MİLLİ EĞİTİM DERGİSİ

Sayı 153-154

Kış-Bahar 2002


Gezi Notları

Hayrettin GÜNAY*

Gezmeyi, görmeyi, yurdumuzun güzelliklerini tanımayı seven arkadaşlarla yılda bir iki kez de olsa geziye çıkarız.Bu kez bir hafta sonuna Gümüşhane-Bayburt-Erzurum-Artvin illerini sığdıracağız.

Harşıt vadisinde ilerliyoruz. Yer yer sürüyor yol yapımı. Tüneller tamamlanmış.Yılan gibi akan Harşıt ile yapımı tamamlanmak üzere olan yol yarışıyor sanki. Vadi’ye tepeler iniyor.Yol boyu dik, sarp, her an heyelana açık araziyle karşı karşıyayız. Bu yolun bu denli uzun zamanda tamamlanmasının bir nedeni de bu... Bulanık akıyor Harşıt.Kaç gündür bölgeyi etkileyen sağanakların sonucu.Dört yanımız yoğun yeşillik.Bu yol, vadisiyle, çayıyla, dimdik yamaçlarıyla, tünelleriyle, yeşilliğiyle... görmeye değer...Dik vadi Torul’a dek sürüyor.Torul’dan sonraysa arazi yapısı uysallaşıyor.

Bayburt’a doğru yol kıyıları alabildiğine yeşil, sarı, mor, ak, kahverengi denizi... Yollar yirmi yıl önceye göre iyice bakım görmüş, yenilenmiş.Galiba yıllardır yenilenmeyen yol salt bizim, Karadeniz kıyı yolu ile Silifke-Alanya, Antalya-Fethiye yolu kalmış...

“Vardım ki yurdundan ayak göçürmüş/Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı/Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş/Sâkîler meclisten kesmiş ayağı” dizeleriyle ünlü Zihni’nin yurdunda, Bayburt’tayız. Çoruh ırmağının iki yakasına kurulmuş kent. Saat kulesi çekiyor dikkati.Kalesine çıkıyoruz.Kale onarımı sürüyor. Aslına uygun biçimde onarılıyor. Ancak yurdun çeşitli yerlerinden gelenlerin o güzelim taşlara adlarını yazmaları, slogan yazmaları çirkin mi çirkin.Kaleden kentin görünümü, çevrenin görünümü çok güzel.İyi ki çıktık kaleye.Yoksa bu güzelliğin ayrımına varmadan geçip gidecektik...

Kop dağına vuruyoruz.Yirmi yıl öncesine göre yer yer yolda değişiklikler olmuş.Düzeltilmiş aksayan yerler.Nereye baksanız yayla buralarda. Yemyeşil, bomboş... Eskiden bu aylarda otlayan sürüler göze çarpardı. Yok şimdi.Hayvancılığımızda gerileme göstergesi... Kop şehitliği. Hemen altında ünlü Kop çeşmesi. Buz gibi suyundan içiyoruz.Elimizi yüzümüzü yıkıyoruz.Cahit Külebi’yi anıyorum.Yüksek sesle:“Kopdağı’nda akar bir çeşme var/Serçe parmak kalınlığında suyu/Haram etmiş gece gündüz uykuyu/Akar da akar.” dizelerini okuyorum.

Kop eteklerindeki Aşkale’nin çimento fabrikasının yoğun dumanı Kop tepelerinden görülüyor... Erzurum’a giriyoruz.Arkadaşlardan biri ünlü türküyü seslendiriyor:“Erzurum dağları da kar ile boran/Yaktı yüreğimi de dert ile verem/Sizde bulunmaz mı da bir kurşun kalem/Yazam arzı halımı da yare gönderem...” Erzurum kalesine çıkıyoruz.Saat kulesinden bakınca dört bir yan Erzurum kenti.Arkalar tümden ova.En arkaları ise dağlar kuşatmış. Türbeye çıkıyoruz. Dönüşte manyetik alan olduğu söylenen yolda deneme yapıyoruz:Minibüsümüz kendiliğinden üç beş metre gidiyor, bunu kimimiz eğime, kimimiz manyetik alana bağlıyoruz... Erzurum Ulu Camiini geziyoruz.Görmeye değer gerçekten.Anadolu’daki en eski Türk yapıtlarından.Saltuklular zamanında yapılmış. Taş mimarî tümden.Yanında Erzurum’un simgesi Çifteminare. Burası sessiz, serin, dinlendirici bir yer.Gençler gazete okuyor, söyleşiyor, ders çalışıyor, çay-kahve içiyor...Palandöken’deki Dedeman Kayak Merkezini görünce, yapımı süren Polat oteli görünce Sis’i, Kümbet’i, Bektaş’ı düşlüyoruz. Palandöken’den eksiği olmayan yaylalarımızın yatırımdan, tanıtımdan uzak oluşuna üzülüyoruz. Erzurum Öğretmenevi’nde geceliyoruz.Her şeyiyle iyi bir yer. Rahat ediyoruz...Hacı Baba Kebabçısı’nda da aynı incelik, temizlik, titizlik, saygı...Döneri de nefis. Yöreye özgü kadayıf tatlısı da tatmaya değer...

