Yabancı Dil Eğitimi Hususunda Felsefî Bir Yaklaşım

Mehmet ÖNAL (*)
 

KÜLTÜR EREZYONUNA YOL AÇMADAN BİR YABANCI DİL EĞİTİMİ NASILVERİLMELİDİR?

Bu yazıda daha sonraki tartışmalara başlangıç ve zemin olması dileğiyle mütevazı bir “yabancı dil eğitimi taslağı” sunulmaya çalışılacak. Bunu yaparken olayın diğer boyutları da göz önünde tutulacaktır. Mesela bir yabancı dil öğretimi için ülkemiz şartlarını ve kültürümüzü göz önünde bulundurmak gibi. Fakat bu taslakta öğretme tekniklerinin ve uygulama yöntemlerinin detayına girilmeden, sonucu tartışmaya açık bir temel felsefî yaklaşım ortaya konacaktır.

Durum: Ülkemizin eğitim öğretim faaliyetlerinde, belirlenen hedefin çok altında kaldığı önemli bir saha da yabancı dil eğitimidir. Diğer sahalarda olduğu gibi bu sahada da hem öğretmen sayısı hem de formasyon kalitesi bakımından bir yetersizlik söz konusudur. Ayrıca ders araç ve gereç eksikliği, sınıfların kalabalıklığı ve fizikî şartların uygunsuzluğu gibi başarıyı olumsuz olarak etkileyen sebepler de vardır.

Bütün bunların yanında ben esas eksikliği yabancı dil öğretiminde felsefî bir yaklaşımın olmamasında ve psiko-sosyal öneriler ışığında bir program ve hedefin belirlenmemesinde görüyorum. Çünkü ilk paragrafta belirtilen temel araç ve gereç eksikliklerini gidermiş olan eğitim kurumlarında bile istenilen başarının tam olarak gerçekleştirildiği söylenemez.

Öneriler:Yukarıdaki eksikliklerden en önemlisi olan “hedef ve amacın belirlenmesi”, yabancı dil öğreniminden önce kültür ve ana dilin özümsenmesi gibi hususlar göz önünde bulundurularak aşağıdaki önerileri sıralayabiliriz.

1. İyi bir yabancı dil eğitimi için öncelikle öğrencilere iyi bir ana dil eğitimi verilmelidir. Çünkü ana dili öğrenme süreci aynı zamanda çocuğun kültürü kazanma süreci ile paraleldir.Bu yüzden henüz kendi kültürünü özümseyememiş çocukların bir yabancı dili öğrenmesi hem çocuğun şahsiyet gelişimini hem de topluma uyumunu olumsuz olarak etkileyecek ve öğrenme zorluğu doğuracaktır. Bu durum göz önünde tutulursa çok erken yaşta yabancı dil öğretimi sakıncalı gözükmektedir.

2.Bu temel sebep yüzünden ülkemizde yeni uygulamaya konan sekiz yıllık temel eğitimin ilk beş yılında kesinlikle yabancı dil eğitimi verilmemelidir. Çünkü temel eğitimin bu beş yılı aynı zamanda ana dil ve kültür kalıplarının yoğun olarak öğrenildiği, buna bağlı olarak kişiliğin geliştiği ve toplumsal değerlerin özümsendiği çok hassas bir safhadır.

3. Atatürk devrimlerinden biri olan harf devrimi ile Latin alfabesine geçmiş olduğumuz için sekiz yıllık temel eğitimin ilk beş yılında Avrupa dillerinden herhangi birisinin öğretilmesi öğrencinin Türkçe okuyup yazmasını olumsuz olarak etkileyebilir. Aynı harf şekillerinin ayrı seslerle ifade edilmesi ve özellikle ülkemizde yaygın bir yabancı dil olan İngilizcenin yazılış ve okunuşunun farklı olması bu olumsuzluğu daha da arttıracaktır.

4. Yabancı dil öğretilirken tabii bir yöntem izlenmeli ve aynen anadil öğretiminde olduğu gibi öğrenciye önce konuşma daha sonra yazma öğretilmelidir. Bu cümleden olarak, sekiz yıllık temel eğitimin altıncı ve yedinci yıllarda sadece seçilen yabancı dilin konuşulması ve sekizinci yıldan itibaren o dilin basit gramer kurallarının öğretilmesi hedeflenmelidir.

5. Öğretilecek yabancı dilin ağırlıklı gramer eğitimi tamamen temel eğitim sonrası kurumlara bırakılmalıdır. Çünkü çocuklukta hafıza güçlü olduğu için ilk yıllarda konuşmayı öğrenmek, lise döneminde ise zekâ yoğunluğu isteyen gramer bilgilerini öğrenmek daha kolay olacaktır.

6. İlköğretimin sekizinci ve son yılında öğrencinin pratik olarak yabancı dili konuşmayı yanında, o yabancı dilin gramer yapısını da basitçe öğrenmesi ile o öğrencinin o dile olan ilgi ve kabiliyeti kolayca tespit edilebilecektir. Böylece bu üç yıllık dil eğitimindeki performansına bir bütün olarak bakılarak öğrenci yabancı dil ağırlığı olan bir okula ya da mesleğe yönlendirilebilecektir.

7. Yine bu üç yıllık yabancı dil eğitimi (6., 7., 8. sınıflar) sonunda başarılı olamayan öğrenciler lise aşamasında yabancı dil eğitiminin önem arzetmediği meslek ya da okullara yönlendirilecek ve böylece yabancı dil eğitimi için liselerde hem sınıftaki öğrenci sayısı makul bir seviyeye çekilecek hem de kabiliyet ve ilgileri olmayan öğrenciler eleneceği için motivasyonlu ve kabiliyetli öğrencilerden oluşan sınıflarda seviye daima yükselecektir.

8. Yukarıda bahsedilen yöntem ve tedbirlerin diğer bir sonucu da öğretmen ve araç-gereç eksikliğinin giderilmesi, öğretim için gerekli mekanların fizikî donanımlarının kaliteli olmasına çok olumlu katkıda bulunacaktır. Özellikle lise seviyesine ulaşan bir öğrenci kişilik gelişimini ana hatları ile tamamlamış, kendi kültür ve toplumsal değerlerini benimsemiş olacağı için ikinci bir dili daha rahat öğrenecek ve yabancı dil ile gelen kültürünü olumsuz etkilerinden kolay korunabilecektir.

SONUÇ

Yabancı dil, anadilin öğrenme safhalarına benzer tabii bir yolla öğretilmeli ve bu yapılırken öğrencinin kişilik ve sosyal gelişimi hiçbir zaman gözden uzak tutulmamalıdır. Bunun yanında ülke gerçekleri göz önünde bulundurularak, herkes yerine motivasyonlu ve kabiliyetli olan öğrencilere dil eğitimi verileceğinden seviye daima yükselmiş ve harcamalar istekli ve kabiliyetli olanlara kaydırılmış olacaktır.Bu sayede bir yabancı dil ve bu dil ile gelen kültür öğrenciyi olumsuz olarak etkilemek yerine onun kişiliğinin güçlenmesine katkı sağlayacak, kültürünü zenginleştirerek ve global kültürle bağ kurmasını kolaylaştıracaktır. Bu öneriler ışığında yabancı dil eğitiminde yeni yaklaşım ve yöntemler geliştirilmeli, bu konuda dilciler başta olmak üzere, felsefeci, sosyolog ve psikologlar düşünsel bir alt yapı oluşturma seferberliğine girişmelidirler.



 
 

(*) Adnan Menderes Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü Araştırma Görevlisi.