MİLLİ EĞİTİM DERGİSİ

Sayı 162

Bahar 2004


OSMANLI DÖNEMİ İLKOKULLARINDA (SIBYAN MEKTEPLERİNDE) DİSİPLİN ANLAYIŞI VE UYGULAMALARI

Hüseyin ŞİMŞEK*

 

GİRİŞ

Toplumsal yasamın temel olgularından birisi olan disiplin, insan topluluklarının düzen içinde yasamasını saglayabilmek için konulmus kuralları, hükümleri ve bunlara uyulması için alınan önlemleri ifade eder. Bu anlamda disiplin, toplumsal yasam açısından koruyucu bir isleve sahiptir ve söyle tanımlanmaktadır: Disiplin, baskaları tarafından isbirligine kapalı, saldırgan ya da diger engelleyici tepkilere maruz bırakılmıs insanların haklarını korumaya yöneliktir.1

Disiplin egitsel açıdan farklı biçimlerde tanımlanmıstır. Bu tanımlarda disiplin, genellikle egitsel sürecin bir parçası ve olumlu davranıs kazandırma süreci olarak anlasılmıstır. Bir tanıma göre disiplin, kisinin kendi kendisini yönlendirerek, olumsuz davranıslarını önlemesine; toplumun kuralları ile hukukî, ahlakî, ve kültürel degerlerine uyum saglamasına yardım eden egitsel bir süreçtir.2 Baska bir tanıma göre ise disiplin, ögrencilerin hareketlerinin ve davranıslarının gelistirilmesi için sistematik bir egitim sürecidir.3 Rossing disiplini, bir hedefe ulasabilmek için bireyin içtepilerini düzene sokma biçimi4 olarak tanımlarken, disiplini, ögrencilerin davranıslarını dogal ve bilinçli bir düzen ve ahenk içinde yürütme tedbirleri; baskalarına ve kendine karsı özen ve saygı eylemi; isbirligine kapalı saldırgan veya diger engelleyici tepkilere maruz bırakılmıs insanların haklarını korumaya yönelik önlemler dizini5 olarak tanımlayanlar da olmustur. Son olarak genelleyici bir tanımda disiplin, ögrencinin özdenetim, kisilik kazanma, toplumsallasma, takım üyeligi kazanma, deger verme, tarafsızlık, sorumluluk, güvenirlik, iyi alıskanlık, içsellestirme, amaçlı ve kooperatif etkinlikler gibi islevleri bulunmaktadır.6

Disiplinin bu olumlu tanımlarına karsın, kısıtlayıcı hatta cezalandırıcı boyutuna isaret edenler de olmustur. Bir tanımda disiplin; ögrenciye hangi davranısların istenilir oldugunu gösterip ögretme, bu davranısı sergileyip sergilemedigini izleme, davranısı beklenenden daha iyi sergilediginde onu ödüllendirme, iyi sergilemediginde ise cezalandırma7 biçiminde tanımlanmıstır. Bu yaklasıma göre disiplin, ögrencinin evde veya okulda büyükleri tarafından verilen emirlere itiraz etmeden uyması, yasaklanan davranıslardan uzak kalması,8 anlamına gelmektedir.

Özet olarak disiplin, egitimsel amaçları davranısa dönüstürme sürecinde ögrencilerden istenen davranısları belirlemeye, sergilemeye, yenilemeye ve bunları denetleyip sonuçlarını degerlendirmeye yönelik etkinliklerin tümü olarak tanımlanabilir.9

Egitim sürecinin bir parçası olan okullarda disiplini gerekli kılan çesitli nedenler bulunmaktadır: Disiplinin okullar açısından gerekli olmasının baslıca nedenini, okulların kurulus amaçları ve onlardan beklentiler olusturmaktadır. Bilindigi gibi formal ve bürokratik bir örgüt olan okulun isleyisi, yönetimi ve denetimi yasalarla düzenlenmistir. Okul, tanımlanmıs amaçları ve islevleri yönüyle de, büyük bir toplumsal sorumluluk yüklenmistir. Öte yandan toplum da, okuldan her açıdan dengeli bireyler yetistirmeyi beklemektedir. Okuldaki etkinligin egitsel amaçlara uygun, plânlı, kurallı ve düzenli olması toplumsal bir beklentidir.

Okulda disiplinin amacı, tüm bu beklentileri karsılamakla birlikte, ögrenciye kendi davranısını istenen davranıslarla kıyaslayarak, denetleme ve degerlendirme alıskanlıgı ve yeterliligi kazandırmak, sosyallesmesine yardımcı olmak, dogru düsünme ve degerlendirme kriterleri çerçevesinde hareket etme alıskanlıgı kazandırmak10 biçiminde ifade edilebilir.

Ancak bu olumlu beklenti ve amaçlarla konulmus olan kuralları ihlal eden ögrencilerin bulunması, egitim kurumlarında sıkça rastlanan bir durumdur. Bu ögrenciler, okul disiplinini bozan kisiler olarak görülmekte, disipline uymamak ise yaptırım ve ceza gerektiren bir davranıs olarak kabul edilmektedir. Ögrenciye disiplin cezası verilmesinin temel amacı ise, istenilmeyen davranısları için caydırıcı ve yasaklayıcı etkisinden yararlanmak, aynı ve benzeri suç sayılan eylemlerin yinelenmesini önlemek, kurallara aykırı davranıslar karsısında uygulanacak yaptırımlar hakkında ögrencilere somut örnekler göstermek11 biçiminde anlasılmaktadır.

Öte yandan disiplin, bir süreç içersinde anlam kazanmaktadır. Öncelikle disiplin, kurallara uyması gerekenler açısından belirli bir baskı olusturur. Baskı, bireyleri kurallara uymaya zorlayan araçsal bir önlem olarak düsünülmektedir. Fakat zaman zaman baskı da disiplini saglamak için yeterli olmamaktadır. Bu durumda genellikle ‘cezalandırma’ yöntemine basvurma yoluna gidilmektedir. Egitim kurumlarında disiplini saglamak için baskı ve cezalandırma yoluna gidilmesi, degisik dönemlerde degisik görünümler almıstır. Gerek baskı gerekse cezalandırma yöntemine basvurulması, disiplin saglama açısından islevsel bir önlem olarak görülmüstür.

Ögrencilerde sıklıkla görülen ve disiplin bozucu olarak kabul edilen davranısların bazıları söyledir: “Diger ögrencilere kabadayılık taslamak, baskalarını düsünmemek, sigara içmek, okula geç gelmek, okulu izinsiz terk etmek, koridorlarda yarısmak, kaba konusmak, diger ögrencilere, ögretmenlere, yöneticilere ve personele kaba hareketlerde bulunmak, sözle taciz etmek, arsız ve uygunsuz davranıslar göstermek, fiziksel olarak arkadaslarını incitmek, sınırlanmıs alanlarda aylaklık etmek, okulun malına zarar vermek, görevli oldugu okul etkinliklerine katılmamak.”12 Ancak ögretmen davranısları da kimi zaman disiplin sorunlarının ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Ögrenciler açısından huzursuzluk yaratan ve olumsuz davranıslarda artısa neden olan ögretmen davranısları ise sunlardır: “sürekli azarlama, tehdit etme, kıyaslama, bagırma, soguk ve ilgisiz davranma, her olumsuz davranısı cezalandırma, küçümseme ve olumsuz yönde elestirmedir.”13