Erzurum-Tortum yolundan Artvin’e ineceğiz.Tortum yolunda yer yer Ihlara Vadisini anımsatan yerlerle karşılaşıyoruz. Yaylalar kilim sanki, halı sanki...Renk cenneti...Tortum gölü kıyısından geçiyoruz. Yollar tehlikeli olsa da görünüm olağanüstü.Artvin il sınırından sonra bitki örtüsü çeşitleniyor.Meyveler çeşitleniyor.Morkaya dolaylarında vadi çok dik yamaçlarla kaplı. Tepelerde yer yer orman görüntüleri...

Artvin’de Kafkasör Şenliği var.Çoruh’tan tırmana tırmana Kafkasör’e çıkıyoruz.Çoruh Vadisi boyunca gidiyoruz; Çoruh’un şiirini yazan Ömer Bedrettin Uşaklı’yı da anarak...

Yurdumuzun her yöresi ayrı güzellikler taşıyor. Kendimize, güzelliklerimizi görme fırsatları yaratmalıyız.

Sis Dağı Geri Bakar

Zaman zaman hafta sonlarımızı evimizin çok da uzağında olmayan yerlerde geçirdiğimiz olur.Gittiğimiz yerler mevsim koşullarına göre değişse de çoğunlukla ya güzelim kıyılarımızda ya da yaylalarımızda buluruz kendimizi. Belki de yöremizin en sıcak, en uzun yazının yaşandığı 1998 ekiminin ilk pazarında Sis dağı yollarındayız...

Görele-Eynesil-Şalpazarı derken adım adım yaklaşıyoruz Sis’e... Ağasar deresini izleyerek gidiyoruz bir süre. Yol bildiğiniz köy yolları.Çevre görünümü olağanüstü. Eğrilen, bükülen, kıvrılan, kırılan yolları kucaklayan doğa olağanüstü. Sabahın ışıkları tepelerde değme ressamlara taş çıkartan ışık gölge oyunlarıyla yüreğimizi okşuyor.Tümünü açıyoruz camların; Görele’nin en usta kemençecilerinden Sami Günay’ın kasetinden yayılan yöre ezgileri otlarla, toprakla, kayalarla, sularla, kuşlarla, böceklerle, ağaçlarla, güneşle, yeşilin tüm tonlarıyla kucaklaşıyor.Yüzüyoruz büyülü bir ortamda. İçimiz içimize sığmıyor.

Acısu’da duruyoruz.İçiyoruz kana kana. Acısu’yun suyu Ağasar deresine karışıyor.Derenin yanıbaşından çıkmış Acısu.Ey gidi Acısu. Daha düne kadar yöre insanının yayan yapıldak, derdini, hastalığını gidermek için yollarında yatıp kalktığı yerdin. Şimdi ise “maden suyu”, “sodalı su” olmaktan öte bir işlevin kaldı mı?

Yükseldikçe yol az biraz bozulsa da arabamızın keyfi yerinde. Sami Günay çalıyor. Yol havası,Tuzcuoğlu, Hasbal, Kıtırik,Giresun Karşılaması, Gelin Ağlatma Havası, Cezayir, Görele Çiftetellisi...Çalıyor mu yoksa telleri ağlatıyor mu, inletiyor mu, güldürüyor mu bilemem...Öyle yoğun ki. Bir ağlayasınız, bir gülesiniz, bir nara atasınız geliyor.Ama ne yaparsanız yapın bu yoğun duygularda, bu coşkularda umutsuzluğa, mutsuzluğa yer yok kesinlikle...

