakta, beyaz yakalı: Başöğretmen Faika Zeliha Ünlüer) |
III. GÜNÜMÜZDE KIZLARIN
EĞİTİMİNE BİR BAKIŞ
Belge 12. Faika
Zeliha Ünlüer'e Erzurum Milli Eğitim Müdürü Mustafa Reşit Tarakçıoğlu tarafından
verilen teftiş ile ilgili bilgili bir Taktirname (22 Mart 1935)
Bu belge, o yıllarda
okul ve öğretmenlerin hangi açılardan teftiş edildiğini vs. göstermesi
bakımından, ayrıca başka açılardan da ilginç ve önemlidir.
|
Atatürk, karma eğitim içinde kadını eğiterek, ona meslek ve görev kazandırarak, siyasî haklar ve erkeklerle tam eşitlik sağlayarak, onun kişiliğinin ve kendine güveninin gelişmesi yollarını açarak onu "kurtarmıştı". 1933'de Ankara Kız Lisesi 2. sınıf öğrencisi olan Hocam Prof.Dr.Hâmide Topçuoğlu, o yıllardaki izlenimlerini özetle şöyle anlatır:
"Biz hakikaten 'ayrıcalıklı'
idik. 'Kız öğrenci' olmak gibi bir itibar fazlalığımız vardı. Bütün büyükler,
erkeklere göstermedikleri bir takdir fazlasını bize ayırıyorlardı. Kadınların
kamu hayatına, sosyal ilişkilere tam bir yetki ve kişilik özgürlüğü içinde
katılmasını amaç edinen 'Cumhuriyet'in öncüleriydik biz. Hatta ilk ürünleriydik...
En başta gelen özelliğimiz, kendimizden, insanlık değerimizden hiç şüphe
etmeyişimizdi. Kız çocuğu olmanın bir eksiklik olduğunu aklımızdan bile
geçirmiyorduk. İlkel şeylerdi bunlar... Herbirimiz hem önemli bir meslek
sahibi olacak, hem o mesleğin 'meşhuru' olacaktık!.. O zamanlar, iktisadî
zaruret olarak değil, meslek sevgisi ile çalışmaya hazırlanıyorduk. Bu
bir ispatlama idi: Kız çocuklarının
kendi istidatlarını, kapasitelerini ispatlama yükümlülüğü!.. Diyorduk ki:
'Çalışmak, meslek sahibi olmak, mide için değil, ruh içindir. Biz, karnımızı
doyuran olsa da çalışacağız. Zira kişiliğimizi ancak görebildiğimiz 'iş'le
ispatlayacağız. Milletimizin bu işe
ihtiyacı var!" (59)
Belge 13. Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in Faika Zeliha Ünlüer'e gönderdiği bir Takdirname (18 Şubat 1942) |
İşte Cumhuriyetin
10. yılında, 10. sınıfta bulunan bir kız öğrencinin kendisinin o günkü
durumu ve geleceği hakkında imajı böyle idi. Bu, şüphesiz, kent ve kasabalarda
gittikçe artan okuma imkânlarından yararlanan binlerce kız öğrencinin de
imajı idi.
Bu imaj, Cumhuriyetin ve Kemalizmin istediği 'kadın tipi'ni de bize göstermektedir. * * * 1930'da, "İnkılâp ve Biz Kadınlar" başlıklı bir yazı yayınlayan bir kadın yazar, o tarihte kızların eğitimden henüz çok az oranda yararlandıklarını belirterek şunları ekliyordu (60): "Kızların okullarda erkeklerin seviyesine yaklaşmaları için bir hayli zaman lâzım. Tahminime göre Türk kadını bu yüzyılın sonlarında kendini gereği gibi gösterecektir." Şu anda, yüzyılın sonunda bulunuyoruz. Bir kadın yazarın bundan 70 yıl önce yaptığı tahmin, eğitimde ne ölçüde gerçekleşmiştir? Tanzimattan beri, 140 yıldır kızların eğitimine ilişkin girişilen çabaların sonucu nedir? |
Bugün yüzbinlerce kız öğrenci,
örgün eğitimin her düzeyinde öğrenim görmekte ve öğrenimlerini bitirenler,
beyin güçleri, becerileri, sanatsal yetenekleri ile toplum hayatına çok
önemli katkılarda bulunmaktadırlar. Ancak, eğitimde kızlara sağlanan imkânlar
giderek artsa da, bu alandaki gelişmeler günümüze kadar yeterli düzeyde
gerçekleşememiştir.
Belge 14. İstanbul Kız Lisesinden 1925-1926 öpretim yılında mezun olan bir öğrencinin diploması. Bir çok açıdan ilginç olan bu belge, eski yıllarda okuldan sağlanmıştır. (Y. Akyüz) |
Belge 15. İstanbul İlk İkinci Kız Mektebinin 1927-1928 öğretim yılında 5. Sınıf öğrencilerinin bir kısmının sınav cetveli. Belge, 1995'de İstanbul Cevri Kalfa İlkokulu öğretmeni hasan Şimşek'in tavassutu ile sağlanmıştır. Bu okul muhtemelen Cevri Kalfa Kız İlkokulu idi. Cumhuriyetin başlarından 1960'lara kadar İstanbul okulları bir takım numaralarla adlandırıldığından Cevri Kalfa adı da kullanılmamıştır. (Bazı yazılı kaynaklar ve değerli Tarihçi Sayın Necdet Sakaoğlu ile yaptığımız görüşme. Y. Akyüz) |
Günümüzde kız ve erkek öğrencilerin
örgün eğitimdeki oranları şöyledir (61):
1998-1999
|
|
|||
İlköğretim | Ortaöğretim | Yükseköğretim | Eğitim Fakültesi | |
Kız | %45.4 | %41.6 | %40 | %45.4 |
Erkek | %54.6 | %58.4 | %60 | %54.6 |
Genel nüfus içinde okuma yazma bilmeyen erkekler %10 kadarken, kadınlar %28 civarındadır.