Gerek ögrencilerin gerekse ögretmenlerin neden oldugu ve disiplinsizlik anlamına gelen davranıslar için farklı toplumlarda farklı cezalandırma yöntemlerine basvurulmustur. Çesitli toplumlarda ve zamanlarda okul içinde veya dısında uygulanagelen bazı disiplin türleri, zaman içerisinde en olumsuzundan olumluya söyle gelismistir:14

•             intikamcı anlayısa dayanan disiplin

•             Cezalandırıcı anlayısa dayalı disiplin

•             Korkuya dayalı disiplin

•             iyilestirici (Islah edici) anlayısa dayanan disiplin

•     Yapıcı ve önleyici anlayısa dayalı disiplin

Disiplinden birinci derecede okul yönetimleri sorumlu tutulmustur. Bilindigi gibi okul yönetimleri, egitim ve ögretim faaliyetlerine dogrudan ve dolaylı olarak katılan bütün bireylerin haklarını, görevlerini ve sorumluluklarını belirlemekte, onları denetlemekte, ayrıca okula verimli bir çalısma ortamı ve sosyal bir çevre olma özelligi kazandırmaktadır.15

Disiplin uygulamalarında basta toplumsal kültür olmak üzere, okul yönetim anlayısı ve ögretmenlerin kisilik ve meslekî anlayısları belirleyici olmaktadır. Otokratik kültürlerde disiplini saglamak amacıyla gerektiginde zor kullanma ve siddete basvurma olagan bir davranıs olarak görülürken, bu tür toplumlardaki okul yönetimleri ve ögretmenler de, ögrencileri denetim altına alma ve uygun görülmeyen davranısları nedeniyle onları çesitli biçimlerde cezalandırma yoluna gitmektedirler.

Okulda disiplini saglama bakımından ögretmenlere önemli görevler düsmektedir. Bilindigi gibi ögrencilerle en fazla bir arada olan ve uzun bir egitim sürecinde ögrencilerin her türlü davranıslarıyla karsı karsıya gelen ögretmenlerdir. Onlara sınıfın, dolaysıyla okul disiplininin saglanmasında da etkin bir rol verilmistir. Ögretmenler genellikle, sınıflarda kalıcı ve istikrarlı bir düzen kuran ve kendilerine itaat edilmesi gereken bir otorite16 olarak görülmüstür.

Türk egitim geleneginde disipline bakıs

Bu teorik açıklamadan sonra Türk egitim geleneginde disiplinin nasıl anlasıldıgı ve egitim sürecinde disiplin sorunlarının nasıl çözüldügü üzerinde kısaca durabiliriz. Asagıda verilecek tarihsel bilgilerden de anlasılacagı üzere, Türk egitim geleneginde disiplin, egitim sürecinin önemli bir konusu olarak görülmüstür. Türk egitim geleneginde yerlesik bir uygulamaya dönüsen disiplinin kalıcı olmasının temel nedeni, büyük ölçüde toplumsal anlayıstan kaynaklanmıstır. Toplumsal anlayısın en belirgin yansıması aile yasantısında kendini göstermistir. Burada çocuga bakıs oldukça önemli bir yer tutmaktadır.

Otoriter anlayısın egemen oldugu Türk ailesinde çocuklar, konulmus olan toplumsal kurallara uymakla yükümlü görülmüstür. Burada okula önemli bir görev yüklenmis, toplumsal kuralları çocuklara aktaran ve onları, topluma uyum saglaması için egiten kurum olarak görülmüstür. Mesruiyetini önemli ölçüde toplumsal islevinden alan okullar, uygulamalarına karısılmayan dokunulmaz kurumlar olarak faaliyetlerini sürdürmüslerdir.

Okulların egitim anlayısı, kendilerine duyulan güven ve saygı nedeniyle ögretmenlerin anlayıs ve uygulamaları etrafında sekillenmistir. Ailenin otoriter anlayısının devam ettirildigi okullar, zaman zaman katı bir disiplin uygulamaktan çekinmemis, bu durum toplumca da yadırganmamıstır. Düzenin saglanması ve egitim-ögretimin sorunsuz biçimde sürdürülebilmesi için okulların benimsedigi otoriter disiplin anlayısı uzun yıllar devam etmistir.

Osmanlı Dönemi ilkokullarında disiplin, yukarıda genel olarak çerçevesi çizilen bir yaklasımla sürdürülmüstür. Bu dönemde okullarda benimsenen disiplin anlayısı ve uygulamalarına baktıgımızda ilginç örneklerle karsılasmaktayız.

Osmanlı ilkokulları olan Sıbyan mekteplerinde disiplinin, belirli esaslara baglı olmaksızın, her mektebin ögretmenin kisisel uygulamalarına bırakılmıs bir konu oldugu genel bir kabuldür. Esasen bu yetki, toplum tarafından ögretmenlere verilmekte, bir anlamda ögrenciler ögretmenin insafına terk edilmekteydi. Ögretimin temel ilkelerinden biri, ögretmene kesinlikle itaat idi. Çünkü ana babalar çocuklarını okula baslatırken önce ögretmenin elini öptürür ve daha sonra “Eti senin, kemigi benim.” diyerek ögretmene duydukları güveni belirtirlerdi.”17

Ebeveynler, çocuklarının disiplinsiz davranısları nedeniyle ögretmenler tarafından cezalandırılabileceklerini ve bu yetkiyi ögretmene bıraktıklarını böylece kabul etmis olurlardı. Toplumun ögretmene karsı duydugu asırı güven ve çocugun egitimi için ögretmenin belirleyecegi biçimde cezalandırılabilecegi düsüncesi, Sıbyan mekteplerindeki keyfi disiplin uygulamalarının da kaynagı idi.

Ancak, genellikle temel din bilgilerinin ögretildigi Sıbyan mekteplerinde, niçin katı bir disiplin uygulandıgı ve dayak, falaka gibi fiziksel cezalandırma yöntemlerine niçin basvuruldugu açıklanmaya deger bir konudur. Bunun için de öncelikle, büyük ölçüde islam anlayısının etkili oldugu Türk egitim geleneginde katı bir disiplin uygulanmasının ve cezalandırmaya basvurulmasının da yanıtlanması gerekir. islam dininin katı bir disiplin anlayısına taraftar oldugu ve cezalandırmaya karsı ilgisiz kaldıgı yönündeki görüslere karsın, disipline olmasa bile, cezalandırmaya siddetle karsı çıktıgını ileri sürenler de bulunmaktadır. Eldeki önemli kaynaklar da müslüman toplumlarda çocukların cezalandırılmasına yönelik farklı görüslerin bulundugunu göstermektedir. islam düsünürleri arasında cezalandırmayı bir gereklilik olarak görenler oldugu gibi, cezalandırmaktan olabildigince kaçınılmasını ögütleyenler de bulunmaktadır.

