MİLLİ EĞİTİM DERGİSİ

Sayı 161

Kış 2004


TARİHİN SINIFLANDIRILMASI

Tahir Erdoğan ŞAHİN*

 

GİRİŞ

  

Tarihçi, belirlenmis formlar içinde seçmisi bir anlatı olarak yazana kadar okurlar için tarih yoktur. Anlatıdan kastedilen, birbiri ardına sıralanan olayların bahsidir. Salt anlatım ise özsün ve somut verilere yaslanmadısı sürece bir seçmis hikâyesidir. Ne var ki, tarih adına yazılan pek çok eser bu özellise sahiptir. Bazı tarihçilerin yazdıklarında bol arsiv belsesi sunuluyor olması ise,  sünümüz anlayıslarından habersiz ve uzak oldusu sürece, meraklısına anlatılan belsesel masallar olmaktan öteye sidemeyecektir.

Ibn Haldun’dan sünümüze desin birçok bilim adamı için tarih, tarihçinin seçmisi yeniden kurması, onu insâ etmesidir. Ibn Haldun’un “ben yeni bir bilim olarak ‘ilmü’l-umran’ı ortaya koydum” diye ifade etmesinin altında da bu bilimin aslî bir cephesi yansımaktadır. Aynı zamanda  bu, tarih bilimini insan bilimlerinin  tam da merkezine iten seydir. Bu nedenle, insanın kendini diser varlıklardan farklı kılan anlamlastırma olsusunun ifade biçimi, insan neslinin kendini süreç içinde sörebilmesinden, yani tarih alsılanmasından ileri selmektedir. 

Tarih bilimine iliskin olarak yapılan tartısmalarda temel sorun, tarihin nasıl bir bilim oldusundan çok, tarihin nasıl ifade edilmesi serektisi konusu yatmaktadır. Yalnızca tarih ya da diser sosyal bilimler bir yana, fen ve matematik bilimlerinin de bir ifade/anlatı biçiminin olması dosaldır. Nasıl ki diser bilimlerin anlatısı edebî bir hikâye türü olmaktan ırak sörülüyorsa, tarihin de en az onlar kadar hikâyeci olmaktan kurtulması mümkündür.

Her seyden önce tarih, varolan bir dünyada, olmus bitmislisi ispatlanan olayların ele alınmasıdır. Klâsik anlamda meslekten bir tarihçi, anlatımını   hansi üslûpla sunarsa sunsun, ne tür bir yorumda bulunursa bulunsun, seçmise ait verilerin kritisini yapar, ancak dosasına asla dokunmayacasını ve onu desistirmeyecesini bilir. Böylece tarih; bir uçta nesnel bir seçmisin duyulabilir, sörülebilir, alsılanabilir somutlusuna; diser uçta ise simdinin tüm bilimleriyle müstereken  kazanılmıs bilsilerle donatılı bir anlayısın zihinsel sonsuzlusuna sahiptir. Bu noktada insa edilen yalnızca seçmis desil, köprü konusunda olan tarih sayesinde selecesin de nasıl insa olunabilecesine dair alternatiflerdir.

Tarih, tarihsel dönemler, kültür, uysarlık ve bunların nitelisi üzerinde sayısız çalısmaların oldusu açıktır. Ancak, aynı açıklıkla söylenebilir ki bu konuların çesitli yanlarında hâlâ birçok belirsizlikler, yetersizlikler ve hatta tutarsızlıklar sörülmektedir. Çesitli ülkelerde ve desisik zamanlarda ortaya çıkan tarih anlayıslarının farklılısı bunda etkili olmustur. Tarih biliminin  kendi nitelisi, çesitli arastırmalar için serekli belselerin yetersizlisi ve kullanılan kavramların farklı alsılanmaları sibi  pek çok unsur, bu belirsizliklerin nedenleri arasındadır.

Tarihin diser tüm bilimlere temel teskil ettisi düsünüldüsünde, bu bilimin kendi devrelerine iliskin ortaya koydukları ya da koymadıkları, basta sosyal bilimler olmak üzere diser bilimleri de yakından etkilemektedir. Uzmanlık alanları tarihin dısında kalan bilim adamlarının tarihe iliskin kavramsal boslukları doldurmaya kalkması, yapılan is bilim adına da olsa, olayların anlasılmasını daha da süçlestirmektedir.

Bu makalenin çerçevesi içinde ele alınacak sınıflandırmada; antropolojik, arkeolojik hatta cografî yaklasımlarla, dosrudan tarihî olayların nitelisine uysun tarihsel yaklasmaların arasındaki farkın ortaya çıkacasını umuyoruz. Kuskusuz bu çalısma, salt bir biçimde çesitli tarihçilerin de dahil oldusu sosyolos, antropolos, etnolosları yanlıslamak amacıyla yapılmayacaktır. Öncelikle tarihçi bakıs açısıyla ve tarihin kendi özgün yöntemleri kullanılarak insanlısın seçmis evreleri  ele alacaktır. Bu evreler ele alınırken, toplumsal ve kültürel gelismeleri açıklayabilecek nitelikteki kavramların kullanılmasına çalısılacak, kullanılaselen bazı kavramların da tarihsel olaylar içinde nasıl belirsinlesebildisi üzerinde durulacaktır.

Sınıflandırma konusunda setirilen elestiri veya yeni açılımlar ile bazı temel tarihsel kavramların irdelenmesi; busüne kadar  yapılan çalısmaların ve ortaya konulan verilerin ısısı altında yapılmaya çalısılmıstır. Kavramların ve dönemlerin yeniden ele alınmasıyla ulasılacak bazı sonuçlar, yalnızca senel tarihin desil, özel olarak bazı ülke ve toplumların seçmisini de dosrudan ilsilendirecektir. Elbette ki hiçbir bilim digerinden soyutlanamaz. Özellikle tarih, hemen tüm bilimlerle çesitli iliskiler içinde olmak zorundadır. Bu iliskilerin hangi düzeyde ve nasıl olacagının büyük önemi vardır. Görülecektir ki, dogrudan tarihin konuları üzerinde öncelikle tarihçi bakıs açısıyla yaklasılması, geçmise atıfta bulunan diger bilimler için de saglıklı bir zemin hazırlayacaktır.

Birbiriyle iç içe olan hayat ve zamanı, kesintisiz bir süreç olarak algılarız. Tarih bu kesintisiz süreç içinde olusur. Dolayısıyla tarih bilimi, insanlıgın geçmisini bir bütün ve kesintisiz bir süreç içinde görür ve degerlendirir. Ancak, bir insanın ömrüyle karsılastırıldıgında, tarihin çok uzun bir  süreyi kapsadıgı görülecektir. Diger taraftan tarihte meydana gelen olaylar hem fazla hem de karmasıktır. Bu uzun süre içinde olusan çok sayıda olayı daha iyi kavramak için tarihi bölümlere ayırma geregi duyulmustur.

Tarihin konularının kapsamlı olusunun bir sonucu olması yanı sıra tarihsel seçmisin uzunlugu ve olayların degisik mekânlarda meydana gelmesi, tarihte sınıflandırma (taksim/bölümleme) yapılmasını gerektirmektedir. Sınıflandırma, uzun zaman süresi içinde oldukça fazla ve karmasık olayların daha iyi kavranılıp ögrenilmesi amacıyla, yani pratik faydaya yönelik olarak yapılır. Böylece ayrı zamanlar, ayrı mekânlar ve ayrı konular üzerinde uzmanlasmak da mümkün olmustur.

Ister belli konuların ele alınısı olsun, ister belli mekânların seçmisi olsun, her durumda tüm olaylar zaman akısı içerisinde mevcut oldukları için, geçmis zamanların taksimi, tarihin sınıflandırılmasında esası teskil eder. Tarihçiler arasında temel sorun, zorunlu olarak zamanın basat kabul edilerek yapılan sınıflandırılmasında degil, sınıflandırmada  esas  alınan referans noktaları  ile bu noktalar arasındaki kesintilerin sınıflandırılmasında ortaya çıkmaktadır.