Yukarıdaki rakamlar, kırsal kesim-kent ve bölgelere göre de, kızlar ve kadınların aleyhine olarak değişmektedir.
Eğitim Fakülteleri kızların yükseköğretimde en çok okuduğu alanlardan biridir (62).
Azgelişmiş ülkelerde de kızların
gerek okullaşma oranı, gerek örgün eğitimdeki oranı, erkeklere göre çok
geridir. Bu ülkelerde ilköğretimden yoksun her 3 çocuktan 2'si (okula gitmeyen
130 milyon çocuğun yaklaşık 73 milyonu) kızdır. Oysa kızların okula gitmesi,
gidenlerin 1 yıl daha fazla okumaları, doğurganlık oranlarını, anne ve
bebek ölümlerini önemli ölçüde azaltmakta, böylece, azgelişmiş ülkelerin
bu tür büyük sorunlarının çözümüne de katkıda bulunmaktadır (63).
SONUÇ ve GENEL DEĞERLENDİRME
(Sosyolojik ve eğitimsel yorumlar)
Osmanlı son döneminde kızların eğitimi ve öğretmen Faika Ünlüer'in yetişmesi ve meslek hayatı konusunda yaptığımız bu araştırmadan bir takım çok önemli sonuçlar çıkmakta, bu alanda çok önemli bazı belirleme ve değerlendirmeler yapılması gerekmektedir. Bunları maddeler halinde aşağıda sunuyoruz:
1. Kızların eğitiminin gelişmesi ve sorunları Türk eğitim tarihinin çok önemli bir konusu olduğu halde, şu ana kadar bu alanda yararlı ve ilginç çalışmalar yapılsa da bunlar yeterli değildir. Yapılan bazı yayınlarda da, dağınıklık, eksiklik, hatta bazı tarihlere ve yorumlara ilişkin yanılgılar gözlenmektedir.
2. Kadın-erkek tüm öğretmenlerle ilgili genel, kapsamlı ve bütüncül araştırmalar (64) yanında bazı öğretmenler hakkında bireysel araştırma ve yayınlar yapılması çok önem taşımaktadır. Bizim Faika Ünlüer ile ilgili araştırmamız bunu açıkça göstermektedir. Bu tür araştırmaların tarihî boyutu Türk eğitim tarihinin konusuna girer; fakat onların Sosyolojik, Psikolojik yönleri de vardır. Bunların sistemli ve bilimsel araştırma yöntemlerine göre yapılması, toplumsal değişmeleri anlamamıza, insanımızı, yöneticilerimizi, toplumumuzu, eğitimimizi daha iyi anlamamıza ve bugünkü eğitim ve öğretmen sorunlarımızı çözmemize ışık tutacaktır.
3. Kızların ve kadınların eğitilmesi ve bu yolla toplum yaşamına daha çok katılmalarının sağlanması, Tanzimat, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde çağdaşlaşma ve Batılılaşmanın gereği olarak görülmüştür. Bu bakış açısı her dönem için esasta geçerli olmakla beraber, her dönemin, kızların ve kadınların eğitimine bakışının farklı özellikleri de vardır.
4. Geleneksel Osmanlı toplumunda, özellikle büyük kentlerde kadınla erkeğin sokakta ve sosyal hayatta karşılaşması uygun görülmemiştir. Bunda gelenekler ve bağnazlık etken olmuş, bu durum da giderek erkeklerin egemen olduğu bir toplum modelini pekiştirmiştir. 1867'de bile İstanbul'da Ramazan ayı olduğu halde, kadınların akşam ezanından sonra sokakta dolaşmalarının yasaklanması düşündürücüdür. İşte, kızların eğitimini yüzyıllarca gündeme getirmeyen bu zihniyettir.
Kızların eğitimi, Batı toplumlarında da oldukça geç ele alınmıştır (18. ve 19. yy). Onlarda da, erkek bakış açısı ile, kızlara eğitim gerekli görülmemiş, ya da en çok, kadınlık durumlarına uygun bir eğitimle yetinmeleri istenmiştir.
5. Tanzimat aydınları, kadının toplum içindeki yerini ve eğitimini tartışırken daha çok kent kadınları üzerinde durmuşlardır.
6. Tanzimat döneminde kızların öğrenim görmelerinin "İslâma ve şeriata aykırı olmadığı" ve Peygamberin bir sözüne göre, "bilgi öğrenmenin erkek kadın her Müslümana farz olduğu" savları bu yoldaki girişimlerin önemli bir gerekçesini oluşturmuştur. O dönemde, eğitimde çeşitli yeniliklere girişilirken de aynı gerekçeler ileri sürülmüştür.
7. Tanzimat döneminde kızların özellikle zevce ve anne olarak eğitilmesi gereği üzerinde durulmuştur. Böylece, öğrenim görmüş kadınların aileyi ekonomik vs. yönlerden daha iyi idare edebileceği, iyi bir eş olarak kocalarına daha iyi bakacakları, çocuklarını daha iyi yetiştirebileceği vs. ileri sürülmüştür.
8. Tanzimat döneminde kızların erkeklere göre "eksik" sayılamayacağı, "eğer eksik iseler" bunun da onların okutulmaları için bir neden olduğu gibi düşüncelerin ileri sürülmesi, bu konudaki ilk tartışmaların da ilginç bir özelliğidir.
9. Eğitim görmemiş kızların giderek koca bulmakta güçlük çekecekleri, çünkü cahil kızların erkekler tarafından beğenilmeyeceği, bu yüzden de evliliklerin azalıp nüfusun düşeceği... bu nedenle de kızların okutulması gerektiği şeklinde düşünceler de, kızların eğitimine ilişkin ilk tartışmaların yapıldığı Tanzimat döneminin ilginç özelliklerindendir.