Gerek cezalandırmadan yana olanlar, gerekse cezalandırmaya karsı çıkanlar, islam Peygamberi Hz. Muhammed’den nakledilen hadisleri örnek göstermislerdir. Ona dayandırılan bir söz, cezalandırmayı savunanlar için temel dayanak olmustur: “Yedi yasına gelince çocuklarınıza namaz kılmalarını emrediniz. On yasına gelirler de hâlâ namaz kılmazlarsa onları (hafifçe) dövünüz.”18 seklindeki bir rivayet, ona atfedilen bir hadis olarak aktarılagelmistir. 1847 tarihinde ilkögretimin yenilestirilmesi yolunda çıkarılan bir talimatta bile, bu hadise gönderme yapılarak, ‘on yasına gelip te namazını kılmayan çocugun, velisinin izniyle dövülebilecegi’ belirtilmistir.19

Ancak bu sözün, Hz. Muhammed’in davranıs ve diger sözlerine aykırı olusu bakımından, ona ait olamayacagını söyleyenler olmasına karsın20, islam dünyasında bu rivayeti delil olarak kabul edenlerin sayısı oldukça fazladır. Hatta bu rivayeti akıl ve mantıkla bagdastırmak için bir hayli çaba gösterenler bile olmustur.21

Öte yandan dayagı siddetle reddeden islam egitimcileri de vardır. Kabisi, ögretmenlerin kızması ve gazabına göre hareket etmesinin çocukların terbiyesi için yararlı olamayacagını söylemis, kızgınlık anında kendi nefsini tatmin için çocukları dövmenin onları adaletten uzaklastıracagını belirtmistir.22 O, çocukları cezalandırmakta asırı giden ögretmenleri, merhametsizlik ve cahillikle suçlamıs, ögretmenlere, kızgınken çocugu dövmeyi yasaklamıstır. insanları terbiye etme yolunun, siddet ve zarar olmaması gerektigini özellikle vurgulamıstır.23

Bir baska islam bilgini ibn Haldun’un aktardıgına göre, Muhammed b. Ebu Zeyd ögretmen ve ögrenciler hakkında yazmıs oldugu eserinde, ‘ögretmen kendinden bilgi ögrenmekte olan çocukları cezaya çarptırmak zorunda olunca üç kamçıdan fazla vurmamalıdır.’24 demistir.

Ünlü Türk bilgini Hoca Ahmet Yesevi de dönemin medreselilerinin ögretimdeki sert ve katı tutumlarına karsı ılımlı bir yol izlemistir.25

Gazali ise ögretmenin dayak cezasına ancak son çare olarak basvurmasını önermistir. Ona göre ögretmen bunu da sık sık kullanmamalıdır. Kullandıgı takdirde katı kalpli ve öç alırcasına degil, merhametli ve terbiye edici nitelikte olmalıdır.26

ibn Haldun terbiye amacıyla da olsa ögrencilere sert davranılmasını ve dövülmesini hos karsılamamıs, Mukaddime adlı eserinde, ‘ögrencileri cezalandırmanın zararlı oldugunu pedagojik bir yaklasımla anlatmıstır. Ona göre “egitim-ögretimde ögrencilere ve özellikle küçük çocuklara sert davranmak ve cezalandırmak zararlıdır. Çünkü baskı altında yapılan ögretim, ögrencinin hevesini ve nesesini yok ettigi gibi onu ilgisizlige de sevk eder. Kendisini baskı altında hissettigi için düsüncelerini açıklamaktan çekinerek, yalancılıga ve ikiyüzlülüge sürüklenir. Bu yönelimler zamanla onun alıskanlıgı ve kisiligi hâline gelir… Baskı ve siddet korkusuyla dürüstlük kazanmaya alıstırılan çocuk, baskıdan kurtuldugunda bu meziyetlerinden de uzaklasır.”27

Yine ibn Haldun’un aktardıgına göre müslüman toplumlarda ögretmenlerin ögrencilerini asırı biçimde cezalandırmalarına karsı bazı yasal tedbirler alınmıstır. Örnegin kamu düzenini korumak amacıyla görev yapan muhtesiplere (zabıta), ögrencilerini gereginden fazla döven ögretmenleri cezalandırma yetkisi verilmistir.28 Bir baska islam bilgini El-Maverdi de, muhtesiplerin görevleri arasında ‘ögretmenlerin kusurlu davranıslarına engel olma’nın bulundugunu belirtmistir.29

Erzurumlu ibrahim Hakkı da: “Ögrenciye yumusak davranmayı, bagırıp çagıranları tatlılıkla yola getirmeyi, vakarlı ve alçak gönüllü olmayı”30 ögütlemis ve cezalandırmayı son çare olarak düsünmek gerektigini ifade etmistir.

islam dünyasında cezalandırmaya karsı bu düsünceler savunulmasına karsın ortaçagda, Batı egitim sisteminde yogun cezalandırma anlayısının egemen oldugu görülmektedir. Nitekim Batı egitim anlayısının temel dayanagı olan kaynaklarda cezalandırmaya yönelik görüslere sıkça rastlamak mümkündür. Disiplin ve cezalandırmayı mesrulastıran anlayıs ve uygulamalar bir dönem Avrupa egitimine egemen olmustur.

Hristiyanlık ögretisine dayanan Batı egitiminde, dogustan suçluluk bir ilke olarak kabul edilmekteydi. Russell, Orta Çagda Batı dünyasında da yaygın olmasının, Hrıstiyanlıgın “insanın günahkâr olarak dogdugu ve iyi insanlar olabilmek için sık sık cezaya çarptırılmaları gerektigi”31 yaklasımından kaynaklandıgını ileri sürmüstür. Ona göre, Batı’da erkek olsun kız olsun çocukların cezalandırılması dogal görülmekte ve egitimde ceza zorunlu sayılmaktaydı. Hrıstiyanlık anlayısına göre insan, ‘Allah’ın gazabına ugramaya mahkûm ve fenalıklarla dolu olarak’ dünyaya gelmistir. iyi insanlar olabilmek için, Allah’ın sevgili kulları olmak zorundadır. Bu süreç, sık sık cezaya çarptırılmakla hızlandırılır.32

Bu anlayısı yansıtan uygulamalar, bir dönem Avrupa egitimine egemen olmustur. Alman egitimci Erasmus (1467-1536), Hıristiyanlıgın etkisindeki XV. yüzyıl Avrupa okulunu, “içerisinde sopa ve kamçı sakırtıları, aglayıslar ile hıçkırık sesleri, tehdit ve azarlamalardan baska sey duyulmayan bir dayakhane”33 biçiminde tanımlamıstır. Tolstoy da gezip gördügü Alman okullarında, dayagın önemli bir egitim metodu oldugunu vurgulamıstır.34

16. Yüzyılda Osmanlı ülkesine gelen bir gezgin, disiplin konusundaki gözlemlerini aktardıgı paragrafında, Osmanlı egitim anlayısında ögretmenin çocuga sabır ve ihtimamla davrandıgını, gerektiginde de insaflı sekilde dövdügünü, oysa o çaglarda Avrupa’da dayagın çok daha acımasızca uygulandıgını belirtmistir.35

Ünlü Fransız düsünürü Montaigne ise 1580’de ülkesindeki okullarda cezalandırmaları söyle anlatır: “Dayaktan sakatlanmıs, sersem olmus nice çocuklar vardır. Devletimizin kanunları yine bu ise karısmaz. Sanki bu sakatlar ve sersemler bizim toplumumuzda yasamıyorlar! Hiçbir sey öfke kadar insan düsüncesini saptıramaz...Öyleyse neden babaları ve ögretmenleri öfkeli iken çocuklarını dövmekte serbest bırakıyoruz.”36