Raşit Taşer coğrafyacı ya, kayaların oluşumundan tutun da ağaç cinslerine, otlara, çalılara dek her şeyi anlatıyor bilgilendirmek için bizi. Taşer’in vites değiştirdiği bir anını yakalayarak Nuh Çolak kapıyor sözü. Şöyle bir harmanlıyor yöre tarihini.Şükrü Çoban hiç söz etmiyor Matematikten. Varsa yoksa bilim, edebiyat, doğa... Ben de konuşmaları kollayarak uygun bir yerden giriyorum söze.Artık şiir mi olur, türkü mü olur, mani mi olur tut tutabilirsen...

Paldırsu’da konaklıyoruz. Acısu’daki kasaptan aldığımız mis gibi eti doğruyorum, tencereye yerleştiriyorum, yakıyorum piknik tüpünü. Raşit’le, Şükrü küçük bir geziye çıkıyor ormana doğru.Nuh çevre temizliği yapıyor. Çünkü bu güzelim piknik yerine her gelen bir anı bırakmış:Kâğıtlar, poşetler, şişe kırıkları, kartonlar... Yakışmıyor buraya, yakışmıyor güzelim ağaçlara.İnsanlara yakışmıyor.Bir iki çamın, bir iki koca çamın baltayla yaralanmasına iğreniyoruz. Nasıl da kıymışlar.Nasıl da elleri varmış bu orman, bu yayla, bu doğa güzelliğini incitmeye...

Çevre temizliğinden sonra koyuluyoruz yola.Çelik gibi, cam gibi hava. Yolda göz alıcı giysili genç kızlar, kadınlar dağlardan geliyor sürdükleri bir iki sığırla. Sığırların başlarında çok renkli ipliklerden örülmüş süsler, başlıklar.Gelin başı gibi...Yol kıyılarında çalı çileği, sarıavu, yabangülü, meşe, elma, kızılağaç, çamgiller... sarmaş dolaş. Tepeler, obalar, dağlar görülmeye değer.Evliya Tepesi, Kayasis, Ağasar Obası ilk göze çarpanlar. Sisdağı’na yaklaştıkça ağaçların yerini otlaklar, düzlükler, çalılıklar alıyor. Tepeler kelleşmiş kesile kesile. Gidenin yerine yenisi gelmedikçe neye yarar bu güzellikler?

Eynesil Obası’nda çay içiyoruz. Kayasis’den,Gıran’dan dört yanı gözleyerek çevre görünümünü içiyoruz.Ta aşağılarda tek tük köyler, evler, uzaklarda başı taze karlı bir tepeyle, ardarda dizili tepeler var.

AğalarTamı’na sırtımızı dönerek bir çeşmenin yanında durmasak, buz gibi suyundan içmesek, yanımızdakilerden yudumlamasak, buraların, sarıavularla, çalı çileği yapraklarının morumsu, sarımsı, mavimsi ağırlıklı renklerinin oynaştığı metrelerce halıların hatırı kalmaz mı?

Dönüş yolundayız.Akşam olmak üzere.Yollar cıvıl cıvıl.Yollar su dolu, yollar çeşme dolu. Nerdeyse on adımda bir çeşme.Bu denli suyu bol bir yayla anımsamıyorum.Bu ne su zenginliği, bu ne su bayramı böyle... Oluklarla çeşmeler, çeşmelerle yalaklar yarışıyor. İşte Bulgurlusu’dayız. İşte Çifte çeşmedeyiz. Hasanağasuyu’na, Erkeksu’ya, Çifteoluk’a... ne demeli. Sisdağı çeşmeleri araştırmaya konu olmalı...Ören-Eynesil yolundan iniyoruz. Bu yolun son“Yayla Çeşmesi”, Molla Halil suyunda beş on dakika durmamak olur mu? Taşların işlenerek, kesilerek biçimlenişindeki ustalıktan etkilenirken, çeşmenin yazıt taşının sökülüp götürüldüğü ya da kırıldığı düşündürüyor bizi...