10. Tanzimat döneminde kızların eğitimi için çaba harcayanlar, eski tarzda yetişmiş olmakla beraber, kafalarının içi aydınlık Devlet adamları, yazarlar, medrese ve mektep öğretmenleridir. Böylece, Tanzimat döneminin genel bir özelliği olan "eski malzeme ile yeni bir şeyler yapılması" kızların eğitiminde de görülür.
11. Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet döneminde de, kızlara sunulan eğitim imkânları önce başkent, sonra büyük kentler, sonra da kasaba ve köylere doğru yayıldığı için, bu imkânlardan yararlanabilen kızlar da buralarda oturan bazı âilelerin kızları olmuştur. Örneğin, 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesinde Kız Rüşdiyelerinin "şimdilik İstanbul'da, sonra da vilâyet merkezlerinde açılacağı" açıkça belirtilmiştir. Böylece, kırsal yörelerdeki geniş halk kesimlerindeki kız çocukları, Cumhuriyete kadar bir eğitimden yararlanamamışlar, bu da ülke için kayıp olmuştur.
12. Tanzimat Devlet adamları, sıbyan mekteplerindeki kız-erkek karma eğitim şeklindeki geleneksel uygulamayı kaldırıp, önce her cinsin kendi aralarında oturmaları, sonra da ayrı okullarda okumaları düzenlemesini getirmişlerdir. Bu uygulama ilk kez Nisan 1847 Tâlimatı ile başlamıştır.
Bu ayrı eğitime geçiş, mevcut durumdan da "geriye gidiş" olarak yorumlanırsa doğru olmaz. Kanımızca bu, Devlet adamlarının kamuoyunu kazanarak kızlara daha ileri düzeyde (Rüşdiye) bir öğrenim verebilmek için düşündükleri bir uygulama olmuştur.
13. Kızların, sıbyan mektepleri üzerinde öğrenim görmeleri vs. için açılan ilk örgün eğitim kurumu, Ocak 1859'da İstanbul Sultanahmet'te açılan Cevri Usta (Kalfa) (ya da Sultanahmet) İnas Rüşdiyesidir.
14. Kızların eğitimini sıbyan mekteplerinde yaygınlaştırabilmek ve daha ileri düzeyde (Rüşdiyelerde) gerçekleştirebilmek için kadın öğretmene ihtiyaç olduğu hemen ortaya çıkmıştır. 1870'de, kızlardan öğretmen yetiştiren Darülmuallimatın açılması bu nedenle gündeme gelmiştir.
15. Darülmuallimatın 1870'te açılışını yapan Eğitim Bakanı Saffet Paşanın "bu okul, Padişahımızın en yüce kuruluşlarından biridir ve kadınların eğitimine sonsuz yararlar sağlayacaktır" demesi çok önemli ve yerinde bir tespit olmuştur.
16. Kız öğretmen okulu olan Darülmuallimatın 1870'te açılmasından 7 ay önce yayınlanan 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, bu kurumun bir kadın Müdürü (Müdire) olacağını hükme bağladığı halde, Abdülhamit döneminde Temmuz 1895'te yayınlanan Darülmuallimat Tâlimatnamesinde, Darülmuallimatın bir erkek Müdürü ve "onun maiyetinde" bir kadın Müdürü (Müdire) olacağı belirtilmiştir.
Yine, 1895 Tâlimatnamesine göre, kadın Müdür, okulun dış işleri ve yazışmalarına "asla karışmayacak", okulun iç işlerinde de, erkek Müdürün "onayını almadan küçük ya da büyük herhangi bir uygulamaya kesinlikle girişemeyecektir".
Böylece, 1895 Tâlimatnamesi, kadın Müdürün yönetimle ilgili yetki ve görevlerini geniş ölçüde kısıtlamıştır. Bu hükümler, o tarihten 26 yıl öncesine göre daha geriye giden bir zihniyetin işaretidir.
Gerek Türkiye'de, o tarihlerde ve günümüzde, gerek bir çok ülkede, okul Müdürünün erkek, Yardımcısının kadın olması, bazı sosyologlarca erkeğin "reis" olduğu "aile" modeline benzetilmiştir.
17. 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesinegöre, erkek öğretmen okulu olan Darülmuallimînin Müdürüne aylık 5 bin kuruş, öğretmenlerine aylık 2-4 bin kuruş maaş verileceği belirtilmiş, aynı Nizamnamede, (7 ay sonra kurulacak olan) kız öğretmen okulu yani Darülmuallimatın kadın Müdürüne aylık 1500 kuruş, kadın öğretmen ve ustalarına 750 kuruş maaş verileceği hükme bağlanmıştır. Görüldüğü gibi, kadın Müdürün maaşı, erkek Müdürünkine göre üçte birden daha azdır.
Bu hükümler, düzeyleri eşit, amaçları paralel, iki ayrı cinsin okullarından kızlarınkinin Müdür ve öğretmenlerinin statülerinin ötekine göre daha düşük görüldüğünün kesin işaretidir.
Ancak, Arşivde incelediğimiz bazı belgelere göre, daha sonraları, Darülmuallimat Müdür ve öğretmenlerinin aleyhine olan maaş farkı giderilmeye çalışılmıştır.
18. 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi,kız okulları öğretmenlerinin kadın olması, kadın öğretmen bulunmadığı takdirde, "yaşlı ve iyi ahlâklı adamlardan" öğretmen atanabileceği hükmünü getirmiş, bu hüküm 40 yıldan fazla, II. Meşrutiyet dönemine kadar uygulanmıştır. Ancak bu durum, kadın öğretmen bulunmasında sıkça rastlanan zorluk nedeniyle, kız okullarının yaygınlaşmalarını ve gelişmelerini engelleyen etmenlerden biri olmuştur.
