Mehmet Abaşidze’nin Didaktik ile ilgili Görüşleri



Nani GUGUNAVA (*)

Mehmet Abaşidze bir öğretmendi. Öğretmenliğe Batum 1.Gürcü Okulunda başladı. Kendisi de o okulu bitirmişti. Öğretmenlik yapmak bazı şeyleri daha iyi görmesini sağladı. Memleketi ve halkının geleceği için eğitim ve öğretime çok büyük önem veriyordu. En değerli yazılarını da eğitim ve öğretim konularında yazdı ve görüşleriyle beraber bize bıraktı.

M.Abaşidze’nin pedagojik görüşlerinin temelini genel pedagojik kavramlar oluşturur. Görüşlerini eğitim-öğretimin değişmez ilkelerinden yola çıkarak ortaya koymuştur.

M.Abaşidze tarafından ortaya çıkarılmış ve genişletilmiş temel görüşler çalışmalarının ana maddesini oluşturuyor, daha önce yaptığı çalışmalar ve yaptığı işlere öncülük ediyordu.

M.Abaşidze’nin eğitim hakkındaki görüşlerinden bahsettiğimiz zaman, genel öğretim sisteminin tanımını, geniş anlamlı olarak göz önüne almamız gerekir. Didaktik“Yunanca” bir kelimedir. Didasko:öğretiyorum, açıklıyorum demektir. Yani, didaktik öğretimle beraber açıkça eğitimi de içine alır. Anlatıyorum, öyle ki akıl veriyorum, eğitime çalışıyorum. Bundan dolayı herhangi bir edebî ya da sanat eserinin öğreticiliği ölçü alınarak, bu bir didaktik eserdir denebilir.

Eğer konuyu bu yönüyle ele alırsak; M.Abaşidze’nin edebî eserlerinde çok önemli didaktik düşünceler bulabiliriz. 1916 yılının 4 Mart’ında Tiflis’te bulunduğu bir sofrada kendisi şöyle der:“Çiçek dalından kopunca kurur, sararır. Çiçek dalından kopunca onu kalbinize yapıştırın, elinizde tutun, okşayın eski hâline döner. Acarayı asırlarca anavatanın bağrından kader kopardı.?aşırmayın!Eğer bu gün yabancı gibi görünüyorsa, gerektiği gibi tanımıyorsanız, elinden tutun yine yanınızda olur”.

Burada M.Abaşidze öğretim sistemi hakkındaki görüşünü ustaca sergiliyor ve ne demek istediğini net olarak belirtiyor. Dinleyenin sadece aklına değil, duygularına da hitap ediyor. M.Abaşidze kıyaslama ile didaktik bir kural ortaya çıkarıyor. Bu da kendi yazılarının ve sözlerinin daha kolay anlaşılır olmasını sağlıyordu. Bütün bunları, milletlerin kesinlikle birlikte yaşamaları gerektiğini belirtmek için şöyle örneklerle birlikte veriyor:“Her cins hayvan kendi cinsinin yanında otluyor. Mandalar beraber, koyunlar beraber, keçiler beraber, atlar ve develer beraber. ısterseniz uçan hayvanları da ele alalım; güvercinler beraber, serçeler beraber ve ördekler beraber vb.”

Görüldüğü gibi hayvanlar da kendi cinsleriyle yaşamayı seviyorlar. Başka bir deyimle “cins” aynı “millet” gibidir.Milletlerin birbirlerini sevmeleri tabiatın bir gereğidir.ınsanların o kadar gücü yok ki, tabiatın zıddına iş yapsın ve kendi milliyetini unutsun. Ya da kendini saklayıp, inancını herhangi bir ülkenin bayrağı altında korumasın. Aynıdini taşıdığı herhangi bir ülkenin bayrağı altında yaşasa da kendi düşüncelerini korur.

M.Abaşidze’nin yukarıda verdiği örneği anlamak okuyucu için zor değil. Örnekle konu anlaşılmış oluyor. M.Abaşidze burada kıyaslama metoduna giriyor.

M.Abaşidze’nin görüşlerinden en önemlisi; Gürcü Dili, Gürcistan Tarihi ve Coğrafyasının okutulmasıydı. M.Abaşidze sayesinde bu konuların okullarda öğretilmesi sağlandı. Sadece Gürcü okulunda değil medreselerde de.