Denizimizin, kıyılarımızın, koylarımızın korunmaya, görülmeye, gezilmeye, tanıtılmaya gereksinimi olduğu denli, Sis’imizin, Kümbetimizin,Bektaşımızın, Kazıkbelimizin, Atkoyağımızın da gezilmeye, görülmeye, korunmaya, tanıtılmaya gereksinimi var. Tanıdığım, gördüğüm kadarıyla Akdeniz’de de,Ege’de de, Marmara’da da yöremizin güzelliğini bulamazsınız. Çevremizdeki güzelliğin, zenginliğin bilincinde olalım, onları yaşatalım, onları yaşayalım.

Haç Dağı’nda

Bir gün önce kararlaştırmıştık.“Yarın hava yağmazsa, Haç dağına çıkacağız yürüyerek.” Pazar sabahı her günkü gibi güneşin doğduğu dakikalarda uyandım.Balkona geçtim.Denize, gökyüzüne baktım.Hava kapalıydı ama yağacak gibi de değildi.Özgür’le Çağdaş’ın uyanmalarını bekledim.Bu arada bir iki türkü mırıldandım, bir iki kitap karıştırdım. Kahvaltıydı, yol hazırlığıydı derken saat dokuzu buldu.Gerekli olanları sırt çantasına yerleştirdik. Dürbünle, fotoğraf makinesi de olacak.Onları da aldık.Koyulduk yola...

Haç dağı, Görele-Giresun yolu üzerinden iki kilometre gidilince,Çömlekçi deresi yanından başlayan Kuşçulu köyünün güney batısında 1000 metreye yakın yükseltide bir dağ. Devletkarayolu Kuşçulu köyünün kıyı kesiminden geçmekte.Köyün girişi burası.Köy konağı, köy camisi, tarihî çeşme, yanıbaşındaki tarihî çınarla köyün girişi güzel bir dinlenme yeri. Karayolunun altındaysa güzelim Karadeniz yaşıyor...Çınarın altında bir iki dakika durduk.Çeşmeden su vurduk yüzümüze. Köy yolundan doğru çıkıyoruz.Çepeçevre fındık bahçesi.Genç dallarda fındık püskül gibi. Yer yer mısır tarlaları, bahçe içlerinde armut, elma, kiraz ağaçları. Yükseliyoruz yavaş yavaş. Temelaga çeşmesinde yüzümüze su vuruyoruz gene. Yükseldikçe çevre köyler, evler görülmekte iyice.Doğuda Çömlekçi deresi akıyor kıvrıla kıvrıla. Daha doğuda Bozcaali, Karayanlı, Misketli,Haydarlı, Sağlıkköyü uzaklarda Devge, Daylı, Tepeköy, Yukarılarda Kandahur, Bogalı,Çömlekçi içlerinde sekiz on köy görülmekte.

Yükseliyoruz iyice. Zaman zaman köy içlerinde tanıdıklarla konuşuyoruz. Köy yolunun sonuna geldik artık.Burdan ötesi keçiyolu. Bu araba yolunun sonunda genişçe bir alan var.Köyün futbol alanı. Şu andaki büyüklüğü iki halı sahadan fazlaca. Ama küçük bir çalışmayla olağan ölçülerde futbol alanına dönüştürülebilir. Güzel bir yer.Haç dağının hemen altı burası. İlerde belki de kamp alanı olacaktır.

Tırmanmaya başlıyoruz. Buradan doruğa kırk beş dakikada çıkabileceğiz.Yol dik. Yer yer salt ayak izi genişliğinde.Çevremiz güllükle, yaban gülleriyle, yivdinlerle, otlarla, kızılağaç, meşe, hamfındık fideleriyle, böğürtlenlerle kaplanmış. Yer yer onlara tutuna tutuna, yer yer de onlardan kendimize yol aça aça yürüyoruz.Zorlanıyoruz biraz yürürken.Ter atıyoruz iyice.Dağın doğusundan kuzey batısına doğru yükselmeye çalışıyoruz.Bir ara ağaçların, dalların altlarından eğilerek gidiyoruz.Batıya doğru yol üzerinde bir çeşme çıkıyor önümüze.Eski bir çeşme. Yalağından başparmak kalınlığında su akıyor. Dudu suyu derlermiş bu çeşmeye. Bir iki yudum su içiyoruz.Elimize yüzümüze, boynumuza su vuruyoruz. Yeğniyor yorgunluğumuz.Yukarıda kullanmak için su kaplarımızı dolduruyoruz.Ver elini Haç dağı tepesi...