Geçmis zamanın sınıflandırılması ve algılamalara baglı olarak sıfatlandırılması, yalnızca günümüz tarihçilerinin ya da bir iki yüzyıl öncesi bilim adamlarının degil; en eski uysarlıkların da konusu olmustur. Her ne kadar pek çok kisinin tarihi geçmisin bilim bilinci içerisinde ele alınısın tarihin M. Ö. 5. yüzyıllara (Heodotos’a) kadar götürmekteyse de, geçmis zamanlara iliskin alaka ve çıkarsamaların çok daha gerilere gittigi kesindir. Sumer, Hint, Çin ve Mısır sibi ilk uygarlıklarda geçmis zamanların taksimi ve yorumuna iliskin olarak, dinî veya mitolojik de olsa düsüncelerin yer ettigi bilinmektedir.

Hayatın bütünlügü içerisinde insanlıgın geçmisini ve o geçmisteki düsüncelerin dinî, mitolojik, ilmî  olsun olmasın, insan düsüncesi olusumunun bir gerçekligi olarak kaale alınması, her seyden evvel, bilim adına bilimsel kısırlıga ve kısıtlısa düsmemek  için gereklidir. Kaldı ki bilimler içerisinde tarihin zaman – toplum – doga  düzleminde en kapsamlı bilim olması, tarihçininde bu yönde bir çalısmaya aday olusu, özellikle tarihçiyi insanla baslayan bir seçmisin tüm düsüncelerini bir bütün hâlinde ele almaya zorlar. Bu tavırdır ki her seye rasmen tarihçi kisilisi kendi zamanının ve gündelik anlayısların dısında ve üstünde tutacaktır. Tarihçi için objektif olmak, zamana, mekâna ve konulara cepheden bakmayı gerektirir.(1)

Eski Uygarlıklarda “Geçmis Zaman” Algılaması ve Tarih Sınıflandırılması

fiimdi ya da geçmiste, her bireyin kendi seçmis tasavvuru bulunur. Toplumsal hayat içinde yasamaya baglayan ilk zamanların bireyleri de atadan aktarılan sayısız geçmis olayları, kendi zamanları içinde daha da zenginlestirerek ancak az ya da çok degisikliklerle kendi gelecek kusaklarına nakletmislerdir. Nesiller arasında zenginleserek gelen bu anlatılar, bası ve sonu belirlenen anlatım bütünlügüne sahip oldukları ölçüde “efsane”ler manzumesi olarak halkların bellegine kazınırlar. Bunların bir kısmı zaman içerisinde kaybolup giderken, bir kısmı varlıgının sürekli kılma sansına sahip olurlar.

Inançlar, bilgi birikimleri, geleneksel anlatılar, yasadıkları zamanların niteligi; eski toplumların tarih tasavvurlarını kozmolojik bir yapının parçası olarak belirler. Geçmislerinde bizzat gerçeklesmis vakaların bazıları, kozmolojik akısın içerisinde belli bir noktadır. Örnegin, Sumer toplumunda Tufan olayı gibi. Tufan, Sumer toplumunda bizzat varolmus bir olay, anlatılarla efsanelesen bir anektot, kralların listelenmesinde bir ayraç, geçmis zamanın kavranmasında pratik bir deserdir. (2) Günümüz Ilk Çag Mezopotamya tarihini ele alan bilim adamları bile bu bölgenin tarihsel süreçleri içerisinde aynı olayı referans  noktalarından biri olarak kullanmaya devam etmektedirler.(3)

Gılsamıs Destanı’nda bir bölümü teskil eden Tufan, Tevrat ve Kur’anda da yer alır. (4) Sumer – Tufan anlatımında Ziugudra, Eski Ahit ve Kur’an’daki Nuh;  Yahudi, Hristiyan ve Islâm dünyasında uzun yıllar Dünya tarihinin iki ana bölümünün merkezî kavramı olmustur  (Nuh öncesi= Adem’den Nuh’a, Nuh sonrası = Nuh’dan bugüne).

Eski toplumlarda benzer biçimde vurgulanan yaratılıs anlatılarında (Mezopotamya, Orta Asya, Hint, Mısır, Iran vb.) insanın yaratılısına müteakip seçen ilk zamanlar “Altın Çag” dır. Yasanılan dünyayı göksel dünyanın izdügümü olarak gören, agagıdaki etkinliklerin gerçekliginin göklerde karsılıgının olduguna inanılan(5) eski zamanlarda, ihtimal ki yitip giden baslangıç dönemleri; yaratılısa, dogal olarak göksel alana en yakın zamanlardı.

Tarihî geçmisin çaglara ayrılması, nitelendirilmesi ve sıfatlandırılması hususunda Hint düsüncesinde ayrıntılı bilsiler bulunur. Buna göre;

I. Krita Yuga – 4800 yıl sürer

II. Trete Yuga – 3600 yıl sürer

III. Dvapara Yuga – 2400 yıl sürer

IV. Kali Yuga – 1200 yıl sürer

Yuga, devrenin en küçük ölçüsüdür. Her yuganın basında ve sonunda safak ile alacakaranlık bölümleri vardır.  Yalnız her tanrı yılı 360 insan yılına esit oldugundan toplam devre (MahaYuga) 4.320.000 yıl etmektedir. (6) En aydınlık çag (altın çag) Krita Yuga, en karanlık ve kısası ise bugün içinde bulunulan Kali Yuga’dır. Tüm bu devre bir “çözülme” (Pralaya) ile son bulur ve sonra tekrarlanır.

Eski Hint metinlerinde belirtilen bu devresel zaman teorileri, Budizm ve Jainizm’de de ana hatlarıyla kabul edildigi gibi Mezopotamya (Babil), Ibranî, Iran ve dogu felsefelerinden beslenen Sreko-Lâtin uygarlıklarında da görülür.(7)

Yahudi – Hrigtiyan Gelenekgel Yazımında Tarih Sınıflandırılması

Yaratılısı altı gün içinde anlatan Tevrat’da (8) Adem’den Nuh’a kadar pek çok peygamber hayatı ve yasadıkları yıllar belirtilmistir. Avrupa Orta Çag dünyasında, Tevrat-Incil bütünlügüne baglı  ve peygamber merkezli tarihi devreler ele alınmıs, buna göre tarihler yazılmıstır.

Tevrat – Incil gelenegine baglı bölümlemenin en açık örnegini, Hristiyan filozofu  St. Augustinus’ta (353-430) bulabiliriz. Buna göre tarih;

I- Adem’den Nuh’a,

II- Nuh’dan Ibrahim’e,

III- Ibrahim’den Davud’a,

IV- Davud’dan Israilosullarının Babil tutsaklısına,

V- Tutsaklıktan Isa’nın dogumuna

VI- Isa’nın dogumundan kıyamete kadar altı (6) bölüme ayrılır. (9) Yine Tevrat’a dayalı olarak evrenin insanın yılı da (örn. Alem M. Ö. 5508 yıl evvel yaratılmıstır) hesaplanmıstır.