S.Gersamia’nın belirttiğine göre; öğretmenliği sırasında M.Abaşidze medresede de görev yaptı. Derslerinde öğrencilere, millî benliklerini, Gürcü milletinin geçmiş tarihini, edebiyatını ve onların bugünkü durumunu anlatmaya çalışıyordu.

Özellikle öğretilecek program ve takip edilecek ders kitaplarına çok büyük önem veriyordu.

İlk olarak Gürcücenin öğretimi konusunu ele aldı. Gürcücenin ilgi çekmesi için halka daha yakın olan dinî kelimelerin konulmasının gerekli olduğunu savunuyordu. Yine üzerinde titizlikle durduğu konu, tabiat bilgisi ve sosyal bilgiler derslerinin aynı şekilde verilmesi gerektiği idi.

M.Abaşidze’nin Gürcü dilinin sadeliğinin korunması hakkındaki görüşleri de çok önemli bir yer tutar.

Gerçek vatan evlâdı, milliyetin korunması için en önemli şeyin ana dil olduğunu iyi anlıyordu. Bundan dolayı da bütün gücüyle ana dilinin sadeliğini savunuyordu ve makalelerini “Gürcü dilinin sadeliği” için yazıyordu. Bu konuda şöyle diyordu:“Ben kesinlikle dilimizde yabancı kelimeler olmasın demiyorum, dilimize yerleşmiş, Gürcüceye adapte olmuş kelimeler kalsın, fakat bugün olduğu gibi rastgele her kelime kesinlikle alınmasın.”

M.Abaşidze bu konu hakkındaki görüşünü şöyle belirtiyor.“Ana dilimizin zenginliği ve gelişmesi, kendi kelimelerimizin derinliğine, dilimizin gizli gücünün aranmasına ve geliştirilmesine bağlıdır. Kısaca, bizim kelimelerimizi yine kendi dil hazinemizde aramalı, onları bulup çıkarmalı ve kullanmalıyız.”

Gördüğümüz gibi M.Abaşidze dille ilgili öğretim sistemini geliştiriyor. Fakat bu konuda çekinerek şöyle diyor “Ben bu konuyu aydınlığa kavuşturacağım diye hiç kimse düşünmesin. Bunu hiç düşünmüyorum. Bu konu dil bilimcilerinin işi, benim değil. Ben sadece bu konunun önemini belirtmek istiyorum.

M.Abaşidze’nin çekingenliği ve utangaçlığı kendi alçak gönüllülüğünden gelmektedir. Herkesin bildiği gibi onun o zamanki görüşleri, dil bilimciler için geçerliliğini halen korumaktadır. Dil bilimciler bu yolla hareketle derinlemesine araştırma yaptılar. Gürcistan’ın değişik bölgelerindeki zengin diyalektikleri mahallî söyleyişleriyle ele aldılar ve ana dili yabancı kelimelere karşı korumaya çalıştılar.

Buna bağlı olarak M.Abaşidze düşüncelerini şöyle belirtiyor: “Görüyoruz ki, milletimizin bütünlüğünü oluşturan dil, başka başka anlamsız ve yabancı kelimelerin girmesinden rahatızlık duyuyor. Bunun içindir ki ben de bütün benliğimle ve üzülerek söylüyorum, eğer bunun karşılığında herhangi bir önlem almazsak gelecekteki neslimize millî herhangi bir şey kalır mı?Tabii ki kalmaz.”

M.Abaşidze, Gürcistan tarihi öğretilirken, Acaristanla ilgili yanlış bilgi verilmesine ya da hiç bahsedilmemesine de çok üzülüyordu ve Acaristan tarihiyle ilgileniyordu. istiyordu ki, gelecekteki nesil Gürcistan tarihi hakkında doğru şeyler bilsin ve Gürcistan’ın en eski toprağı “Acara”yı da tanısın.

Öğretilecek derslerde her dersin kendine ait yeri olsun istiyordu. Bunlar arasında da bir nokta bulmaya çalışıyordu.

M.Abaşidze bütün gücüyle daha iyi program bulmaya çalışıyordu. Bu konuda kendi önderliğinde bir çok münazaralar yapıldı. M.Abaşidze yeniliklerin gelmesiyle birlikte, konulardaki içeriğin korunması taraftarıydı. Kesinlikle önce okutulacak derslerin programını yapmak istiyordu.

Geçen zaman M.Abaşidze’nin görüşlerinin ne kadar doğru olduğunu gösterdi. Konuların içeriğinin değiştirilmesiyle beraber, konuların sıralanmasında önce öğretilecek üniteler belirlendi, daha sonra da genel öğretilecek konular belirlendi. Fakat bu yapılan programlardan hiçbiri uygulamada istenene cevap veremedi ve yine derslerin ayrı ayrı ele alındığı programa dönüldü.