19. Osmanlıda öğretmenlik, araştırmacıların belirttiğinin aksine, "ilk kez" kadınlar için, 1870'te Darülmuallimatın açılmasıyla ortaya çıkmış bir meslek değildir. Türk eğitim tarihinde çok eskiden beri bazı hafız, bilgili vs. kadınlar, mahallelerde erkek-kız çocuklara ve kadınlara Kur'an okumayı ve bazı dinî bilgileri vs. öğretiyorlardı. Bunlar esas olarak evlerinde, bazan camilerde öğretim yapıyorlar ve karşılığında da bir ücret vs. alıyorlardı. Onların bu öğretim faaliyeti, sıbyan mekteplerindeki hocalardan hemen hiç farklı değildi. Fark ancak, sıbyan mektebi hocasının aynı zamanda cami hocası olmasıydı.
1870'te Darülmuallimatın açılması ile gelen yenilik şudur: Artık Devlet bir örgün eğitim kurumunda, düzen, disiplin içinde, sistemli şekilde, meslekî formasyon sahibi kadın öğretmen yetiştirme işine girişmiş olmakta ve böyle yetişenlere "memur" statüsü içinde iş vermektedir.
20. Kızlar için 1870'te öğretmen yetiştiren bir okul açılması Türk eğitim tarihinde çok önemli bir olaydır. Artık kız Rüşdiyeleri ve sıbyan mektepleri öğretmenleri yalnızca bu okulun mezunlarından mı atanacaktı?
Bu çok önemli soru, öğretmenliğin meslek sayılıp sayılmaması ve meslekleşmesi ile yakından ilgilidir. Bu soru kısaca şöyle yanıtlanabilir (65):
1860-1861 yıllarında öğretmen atamaları ile ilgili bazı gelişmeler sonucunda, Darülmuallîmîn Nizamnamesine, "ihtiyaç kalmayıncaya kadar, yani geçici olarak" bu okul mezunlarının dışından da öğretmen atanabileceği hükmü kondu. Sonra, benzer bir hüküm, 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesine de, hem Darülmuallimîn hem Darülmuallimat için şu şekilde girdi:
"Darülmuallimînde (ya da Darülmuallimatta) öğrenim gören öğretmenlerin Devlet okullarına öğretmen atanmaları için, bunların dışındakilerden atanmak isteyenlere göre hakk-ı rüçhanı (öncelik hakkı) olacaktır."
Demek ki, şu tesbiti yapmamız gerekiyor: Ne Darülmuallimîn, ne Darülmuallimat, öğretmenliğin tek kaynağı değildir. Buralardan yetişenlerin, başkalarına göre sadece "öncelik", yani "tercih edilme" hakkı vardır. İşte, Türkiye'de öğretmenliğin 1861'lerden günümüze kadar tam anlamıyla meslekleşememesi bu yasal hükümlerden ve daha başka nedenlerden kaynaklanmaktadır (66). Bu iki öğretmen okulunda, meslek derslerinin her zaman ciddî ele alınmaması, hatta zaman zaman programlardan çıkarılması da, öğretmenliğin meslekleşmesini güçleştiren bir etken olmuştur.
21. Kızların 1870'lerden itibaren Darülmuallimata girerken, Darülmuallimîne giren erkek öğretmen adaylarına göre önemli bir üstünlüğü vardı: Darülmuallimîne giren öğrenciler, hiç değilse ilk yıllarda ve bir süre, medreselerin "aceze takımı" yani "zayıf" öğrencileri idi. Onlar ayrıca medresenin bazı olumsuz alışkanlıklarını da Darülmuallimîne taşıyorlardı (67). Oysa, Darülmuallimata giren kızlar için bunlar söz konusu değildi. Bu, kız öğretmen adaylarının yetişmeleri bakımından onların lehine çok önemli bir farklılıktı.
22. Darülmuallimatın toplumda çok önemli ve yararlı etkileri oldu. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
a) Kız Rüşdiyeleri ve sıbyan mekteplerine bayan öğretmen yetiştirerek, bu okulların çoğalmasına ve dolayısıyle, giderek artan sayıda kızın okumasına katkıda bulunmuştur.
b) Burs almayan öğrencilerini öğretmen olmaya zorlamadığı için, bir çok genç kız ve kadın, sadece öğretmen olmak için değil, üst düzeyde bir okulda okumak için bu kuruma girmiş, bu da, ülke kadınları arasında bilgili, aydın bir kitlenin oluşup gelişmesini sağlamıştır.
c) Darülmuallimat, II. Meşrutiyet döneminde 1914'te açılan İnas Darülfünûnun (Kız Üniversitesi) da esas öğrenci kaynağını oluşturmuştur.
23. II. Meşrutiyet döneminde, kızların okutulmasına gerekçe olarak, daha çok, kadınların sosyal görevleri ön plâna çıkarılmıştır.
24. II. Meşrutiyet döneminde, Devletin felâketlere sürüklenmesinin nedenlerinden biri de, toplumun yarısını oluşturan kızların ve kadınların eğitimsizliği olarak görülmüş, bunun da iki önemli sonucu olmuştur:
a) Kızların okutulmasına ilişkin geleneksel olumsuz tutumların yumuşaması, bağnazlığın azalması.
b) Kızlar için Lise ve Üniversite açılması.
25. Kızların okutulmasına ilişkin geleneksel olumsuz tutumların yumuşaması ve bağnazlığın azalmasında, Balkan Savaşlarındaki yenilgiler, acılar ve felâketler (1912-1913) önemli bir etken olmuştur.
26. Kadının öğrenim görmesi, bilim ve irfan kazanması, dünyanın gidişini tanıması ile namusunu daha iyi koruyacağı, bu yolla korunmanın "örtünmeden" çok daha etkili olacağı şeklindeki görüşler, Tanzimattan sonra da görülmekle beraber, asıl II. Meşrutiyet döneminde ağırlık kazanmaya, inandırıcı olmaya başlamıştır.
