700.Yılında Osmanlı
 

Doç Dr. Aylanur ATAKLI (*)

Geçmiş göz ardı edip ondan ders almama, olumsuz yaşantıları tekrar etmek, olumlu yaşantılardan yararlanmamak anlamına gelir. Atatürk’ün söylediği gibi, “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”O halde sadece eleştirmek yerine, başarılarını ve hatalarını değerlendirerek ecdada sahip çıkıp tanımak, bugünü ve geleceği plânlayıp yönlendirmek için gereklidir.

Bilindiği gibi bu yıl kuruluşunun 700. yılı kutlanmakta olan Osmanlı Devleti’nin temeli 1299’da atılmıştır. Osmanlı’lar,Oğuzların Kayı boyunun Bozok kolundan olup, Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya göç ederek Ankara’nın Karacadağ yöresine yerleşmişlerdir. O günden itibaren de dünya tarihi üzerinde büyük izler bırakmışlar, 16. yüzyılda dünyanın en güçlü devletlerinden birini oluşturmayı başarmışlardır. Bu başarıda Osmanlı ülkesinin coğrafî konumunun ticarete elverişli olması, ticaret yollarının büyük kısmının buradan geçmesi, “geniş bir alana dal budak salan Türk kültürü, Balkanları süsleyen yapıları, zengin ticareti ve zaferleri rol oynamış ve bu çağa Türk çağı denilmiştir”(1). Türk ulusunun, ecdadı olan Osmanlı’dan bugün gururla bahsedebileceği pek çok özellikler mevcuttur.

Osmanlı Devleti Türkiye tarihinin dördüncü dönemini oluşturan, en uzun varlık gösteren, en geniş sınırlara ulaşan, kültür ve uygarlıkta çok büyük gelişme gösteren, 15. ve 16. yüzyılda dünyanın en geniş imparatorluğu haline gelen, dinsel ve ekonomik amaçlar üzerine kurulmuş, gücün tek elde toplandığı bir devlettir (2).

Tarihî literatür incelendiğinde şu bilgiler özetlenebilir(3, 4, 5):Osmanlı Devleti’nin 600 yıllık yaşamı iki bölümde incelenmektedir. Birincisi yaklaşık 300 yıl süren kurulma ve yükselme dönemi, ikincisi 300 yıl süren duraklama ve çöküş dönemidir. Osmanlı Devleti, kurulma ve yükselme dönemlerinde (1299-1579) yüksek bir idarî performans göstermiş, bunun sonucu olarak da gerek Anadolu’da, gerek Avrupa’da hâkimiyet kurmuştur. Örneğin, aşiretten beyliğe, beylikten devlet düzeyine geçilmiş, sınırlar genişletilmiştir. Balkanların yolu açılmış, başkent Bursa’dan Edirne’ye taşınmıştır. Bulgaristan Osmanlı koruyuculuğuna girmiş, Sırbistan Osmanlı ülkesine katılmıştır. Başka bir ifade ile Osmanlı Balkanlara yerleşmiştir. Doğu ticaret yolu ele geçirilmiş, Karadeniz bir Türk gölü haline gelmiştir. Akdeniz’de üstünlük sağlanmış,Kırım’dan vergi ve asker yardımı alınmış,Osmanlı hazinesi altın ile dolmuş, halifelik Osmanlı’ya geçmiştir. Osmanlı’ya bağlı beyler Hıristiyan dünyasına karşı Osmanlı’yıdesteklemişler, ordu ve donanma güçlendirilmiş, ordu Türkmen boyları ile sürekli beslenmiş,Viyana önlerine kadar ilerleme sağlanmıştır. Devletin başında gerçekten önemli kişiler bulunmuştur. Türk ve dünya tarihinde iz bırakan ve tarihin en önemli olayı olan İstanbul’un fethini gerçekleştiren Fatih, bunlardan birisidir.”Fatih’in bir kaç dil bildiği, Herodot tarihini okuduğu, tüm Avrupa devletlerinin tarihini incelediği bir gerçektir(6).

Sonuçta Osmanlı Devleti, ordusu, sosyal müeseselerinin üstünlüğü ve mutlak devlet sıfatı ile Avrupa’nın ortasına kadar yayılmış ve çok geniş sınırlar içerisinde farklı din, dil, mezhep, soydan gelen toplumlara özgürlük tanıyarak büyük bir hoşgörü örneği sergilemiştir. Ancak bu azınlıklar, Osmanlı politikasına ilgi duymamışlar,kendi okullarını çoğaltıp ayrılıkçı emellerini sürdürmüşler ve Osmanlı’da “tek millet” olgusunun gelişmesini engellemişlerdir. Diğer taraftan dünyadaki gelişme ve yenilikleri takip etmeleri açısından bazı olumlu etkileri de olmuştur.