Ortaçag Avrupa’sında, ögretimdeki disiplin, Rönesans ve Hümanizm pedagoglarının eserlerinin sesleri duyuluncaya kadar sertligine devam etmistir. Sopa, kırbaç, türlü dayak ve tedip sekilleri okulda ve ailede Ortaçag ögretmeninin ayrılmaz bir vasıtası hâline gelmistir. Hatta müdürleri degisen okulların devir teslim isleri kabzalarında bir nevi kakma mühürleri olan, sopaların eski müdürden yeni müdüre teslim edilmesiyle tekemmül eden âdetler meydana getirmistir. O derece asırı bir dayak cezası tatbikatı görülmüstü ki, rekor kıran dayakçı ögretmenlere karsı sınıfı toptan uzun sopaların tesiriyle yalayan dayak silindirajından (sırtlarımızı koruma çareleri) adlı brosürler eglenceli sahneler arasında elden ele dolasır hale gelmisti.37

Dayagın Batı egitim sitemlerinde sık sık basvurulan bir yöntem olduguna dair örneklerin çogaltılması mümkündür. Ancak, Hümanizmin etkisiyle birlikte, Ortaçagda bir egitim aracı olarak okullarda uygulanan beden cezaları Vitorino,38 Ratke39 Comenius40 Francke41 gibi egitimciler tarafından elestirilmistir. Erasmus, okulu bir dayakhane durumuna düsüren, içerisinde sopa sakırtıları, aglayıslar ve hıçkırık sesleri, tehdit ve azarlamalardan baska bir sey duyulmayan bir dayak pedagojisini reddetmistir.42 Bu elestirilerle birlikte Avrupa okullarında siddete basvurmaktan vazgeçilmesi, XIX. yüzyılda gerçeklesebilmistir.

Türk egitim geleneginde cezalandırmayı savunanlar

Geçmisteki Müslüman toplumlara ait egitim kurumlarında disipline önem verildigi ve çesitli sekillerde cezalandırma yöntemlerine basvuruldugu bilinmektedir. Bunlar içerisinde egitim çevresini degistirmek, oyun veya yemegi yasaklama, azarlama, ıslah etme ve dayak,43 en çok basvurulanlarıdır.

Cezalandırmalar içerisinde en agır kabul edileni dayaktır. Dayak, çok eskiden beri, Dogu ve Müslüman toplumlarında bir egitim ve disiplin aracı olarak kullanılmıs ve bazı egitimciler tarafından savunulmustur. Özellikle XVII. yüzyıldan itibaren katı disiplin anlayısı, egitimin ‘olmazsa olmaz’ unsuru hâline gelmis, Ortaçag ve daha sonraki yıllarda cezalandırmayı tesvik eden egitim anlayısı kabul görmeye baslamıstır.

Türk egitim tarihine iliskin bir çok eserde, egitim kurumlarında, cezalandırma yöntemi olarak dayagın bulundugu ve bazı egitimcilerin de dayagı tavsiye ettikleri bilinmektedir. Ünlü Türk egitimcilerinden Amasyalı Ali, Kınalı Ali Efendi, Hoca Sadettin ve fiair Nabi eserlerinde, okullardaki cezalardan ve buna baglı olarak dayagın egitsel yönünden ve çesitlerinden bahsetmislerdir.44 Bazı ünlü Türk ve islam bilginlerin cezalandırmaya iliskin görüsleri söyledir:

Yusuf Has Hacib, çocukların disipline edilmesinde ‘dayagı’ etkili bir yöntem olarak görmüs; “gerektiginde ogula-kıza dayak atılabilir, dayak ogula-kıza bilgi ögretir”45 demistir. Keykavus ise cezalandırmayı egitsel açıdan gerekli görmüs ve söyle demistir: “Ögretmen çocugunu döverse ona fazla acıma; zira çocuklar bilgiyi, sanatı ve iyi ahlâkı ancak degnek altında ögrenirler. Dayak korkusu ve ögretmenin azarlaması önemli egitim vasıtalarındandır; zira çocuklar kendi arzu ve istekleriyle hiçbir sey ögrenmezler. Çocuklar kendi hâllerine bırakılırlarsa basıbos dolasır, arzu ve heveslerinin arkasından kosar ve hiçbir seye baglanmazlar. Çocugun bir yaramazlıgını görürsen onu kendin dövme, ögretmenine dövdür ve cezalandır. Sebebi çocugun senin tarafından bir acıya kapıldıgını düsünmemesi ve bu yüzden sana karsı kalbinde kin beslememesidir. Bununla beraber seni küçük ve asagı görmemesi için onun gözünü korkut. Çocuk senin karsında daima bir korku duymalıdır.”46

ibni Sina cezalandırmayı çesitli asamalarda ele almıs ve öncelikle korkutmayı, tesvik etmeyi, yakınlık gösterme ve yalnız bırakmayı, bir defa övmeyi, baska bir defa azarlamayı, siddetli azardan sonra gerekirse dövmeyi tavsiye etmistir.47

17. yüzyılda kaleme alınan bir yazma eserde, Müslüman okulunda öncelikle dini inanısa yönelik bilgilerin ögretilmesi ve ögrenmek istemeyenlerin ise tedip48 edilmesi salık veriliyordu.49

Evliya Çelebi’nin 1650’lere iliskin anlattıgı bir olay oldukça düsündürücüdür. Olay, Osmanlı toprakları içerisinde bulunan Macaristan sınırındaki Sonbor kentinde geçer. Evliya Çelebi olayı söyle anlatır:

Bir gün camii avlusunda birkaç ihtiyar ile sınır boylarının durumunu konusuyorduk. Küçük bir oglan da oyun oynuyordu. Babası ‘neden bu insanların önünde oynarsın’ deyip öyle siddetli bir tokat vurdu ki çocukcagız yerlerde yuvarlandı ve saraya yakalanmısa döndü. (titremeye basladı). ihtiyarlar yerinden fırlayıp ‘ Bre adam oglana neden böyle herkesin içinde tokat atıp onurunu kırdın’ dediler. Babası ‘terbiyesi için Allah askına dövdüm’ dedi ve babasının oglunu dövebilecegi seklinde bir siir okuyarak sunu ekledi:

- Benim oglumdur, döverim ya da korurum. Size ne?

Oradakiler onu su sözlerle azarlayıp utandırdılar ve çocugun gönlünü aldılar:

- Senin sevgili oglun ise, bizim de sınır boylarımızın gülü ve gözlerimizin nurudur, gazi bir yigit olacak, birkaç yıl sonra düsmandan intikam alacaktır. fiimdiden tokatla gözünü korkutursan yarın düsmanın topuz ve baltasından korkup dövüsemez.”50

Egitim tarihinde önemli bir yere sahip olan Amasyalı Hüseyin, ögrencilerin edepsizligine ve tembelligine karsı ögretmenin dayaga basvurmasını salık vermis ve dayakla yaban canavarının dahi terbiye edilebilecegini söylemistir.51

Amasyalı Ali’nin 1453’te kaleme aldıgı “Taculedep” adlı eserinde su ifadeler yer alır: “...ve dahi her edepsizlik kim oglundan sadır ve zahir ola, veyahut tahsilde tembellik göstere, ihmal etmeyip dövmek gerektir ki, çubuk darbı ile yaban canavarlarına edep ve bazice (oyun) ögretilir.”52