XII. yüzyılda Florisli Joachim’in üç döneme ayırdıgı tarih; 1) Tanrı’nın egemenligi (Hristiyanlık öncesi), 2) Hristiyanlık çagı (Ogul’un egemenligi) ve 3) Gelecekte olacak Kutsal Ruh’un egemenligi seklindedir. (10)

Tevrat kökenli geleneksel tasnif Islâm ülkelerinde de etkili olmus, Kur’anı da gözönünde tutmak kaydıyla önce Peygamberler Tarihi (Enbiya Tarihi), daha sonra Sâsanî, Roma, Hz. Muhammed, Dört Halife (Hülafa-i Rasidin), Emevî, Abbasî, Osmanlı süreçleri takip edilmistir. (11) Yine bu gelenege baglı olarak çesitli hükümdar sülalaleri ve uluslar Nuh’un ogullarına degin baglanmıstır. (12)

XVI. Yüzyıl ve Sonrası; Ön Tarih ve Yazılı Tarih Çagları  Bütünlügünde Tarih Sınıflandırılması

1492’de Amerika’nın kesfi, Batı düsüncesinde meydana gelecek önemli degigimlerin de baslangıcı olmustur. Yeryüzü ve insan konusunda daha akılcı yaklasımların kapıları açılmıs, insanın geçmisi konusunda duyulan merakla, eskiden yapılmıs aletlerin incelenmesi yolunda arzular uyanmıstır. Diger taraftan, daha Selçuklu Türkiyesi’nde “müzecilik” açısından önemli  bir adım atılmıs, Türk – Islâm dünyasında çesitli çaglara ait eserlerin korunması yolunda belli bir gelenek olusmustur. (13)

Avrupa Rönesans hareketi içerisinde olusan anlayıs, Orta Çag tarih yazımlarına karsı da belli bir elestiri getirmistir. XVI. yüzyılın ortalarından Jean Badin, Orta Çagda kabul edilen tarih semasının Daniel’in Kitabı’ndan alınma üstünkörü bir semaya dayandıgını göstermistir. Aynı yüzyılda Italya ve Ingiltere’de de eski efsanelere dayalı tarih anlayısı ve bunlarla iliskili sınıflandırmaların yerine, elestirel tarih anlayısını ve yeni düzenlemeleri getirmeye çalısmıstır.

Batı’da XVI. yüzyıldan itibaren, ilk antika meraklıları, oyulmus ve yontulmus tasları biriktirmeye baslamıslar, eski esya koleksiyonları hızla çogalmıs ve kazı yapma düsüncesi dogmustur.

Ilk kazı, 1685’te Normandiya’daki Corheral dolmeni kazısıdır. XVIII yüzyılda, yine Tufan olayına baglı olarak, suların çekilmesiyle topraga gömülü kalan insanlar arandı. Sonraki yüzyılın ilk yarısında, fosillesmis kemiklerin pesine düsüldü. Bu arastırmalar sonunda birçok tas alet günyüzüne çıkarıldı. Böylece, insanın geçmisinin Tevrat gelenegine göre kaydedilen sürelerden çok daha eskilere gittigi anlasılmıstır. (14)

1644-1707 yılları aragında yasayan Alman bilim adamı Chrigtop Celariug, genel tarih için;

I- Egki Çag: Baglangıçtan 476’ya kadar,

II- Orta Çag: 1453 Igtanbul’un fethine (ya da Amerika’nın kesfine /1492’ye) kadar,

III- Yeni Çag: 1453/1492’den sonraki zamanlar seklinde bir bölümleme yapmıstır. Bu bölümleme Avrupa bilim adamları için senis kabul görmüs, 1789 Fransız Ihtilâli ise IV. yani Yakın Çag  baslangıcı kabul edilerek ikmal edilmistir. (15)

Ancak, XVIII. yüzyılın sonundan bugüne degin yapılan arkeolojik ve jeolojik arastırmalar ve prehigtorik dönemlere iliskin bilgilerin genislemesi, öncelikle insanlıgın en eski zamanlarının sınıflandırılması konusunda bir dizi sorun yanı sıra çesitli yaklasımların ortaya çıkmasına neden olmustur.

Bilim olarak prehigtorya ve prehigtorik dönemlerin sınıflandırılması: Prehigtorya, insanın varolusundan baslayarak medeniyetlerin belirsin olarak ortaya çıktısı (kentlerin kurulup yazının kullanıldısı) döneme kadar gelen evreyi ele alıp inceleyen bilim dalıdır.

Prehigtorya (16) insanlık tarihinin en eski dönemlerini inceleyen bilimdalı olmakla beraber; kendigi için belirledigi amaç, konu, metot, teknik ve vardıgı sonuçlarla özgün bir bilim olusu ancak yüzyıl  öncesine kadar gitmektedir. Bunun nedeni, prehigtoryanın ele alması gereken konulara iliskin verilerin ortaya çıkarılmasını saglayan çesitli tarihi ve beseri bilimlerin, önemli bulus ve basarılarının da yeni olusudur. Çünkü, ilk insanlara ait buluntuların ve kültürlerin varlısı jeoloji, paleontoloji, etnoloji ve antropoloji  bilgilerinin kesif ve arastırmalarıyla kesin olarak dogrulanabilmistir. Prehigtorya, öncelikle bu tür bilimlerin verilerini bir bütün olarak ele alıp toplumların uygarlık asaması öncesi ortaya koydukları kültürleri; bu kültürlerin ortaya çıkısını, aralarındaki iliskileri, geligmelerini, sanatlarını, sosyal ve ekonomik yapılarını, kısaca yasama biçimlerini inceler.

Günümüzde Prehistorya ile Tarih arasında büyük bir ayrım yapılmamaktadır. Ancak, dogrudan Tarih Çaglarını ele alan salt tarihçilik, yazılı belgelere baslı kalarak insanlıgın geçmisini arastırırken, Prehistorya yazıdan önceki (daha dogrusu Uygarlık Öncesi) zamanları konu edinir.

Yapılan arastırmalar insanlıgın ortaya çıkısının yüz binlerce yıl öncesine gittigini göstermektedir. Oysa ki Uygarlık Döneminin, yani Ilk Çag’ın basladıgından bugüne kadar gelen devre yalnızca 6.000 yıllık bir dönemi kapsamaktadır. Bu nedenle;

Insanlıgın ilk dönemlerinin (Prehistorik Dönemlerin)  uygarlık dönemine oranla çok uzun olusu, bu dönemlerde insanın tarihi ile tabiatın tarihinin iç  içeliginin çok daha yogunlugu yeni bir disiplin ihtiyacını dogurmustur,

- Prehistorik dönemlerin arastırılmasında, uygarlık dönemlerinin ele alınmasında izlenilen metotların dısında daha baska metodlara ihtiyaç duyulması, Prehistorya’nın baslıbasına bir bilim ve ögrenim konusu olmasını gerektirmistir. Buna ragmen, genel / dünya tarihi çalısmalarında Prehigtorya – Tarih bütünlügü gözetilmelidir.

Prehigtorik dönemlere ait çesitli buluntuların sayısı artınca geçmisi belli bir düzen içinde ögrenebilmek için bunların sınıflandırılmasına gerek görülmüstür. 1861’de Eduart Lartet, Aurignac ve Dordogne’deki magaralardan çıkan prehigtorik buluntuları sınıflandırma yoluna gitmistir. Ilk dönem sınıflandırmalarda dönemler çesitli bitki, hayvan ya da tabiat olusumlarının adlarıyla (Mamutlar Çagı, Ren Geyikleri Çagı, Buzul Çagı vb.) sıfatlandırılmıs sonradan bu tür bölümleme terkedilmistir. Zira, insanın tarihinin ele alınmagında, insanın zaman içindeki etkinlikleri ve bu etkinliklerin nitelikleri  dogrultusunda sınıflandırma yapmak daha akılcı bulunmustur.

Belli bir yerde toplu halde yasayan insanlar, o alanda belli bir yasama biçimi, olustururlar. Prehigtorik dönemlerde meydana gelen kültürlerin manevî unsurlarından yana herhangi bir buluntunun olmaması, bu unsurlara da belli bir ölçüde ısık tutabilecek maddî unsurları daha da önemli kılmaktadır. Prehigtoryacılar da, çesitli bölgelerdeki buluntuların zaman ve niteliklerini gözeterek kültür dizilislerini ortaya koymaya çalısmıslardır. Tas ve ilk kullanılan bronz ve daha sonra da demir kriter olarak kabul edilerek Prehigtorik dönemler Tas, Bronz ve Demir Çagı  seklinde sınıflandırılmıstır. (17)

Ancak, bu oldukça kaba bir sınıflandırmaydı ve Tas Çagı’nın kendi içinde sınıflandırılması geregi ortaya çıktı. Önceki Eski Tas (Paleolitik) ve Yeni Tas (Neolitik) Çaglar (18), daha sonra ise her iki devre arasına Orta Tas (Mezolitik) Ças eklenmistir. (19)

Prehigtorya Biliminin Gelisimi ve Metotları

1960 yılında Londra’da (o dönemde “Gray’s Inn Lane” adı verilen mahalde) soyu tükenmis bir file ait dis ile yakın iliskili olarak armut biçiminde bir tas alet bulunmus, ancak bu buluntunun önemi anlasılamamıstır.