27. Kadınların çeşitli Devlet memurluklarına yoğun biçimde girmeleri de II. Meşrutiyet döneminde gerçekleşmiştir.
28. II. Meşrutiyet döneminde 1914'te kızlar için kurulan ve altı yıl kadar yaşayabilen İnas Darülfünûnunun da toplumda önemli ve yararlı etkileri oldu:
a) Bu kurum, kız Liseleri ve kız öğretmen okullarına öğretmen yetiştiren bir kaynak oldu.
b) Kızların Üniversite düzeyinde öğrenim görme imkânı, toplumda yüksek öğrenim görmüş kadın aydın ve düşünürlerin ortaya çıkmasını sağladı.
29. Cumhuriyetin kurulması ile beraber, kızların öğrenimi, toplum hayatına erkeklerle eşit olarak katılmaları vs. konularında çok köklü adımlar atıldı. Gerçekten Atatürk, Türk bağımsızlığını korumak ve Türkiye'yi medenî milletler düzeyine çıkarmak için olduğu kadar, kız ve kadınlarımızın mâkûs talihini aydınlığa çevirmek için de tarihî bir misyon üstlenmiştir.
30. Cumhuriyetin başlarında kızlara sağlanan imkânlar sadece eğitimde nicelik ve nitelik gelişmeleri, bazı siyasî ve sosyal hakların kazanımı değildir. Kızlar eğitimi, kişiliklerini geliştirmek, meslek sahibi olarak toplumu ileri götürmek, Cumhuriyeti ve devrimleri yerleştirmek için bir araç olarak görmüşler, bu alanda içten bir heyecan yaşamışlardır. Cumhuriyetin başındaki "kadın tipi"nin düşünce ve duyguları böyledir.
31. Cumhuriyet rejimi, devrimleri yerleştirmekte Osmanlı son döneminde yetişen Faika Ünlüer gibi kadın, erkek idealist ve yurtsever öğretmenlerden yararlanmıştır.
32. Kız-erkek karma eğitim 1921'de önce Üniversite düzeyinde gerçekleşmiştir. Bu kazanım, resmî makamlardan daha önde düşünen ve davranan Üniversiteli kızların eseridir. Cumhuriyet döneminin başlarında da, önce orta okullar, sonra ilkokullarda, en sonra da Liselerde karma eğitim gerçekleşmiştir (68).
33. Bu yazımızda görüldüğü gibi kızların öğrenimi ile ilgili fikirler ve uygulamalar 1859'lara kadar gitmektedir. Böylece Cumhuriyet ilân edildiğinde, 65 yıldır kız orta okulları ve 10 yıldır da Lise ve Üniversite düzeyinde kurumlar vardı. Toplumda kızların ve kadınların eğitimi konusu çok tartışılmış, toplumsal felâketlerden bu alanda dersler çıkarılması gerektiği anlaşılmıştı. Kızların okumasına gerek duymayan geleneksel tutumlar yumuşamış, bağnazlık azalmıştı. Böylece, Cumhuriyetin, kızların ve kadınların okumaları, erkeklerle eşit şartlarla toplum hayatına katılmaları yolunda giriştiği ve başardığı uygulamaların tarihî, psikolojik, eğitimsel, örgütsel bir altyapısı oluşmuştu. İşte, Cumhuriyet yönetiminin bu alanda başarısını bu tarihî evrim süreci kolaylaştırmıştır.
34. Öğretmenlik, ötedenberi giderek bir kadın mesleği olma yolundadır. Bunun psikolojik, sosyolojik nedenleri vardır. Dünyadaki gelişmeler de (Fransa vs.) bu doğrultudadır.
35. Öğretmenliğin kadınlar için de bir meslek olabileceği Tanzimat döneminden (ve hatta öncesinden) beri toplumda yadırganmadığı halde, okul yöneticiliği, müfettişlik gibi alanlarda kadınların görev alması yadırganmış ve bu görevlere kadınlar hemen hiç getirilmemiştir.
Osmanlıdan günümüze kadar toplumda yaygın olan "erkek egemenliği" zihniyetine göre, "yönetim erkeğin işidir". "Kadınlar pasiftir ve zaten yöneticilik istemezler". "Yöneticilik, kadının ev işleri ile bağdaşmaz". Olsa olsa, "kadın, bir erkek Müdürün maiyetinde, onun yardımcısı olarak çalışabilir".
Yukarıda belirttiğimiz zihniyetin etkisiyle, günümüzde hâlâ eğitim yönetimi mevkilerinde bulunan kadınlar pek azdır. Genel Müdürlük, Millî Eğitim Müdürlüğü vs. gibi üst eğitim yönetimi mevkilerinde ise hemen hiç bir kadın yoktur! Batı ülkelerinde de kadınlara bu tür görevler verilmesi yaygın değildir.
Kadın öğretmenlerin yöneticilik istemedikleri, bu işi yapamayacakları doğru mudur? Faika Ünlüer örneği bunun yanlış olduğunu gösteriyor. Ayrıca, benzer bir çok başarılı kadın eğitim yöneticisi örneği olduğu gibi, araştırmalar kadınların bu alanda yer yer erkeklerden bile başarılı olacağını ortaya koyuyor.
36. Kızların eğitimi ile ilgili başka bir sorun, ders kitaplarında basın yayın organlarında vs. cinsiyet ayrımcılığının ve cinslerin toplumdaki kalıplaşmış görev ve rollerinin aşırı biçimde vurgulanmasıdır. Osmanlı dönemi ve kısmen de Cumhuriyet döneminde, cinslerin "ayrı rolleri" ders kitaplarında çok belirgin olarak işlenmiştir. Günümüzde, kız çocuklarının ve kadınların korunması ile ilgili uluslararası vs. çalışmalarda bu tür ayrımcılığın yapılmaması istenmektedir.
37. Türkiye'de ve dünyada 2000'li yıllara girilirken kızların eğitimi henüz yeterli düzeye ulaşamamıştır. Oysa, kızların eğitiminin geliştirilmesi hem toplumun görevidir, hem de bu şekilde pek çok toplumsal sorun çözülecektir.