Kitabın bir baska yerinde, cezalandırılmanın egitim açısından katlanılması gereken bir tür dayanıklılık testi anlamına geldigine isaret etmistir: “...üstat cevrine ve edip kahrına katlanamayan kimse, ilim tahsilinden ve edep iktisabından behresiz kalır. Nitekim talip zahmetine tahammül ve cerrah cerahatına sabreylemeyen derde müptela olup kalır...ve dahi ilim yolunda aranan sefkatinden üstadın cevir ve cefası evladın ziraki üstad cevrini çeken ilim ve edep ögrenir.”53 Ancak Amasyalı Ali, çocugun okula gelir gelmez cezalandırılmasına karsıdır. En ufak bir sey için dayak atılmasına taraftar degildir. Ona göre Sıbyan mektebine yeni baslayan bir çocuga ögretmen ilk üç gün ikram ve iltifat etmeli, yüzüne gülmeli, kulagını çekmek, dövmek ve sövmekten kaçınmalı. Çünkü bu çocuklar vahsi kus gibi olurlar. Onları ürkütmemeli, yüz verilip magrur dahi edilmemeli.”54

Ali Efendi kız çocuklarının biyolojik yapılarını dikkate alarak onların cezalandırılmalarında daha esnek davranılmasını istemis, kızların falakaya yatırılmasına ve kulaklarının bükülmesine karsı çıkmıstır. illa ki onları da cezalandırmak gerekirse çubukla ellerine ve ayaklarına vurulmasını(55) önermistir.

16. yüzyılda Osmanlı ülkesine gelen bir gezginin anılarında, Osmanlı okullarında hocanın çocuga sabır ve ihtimamla davrandıgını, gerektiginde de insaflı sekilde dövdügünü belirtmis, “Çocuk yere yatırılıp degnekle dövülür, fakat kamçı kullanılmaz ve o, Hrıstiyanların yaptıgı gibi sakatlanmaz.”56 demistir.

19. yüzyıla gelindiginde dayak hâlâ bir disiplin aracı olarak görülmektedir. Abdurrahman fieref, Mahalle Mektebi Hatıralarından adıyla kaleme aldıgı kitabında söyle der: “Evinde yaramazlık eden bir çocugu dahi, annesi mektebe gidip hocaya sikayet eder ve oh! oh! diye dövdürtürdü. Yatsı namazında hoca efendi babalarımızla bulustugunda, ‘seninkini bu gün biraz oksadım‘ deyince, ‘ellerin nurdan kopsun, bir iki de benim için vuraydın’ cevabıyla kendisine tesekkür edilirdi.”57

Ünlü Falaka adlı eserinde Ahmet Rasim, halkın “Hoca dedigin eli sopalı olur.“ anlayısını benimsedigini ve dayagın kabul edilebilir ve hos görülebilir bir uygulama olarak benimsendigini aktarır. Bu anlayıs, dayagı çocuk için terbiye ve ahlak kazandırıcı bir yöntem olarak kabul etmekteydi. Öyle ki Türk egitim tarihi geleneginde padisah çocuklarının dahi hocaları tarafından dövüldügünü anlatan hikayeler aktarılagelmistir.58

Öymen ise dayagın en son düsünülebilecek bir cezalandırma yöntemi olması gerektigini vurgulamıstır: “Onlar için, önce nasihat, tenbih, ihtar, korkutma ve tecrit etme, fayda vermezse ancak o zaman cismani bir ceza olan dayaga basvurulur ki, bu zorlayıcı ve zecri bir cezadır.”59

Sıbyan Mekteplerinde Disiplin Anlayısı ve Uygulamaları

Bütün bu anlatılanlar, Osmanlı ilkokulları olan Sıbyan mekteplerinde disiplinin ve cezalandırmanın belirli esaslara baglı olmaksızın, her mektebin hocasının kisisel anlayıs ve insafına bırakıldıgını göstermektedir. içlerinde egitsel kaygılar tasıyanlar bulunmakla birlikte, Sıbyan mekteplerinde disiplinin oldukça katı oldugu ve ögretmenlerinin de cezalandırmaya sıkça basvurdukları anlasılmaktadır. Nitekim bu okullarda dayak, egitimin en önemli aracı olarak görülmekte, hoca da çocukları tokatla, degnekle, falaka ile dövmekteydi.60

Sıbyan mekteplerinde dayak ve benzeri cezalandırmalar sıradan ve normal bir uygulama olarak görülmekte, hocalara, çocugun kömürlüge kapatılması, ayakta tutulması gibi cezalara çarptırma yetkisi tanınmaktaydı.

Ancak Sıbyan mekteplerinde disiplinin belirli esaslara baglanması yönünde bazı çabalar da görülmektedir. Bu konuda önemli bir resmî girisim, Tanzimat dönemine aittir. 1847’de yayınlanan bir Talimat,61 Sıbyan mektepleri hocalarının ögretim yöntemleriyle birlikte, okullardaki disiplin konusunu genel ilkelere baglama amacına yöneliktir. Talimatname, cezalandırmaya neden olacak davranıs ve eylemlerin belirsiz oldugu bir dönemde, cezalandırmaya neden olacak suç ve davranısları ilk defa açıklaması yönüyle adeta bir disiplin yönetmeligi niteligi tasır.

Talimatta yer alan hükümler incelendiginde, ödül ve cezalandırma konusunda ilginç bir anlayısın hâkim oldugu görülür. Çalıskanlık, iyi davranıs sergileme ve basarılı olma gibi durumlar ödüllendirme gerekçesi olarak görülmekte; bu özelliklere sahip ögrencileri ödüllendirmek için, hem fiziksel hem de duygusal olarak hocalara daha fazla yaklasmalarını saglayacak tavsiyelerde bulunulmaktadır. Talimatta, dersine güzel çalısan ve ahlaklı davranan çocukların minderlerinin hocanın yanına alınması, onlara daima güleryüz gösterilmesi ve digerlerinden daha fazla deger verilmesi istemektedir. Diger yandan tembel, basarısız ve istenmeyen davranıslarda bulunanlar için,  derece derece cezalandırmalar öngörülmekteydi. Bu tür davranıslarda bulunanlar hem fiziksel, hem de duygusal cezalandırılmaya çarptırılmaktaydı. Talimat, cezayı gerektiren durumlarda çocugun dershanede oturdugu yerini hocadan, hatta dershaneden uzaklastırmak, ayakta tutmak, is yaptırmak, azarlamak ve gerekirse vücuduna zarar vermeyecek sekilde dövmeyi öngörmekteydi.62 Talimatta cezalandırmayı gerektiren davranıslar ise sunlardı: Tembellik yapmak, insanlara ve esyaya sövmek, arkadaslarını dövmek ve talimatta yazılan kötü davranıslardan birini yapmak.63

Talimat, Sıbyan mekteplerinde yaygın olarak kullanılan falakayı islam dininde yeri olmadıgı gerekçesiyle kesin olarak yasaklamıstır. Böylece asırı bir disiplin anlayısının sonucu olarak kullanılan bir cezalandırma yöntemi, ilk defa resmî olarak yasaklanma yoluna gidilmistir. Talimat, çocukların tembellikleri hâlinde akranları arasında utanacagı bir ceza verilmesini öngörmektedir. Buna göre çocugun yerini belirleyen ve üzerinde oturdugu minderini, yaz ayları ise, sınıfın kapısının yanına konularak teshir edilmesi istenir. Bununla birlikte hocanın çocuga sövmeden ve dövmeden dargın bir yüz ifadesiyle kulagını incitmeden çekmesi ve ırz ve namusuna dokunmayacak tarzda acı söz söylemesi (azarlaması) uygun bulunmustur.(64) Bu tür cezaya tazir cezası denmistir.