Paleolitik tas aletleri bulup bunların prehigtorik dönemlere ait kültürlerin örnekleri oldugunu tespit eden ilk kisi  John Frere’dir. J. Frere, 1791’de Guffolk’daki Xoxne’de bugün Agöliyen diye adlandırılan kültüre ait bazı tas el baltalarını bulmus ve onların “çok eski dönemlere ait oldugunu” vurgulamıstır.(20)

1828’de Tournal’ın Bize’deki bir magarada ve daha sonra baska alanlarda yaptıgı çalısmalar, insanın yüzbinlerce yıl serilere giden bir geçmisinin oldugu konugunda ispatı mümkün verilerin elde edilmegini saglamıstır. (21)

Boucer de Pertheg, 1837’den sonra dünyanın yasıyla ilgilenmis, Abbeville alüvyonlarında yontulmus çakmaktasları bulduktan sonra yazdıgı  eserinde (Keltlerin ve Tufan öncesi Insanların Antik Kültürleri, 1847-1864), insanlıgın, Tufan öncesinde de var oldugu bilinen hayvanlarla aynı çagda yasamıs olduklarını göstermistir. (22) Pertheg, gtartigrafi ve tipolojiden yararlandıgı bu çalısmasıyla prehigtorya bilincinin temellerini atmıstır.

Pertheg’in baskanlıgında Fransa’daki buluntu yerlerine giden Ingiliz ilim heyetinin hazırladıgı raporlardan olusan ve 1863’te yayımlanan “Insanın Çok Eski Bir Geçmisi Olduguna Dair Jeolojik Deliller’i ise Clarleg Lyell adlı jeolog kaleme almıstır. Bu eserin yayınlanması, prehigtorya çalısmalarında ileriye dogru atılan önemli bir adımdır.

XIX.yy. boyunca süren çalısmalar sonucu fosillerden yontulmus tas aletlere ve kullanım esyalarına dek pek çok buluntu elde edildi. Bu gelismelere paralel olarak, Prehigtorik dönemlerin sınıflandırılması ve insanlıgın biyolojik kültürel asamaları konularında çesitli görüsler ortaya çıktı.

Baslangıçta Prehigtorik Dönemlere ait  arkeoloji hayal gücüne dayanıyordu. Arkeolojinin, jeolojik ve antropolojik metotlarla birlikte çalısması da yeterli olmamıs, kazı verilerinin  yorumlanmasında etnolojik açılımlara da önem verilmistir.

XX. yy. baslarında kazıların temel amacının kaplar, aletler, takılar  gibi bir kısım nesneleri bulup çıkarmak oldugu için, bazı önemli yataklar bu kazılardan tahrip olabiliyordu. Yüzyılımızın ikinci yarısında arkeologların görüsleri yavas yavas degisirken, kazı metodlarında da önemli gelismeler olmustur. Bunun öncülerinden biri etnolog ve antropolog olan Leroi-Gourhan’dır.

Leroi-Gourhan, 1952 de basladıgı Arcy-su-cure kazılarında yeni bir yaklasımın öncülüsünü yaparak, en küçük ve önemsiz ayrıntıları bile tek tek incelemeyi yesler.

Prehigtorya’ya iliskin yaptıkları çalısmalar ve yayımladıkları eserleriyle L.G.B. Leakey, Richard Leakey, V. Gordon Childe, Robert J. Braidwood’u anmak gerekir. Ayrıca; Çinli arkeolog Pei Ouen – tehoung, Pekin yakınlarındaki Chou Koitien magarasının kazısında; Rus arkeologlardan G. Bontch – Ogmolovgki, Kırım’daki Kiik-Koba magarasının kazısında; A. Okladnikov  ise Özbekistan’ın güneyinde yer alan Deliktas magarasının kazısında önemli çalısmalar sergilemislerdir.

Prehistorya’nın Metodu: Genel çerçeve içeriginde prehistoryacı da bir tarihçi sıfatına sahiptir. Ancak, tarihçi, kentlesme ve onunla birlikte olusan çesitli gelismelere baglı olarak ortaya konulan açıklayıcı nitelikteki  verilerinden (yazı vb.) hareket ederek geçmisi arastırır ve yorumlar. Ne var ki, örgütlenmis toplumları inceleyerek bunlar arasındaki ikili iliskileri tespit etmek için o toplumların sıkı sıkıya baglı oldukları -dogal dünya-yı da gözönünde tutan prehistoryacının elinde  hiçbir yazılı belge yoktur. Bir diger deyimle, olayların anlatıldıgı metinlerden yoksun olan prehistoryacı izaha muhtaç bulunanlarla yetinmek zorundadır. Basarısı da büyük oranda arkeolojik rastlantılara, jeolojik tespitlere, paleolitik incelemelere, antropolojik açıklamalara, etnolojik ve sosyolojik yorumlara; ayrıca, fizik kimya – biyoloji gibi tabiî bilimlerin bulus ve tekniklerine dayalıdır. Daha önce de belirttigimiz gibi, prehistorya bir kısım beserî ve tabiî  bilimlerin bulus ve tekniklerine dayalıdır (23). Daha önce de belirttigimiz gibi, prehistorya bir kısım beserî ve tabiî bilimlerin kesisim noktasıdır. Tüm bu bilimlerin verilerini, mekân-zaman-olay boyutunda ele alıp, insanlısın uzak geçmisinin tarihini ortaya koymak prehistoryanın isidir.

Buluntuların Tarihlendirilmesi: Baslangıçta tesadüfi, sonraları bilinçli olarak toplanan buluntular, belli bir asamadan sonra sistematik olarak arastırılmaya tabi tutulmus, bulunan seylerin sınıflandırılması zorunlu olmustur. Geçmisin anlasılmasında, verilerin zaman sırasına konularak sınıflandırılması gerekir. Bu amaçla bilim adamları buluntuların zamanının tespiti konusunda çesitli çabalarda bulunmus ve bazı teknikler gelistirmislerdir. (24) Bunlardan bazıları sunlardır:

a) Varve Sistemi: Bu sistem, buzul göllerinin diplerinde kalan alüvyon  birikintilerinin incelenmesine dayılıdır. Bu birikintiler, buzulların olusması ve çekilmesinden önce göl diplerine çökmüslerdir. Bunlar siyah ve beyaz olmak üzere iki yüzeyli bir biregimden olusmaktadır. Varye adı verilen alüvyonların tespit ve incelemeleri sonucu, o alandaki buzulların gerileme (çekilme) sürelerinin 8.000 yıl oldugu anlasılmıstır.

b) Polleng Fosillerinin Analizi: Buzul  sonrası dönemlerdeki bitkisel canlıların degisime ugramasının incelenmesiyle belli bir zaman tespiti de yapılabilmektedir. Bu sistem de kesinlikten yoksun, yaklasık bir zamanı (ki yaklasık son 15.000 yıl için) verebilmekte, ayrıca, sadece bazı yöreler için geçerli olabilmektedir.

c) Radyo-Karbon 14(C14) Sistemi: II. Dünya Savası’ndan bu yana, atom bilimcilerinin çalısmaları arkeologlara, dolayısıyla tarihçilere yardımları olmustur. Radyoaktiviteyle yapılan tarihlendirmeler, arkeologların o zamana kadar kabul ettikleri tarihleri büyük ölçüde degistirmistir. (25)

Digerlerine göre daha güvenilir olan bu sistem, yasayan tüm organizmaların Karbon – 14 elementi tasıdısı temeline dayanır. Bu elementin olusturdugu agırlık, canlılık sona erdikten sonra “çok yavas, ancak sürekli olarak” kaybolmaya baslar. Bilim adamları deri, kemik, tahta gibi kalıntılara radyo – karbon uygularlar. Organizmada kalan C14’ün tespitiyle, bulunan seyin ne zaman öldügü ve hangi çaga ait oldugu anlasılır.