EK AÇIKLAMALAR
Bu araştırmamızda adıgeçen bazı okulların 1998-1999'daki durumları tarafımızdan araştırılmış ve aşağıdaki kısa bilgilerin verilmesi Türk eğitim tarihi açısından yararlı görülmüştür (Y. Akyüz):
1. Kuruluşu 1819-1820'ye giden Cevri Kalfa Okulu, önce ilkokul, sonra Kız Rüşdiyesi, sonra tekrar ilkokul olarak, çeşitli ad değişiklikleri geçirmiştir. En son, 1969'da ilk binasında ilkokul olarak öğretim yaparken, binasının yetersizliği ve bahçesinin olmaması, okulun önünde trafiğin giderek yoğunlaşması, yörenin turistik özellikleri nedeniyle Cankurtaran semtine taşınmıştır.
Bugün Sultanahmet'te Cankurtaran semtinde Cevri Kalfa İlköğretim Okulu adıyla varlığını sürdürmektedir. 1998-1999 öğretim yılında 8 yıllık İlköğretim okulu olan okulun 16 öğretmeni (8'i kadın 8'i erkek), 151'i kız, 158'i erkek, toplam 309 öğrencisi vardır.
2. Faika Ünlüer'in 1912'de Başöğretmenliğine atandığı Erzurum'daki Merkez Kız İlk Mektebi, 1898'de Erzurum İnas Rüşdiyesi adı ile öğretime başlamış, çeşitli ad değişiklikleri geçirmiştir. 1998-1999 öğretim yılında İsmet Paşa İlköğretim Okulu adıyla varlığını sürdüren bu okulun 24 öğretmeni (18 kadın, 6 erkek), 257'si kız, 302'si erkek toplam 559 öğrencisi vardır.
3. İlk Türk kadın eğitim bilimcisi olan Ayşe Sıdıka Hanımın mezun olduğu Beyoğlu’ndaki Zapyon Rum Kız Lisesi, 1875'te kurulmuştur ve 1998-1999 öğretim yılında aynı adla varlığını sürdürmektedir. Okulun 70 kadar kız öğrencisi vardır.
Not: Bu yazımızda
geçen bazı Osmanlıca ders adlarının vs. anlamları için Türk Eğitim Tarihi
başlıklı
kitabımızdaki Türk Eğitim Tarihi Terimleri Sözlüğü kısmına (s.411-430)
bakılabilir (Y. Akyüz).
(*) Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi.
(1) Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1999'a), İstanbul, 1999, s.144 (ALFA Yay., 7. Baskı); Hasan Akgündüz, Sıbyan Mektebi, Ankara, 1986 (Yayınlanmamış).
(2) Y. Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, s.78.
(3) Aynı eser, s.144.
(4) İbret, 22 Haziran 1288, No 16.
(5) İbret, 22 Haziran 1288, No 16.
(6) Hazine-i Fünûn, 21 T. evvel 1309, Adet 17.
(7) Hazine-i Fünûn, 3 Mart 1309, Adet 36.
(8) Orhan Okay, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Mithat Efendi, İstanbul, 1991 (MEB Yay.); Tanzimat sonrası Türk ailesi hakkında bkz. İsmail Doğan, Tanzimat Sonrası Sosyo-Kültürel Değişmeler ve Türk Ailesi, Sosyo Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, Ankara, 1992, C.1, s.176-198 (Aile Araş. K. Yay.).
(9) M. Cevat, Maarif-i Umumiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilât ve İcraatı, İstanbul, 1338, s.27 vd.
(10) Y. Akyüz, İlköğretimin Yenileşme Tarihinde Bir Adım: Nisan 1847 Tâlimatı, OTAM, 1994, Sayı 5, s.1-47.
(11) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade (Dahiliye), No:27616. Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, İstanbul, 1977, C.1, s.457-458. O. Ergin, bu belgelerden yalnızca ikincisini zikretmekte, fakat Arşivdeki kaydını göstermemektedir. Ayrıca, zikrettiği ikinci belgenin metnine de basım sırasında bazı yanlışlar karışmıştır. Biz, Arşiv kayıt numaraları ile beraber iki belgenin de klişesini yayınlamayı, Türk eğitim tarihinde taşıdıkları önem nedeniyle uygun buluyoruz (Y. Akyüz).
(12) Takvim-i Vekayi, 26 Zilhicce 1278, No 649.
(13) M. Cevat, a.g.e., s.121-122.
(14) Ayla Oktay-Cemil Öztürk, Türkiye'de Kızların Eğitimi, Eğitimde Nitelik Geliştirme, İstanbul, 1991, s.43.
(15) Tercüman-ı Hakikat,2 Zilhicce 1296, No 8 (Rüşdiye öğrencileri için yayınlanan haftalık gazete).
(16) Bu bilginin kaynağı M. Cevat'a ve onun alıntı yaptığı gazete yazılarına dayanıyor. M. Cevat şu yorumu da ekliyor: "O yıllarda kızların eğitimlerinin pek gelişmemesine ne kadar teessüf edilse yeridir. Ancak, bu konuda Eğitim Bakanlığının gayret göstermemesi söz konusu olamaz; çünkü halk ilgi göstermedikçe hükümet kimsenin kızını okula alamazdı." Başka yazarlar da bu bilgileri aynen alıyorlar. Ancak, kanımızca bu konu henüz açıklığa kavuşmamıştır. Şöyle ki, 1880'lerde İstanbul'da 300'den fazla kız öğrenci Rüşdiyelere devam ederken, hâlâ halkın kızların eğitimine ilgi göstermediğini ve okulun böyle bir ilgisizlikten kapandığını ileri sürmek bize yeterli bir açıklama görünmüyor (Y. Akyüz) (Bkz. M. Cevat, age, s.192-196; F.R. Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihî Bir Bakış, Ankara, 1964, s.46).