Diger cezalandırmaların ise kabahatine göre, çocugun belli sürede ayakta durdurulması, kalfa tarafından derslerin tekrar tekrar okutturulması veya vücuduna zarar vermeyecek hizmetler gördürülmesi ve bu hususta ailesine sikayette bulunulması seklinde uygulanması uygun görülmüstür. Talimatın öngördügü en agır ceza ise, suç ve kabahat olarak sayılan davranıslarda bulunan çocukların, yaban asması veyahut yasemen çubugu gibi yumusak seylerle, falakaya yatırılmaksızın, nazik bölgeleri gözetilerek, velilerinin izniyle ve çocugun tahammülüne göre, hafif sekilde vurulmasıdır. 65

1862 yılında, Münif Pasa tarafından kaleme alınan ve Mecmua-i Fünûn’da yayınlanan Ehemmiyet-i Terbiye-i Sıbyan adlı bir makalede66 çocuk egitimi konusundaki geleneksel anlayıs kıyasıya elestirilmistir. Münif Pasa, okullarda yaygın olan dayak konusuna özel bir vurgu yaparak, çocukların dayakla terbiye edilmesi anlayısının bedensel iskenceden baska bir sey olmadıgını, bunun aynı zamanda çocuk üzerinde olumsuz kalıcı manevî etkilerinin de olacagını belirtir.67 Makalede, yerlesik egitim anlayısının içerik olarak yetersiz, yöntem olarak da çok yanlıs ve sakıncalı yönlerinin bulundugu savunulmaktadır. Bu anlayısın çocukların zihnini karıstırıp yormaktan baska bir ise yaramadıgını belirtilerek, Sıbyan mekteplerinde sürdürülmekte olan ögretim anlayısının ıslah edilmesi gerektigini vurgulanmıstır.68

Sıbyan mekteplerinde disiplin ve cezalandırmalara iliskin önemli bir baska gelisme, Selim Sabit Efendinin 1874 yılında kaleme aldıgı Rehnümây-i Muallimin (Ögretmenlere Rehber) adlı eseridir. Devlet tarafından ilkokul ögretmenlerine tavsiye edilen ve ilkokullar için hem idari hem de ögretim bakımından önemli düzenlemeler içeren bu eserde, disiplin konusu belirli esaslara baglanmıstır. Mücazat’a dair baslıgı altında, agırlık derecelerine göre ögrencilere su cezaların verilebilecegi öngörülmektedir: Tenbih, nasihat, uygun dille tekdir, bulundugu subede en asagı yere oturtmak, subeden ayırıp derse çalıstırmak, ayakta tutmak, teneffüs ve yemek saatlerinde sınıfta alıkoymak, velisiyle görüsüp birkaç gün okuldan uzaklastırmak. Ancak Selim Sabit, ceza verilirken dahi bazı kurallar öngörmüs, “Ögretmen cezaya layık ögrenciye hemen degil, hiddeti geçince ceza uygulamalıdır.”69 demistir.

Sıbyan mekteplerinde yüzyıllar boyunca süregelen denetimsizlik, bakımsızlık ve ilgisizlik buralarda gerçek anlamda egitim yapılmasını engellemistir. Ögretmenleri çogu zaman yazma bilmeyen imamlar ve yaslılardan olusan bu okullarda disiplin, dayak ve falaka ile saglanmaya çalısılmıstır. Öte yandan okul ortamı, ögretmenlerin kisiligi ve öngörülen dersler bir çok bakımdan okul çagı çocugunun fiziksel ve ruhsal yapısına da uygun degildi. 70

Sıbyan mekteplerinde sürdürülen egitim ve özellikle disiplin anlayısı, bütün yönleriyle, 19. yüzyılın ikinci yarısında yayınlanan süreli yayınlarda elestiri konusu olmustur. Elestiriler, özellikle okulda önemli bir otorite olan ögretmenlere yöneltilmistir. Katı bir disiplin anlayısına sahip olan ve cezalandırmayı sıradan ve yararlı bir egitim aracı olarak gören ögretmenlerin egitim anlayısları, disiplin anlayısları, cezalandırma yöntemleri agır biçimde elestirilmistir. Mutlakıyet ve Mesrutiyet dönemlerinde bu elestiriler oldukça yogunlasmıstır. Kimi dergiler toplumda “cennetten çıkma” diye nitelendirilen dayagı hicveden yazılar yayınlamıslar,71 okullar için katil mektepler72, ögretmenleri için kanlı hoca73 gibi baslıklar kullanmaktan çekinmemislerdir.

Ögretmenlerin taraflı davranmalarının ve kolayca cezalandırmaya basvurmalarının, toplumun ögretmene duydugu güvenden kaynaklandıgı belirtilmistir. Öte yandan ailelerin çocuklarının egitimine ilgisiz kalmaları da okuldaki cezalandırmaların devam etmesini saglamıstır. Bu yüzden kimi süreli yayınlarda ailelerin çocuklarına ilgisiz kaldıkları ve onların egitimi için gerekli kaynagı ve zamanı ayırmadıkları dile getirilmis ve bu durum açık biçimde elestirilmistir: “Ekser pederler, çocuklarının sünnet ve velime cemiyetlerinde büyük büyük masarife girerler de, çocugun tahsil ve terbiyesine gelince masârifât-ı cüziyeyi bile derig ederler. Çocuklarının cahil ve terbiyesiz kalması bilâhere hanumanlarının mahvına kadar badi olacagı cihetle, pederleri dügünden evvel çocuklarının terbiye ve tahsillerini düsünmelidirler.”74

Dergilerdeki elestirilerin önemli bir bölümünün ögrenciler tarafından gönderilen mektuplarda dile getirilmis olması ilginçtir. Mektubu yayınlanan bir çok ögrenci, ögretmenlerin katı disiplin anlayısları ve sıkça cezalandırmaya basvurmalarını açık bir dille elestirmislerdir. Asagıda ögrenciler tarafından gönderilen mektuplarda ögretmenlere yönelik elestirilerden bazılarına yer verilecektir.

19. yüzyılın sonlarında yayınlanmakta olan bir dergide bir ögrenci gerek evde gerekse okuldaki cezalardan yıldıgını söyle anlatır: “Canım bu benim çektiklerim nedir? Mektepte ceza, evde tektir. Ne yapsam begendiremeyecegim...Analar, babalar çocuklarını çok severlermis. Bana bir defacık olsun güler yüz gösterdikleri bile yok. Ya muallimler ! Ne kadar haksızlık ettiklerini gelsinler de mekteplerde görsünler. Ön sıralarda olan arkadaslarımı üç günde bir derse kaldırmazlar... Bizi, hele beni, her gün her derste kaldırırlar. Azıcık durakladın mı vay hâlime. Tektir, ceza, hakaret. Onlar derse kaldırıldı mı sualler tatlılıkla  sorulur. Aferinler, mükâfatlar hep onlar içindir. inkar etmem ben her derste tutulurum. Her sualde sasırırım. Fakat bilmedigimden degil, korkumdan sıkılırım da onun için. Çünkü bana bir tatlı söz, bir iyi bakıs yok ki...”75

Yirminci yüzyılın henüz baslarında yayınlanmakta olan baska bir dergide de aynı yakınmalar devam etmektedir: “Bıktık usandık, hayatımız ceza defterleriyle, ceza salonlarında geçiyor. Halbuki öteki arkadaslarımız hocalarla kafadar oluyorlar. Sonra da ahlâkımızı tezhibe memur olan muallimler – bunu da yine onlar rivayet ediyorlar- bu haksızlıklarını kahkahalarla örtüyorlar. Yazık, yazık. Azap içinde biten su biçare hayâtımıza yazık ! “76

Okullardaki katı disiplin ögrenci siirlerine kadar yansır. Bir dergide yayınlanan siirde bu katı disiplin anlayısından söyle yakınılır:77

Nedir bu çektigimiz, el aman su mektepten,

Yazık degil mi ki olsun bu ömr-ü taze heba,

Muallimin çekilir mi o tend çehresi ah,

fiikayet etmeliyiz bu hadîd-i mesrepten
 

Baska bir ögrenci söyle karsılık verir:
 

Benim de reyim odur ki sikayet etmeliyiz,

Sogan çöpü sürerek gözleri yasartmalıyız,

Cezalarından onun hak bilir ki deliririm.