Görele’den çıkalı üç saat olmuş. Haç dağı tepesindeyiz.Kale kalıntıları var.Cenevizlilerden kaldığı sanılıyor. Belki Haç dağı adı da burdan geliyor. Kendimizi çimenlerin üzerine atıyoruz.Kalıyoruz öylece. Dört yanımızda da görüntü olağanüstü:Doğuda Eynesil ile koca Sis dağları çizgisinden bu yana bir çok tepe, bir çok köy. Kuzeyi silme masmavi Karadeniz kaplıyor.Küçük koylarla, yeşillikler arasından kendini bir gösteren, bir gizleyen yollarla olağanüstü bir güzellik.Kıyının doğal güzelliğine vuruluyoruz. Şu sıralar bu güzelim kıyılar doldurularak yol yapıldığı için yüreğimiz yanıyor.

Güneye doğru da bir çok köy, bir çok tepe görülüyor.Batıda Bada,Civil,Halkovalı kıyıları, daha ötede Tirebolu görülüyor. Dört yanımız toprağımızın, memleketimizin baldan tatlı güzelliği. Bir çoban ateşi yakıyorum. Çocuklar öteki işleri yaparken, yanımdaki kaya diplerinden topladığım kekik yapraklarıyla ovduğum etleri hamfındık ışkınından yaptığım şişlere diziyorum... Yokuşları tırmanırken aklıma türkü düşmemişti hiç. Ama şimdi bağırasım, türkü söyleyesim geliyor.Hep de dağlı türküler... Dağlar dağladı beni/Gören ağladı beni/Ayırdı zalım felek/Derde bağladı beni...Neşet Ertaş’tan... Dağlar başı karlı olur/Sevenler efkarlı olur/Sevip sevip ayrılan/Sonunda dertli olur...Çamlığın başında tüter bir tütün/Acı çekmeyenin yüreği bütün/Ziyamın atını pazara tutun/Gelen geçenZiya’m ölmüş desinler...

Özgür’le Çağdaş, “Baba, bu şişin güzelliği ne böyle?”diyorlar. Olacak doğallıkla. Etin, pişirenin özelliği bir yana çevrenin güzelliği çarpıyor insanı.İşin püf noktası bu. Dinleniyoruz.Resim çekiyoruz. Dönüyoruz.Saat 18’de deniz kıyısına, tarihî çınarın, çeşmenin yanına geliyoruz.Yarım saat oturuyoruz çınarın altında. Yarım saat sonra da evdeyiz.

Görele,Tirebolu, Eynesil,Espiye,Giresun, Bulancak,Dereli,Şebinkarahisar, Alucra... Kısası yöremiz doğal güzellikleriyle olağanüstü. Bunun ayrımına varalım, güzellikleri yaşayalım, yaşatalım yeter...

Olucak Obası

Yaylalarımız, obalarımız sularıyla, varsıl bitki örtüsüyle, görkemli tepeleriyle, beklenmedik anlarda bastıran ama ansızın giden sisiyle, yer yer insanı olağanüstü büyüyle karşı karşıya bırakan ağaçlarıyla güzeldir, görülmeye değerdir.

Zaman zaman çıkan ya da yarattığımız fırsatlarla bu güzellikleri günübirlik yaşamak coşkulandırıyor insanı. Ruhunu dinlendiriyor.

Böyle güzel günlerden birindeyiz.Eymür’ün Olucak Obası’na gidiyoruz.Kemençe sanatçısı Sami Günay’ın kartalıyla. Almanya’dan izne gelen oğulları Ulvi,Lütfi, arkadaşları Bülent’le birlikteyiz.Ulvi kullanıyor arabayı.Çok iyi şoför.Ulvi, Lütfi çocukluktan beri Almanya’da kalıyorlar.Çalışıyorlar. Bülent, okumuş orada.Mühendis...