Prehistorik Dönemlerin Sınıflandırılmasında arkeolojik tanımların yetersizligi: Prehistorik dönemlerin Tas, Bronz, Demir Çaslar altında bölünmesi hâlâ bazı tarihçiler tarafından kullanılmıs olsa da pek çok konunun açıklanmasında yetersiz ve mahsurlu bulunmaktadır. fiöyle ki;

Tas ya da maden aletler, nicelik ve nitelikleri itibariyle herhangi bir kültürün bütününü ortaya koyamazlar. Herhangi bir maddenin  ya da tasın, islenisiyle ilgili seviye, yapıldıgı kültürün seviyesiyle aynen örtüsmez. Örnegin göçebe bir toplum madencilik konusunda çagdas herhangi bir toplumdan daha geride olsa bile, baska nitelikleriyle daha zengin ve ileride olabilmektedir.

Tasın, prehistorik dönemin baslarında (ister istemez) temel ölçüt olarak kullanılmasında isabet olabilir, ancak sonraki devrelerde, özellikle prehistorik dönemin sonlarında yogunlasan yerlesikligin bas gösterdigi zamanlarda tarımsal faaliyetler ve buna baglı degisik nesneler de ortaya çıkmıstır. Sınıflandırmada bu nesnelerin de kriter yapılmaması için hiçbir neden yoktur.

Tas, Bronz, Demir Çagı sınıflandırması, öncelikle Avrupa kıt’asının muhtelif alanlarında yapılan arastırma sonucu elde edilen buluntulara ve buluntuların kronolojik sıralamasına denk düsebilir. Aynı “nesne-zaman” çizelgesi Asya ve Ön Asya’daki prehistorik dönemlerle uyusmamaktadır. Bu nedenle de  evrensel bir sınıflandırma için yalnız bu nesnelerin kullanılması yeterli degildir.

Insanın  ortaya çıktısı zamanlardaki jeolojik dönemler tüm yeryüzü için uygulanabilir ve o dönemlerdeki insan topluluklarının yasama biçimi benzer ya da oldukça yakın mütalaa edilebilir. Ancak, Pleistosen’in son devrelerinde ve Hologen’de dünyanın her yerinde aynı sekilde hüküm sürmemistir. Aynı dönem içinde, ancak farklı yerlerde yasayan toplumların farklı iklim sartları olmaları nedeniyle aralarında kültürel farklılıkların olabilecegi açıktır. Kaldı ki, aynı dogal sartlarda yasayan aynı döneme ait ve fakat farklı bölgelerdeki toplumların kültürlerinin niteliklerinin de aynı olacagı beklenmemelidir.

Insanlık tarihinin tümünün zaman gibi izafi bir kavramla ya da tas maden gibi sınırlılıklarla karsılanmaya çalısılması eksiklikten ve hatadan baska bir sey olamaz.

Bu örnekleri çogaltmak mümkündür.

Yukarıdaki tespitlerden de anlasılacagı gibi Prehistorik Dönemlerin sınıflandırılması, tümüyle arkeolojik buluntulara ve yorumlara göre yapılmıstır. Oysa ki insanın seçmisinin aydınlatılmasında etnolojik, sosyolojik ve antropolojik açılımlara da ihtiyaç vardır.

 

1915’lerde Elliot Gmith; paleolitik, mezolitik, neolitik kavramlarını benimsemekle  beraber, bu dönemler arasındaki farkı yalnızca tas endüstrisinin selisimiyle degil, “tasın cilalanması, hayvanların evcillendirilmesi ve bitki yetistirmeciligi” gibi etkinliklerle ortaya koymaya çalısmıstır.(26) Sonraki arastırmacılar daha baska etkinlikleri baz olarak seçmis dönemleri farklı ifadelerle sınıflandırmaya çalısmıslardır. Bunlardan L. Henry Morgan ve G. Childe’nin “ekonomik ve toplumsal evrim asamaları” nı ortaya çıkarmak kaygısıyla hareket ettikleri, agırlıklı olarak ekonomik etkinlikleri temel alarak sınıflandırma ve sıfatlandırma yaptıkları sörülmektedir.

Gerek Morgan ve gerekse onun bu anlamda takipçisi Childe, daha baslangıçta toplumları “evrimci” bir sablon içinde görmek ve bunu da tümüyle ekonomik bazda ele almakla monist ve determinist  bir tavır almıslar, onun da ötesinde, göreceli ve bazı yakısıksız  sıfatlarla (vahsi, barbar, ilkel, ilkel sürü vb.) geçmisi yorumlamıslardır. Her iki bilim adamının da pek çok önemli katkıları olmakla birlikte, diger teorilerde de görüldügü gibi kendi anlayısları dogrultusunda bir sablon ve buna uygun kurgusal yorumları, tarihin gerçekliliginin ötesine seçen ve o oranda yanıltıcı  ifadelerle doludur. (27)

XIX. yüzyılda, toplumların gelisiminin evrimci bir sablon etrafında yorumlanma çabası L.H. Morgan’la sınırlı olmadıgı gibi (28)  onun takipçiligini de yalnızca G. Childe yapmamıs, daha o yıllarda Marx’la birlikte çalısan F. Engelg  tarafından aynen benimsenmistir. (29)

Evrimci teoriler yanı sıra daha baska teorilerlede (örn. difüzyonizm, fonksiyonalizm, striküralizm gibi) genel olarak tarih, özel olarak da prehistorik dönemler hakkında bazı yorumlar getirilmistir. Gerek tarihsel olay ve olguların ortaya çıkıgı, gerek bunların gelisimi ve gerekse sınıflandırmalar konusunda, ortaya atılan görüs ve düsüncelerin kültür kavramı etrafında yapıldıgı görülmektedir.

GEÇMISIN SINIFLANDIRILMASI ÜZERINE GENEL BIR DEGERLENDIRME VE SINIFLANDIRMALARIN BÜTÜNLÜK, SÜREKLILIK, DEGISIM ÇIZGISINDE YENIDEN DÜZENLENMESI

Ulasılabilir en eski (kadim) zamanları içeren ve sonraki dönemleri içine alan genel tarih yazımlarında karsılasılan güçlüklerden, daha dogrusu uzlasılamayan  konulardan biri; geçmisin dönem, evre ya da ças adı altında sınıflandırma ameliyegizde görülür. Modern dünyanın öncülügünü yapan batı merkezli tarih sınıflandırmaları, günümüzde sagduyu sahibi bilim adamlarını hosnutsuz kılmaktadır. Tarihsel dönemlerin zaman kesitlerine karsı olunmamakla birlikte, dönem ve devrelere verilen sıfatlar artık  benimsenilebilir olmaktan çıkmak durumundadır.