Ancak Osmanlı’nın üstünlüğü Avrupa ülkeleri için itici bir güç oluşturmuş, savaşlarda yenemedikleri Osmanlı’yı başka yollardan yenmeye çalışarak yeni ticaret yolları bulup Osmanlı ticaretini sonükleştirmeyi başarmışlardır. Ayrıca bilim ve tekniğe önem vererek Osmanlı’ya karşı teknik üstünlükler sağlamışlardır. Böylece yükselme dönemi, ne yazık ki kendi içerisinde duraklamanın nedenini hazırlamıştır. Duraklama (1579-1699), gerileme (1699-1792), çöküş (1792-1839), dağılma (1839-1918) dönemlerinde merkezî otorite zayıflamış, bilim göz ardı edilip Avrupa’daki gelişmelere ilgisiz kalınmış, ekonomi bozulmuş, siyasal çöküş başlamış, toprak yitirilmiş, savaş ödentisi ve kapitülasyon verilmiştir. Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki ilerleyişi durmuş ve saldırı gücü Avrupa devletlerine geçmiştir. Gerileme döneminde, ilk kez Avrupa’yı örnek alma, matbaayı getirme, kumaş fabrikası açma, donanmayı yenileme, maliyeyi düzeltme, teknik okullar açma gibi çabalar sarf edilmiş ancak, tüm bunlar ne yazık ki çözüşe engel olamamıştır. Büyük devletler, Osmanlı’yı parçalamak amacı ile harekete geçmiş, ülkeyi düzeltme uğruna büyük yanılgılara düşülmüş ve 1299’da filizlenerek üç kıtaya yayılan Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918’de Mondros ateşkesi ile parçalanmıştır.

Osmanlı Devleti’nin ilk yarısında, eğitim kurumlarına girişte ve mezun olanların devlet hizmetlerine alınmasında bilgi, beceri, liyakat, dürüstlük ön plânda tutulmuştur. Bu tutum devletin eğitim politikasının temelini oluşturmuştur. Sağlıklı bir eğitim sisteminin yürürlükte olduğu bu dönemlerde devlet hızla büyümüş, toplum ve siyasal kurumları gelişmiştir.

Osmanlı’nın temel eğitim kurumu medresedir. Medrese ilk, orta, yüksek olmak üzere üç aşamalı olup eğitim, toplumsal bilimler ve fen bilimleri olarak iki kolda yürütülmektedir. Diğer eğitim kurumlarında mahalle mektebinde (sıbyan mektebi) okuma-yazma, din dersleri, matematik öğretilmekte; Enderun’da (saray okulları) devlet memuru yetiştirilmektedir. Tekke ve zaviyeler halkın eğitimini üstlenmiş olup din, güzel sanatlar, müzik eğitimi yapılmakta ve her tarikat kendi görüşü doğrultusunda halkı eğitmektedir. Ancak Osmanlı’nın kuruluş yıllarındaki eğitim kurumları bir müddet toplumun ihtiyaçlarını karşılamış, daha sonra değişen dünya şartlarına ayak uyduramamıştır. Bu eğitim düzeninde yetişen ideal Osmanlı tipi insan dindar, siyasal otoriteye itaatkâr, dünyanın düzeninden ve geleceğinden kendini sorumlu tutmayan, mekân değiştirmeye hevesli olmayan bir yapıdadır(7). Bu durum karşısında, eğitimi iyileştirmeye yönelik bir takım değişiklikler yapılmıştır. Özellikle 1830’da 2. Mahmut döneminde yeni okullar açılmasının yanı sıra, yurt dışına öğrenci gönderilmesi emredilmiştir.1838’de Rüşdiye okullarının açılması kararlaştırılmıştır. Maarifi Umumiye Nizamnamesi ile kızlar için 6-10, erkekler için 7-11 yaşları arasında mahalle mekteplerine devamın zorunlu olduğu belirtilmiştir. Askerî meslek okullarının yanı sıra sivil meslek okulları geliştirilmiş, tıbbiye (1827), harbiye (1834), mülkiye (1859), darulfünun (1863) gibi yüksek okullar bu yıllarda açılmıştır.

Yapılan bazı iyileştirme çabaları da ters sonuç vermiştir. Zamanın ihtiyaçlarını karşılayamayan yapının değiştirilmesi ve yenilenmesi olarak tanımlanan Tanzimat(1839-1876) ile medreseliler, mektepliler, yabancı okulların bir arada eğitim vermesi farklı ilke ve dünya görüşlerine sahip üç türlü neslin yetişmesine neden olmuş, eğitimde kargaşa başlamıştır. 1876-1908 yılları nicelikte gelişme, nitelikte gerileme yılları olmakla beraber Osmanlı’nın 19. yüzyılın son 20 yılı ile 20. yüzyılın ilk 20 yılındaki aydınlanması küçümsenemez. Ancak, 19. yüzyılda batıda gerçekleşen bilimsel gelişmelerle karşılaştırıldığında yetersiz kalmış ve 1908’den Cumhuriyet’in ilânına kadar eğitimde bocalama yaşanmıştır. Bu dönemde harşerin değiştirilmesi için teşebbüste bulunulmuş, eğitim-öğretim millîleştirilmeye çalışılmış, azınlık ve yabancı okulların Türkçeleştirilmesi ele alınmış ancak, sonuca varılamamıştır (8). Görüldüğü gibi eğitimi modernleştirme hareketlerinin temeli Osmanlı döneminde atılmakla beraber, bu hareket doğma, bocalama, tartışma çabalarından ileri gidememiştir.