Bu elestirileri yönelten dergiler, egitimin bir sistem içerisinde iyilestirilmesini, bunun için de öncelikle sıbyan mekteplerinden baslanılmasını ve öncelikle buraların ıslah edilmesini önermistir.78

Nitekim elestirilerden rahatsız olan egitim bakanlıgı da bu yıllarda bazı düzenlemeler yapma ihtiyacı duymustur. ilkokullarda (iptidai mekteplerde) dayagın yasaklanması için 1892 yılında bir talimatname çıkarılmıstır. istanbul iptidai Mektepleri Talimatnamesi adıyla yayınlanan bu düzenlemede ögrencileri dövmek ve korkutmak maksadıyla da olsa degnek ve falaka bulundurmak yasaklanmıstır.79

Talimatta yer alan cezalar sunlardır: Tekdir ve tazir etmek, ayakta tutmak, teneffüs ve oyundan mahrum bırakmak, büyük kabahat isleyen çocukları merkez ögretmeni vasıtasıyla Mekatib-i iptidaiye Dairesi’ne haber vererek bevvab(*) veya kalfa(**) ile çocugu geçici olarak velisine göndermek. Ayrıca büyük kabahat isleyen çocukların okuldan atılması için üst makamlardan müsaade almak gerektigi belirtilmistir.

Ögretmenlerin cezaya sıkça basvurmaları aslında ögretim anlayıslarından kaynaklanmaktadır. Bazı ögrenciler ögretmenleri, genellikle taraflı ve ön yargılı olmakla ve bu anlayısları geregi cezalandırma konusunda adil davranmamakla suçlamıstır. 1880 yılında yayınlanan Tercümân-ı Hakikat dergisine bir kız ögrenci tarafından gönderilen mektupta, ögretmenlerin çalıskan ögrencileri digerlerinden daha çok sevdiklerini, bu nedenle ögretmenlerin sevgisini kazanmak için çok fazla çalısmak gerektiginden80 sikayet ederken Selanik’te yayınlanan baska bir dergide ögretmenlerin taraflı tutumları söyle aktarılmıstır:

“...Bakarsın bize son derece öfkelenmis tektirler yagdırıyor. Ceza yıldırmalarına hazırlanıyor. Titremeye baslarız. Bes dakika sonra, hatta bazen on dakikada uslu, çalıskan bir arkadasımızın hosuna gidecek bir hâli, ufacık bir sebep, yüzünü güldürür.”81

Ögretmenlerin cezalandırma konusunda ne kadar adaletsiz davrandıklarını aktaran su cümle oldukça ilginçtir: “Muallimlerin teveccühünü kazanamadınsa bir hiçten ibaretsin, mektebin bütün cezaları sana münhasır kılar. Her sözüne her hareketine bir çehre-i abus cevap verir.”82

Yakınmalar devam eder. Baska bir ögrenci, “Muallimlerimiz her türlü haksızlıgı, her türlü tarafgirligi icradan çekinmiyorlar....”83 dedikten sonra basından geçen bir olayı çarpıcı biçimde söyle aktarır: “...Bütün gün çalıstım, bütün gün ugrastım. Nihayet derse çıkınca (Sen mi? Eminim ki çalısmadın !) sözüyle karsı karsıya kaldım. insaf ! Daha agzımı açıp bir sey söylemeden üzerime hücum eden bu kuru söz bütün cesaretimi kırdı. Ne söyleyecektim ben de sasırdım. Kelimeler çıkamıyordu, tabii dersi bilemedim. Ah bunlar, muallimler...Onlar niyet ettikten sonra kitap sahifelerini parça parça yutsak yine fayda yok.”84

Ögretmenlerin ögrencileri kolayca cezalandırabilmelerinin önemli bir nedeni de ögretmenlere toplumca duyulan güvendir. Öyleki toplumda, ögretmenlerin asla yanlıs yapmayacagı, her söylediklerinin mutlaka dinlenilmesi ve yapılması gerektigi savunulmaktadır. Bu nedenle ögretmenlerin ögrencilerini egitim için zorlaması, sözle azarlaması ve gerektiginde cezalandırması makul karsılanmıstır. Bir dergi bu yaklasımı söyle ifade eder: “Çocuklar fil hakika bilmis olunuz ki, onların hakkınızda olan her nevi hareketleri yalnız sizin menfaatiniz içindir. Eger güzel yolda hareket edipte derslerinizi tahsilde gevseklik göstermeyecek olsanız tabii bu tektirleri görmezsiniz. iste bundan anlasılır ki hocalarınız ancak hüsn-ü terbiyeniz için sarf-ı mukadderat ve tahsil-i ulum ve fünunda terakkiyenize gayret etmekte olup, onlara hürmet ve riayet ve eday-ı sükür ve mehmedet her halde vazifenizdir.” 85

Toplum, ögretmenlerin asla yanlıs yapmayacagına inanmaktadır: “...Muallimler her ay tertip ettigi listeyi eve gönderiyor. fiunlara sorsak (bu kagıt parçalarını muallimler dolduruyorlar, oraya istedikleri seyi yazmaktan tabi onları kimse men etmez) desek (Sus, miskin. Hocalar haksızlık etmezler) cevabını verirler. iste bizim su mukaddes binada çektigimiz mukaddes belâlar ! “86

Bu anlayısta ögretmen aynı zamanda çok güçlü bir otoritedir. Ögretmenin verdigi ödevler mutlaka yapılmalı ve nasihatleri tutulmalıdır. Ögretmenler çocugun yetismesinde ailesi kadar önemlidir. “Çocukların vücutlarını anaları babaları beslerse, ruhunu da hocaları, muallimleri besler.”87

Ancak toplum tarafından bu denli kutsanan ve güven duyulan ögretmenlerin özellikle ögrenciler tarafından agır biçimde elestirilmeleri ilginç ve önemli bir konudur. Yukarıdaki elestirilere ek olarak ögretmenlerin asık suratlı olmaları bile elestiri konusu yapılmıstır. Ögretmenlere yönelik elestirilerin yer aldıgı bir dergide söyle denir: “Hele bir gün biraz yüzü güler, bizi taltif ederse o gün bayram saymalıyız. Çünkü bu hal bayram gibi yılda birkaç gün olur.”88