Dönemlerin ya da bu dönemlerin kapsadıgı iç evre ve safhaların referans noktaları tarihçinin kisisel tercihi imis gibi görükse de kisisel tercihlerin belirlenmesinde, tarihçi duyarlılıgı ve sorumlulugu bulunur. Bu sorumluluk, yalnızca klâsik tarih yorumlarının kalıcı kıldıgı yerlesik anlayıslara degil, okurların o ana kadar kazandıkları tarihî bilgilere karsı da hissedilir. Onun içindir ki, yenilik getirilmek istenen hususlarda, geçerliligi olan genel anlayısların ortaya koydugu kuralların  yıkımını ya da ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir yaklasım içinde olmak zorunlu degildir. Eger varsa, bu anlayıs ve kuralların eksigini tamamlamak yahut onları yeniden yorumlayıp biçimlendirmek gerekir. Öte yandan, genel anlayıs ve kurallar, günümüz tarihçigini ikna etmekten ırak ise yenilik adına yapacagı degisiklik hakkı dogabilmektedir. Tarihçi duyarlılıgı ve sorumlulusunun arttıgı bu noktada, öne sürülecek tekliflerin diger bilim adamlarının da (en azından) bir çırpıda rededemeyecegi kadar saglam esaslara dayanması beklenir.

“Klâsik sınıflandırma” adı altında, özellikle arkeolojik kavramlar kullanılarak yazılan çok sayıda tarih mevcuttur. Bu yaygınlık tarihin anlasılır olmasında, özellikle de toplumsal – kültürel gelismelere esas olan çalısmalarda yeterli degildir. Çünkü, toplumsal gelismelerin niteligi ve bu gelismelerin zaman ve mekânla olan iliskisi ile bunların ele alınısındaki yöntem, kendi içinde yapısal  bir bütünlük arz etmektedir. Ancak, tarihçiler arasında bu birliktelikler aynı duyarlılıkla ele alınmamaktadır.

Insanlıgın geçmisine iliskin yapılan sınıflandırmalardaki temel yanlıs, bilinen ya  da dogru olduguna inanılan bazı olguların esas alınıp bütün bir geçmisi bu noktalardan yorumlamak olmustur. Oysa ki geçmisin herhangi bir dönemi (herhangi bir kesiti) kendi ortamının sahip oldugu olgularla ilintilidir. Bizim kendi zamanımızın degerleri içinde takındıgımız tutum ve kendi sartlarımıza baglı algılarımız, geçmisle örtüsmek durumunda degildir. Ayrıca, geçmise ait herhangi bir belge, bulundugu belli bölge ve zamanın gerçekligini gösterirken, belgesi bugüne degin gelemeyen mekân ve zamanların yok sayılması düsünülemez. Kaldı ki belge, içerdigi anlam itibariyle, olustugu dönemin ancak belirli cephelerinin niteligine iliskin bir kanıttır.

Dünyanın pek çok yerinde ve pek çok bilim adamının kullandıgı sınıflandırmaların hemen hepsi “Avrupa merkezli”dir.  Oysa ki, kıt’a olarak özellikle Avrupa’daki verilerin ele alınmasıyla ve yine Avrupa’lı bilim adamının kendi kültürel yapıgı içinde yaptıgı degerlendirmeler, tarihî gerçekliklerle aynen örtüsmemektedir. Elbette ki Avrupa kaynaklı açıklamaların pek çok makul yönü bulunmaktadır. Ancak bu, Avrupa merkezli anlayısları ve ortaya koydukları açıklamaları tümüyle kabul edilmesini gerektirmedigi gibi, bizzatihi yine Avrupa ve ABD kökenli çesitli ilim adamlarının bir kısmı da geleneksel batı modellerini asma noktasında bulunmaktadırlar. (30)

Tarihi olaylar konusunda yapılacak degerlendirmelerde etkili olabilecek yeni bilimsel gelismeler ve anlayısların ortaya çıkması, Batı Avrupa kaynaklı klâsik sınıflandırmaları ve bu sınıflandırmalar içinde yapılan yorumların yetersiz ya da hatalı oldugunu ortaya koyabilmistir. Bunun sonucunda, tarihi yorumlarda daha itidalli, abartısız, çesitli ideolojik saplantılara baglı kalmaksızın; tecrübî bilgi ve son verilere göre degerlendirme yapmak kaçınılmaz olmustur.

Sınıflandırmada kullanılan kavramların geçiminde bazı kriterlerin esas alınmasının önemi bulunmaktadır. Özellikle söreceli kavramların kullanılmasından kaçınılması; evrensel, olsu ve olayların gerçegine tekabül eden, üzerinde ihtilâfın olma ihtimali en az olan kavramların kullanılmasına özen gösterilmesi gerekmektedir.

Esasında tarih, tarihçinin geçmisi tasavvur ve tasvir edisi, tasarlaması ve soyutlaması olarak da tanımlanabilir. Geçmisin tasarlanan ve tasvir edilen süreçlerinin yine bir tasarı ve soyutlama ürünü olan matematik kavramlarla (sembollerle, örn. rakamsal ifadelerle) ayrımlanması, sıfatlandırmalara baglı pekçok riski ortadan kaldırabilir. Ne var ki salt matematiksel ifadeler, dönemlerin tanımlanmasında yeterli olmayacaktır. Bu durumda; matematiksel ifadelerle belirlenen bir dönem; o dönemin nitelisini en iyi belirleyecek kapsayıcı kavramlarla, ayrıca bilim adamlarının çosunlusunun kabullendigi ve fakat yargı ya da yanlıs sıfatları içermeyen tanımlamalarla desteklenebilir.

Yetersizliklerine ragmen kullanımı genellesen ve hatta anlam kaymalarıyla yanlıs çagrısımlardan çıkabilen bazı kavramlar (Örnegin Paleolitik, Mezolitik gibi arkeolojik kavramlar) kısmen etnolojik ve sosyolojik anlamları kısmen içerir durumdadır. Bu arkeolojik kavramlar, bazı açıklayıcı cümle ya da kavramlar da kullanılarak tarihî yorumlamada yeterli kılınmaya  çalısılmaktadır. Diger taraftan bir çok antropolog, arkeolog ya da dogrudan tarihçilerin kullandıgı dönem, evre, devre, asama, ças vb. kavramlar; gerektigi safhalarda kullanılarak yararlanılma yoluna gidilmektedir.

Her ne kadar bilim olarak insana ait belgelerin ortaya çıkısıyla somut bir baslangıca sahip olsa da, tarih, insanla baslar. Insanlıgın en eski zamanları insan-doga birlikteliginin en yogun dönemidir. (31) Bu dönemde;

1) Ilk insan ya da insan toplulukları, insan-toplum bileskesinin elverdigi ölçüde, dogal yasama biçimine sahiptir. Burada insan-toplum bileskesini özellikle vurgulamak serekir. Çünkü, toplumsal insanın varlık alanında su ya da bu biçimde degerler dünyası olmustur. Bu nedenle de “sürü” diye nitelendirme yapmak gerekmemektedir.

2) Insan-doga birlikteliginin yogunlugu, zorunlu olarak, doganın belirleyiciligini önemli kılmaktadır. fiu hâlde insanın ortaya çıktıgı IV. Zamanın, daha özelde Pleistogen’in cografî kosulları (Buzullararası ve  Buzullar) ve bu kosulların insanın varoldugu belirlenen yarı-küre ile kıt’alardaki dagılımı; dolayısıyla toplulukların yasama biçimlerine olan etkilerini, bugüne kadar gelen belgeleri de degerlendirerek dogru analiz edilmelidir.

3) Zamanımızdan 12.000 yıl önce, özellikle Kuzey Kutbu’nu dogrudan ilgilendiren ve sonraki insan hayatlarında oldukça etkin olan buzulların erimislisi, dünya tarihinin en önemli dönem noktalarından birini teskil eder. Arkeolojik ifadeyle “Üst Paleolitik”in sonu ve “Mezolitigin” baslangıcı olan bu tarih, toplumsal-kültürel farklılasmaların baslangıcıdır.

Yeryüzünün degisik alanlarında (deniz ve göl kenarları, bozkırlar, ormanlar, çöller ve ırmak kenarları) degisik yasam biçimlerinin ortaya çıkması; her yasam biçiminin (kültürün) kendi içinde (derinlesmesi) süreci takip edecek, bunu da farklı yetkin kültürler arası iliskiler ve bütünlesmeler izleyecektir. M. Ö. IV. bin içinde Mezopotamya, Hindistan, Mısır, Çin gibi belli alanlarda hemen hemen aynı zamanlarda sehirlerin bir anlamda uygarlıkların filizlenmis olması, öncelikle, önceki farklı kültür unsurlarının yerlesik tarım toplumlarının kentlesme yolunda gelismelerini etkilemesiyle izah edilebilir.