M.Abaşidze kitapların oluşturulmasında, yöresel farklılıkları göz önüne almayı, okullarda okutulacak kitapların rolünü ve önemini ve gençlerin eğitim ve öğretim içinde nasıl bulunmaları gerektiğini iyi belirliyordu.

M.Abaşidze Gürcü Müslüman çocuklar için“Deda Ena (Ana Dil)” hazırlanmasını sevinçle karşılıyordu. Bu işi tarihî bir olay olarak niteledi. Bu arada hazırlanan ders kitaplarını bilimsel ve pedagojik analizlerle incelediğinde bazı eksiklikler tespit etti. Bundan dolayı 1916 yılında “Sakartvelos” gazetesinde “Deda Ena ve Müslüman Gürcistan” adlı makale yayınlandı.

M.Abaşidze okul kitaplarında bazı değişikliklerin yapılmasını istiyordu.

a)Kitabın içeriğinde, sosyal ve kültürel değerler olmalı, çocuğun gelişmesine ve zekâ seviyesine göre ayarlanmalı.

b) Konular çocuk için ilgi çekici olmalı.

c)Kitap hazırlanırken çocuğun duygu ve düşünceleri alınmalı vb.

Bu görüşler bugün de geçerliliğini korumaktadır.

M.Abaşidze Tiflis Devlet Üniversitesinin Doğu Dilleri Fakültesinde, üniversite öğrencileri için Arapça gramer kitabı hazırlama komisyonunda idi.

M.Abaşidze eğitim ve öğretimin her konusuna dikkat ediyordu. Kendi zamanında medreselerde sürdürülen“dilsiz metod” hakkında tartışmalar çıktı. Abaşidze, böyle bir öğretim metoduyla öğrenciler Gürcü birliğinden uzaklaşıyor ve bir belirsizliğe doğru gidiyorlar diyordu. Çünkü öğrencilere verilen dersler Arapça ezberletiliyor ve anlatımda Türkçe kullanılıyor, Gürcüce kullanmaktan kaçınılıyordu.

M.Abaşidze, böyle metodların olumsuzluğu karşısında daha anlaşılır metodların kullanılması için çaba sarfediyordu.O zamanki yöneticiler bunu kabul etmiyor ve Abaşidze’nin karşısında duruyorlardı.

M.Abaşidze’nin önemle durduğu bir başka konu da, anlatılacak dersin öğrencinin anlayabileceği şekilde verilmesi gerektiği idi. Bu konuda şöyle der:“Çocuk derste yabancı kelimelerle karşılaşmasın.Çocuk bu tür kelimeleri anlamadığı için öğrenme isteğini kaybediyor.Tanıdığı kelimeler çocuğa istek veriyor.Ders anlatımında çocuğun yapısının göz önüne alınması gerekiyor.”

Ona göre eğitim-öğretimde en önemli şey öğrencidir.Çünkü o zaman çocuğu göz önüne almadan sadece öğretim düşünülüyordu. Abaşidze ilk önce dikkati öğretime değil öğrencinin ilgisi üzerine verdi.

M.Abaşidze öğretmen ders anlatırken ilgilerini göz önüne alarak, derse dikkat çekilmesine çok önem veriyordu. Bu metodu 17. yy.da İyon Amos Komenski ortaya çıkarmıştır. Çalışmalarında öğretim için çocuğun hazır olması gerektiği konusunu göz önüne aldı.Abaşidze gerçekte Komenski’nin“Büyük Didaktik”ini bilmiyordu.Fakat kendi dikkatli çalışmalarıyla o doğruya vardı.

M.Abaşidze aynı zamanda öğretmenlerin genel durumuna, onların maddeten müreffeh olmalarına ve insanlık anlayışlarına da çok büyük önem veriyordu.

1919-21 yılları arasında Abaşidze’nin redaktörlüğü ile ve maddî desteğiyle “Samus Limano Sakartvelo” gazetesi çıkıyordu.

Bu gazetenin bir sayısında M.Abaşidze’nin“Çveni MimartulabisGanmarteba (Bizim Gidişimizin Açıklanması)” sözü yer alıyordu.Yazıda belirtilen Sakartvelo “Gürcistan” kelimesi açıklama gerektirmiyor. Çünkü Gürcistan dendiği zaman gözümüzün önüne, bu vatanın diliyle konuşan insanı, toprağı ve suyu gelir.