Elceğiz sapağından vuruyoruz tepelere doğru. Sürekli tırmanış.Dar, dönemeçli, bozuk yollar.Ama bitki örtüsü ormana dönüşürken yolun zorluğu morluğu gidiyor aklımızdan. Çevreden güzellikler yakalamaya çalışıyoruz. Çıkrıkdüzü’ne bakan bir dönemecin ilerisinde duruyoruz. Bir su. Buz gibi bir su. Bir iki yudum içebiliyoruz. Elimizi yüzümüzü yıkıyoruz. Lütfi çevreyi kameraya alıyor.Ben de kimbilir kaç yıllık Zenitimle ilginç bulduğum görüntüleri çekiyorum. Yol kıyılarında yer çilekleri, diken çilekleri, orman gülleri ilgilenenlere lezzet sunuyor.

Çıkrık düzündeyiz.Tepeden görünüm çok güzel.Obadakilerle söyleşiyoruz. Ayranlarını içiyoruz. Çevrede inekler, danalar otluyor. Tavuklar eşiniyor.Tepeleri çekiyoruz.Özellikle orman olan yerlerin değeri, güzelliği, çekiciliği konusunda birleşiyoruz.Türküler söylüyoruz.Şimdi Görele’de, Giresun’da boğucu sıcak, boğucu nem. Tepeleri küme küme bulutlar süslemiş. Kimi düzlüklere bulutların gölgesi düşmüş.

Kavraz deresiyle Karışım suyunun kesiştiği yerde, orman ortasında Pala’nın yerinde çay içiyoruz. Kavraz suyu yönündeki yoldan bir reno iniyor, duruyor. Bir arkadaş bizim köyün yaylalarından geliyor, selâmlaşıyoruz.Gidiyorlar. Söyleşi koyulaşıyor.Yöreyle ilgili öyküler anlatılıyor, çoğu çobanlık, kurt, ayı öyküleri. Kimileri de erkek toplumuna özgü anlatılar.Sonra söz Sami Günay’ın kemençesinde dinletiye dönüşüyor. Can veriyor kemençeye Sami Günay. Öyle etkileyici, öyle büyüleyici ki. Doğadaki seslerle örtüşüyor tellerin çığlıkları. Doğanın sesiyle uyumlu kemençenin sesi. Ayrımına varıyorum bunun.Tüm güzellikler birbirini tamamlıyor. Tüm güzellikler insan güzelliğinde yüceliyor. Güzellikler yaratılmalı, korunmalı güzellikler.

Dereboyu iniyoruz.Cam berraklığında, çelik gibi suda yüzen çocuklar görüyoruz.Üşümüş olmalılar. Bir taşın üstünde ateşleri yanıyor.

Olucak’tayız. Obanın çevresi ormanlık. Karşı dağlar, tepeler güzel görünüyor.Suyu da var buz gibi.Kimi yayla evlerinde yaşam sürüyor, kimilerinin kilitli kapıları. Kimi evlerin önündeki patates tarlaları yaşam belirtisi...

Hoşlayanlar, beşleyenler. Tanışmalar.Sami Günay’ı, kemençesini biliyorlar. Söyleşi. Kemençe dinletisi.Sonra Ulvi’yle Lütfi’nin müthiş horanı. Bir yandan ocaktan, mangaldan gelen et kokusunun, et cızırtısının dayanılmaz çekiciliği. Et gelmeden daha ekmek içiyle sulu soğanı indiriyoruz midelere. Acıkmışız besbelli.Etler geliyor.Perhizi bozuyorum.Kolestrolu molestrolu dinleyecek gücüm yok. Burda da yenmeyecekse bu nimet nerede yenecek... Üstelik su da cana can katıyor.

Çevreyi geziyoruz yemek sonrası. Görünüm müthiş.Bu güzellikler, bu yaylalar korunmalı, gelecek kuşaklara armağan edilmeli.Güzelim kıyılarımız göz göre göre yok oluyor.Torunlarımız kıyılarımızda yüzdüğümüzü, kumluklarda, koylarda denize girdiğimizi yazılarımızdan öğrenecek. Yaylalarımızı kurtaralım, koruyalım. Onlar da bozulursa hiçbir özelliği kalmayacak yöremizin.Benden söylemesi...

* Giresun-Görele Lisesi Öğretmeni.

 

İçindekiler...

© T.C. MEB Yayımlar Dairesi Başkanlığı
Teknikokullar, ANKARA
Tel. (312) 2128145
Fax (312) 2124668
med@meb.gov.tr

[ yukarı ]

Arşiv