(17) Türkiye'de öğretmen yetiştirmenin tarihî gelişimi konusunda Doç.Dr.Cemil Öztürk'ün şu iki eseri temel kaynaktır. Bunlar geniş bir taramaya ve orijinal belgelere dayanan, sistemli ve bilimsel eserlerdir: Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası, Ankara, 1996 (Türk Tarih Kurumu Yay.); Türkiye'de Dünden Bugüne Öğretmen Yetiştiren Kurumlar, İstanbul, 1998 (Marmara Ü. Eğitim Fak. Yay.).
(18) Takvim-i Vekayi, 24 Eylül 1285, Defa 1148.
(19) Takvim-i Vekayi, 1 Zilkade 1286, Defa 1184.
(20) Takvim-i Vekayi, 1 Zilkade 1286, Defa 1184.
(*) O zamanlar "sin-ni kemâl" denen olgunluk yaşı 40 kabul ediliyordu. Demek ki daha genç erkekler Darülmuallimata öğretmen atanamayacaktı (Y. Akyüz).
(21) İstanbul Kız Muallim Mektebi 1933-Darülmuallimat 1870, s.3.
(22) Takvim-i Vekayi, 25 Muharrem 1287, Defa 1217. Saffet Paşanın bu nutkunu çeviren bir-iki yazar onu eksik vermişlerdir. Biz, gerçek anlamını korumaya özen göstererek, onun bugünkü Türkçeye tam bir çevirisini veriyoruz (Y. Akyüz).
(23) C. Öztürk, Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası, s.13.
(24) Y. Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, s.160; Ayrıca bkz. Cavit Binbaşıoğlu, Türkiye'de Eğitim Bilimleri Tarihi, Ankara, 1995 (MEB Yay.).
(25) İstanbul Kız Muallim Mektebi 1933-Darülmuallimat 1870, s.6.
(26) C. Öztürk, Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası, s.14.
(27) Satı, Meşrutiyetten Sonra Maarif Tarihi, Muallim, 15 Şubat 1334, Sayı 19, s.662.
(28) Mehmet Aldan, Galiçya ve Sonrası, Hilmi Dilmen'in Öyküsü, Ankara, 1984, s.39.
(29) İstanbul Kız Muallim Mektebi 1933-Darülmuallimat 1870, s.6-7.
(30) İstanbul Kız Muallim Mektebi 1933-Darülmuallimat 1870, s.7; Salname-i Maarif, 1318, s.771.
(31) C. Öztürk, Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası, s.14-15.
(32) Y. Akyüz, Darülmuallimînin İlk Nizamnamesi (1851), Önemi ve Ahmet Cevdet Paşa, Millî Eğitim, Mart 1990, Sayı 95, s.3-20 (MEB Yay.).
(33) Y. Akyüz, Öğretmen Okulu Dışından İlk Kez Öğretmen Atanmasına İlişkin Orijinal Belgeler (1860-1861) ve Tarihî Gelişim, Millî Eğitim, Oc.Şub.Mart 1998, Sayı 137, s.6-16 (MEB Yay.).
(34) Cemil Öztürk, Türkiye'de Meslekî ve Teknik Eğitimin Doğuşu-I: Islâhhaneler, Hakkı Dursun Yıldız Armağanı, Ankara, 1995, s.427-442; Nesimi Yazıcı, Tanzimat Döneminde Yetim Mallarının Korunmasına Yönelik Yasal Düzenleme ve Uygulamalar, XII. Vakıf Haftası Kitabı, Ankara, 1995, s.45-53.
(35) Siyasî Hatıratım, İstanbul, 1984, s.198-201 (Dergâh Yay.).
(36) Ş. Sami, Kadınlar, İstanbul, 1311, s.46-47.
(37) Meşrutiyet dönemi eğitimi konusunda Prof.Dr.Mustafa Ergün'ün şu eseri geniş bir taramaya dayanan, sistemli ve bilimsel en geniş araştırmadır: II. Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketleri (1908-1914), Ankara, 1996 (Ocak Yay.).
(38) Meşrutiyet dönemi ve öncesinde kadın eğitimi ve sorunları konusunda Dr.Şefika Kurnaz'ın şu iki eseri geniş bir taramaya dayanan, sistemli ve bilimsel en geniş araştırmalardır: Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını (1839-1923), İstanbul, 1992 (MEB Yay.); II. Meşrutiyet Döneminde Türk Kadını, İstanbul, 1996 (MEB Yay.); Yine, Meşrutiyet dönemi ve öncesinde kadın sorunları ve eğitimi konusunda Dr. Serpil Çakır'ın geniş bir taramaya dayanan sistemli ve bilimsel araştırması önemlidir: Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul, 1996 (Metis Yay.).
(39) Y. Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, s.251-257.
(40) Aynı eser, s.230; Osmanlı ülkesi dışındaki Türk dünyasında da 1800'lerin sonlarından itibaren ve 1900'lerin ilk yıllarında kadınların eğitimi için bazı çabalar görülür (Rusya'da Gaspıralı İsmail Beyin çabaları gibi). Bkz. Bekir Turgut, 19. Yüzyılda Batı Karşısında Doğuda Ortaya Çıkan Fikrî Temayüller, Türk Dünyası Aydınları Sempozyumu, Kayseri, 1996, s.571-579.
(41) İbrahim Hilmi, Avrupalılaşmak, Dersaadet, 1332, s.60,76-77 vs. Bu eser, Osman Kafadar ve Faruk Öztürk tarafından bugünkü Türkçeye kazandırılmıştır: Avrupalılaşmak, Ankara, 1997 (Gündoğan Yay.).
(42) Ahmet Rıza, Vazife ve Mesuliyet, 3. Cüz: Kadın, Paris, 1324, s.46-48.
(43) Zafer Toprak, Türkiye'de Millî İktisat (1908-1918), Ankara, 1982, s.314 vd. (Yurt Yay.).
(44) Satı, Meşrutiyetten Sonra Maarif Tarihi, Muallim, 15 Şubat 1334, Sayı 19, s.663.
(45) İstanbul Kız Muallim Mektebi 1933-Darülmuallimat 1870, s.42.