M.Abaşidze’nin öğretim sistemindeki görüşleri açıkça gözüküyor. Ona göre dinleyici için“Gürcistan” kelimesi o kadar açık ki, hemen aklına gelen şey Gürcü diliyle konuşan milletin vatanı, yani Gürcistan. Burada Abaşidze Komenski didaktiğinin “altın kuralını” yani, bilinenden, bilinmeyene ve yakından, uzağa metodunu hatırlatıyor.

Öğretmen öğrencisine “Gürcistan” kelimesini nasıl anlatmalı?Nasıl götürmeli bu kelimeyi öğrenciye?Ona en iyi şekilde nasıl açıklamalı?Bütün bunlar öğretmenin kendi ustalığına, kendi anlatım şekline bağlıdır. Öğretmenliğin sırrı işte buradadır. Gürcistan’ın kesin tanımını tarihte ilk önce 19. yy.da Gürcü yazar Giorgi Merçule verdi. Fakat daha Abaşidze onu tanımıyordu. Niko Mar, 1919 yılında, Giorgi Marçule’nin çalışmalarını “Grigol Hansdelinin Hayatı” isimli kitapta yayınladı.Fakat bu kitap her okulda öğretilmiyordu. M.Abaşidze, Batum 1. Gürcü okulunda okuyucuya Gürcistan’ın önemini, Merçule gibi aynen şöyle açıklar:“Vatan denince, gözümün önüne anlatılan şekliyle gelir.”

Gördüğümüz gibi ikisinde de vatanımızın ve milletimizin anlatılmasında,Gürcücenin kullanılması temel faktörü teşkil ediyor.

M.Abaşidze aynı zamanda bir öğretmendir. Çok önemli çalışmalar yapmıştır. Gerçeğe dönüştürülebilir şeyleri ortaya koymuş ve gerçekleştirmiştir. Bu sayede çok önemli didaktik görüşler ortaya çıkmıştır. Abaşidze şöyle der:“insan kendi ana vatanını ve milletini severse başkasını da sever ve anlaşır.Eğer kendi ana vatanını, milletini, edebiyatını, tarihini ve ana dilinde konuşmayı sevmiyorsa, ondan hiç kimse iyilik ve sevgi beklemesin”.

M.Abaşidze’ye göre bu didaktik yaklaşımla, insanın içinde vatan sevgisi ve hümanizm hisleri de ortaya çıkar ve büyür. Önce yakınlarını ve kendi milletini seveceksin ki başkasını da sevebilesin.

Abaşidze, didaktik ilkelere göre “altın kural”dan yola çıkıyordu. Gürcüce din derslerinin verilmesini istediğinde; burada tanınandan-tanınmayana, yakından-uzağa metodlarının kullanılmasını öngörüyordu ve açıklamalarının birinde şöyle diyordu:“Bize kahinler şöyle bildirdi; çocuksuz insan, kimsesiz çocuğa anne-babalık yapamaz. Çünkü o anne-babalık yapmamış. Oysa, M. Abaşidze, çocuksuz olup çok iyi çocuk yetiştirenler de var” diyor. Burada belirtilmek istenen, eğer insan çocuk sevgisini bilmiyorsa başkasını sevemez ve büyütemez. Bu yakından-uzağa metodunun bir örneğidir.

M.Abaşidze’nin pedagojik görüşleri uzun zamandır araştırmacıların dikkatini çekmektedir. Örneğin, G.R.Babilodze bu görüşlere çok önem vermiştir.(M. Abaşidze’nin eğitim-öğretimle ilgili görüşleri, G.Babilodze, Acaristan Halk Eğitimi ve Genel Pedagoji, Bilimcilerinin Görüşleri, Batum, 1972).

Bu yazıda Acaristan’daki eğitim-öğretimin gelişmesinde hangi didaktik görüşlerin ilerleme kaydettiği yazılmıştır.

Yukarıda anlatılanlardan yola çıkarak diyebiliriz ki, Abaşidze aynı zamanda bir pedagog olarak bütün bunlardan yararlanıyordu. Pedagojik prensiplere bağlı kalarak halkına eğitim vermek için elinden geleni yapıyordu. O hakikaten kendi halkının gerçek eğitimcisi idi.
 
 

(*)Gürcistan, Acara Özerk Cumhuriyeti Eğitim Bakanı.