Pek çok prehistoryacı ya da tarihçi, Mezolitisi uygarlık asamasına geçis sürecinde basat kabul edilen Neolitige geçiste bir ara dönem/geçis görme egilimindedir. Oysa ki uygarlıgın esas alındıgı Neolitik, tarımcı toplumlara geçisin alt yapısını teskil etmektedir. (32) Hatta geçis olabilme özelligini, diger bozkır, deniz, çöl ve orman toplumlarıyla “iliski ve bütünlesme” çizgisinde gösterebilecektir. Zira, kentlilesme sürecine giren tarım toplumlarının uygarlık adına kazandıkları temel dinamiklerin olusumu, diger farklı kültürlerle iliskinin bir sonucudur.

4) Klâsik sınıflandırmada “Ilk Çag”, uygarlık tarihinin ilk evresidir. Uygarlık ise içerdigi nitelikleriyle kentle büyük oranda örtüsmektedir.

Daha önceleri, uygarlıgın bir yerde dogup (Mezopotamya’dan) diger alanlara buradan yayıldıgına inanılmaktaydı. Oysa ki bugün böyle olmadıgı, M.Ö. IV. binde Mezopotamya, Orta Asya, Mısır, Hindistan ve Çin gibi alanlarda hemen hemen es zamanlı bir dönemde kentlerin ve kent devletlerinin kuruldugu bilinmektedir. Ancak, hâlâ tarihçilerin yeterince üzerinde durmadıkları, hatta gözden kaçırdıkları nokta, es zamanlı olarak ortaya çıkan uygarlıkları var eden temel toplumsal-kültürel dinamiklerin anlasılması ve analizi olmustur. Iste, kentlesme-uygarlasma sürecinin tarihin belli bir zamanında (M.Ö.IV. bin) ve fakat ayrı ayrı alanlarda ortaya çıkmasının anlasılmasında; Son Buzul Çagı’nın (Würm) erimesi ve bu erimeden sonraki cografi konumları insan göçleri, kültürel çesitlenmeler, kültürel derinlesmeler, kültürel iliski ve bütünlesmeler dogru olarak ele alındıgında pek çok sorunun cevabı bulunmus olacaktır.

5) Ilk köylerin, yani tarım ve hayvancılıga baglı olarak ortaya çıkan ilk yerlesme birimleri, ırmak-su kıyısı toplumları, yerlesik kültüre geçen toplumların kendi yasama biçimlerinde “kültürel yetinlesme”nin oldugunun göstergesidir. Bu aynı zamanda, çöl, deniz, orman ve bozkır toplumlarının da her birinin kendi seyrinde derinlik (yetkinlik) asamasına eristigi zaman olarak kabul edilebilir.

6) Bir diger önemli nokta da, özellikle Uygarlık Dönemi ve  bu dönemin asamalarının iç evrelerinin belirlenmesinde; uygarlıkları belli bir zamana mahkûm kılmak ya da belli uygarlıklara baglı  olarak mütaala etmek yerine; ele alınan uygarlıga göre düzenlemek gerekir. Baska bir deyisle, tüm uygarlıkları aynı zaman dilimleri ve bu dilimlerde sıfatlanan nitelikler dogrultugunda adlandırmak yerine, her uygarlıgı kendi dinamikleri içinde bölümlenmesi daha uygun gözükmektedir. Çok parçalı gibi gözükse de, bu bölümlemede üstünkörülük ortadan kalkacaktır. Insanlıgın genel  tarihi süreci içinde bazı evrensel noktalar belirlenmesi ise çok parçalılısın belli bir bütün içinde görülmesini saglayacagı göz önünde tutulmalıdır.

7) Genel tarih kapsamında insanlıgın gelisim süreçlerinin ele alınması, nicel gelisme gösteren toplumların ele alınması seklinde olmustur. Bu nedenle tarihin sınıflandırılması ve islenmesinde tarımcı – yerlesik toplumlar ve bu toplumların devamı olarak gelen uygarlıklar ele alınır. Ancak, bu  sınıflandırma tüm insanlık tarihini aynı oranda içine almaz. Bazı toplumlarda dogal yasama biçimi hâlâ devam ettigi gibi, kültürel farklılasma döneminde belli bir yasama biçiminde yetkinligine ulasan toplumlarda, bu tarzı devam ettirebilmekte ya da bazıları kentlesme asamasına farklı zamanlarda geçmektedirler. Bu nedenle, dogal / tecritî (kapalı) toplumlar ile devinsen toplumlar birlikte de ele alınsalar da, her biri için ayrı “çekirdek kültür” alanları içinde ayrı ayrı tasnifler yapılması da zorunludur.

Asagıda; arkeolojik veriler ile ekonomik üretim biçimini temel alan tarih dönemleri sınıflandırılmaları yanı sıra yasama biçimlerini bütün olarak ele alan yeni bir bölümleme (33) ortaya konulmustur.


 

*     Yard. Doç. Dr.; Inönü Üniversitesi.

1    Zaman-mekân-toplum düzleminde olayların irdelenmesi, hayatın bütünlügü içerisinde tekil olayların neden – sonuç iliskisi içinde ve fakat gerçekligini hangi boyutunda yer aldıgının anlasılması: bütüncül bakıs açısının bir baska ifade ile tevhidî bakısında temel esprisidir. Marx, “dünyaya cepheden bakmak gerekir” diye vurgularken, bir ölçüde bütüncül yaklasımını ortaya kor. Ancak, olayları yorumlamakla yetinen filozofları elestirisi, olayları belgelere baglı olarak ele alan tarihçiyi ilgilendirmedigi gibi, tarihi geçmisi maddî kosulların belirlenmesi esası üzerine kurdugu sınıflandırma, onun kendi tarihcisi /ideolojik açılımının bir ürünüdür. Bilimsel anlayısın ideolojik açılımlardan uzaklastıkça saglıklı zeminlere oturtabildigi günümüzde, Marx’ın açılımı dahil, tümü “çesitli tarih görüslerinin tarihçesi” olarak ele alınmaktadır.

2    Arkeolojik konularla da varoldugu kanıtlanan Ön Asya’daki tufan, kıt’a ve hatta kuzey kutbu genelinde yer yer vuku bulan buzullasma ve buzulların erimesine baglı olarak (!) baskaca toplumların geleneksel anlatıları içinde de yer almıstır.

3    S. N. Kramer, Tarih Sumerde Baslar, (Çev. K. ‹ren). ‹stanbul 1992, s.183 vd.; J. Campbell, Dogu Mitolojisi, (Çev. K. Emiroglu). Ankara 1993, s.135; Firuzan Kınal, Eski Mezopotamya Tarihi, Ankara 1983, s.50-52.

4    N. K. Sanders, Gılgamıs Destanı, (Çev. S. Kutlu – T. Duralı). ‹stanbul 1973, s.112-117.

5    Mircea Eliade, Ebedi Dönüs Mitosu, (Çev. Ü. Altug). ‹mge Yayınları, Ankara 1994, s.21.

6    M. Eliade, age., s.112 vd.; Korhan Kaya, Hint Mitoloji Sözlügü, “Yuga” mad. Ankara 1997.

7    M. Eliade, age., s.115-121.

8    Tekvin / I. (Kitabı Mukaddes / Eski ve Yeni Ahit); Kitabı Mukaddes Yayınları ‹stanbul 1976, s.1.

9    M. fiükrü Akkaya, Tarih ‹lminin Tarihi II, Ankara 1938; Zeki Velidî Dogan, Tarihte Usûl, s.27.

10  R. G. Callinwood, Tarih Tasarımı, s.69.

11  Z. Velidi Togan, age., belirtilen yer.

12  Ebülgazi Bahadır Han, fiecere-i Terakime, Haz. M. Ergin, Tercü’man Yayınları, ‹stanbul, trhs., S.23.

13  Selçuklu Devleti hükümdarı Alaeddin Keykubad, H. 618 (1221) yılında verdigi bir emirle, Konya kentinde bir sur yaptırmıs ve çesitli çaglara ait sanat eserlerini burada toplatmıstır. Aynı tutum Selçuklulara ait baska kentlerde de sürdürüldügü gibi, Osmanlılarda da devam etmistir.