(46) Aynı eser, s.56.
(47) Yahya Akyüz, Anaokullarının Türkiye'de Kuruluş ve Gelişim Tarihçesi, Millî Eğitim, Ek. Kas. Ar. 1996, Sayı 132, s.7-13, (M.E.B. Yay.).
(48)Ş. Kurnaz, II. Meşrutiyet Döneminde Türk Kadını, s.102.
(49) İstanbul Kız Muallim Mektebi 1933-Darülmuallimat 1870, s.50.
(50) Muallim, 15 Mart 1334, Sayı 20, s.726-727; 15 T.evvel 1333, Sayı 15, s.552.
(51) Ş. Kurnaz, II. Meşrutiyet Döneminde Türk Kadını, s.103.
(52) Muallim, 15 T.evvel 1333, Sayı 15, s.552.
(53) Y. Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, s.344.
(54) Ş. Kurnaz, II. Meşrutiyet Döneminde Türk Kadını, s.104.
(*) Merhum Faika Ünlüer ile ilgili bilgi ve belgeler, oğlu, değerli Valilerimizden 1919 Erzurum doğumlu Sayın Ertuğrul Ünlüer ile torunu değerli Vali Sayın Yener Ünlüer'den alınmıştır. Ertuğrul Ünlüer 1958'den itibaren Rize, Sakarya, Bursa, Samsun, Kocaeli Valiliklerinde bulunmuştur. Onun oğlu Yener Ünlüer ise, benim İstanbul Erkek Lisesinden (1956-1959) ve Ankara Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesinden (1959-1963) sınıf arkadaşımdır. O da, 7 Ağustos 1992-24 Haziran 1994 arasında Ardahan'ın ilk Valiliğini yapmıştır. Bu değerli bilgi ve belgeleri Türk eğitim tarihine kazandırma imkânını bana verdikleri için kendilerine teşekkür ederim (Y. Akyüz).
(55) Yahya Akyüz, Atatürk'ü Yetiştiren Öğretmenlerden Birkaçı, Atatürk Devrimleri ve Eğitim Sempozyumu, Ankara, 1981, s.109-122.
(56) Eğitim Bakanlığı bu uygulama ile, öğrenim hayatları başarılı kadın öğretmenlerin okul yöneticiliklerine gelmelerini teşvik etmiş oluyordu. Bu amaç ve uygulama Türk eğitim tarihinde kadın öğretmenlerle ilgili olarak çok önemli ve ilginç bir gelişme ise de, o dönemin belgelerinde bunun yasal dayanaklarına rastlanamamıştır (Y. Akyüz).
(57) Cahit Çaka, Tarih boyunca Harp ve Kadın, Ankara, 1948, s.41-43.
(*) Nakışta da usta olan Faika Hanım, 1925'te, atlas üzerine ipek iplikle işleyerek yazdığı ve menekşe işlemelerle süslediği bir elişi çalışması yapmıştı: "Aileye mutluluk ve bereket getiren nitelikler: Kanaat, Say (Çalışma), İntizam (Düzenlilik), Sebat ve Metanet (Kararlılık ve Dayanıklılık). Bu ilkeler, onun ve kuşkusuz döneminin aile mutluluğu anlayışını göstermesi bakımından ilginçtir.
(58) Hâmide Topçuoğlu, 10. Yıl 10. Sınıf, Sümerbank Dergisi (Atatürk Özel Sayısı), Kasım 1974, Sayı 149, s.65-70. Hocamız Prof.Dr.Hâmide Topçuoğlu Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinin kurucularından ve ilk Dekanıdır (1965). Ocak 1968'de, ben onun Eğitim Sosyolojisi Kürsüsünde Türk Eğitim Tarihi Asistanı olarak Akademik mesleğe başlamıştım (Y. Akyüz).
(59) Aynı yerde.
(60) Kadriye Rifat, İnkılâp ve Biz Kadınlar, Hayat, 2. Kânun 1930, No: 1 (Yeni Tertip), s.76-82.
(61) MEB Sayısal Veriler, 1999, Ankara, 1999; 1997-1998 Öğretim Yılı Yükseköğretim İstatistikleri, Ankara, 1998. Eğitim Fakültelerine ilişkin oranlar Doç.Dr.Kasım Karakütük tarafından hesaplanmıştır.
(62) Günümüzde kızların eğitim sorunları, kadın mesleği olarak öğretmenlik, kadın öğretmenler ve eğitim yönetimi, teftişi, vs. konularında Prof.Dr.Mine Tan'ın şu önemli yayınlarına bkz. Bir Kadın Mesleği: Öğretmenlik, Prof.Dr.Hâmide Topçuoğlu'na Armağan, Ankara, 1995, s.107-121 (Ankara Ü. Hukuk Fakültesi Yay.); Toplumsal Değişim ve Eğitim: Kadın Bakış Açısından, Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 1995, Sayı 27, s.83-96; Eğitim Yönetimindeki Kadın Azınlık, Âmme İdaresi Dergisi, Aralık 1996, Sayı 4, s.33-42.
(63) Dünya Çocuklarının Durumu 1999 Eğitim (Unicef).
(64) Bizim 1968-1972 yılları arasında Doçentlik Tezi olarak hazırladığımız ve 1978'de yayınlanan Türkiye'de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri (1848-1940) (332 s.) başlıklı kitabımız, öğretmenlerimizin etkilerine, sorunlarına ve öğretmenlerimizin sosyal tarihine ilişkin ilk akademik ve kapsamlı araştırmadır (Y. Akyüz).
(65) Dipnotları 32 ve 33'de belirtilen yayınlarımızda ayrıntılı bilgiler vardır (Y. Akyüz).
(66) Y. Akyüz, Türkiye'de Öğretmenin "Öğretmen" ve Meslek İmajı, Eğitim Fakültesi Dergisi, 1978, C.11, Sayı 1-2, s.115-121.
(67) Y. Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, s.161.
(68) Aynı eser, s.344.