Osmanlı’dan devir alınan eğitim sistemi Cumhuriyet’in ilkeleri ile bağdaşmamıştır. Bu durumda hem eğitim ve öğretimdeki düzensizliği gidermek, hem de gerçekleştirilen inkılâpların yerleşmesini sağlamak için yetişmiş insan gücünü oluşturmak amacıyla yeni bir Millî Eğitim politikası benimsenmiştir. Bu alandaki en önemli adım, 3 Mart 1924’de kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunudur. Ders kitapları dönemin politikasına uygun olarak yeniden hazırlanmış, 1926’da karmaeğitime geçilmiş, eğitim merkezileştirilerek bu alandaki çalışmalar M.E.B.’nın sorumluluğuna verilmiştir. Ancak, bugün eğitimde gerçekleştirilen pek çok olumlu uygulamaların yanı sıra eksiklikler ve eleştiriler sürüp gitmektedir. Toplum olarak öncelik ve ağırlık verip bunca çaba göstermemize rağmen eğitimin, her kademesinde 40 yıl öncesine göre daha nitelikli ve çağdaş hale geldiğini savunmak henüz mümkün görünmemektedir (9). Apaydın’ın şu sözleri de Cumhuriyetin ilk yıllarına duyulan özlemi dile getirmektedir:“Cumhuriyetin ilk yıllarındaki o güzel eğitim atılımlarından sonra nasıl bu derece amaçtan sapıldığı ve okulların verimsizleştiğinin cevabı, Atatürkçü çizgiden uzaklaşma, tam bağımsızlık ilkesinin yitirilmesi ve lâiklik ilkesinin savsaklanması ile açıklanabilir”(10). O halde bugün bile devam eden gerici akımlar ülkenin gelişmesini olumsuz etkilemektedir.

Hoşgörü zemininde gelişip, büyük bir medeniyeti temsil etmiş Osmanlı’nın kuruluşunun bu yıl 700. yılı kutlanmakta ve bu amaçla birtakım etkinliklere yer verilmektedir. Kültür Bakanlığının geçmişte Osmanlı Devleti içerisinde yer alan bazı devletlere yaptığı “700 yılı ortak şekilde kutlama” önerisine ilk ve tek olumlu cevap İsrail’den gelmiştir(11). Bu sonuç ve Balkanlardaki son durum,Osmanlı’nın izlerinin yok olmasını düşündürmesi bakımından üzücü olmakla beraber, Osmanlı’nın dünya tarihindeki izlerinin silinmesi söz konusu değildir. Bilindiği gibi, 1299’da filizlenen ve dünyada adını duyuran Osmanlı Devleti’nin 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkesi ile parçalanması sonucunda, Türk ulusu bağımsızlığı için anlaşma devletleriyle, özgürlüğü için padişah yönetimiyle, çağdaşlaşmak için bilgisizlikle savaşarak bugüne gelmiştir. Kurtuluş Savaşı,Türk ulusunun yeniden canlanışıdır ve 20 Kasım 1922 tarihli Lozan Barışı,Türk tarihinin siyasal başarısıdır. 29Ekim 1923’de Cumhuriyet ilân edilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti dünya ulusları arasında yerini almıştır.

Bu durumda ecdada sahip çıkmak, bunun yanı sıra geçmişi iyi değerlendirip, yapılan hataları tekrarlamamak için de, zorluklarla elde edilen Cumhuriyetin değerini iyi kavramak ve kavratmak gerekmektedir.



*) Hacettepe Üniversitesi Sağlık Hizmetleri MeslekYüksekOkulu.

(1)Engin Kansav,Konu Anlatımlı Tarih Kitabı, YıldırımYayınları,(Orhan Şaik Gökyay’dan alıntı, s.139).

(2) Orhan Suadiye, Tarih, ABC Matbaacılık, Ankara 1997, s. 105.

(3)İlhan Tekeli ve Selim İlkin,Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, Ankara, Türk Tarih Kurumu yayını, 7. Dizi, sayı 154, 1993.

(3)Hasan Ali Koçer,rkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi, M.E.B.yayını no: 2168, 1991.

(5)Mustafa Yılman ve diğerleri, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, SiyasalKitabevi,Ankara, 1998.

(6)EnginKansav, a.g.e., s.114-232.

(7)Yahya Akyüz, “Cumhuriyetin başında Türk Çocuğunun Yaşam İlkelerine İlişkin Orijinal Bir Belge ve Bazı Yabancı Örnekler”,Millî Eğitim Dergisi, sayı 141, 1999, s.4.

(8) Engin Kansav, a.g.e. s.140.

(9)Hasan Ali Koçer, a.g.e., s.224-245.

(10)Aydoğan Ataünal, “Cumhuriyetin 74.Yıl Dönümünde Eğitimde Bir Değerlendirme”,Çağdaş Eğitim Dergisi, sayı 239, 1998, s.13.

(11) Murat Bardakçı, “Osmanlı’nın 700. Yılına İlk Dış Kutlama İsrail’den”,Hürriyet Gazetesi, 21 Mart 1999, s.19.