14  Théma Larousse I, Milliyet Yayınları, 1994, s.30.

15  Z. Velidi Togan, age., s.27; ‹brahim Kafesoglu, “Üniversite Tarih Ögretiminde Yeni Bir Plân”, TAD, C.XIV, Sayı:19, 1964, s.3; “Tarih ‹lmi ve Bizde Tarihçilik” TAD, C.XIII, Sayı:17-18 (1962-1963), 1963, s.1-16.

16  Tarih, genel anlamda insanın varolusu ve ondan kalan buluntu ve belgelerle baslayan süreyi kapsadıgı için, Prehistorya’yı Tarih’in dısında göremeyiz. Prehistorya kavramının Türkçe karsılıgı “tarih öncesi” olmakla beraber, bu kullanım, sanki -tarih’in olmadıgı dönemlermis  gibi bir yanlıs anlamaya da sebep olmaktadır. Bu nedenle prehistorya için “ön tarih” karsılıgı daha uygun düsmektedir. Ayrıca bkz. Gordon Childe, Tarihte Neler Oldu, Çev. A. fienel – M. Tuncay, Odak Yayınları, Ankara 1974, s.18’de çevirmen notu. “Tarihten Önceki Zamanlar”  deyiminin yanlıs anlasıldıgı ve bunun orta ögretim düzeyinde de düzeltilmesi yolunda bir uyarı notu olarak, Tahir Erdogan fiahin, Tarih I, Ankara 1992, s.8 (1993 baskısında, s.10).

17  Tas, Bronz ve Demir Çagı terimlerini kullanan, Kophenhag (Danimarka) “Kuzey Antikaları Müzesi”nde sergilenen buluntuların düzenlenmesi yolunda çalısma yapan Thomsen’dir; Bordas – Laffont, Dünya Tarihi Ans. I, Yener Yayınları, ‹stanbul, Trhs. s.8.

18  Bu ayrım Luboock tarafından önerilmistir; Badas – Laffont, age., s.9.

19  G. Childe, Toplumsal Evrim, (Çev. C. Balcı), ‹stanbul 1994, s.22.

20  Linneaus ve Buffon, insanın diger yaratıklar arasındaki hiyerarsisinin doruguna çıkarıp onun gelismis bir memeli oldugunu vurgularlar. ‹nsanın geçmisinin jeolojik çaglarda da oldugu görüsünün yaygınlastıgı bu dönemde, Buffon, 1778’de yayınladıgı “Doganın Dönemleri” adlı eserinde; Klise merkezli düsüncelere baglı olarak, insanın geçmisinin 5-6 bin yıl önceye degil, daha öncelere vardıgını ifade eder. Bordas-Laffont; Dünya Tarihi Ansiklopedisi, s.9-10.

21  L.S.B. Leakey, ‹nsan Ataları, s.6-7

22  Jacques Boucher de Crevecceur de Perthes, Antiquiter celtiques et ante’dilu-viennes, 1847-1864.

23  fievket Aziz Kansu, Prehistorya Arastırmalarında Metodlar, AÜ-DTCF Yayınları, Ankara 1939. s.7 vd.

24  fievket Aziz Kansu, Antropoloji Dersleri I, C. P. Kottak, Antropoloji, s.76-179, 217-219.

25  J. Evin, “Radyokarbon ile Yaslandırmada Örnekleri Seçme Ölçütleri”, (Çev. I. Yalçınkaya) Antropoloji, Sayı:9 (1975-1976), 1980, s.47-53.

26  Gordon Childe, Toplumsal Evrim, s.24

27  Örnegin G. Childe, “fiayet ekonomik ve toplumsal evrim asamaları teknolojik temeller üzerinde tanımlanacaksa, yiyecek üretiminin de kesinlikle önemli bir asamanın baslangıcına isaret ettigini söylemek gerekir.” derken haklıdır. Ancak, devamında “Bu ölçütün, vahsilikten barbarlıga geçisi tanımlamak ve dahası, Barbarlık ve Neolitik evrimin örtüsmesini saglamak yönünde  kullanılmasını” önermektedir. Daha sonra ise biri arkeolojik digeri ise etnografik evrimin örtüsüp örtüsmedigine iliskin yorumlara girismistir. Oysa ki, “örtüsme”sorunundan önce, Morgan ve kendisinin kullandıgı “vahsi”-“barbar” kavramlarını sorgulaması gerekirdi. Anlasılan o ki, Avrupa’ya Roma’dan miras kalan “kendi merkezli bir dünyada baska toplumları -barbar- vb. görmek” egilimi, bilinç altında bu tip arastırmacıların ilmine de siyaret etmis olsa gerekir. Diger taraftan, Childe’nin anılan kitabının 12 yıl sonraki bir baskısına –önsöz- yazan  Martımer Wheeler, Childe’nin politik ve toplumsal felsefesinin eskimisligine isaretle, 1951’den sonraki arastırmaların onu yanlısladıgını (çömlegin vahsilikten barbarlıga geçis belirtisi sayılmasının  geçersizligi, yazının icadının uygarlıkla esitlenen sıklardan biri oldugunun kronolojik zaafiyeti, ileri barbarlık ölçütü olarak Miken Yunan seçisinin geçersizligini, gibi) belirtmistir bkz. Toplumsal Evrim, s.9-10

28  F. Engels, [Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, (Çev. Kenan Somer) Ankara 1977] bu baglamda yazmıstır. G. Childe aynı zamanda Engels’den de etkilenmis, onun Morgan’ın seması üzerinde yaptıgı degerlendirmeleri benimsemistir. Bkz. Toplumsal Evrim, s.16

29  XIX. yüzyılın diger evrimci ekole dahil olanlar arasında Henry Maine, Johan Jocob Bachofen, John Mc Lennan, Edward Tylor, James George Frazer de bulunmaktadır.

30  Örnek olarak bkz. Edgar Morin, Avrupayı Düsünmek, (Çev. fi. Tekeli), ‹stanbul 1995; Samir Amin, Avrupamerkezcilik, (Çev. M. Sert) ‹stanbul 1988; Ümit Hassan, “‹lkel – Toplum ‹liskisi Konusundaki Yaklasımlara Bir Bakıs”, Prof. Aziz Köklü’nün Anısına Armagan, Ankara 1984, s.230.

31  Jeolojik ve biyolojik düzlem içinde gelisen kültür arasındaki evrim iliskisi hakkında bkz. Fikret Ozansoy, “Jeolojik Tarihinde Biyolojik ve Kültürel Evrim ‹liskisi”, Antropoloji, 6 (1971-1972), 1973, s.181 vd.

32  Esasında matematiksel olarak da üç’lü bir yapıda ikinci konumda olan kesit dogal olarak “geçis” konumundadır. Birbirini izleyen tarihsel dönemlerden her biri, bir öncesi ve sonrasının “geçis”ini temsil eder. Ancak, Mezolitigin “geçis” addedilisinde bu dönemin öncesi ve sonrası dönemlere nazaran daha az önemde gören normatif bir yaklasım bulundugunu vurgulamak istedik.

 

 

İçindekiler...

 

© T.C. MEB Yayımlar Dairesi Başkanlığı
Teknikokullar, ANKARA
Tel. (312) 2128145
Fax (312) 2124668
med@meb.gov.tr

 

[ yukarı ]

Arşiv