Bir çok ögrenci, katı disipline dayanan bu anlayıs yerine ögretimin daha eglenceli olarak sürdürülmesini istemislerdir. Ögretmenini elestiren bir ögrenci söyle seslenir: “’Ömr-ü bînesve ömr-ü ziyâdır.’ sözünü daha geçen gün yine siz söylüyordunuz. fiu mevsimden istifâde ile arkadaslarla oynayıp eglensek, eglence zamanını cidden kazanmıs olmaz mıyız?“89

Aslında bu talepler, yenilikçi bir egitim talebidir. Yenilikçi egitim, elestirilerin yer aldıgı süreli yayınlarda övülmüstür. Yenilikçi egitim anlayısını savunan dergilerde asırı disiplinden kaçınılması ögütlenmekte, çocuklara daha ılımlı davranılması istenmektedir. Avrupa okullarıyla kıyaslama yapılarak, yenilikçi egitimde cezalandırmaya yer olmadıgı dile getirilmistir. Ancak yenilikçi egitime niçin geçilemedigi ögrenci sikayetlerine kadar yansımıstır. Tanzimat dönemi dergilerinden Mümeyyiz’e yansıyan bir ögrenci mektubunda, egitimde yapılan yeniliklerin ve ıslahatların amacının, ‘okulları Avrupa mektepleri gibi yapmak’ ve ‘uygulamada daha muntazam bir tarzda ögretim yapılacak sekilde düzenlemek’ oldugu hâlde, yanlıs uygulamaların hâlâ devam ettiginden yakınmıstır. Ögrenci yenilikleri bir türlü okullarında göremediklerini, Avrupa okullarıyla kıyaslayarak söyle dile getirir:

“...Lakin surasını bilmek isterim ki, acaba bu mekteplerde çocuklar bir kabahat ettigi, veya dersini ögretmedigi halde, hocaları bizimkiler gibi kızılcık degnegiyle rast geldigi yerlerine vurarak öldürürcesine döverler mi? Haydi Avrupa’yı bir tarafa bırakalım, acaba ilim ve marifetleri bize misüllü gösterilen buradaki Hıristiyan sıbyan mekteplerinde de böyle midir?  Zannetmem ki böyle olsun. iste bunlar dayakla mı tahsil ediyor ? Bir de bizim mektepten kaçmamız takbih ediliyor (ayıplanıyor). Bu halde mektepten kaçmaz da ne yapılır ? Hocanın vurdugu yerde gül biter itikad-ı batılı, buna karsı durabilir mi?”90

Oldukça cesur bir üslupla yazılan mektubun devamında “ Böyle dayakla insan sersem olmaz ve cahil kalmaz da ne olur ? Bize yazık degil midir.? Biz hayvan mıyız? Bunun hayvan hakkında bile icrasına merhamet-i insaniye kail olmaz.“ (91) denilerek, ögrencilerin dayaktan ne derece muzdarip oldukları dile getirilmistir. Mektupta, dayak sikayeti nedeniyle maarif meclisinin ögretmenleri uyardıgı ancak ögretmenlerin bu uyarılara riayet etmedikleri gibi, bazı ‘cahil’ ögrenci velilerinin de “eti senin kemigi benim“ tembihleriyle hocaları buna tesvik ettikleri dile getirilir. Rüstiye mektebine devam ettigini söyleyen ögrenci mektubunu söyle bitirir. “Hasılı su hal, zikrolunan mekteplerde (yani Avrupa’da) dahi böyle ise pek alâ hakkımıza razıyız. Ve biz de ol vakit ilmin dayakla tahsil olunduguna hükmeden cahillerle beraber oluruz. Ve böyle olmadıgı surette de men’ini Meclis-i Kebir-i Maarifin himmet-i mütevaliye ve inâyet-i âliyesinden bekleriz.”92

Bazı dergiler disiplin konusunu çocuk ruh saglıyla dogrudan ilgili görmüs, çesitli tavsiyelerde bulunmuslardır: “Bir peder, bir vâlide tokat ile terbiyeye muvaffak olurum hülyasında ise yazık o aile efradına. Çocuklar körpe fidanlara benzerler. Bir bahçıvan çiçeklerine ne yolda muamele eder ise bir peder de evladına, bir mader de ciger paresine o sûrette muamele etmelidir.”93

Bu elestirilerle birlikte daha insanî ve bilimsel bir egitim anlayısı talep edilmektedir. Batıdan büyük ölçüde etkilendigi anlasılan bu yaklasımda, yalnızca doga bilimlerinde degil, sosyal bilimlerde de bilimsel anlayısın benimsenmesi gerektigi vurgulanmıstır. Çocuk egitiminin de bilimsel anlayısla yapılması gerektigini savunan bir dergi konuya iliskin Avrupa’dan örnekler vermis ve su tespitte bulunmustur: “Avrupa’da çocuk terbiyesi baslı basına bir ilim olmustur ki ismine pedagoji derler.”94

SONUÇ

Yukarıda verilen tarihsel bilgiler ve anlatılan örnekler, Osmanlı ilkokullarında disiplinin büyük ölçüde ögretmenlerin kisisel kararına baglı olarak uygulandıgını göstermektedir. Bu anlayıs, keyfi davranısları beraberinde getirmis ve buna baglı olarak, Sıbyan mekteplerinde intikamcı, cezalandırıcı ve korkuya dayalı bir disiplin anlayısı sürdürülmüstür. Buna karsın iyilestirici (ıslah edici), yapıcı ve önleyici bir disiplin anlayısının benimsenmedigi görülmektedir.

Çıkarılabilecek önemli bir sonuç da ögrencilerin katı disiplin anlayısından olumsuz yönde etkilendikleri ve bunun da ögretmenlere duyulan güveni olumsuz yönde etkiledigidir. Bu nedenle ögrenciler ögretmenlerini agır biçimde elestirmislerdir. Öte yandan geleneksel ögretim anlayısının bir parçası olarak görülen bu katı disiplin anlayısına karsılık, yenilikçi bir egitim anlayısı savunulmus, yenilikçi egitim anlayısında bu tür uygulamaların olmayacagı dile getirilmistir.

Bugün de okullarımızda disiplin sorunlarına rastlanması olagan bir durumdur. Disiplin sorunlarını çözerken öncelikle ögrencinin kıyaslama, denetleme ve degerlendirme yapabilmesi ve benzeri suç sayılan eylemlerin yinelenmesinin önlenebilmesi için, kendisinden beklenen davranısların, kuralların ve ölçütlerin belirlenmesi ve açıklanması gerekir. Bununla birlikte okulda disiplini saglamayı, basit bir sorun olarak görmek yerine, yeterince çaba, zaman, kaynak, uzmanlık, sabır, dayanma gücü ve yaratıcılık gerektiren bir sorun olarak ele alınmalıdır.

Son olarak sunu belirtmek gerekir ki, okul, otoritesini pedagojinin ısıgı altında, insan psikolojisi üzerine kurmalı, zora ve korkuya dayalı otoritenin egitsel bir yararı olmadıgı gibi zamanla etkisini yitirecegi unutulmamalıdır.

KAYNAKÇA

 

Akyüz Hüseyin (2001), Türk Egitimcileri, I, M.E.B.

Akyüz Yahya (1978), Türkiye’de Ögretmenlerin Toplumsal Degismedeki Etkileri, Ankara.

Akyüz Yahya (1994), ilkögretim Yenilesme Tarihinde Bir Adım: Nisan 1847 Talimatı, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Arastırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Ankara.

Akyüz Yahya (2001), Türk Egitim Tarihi (Baslangıçtan 2001’e), istanbul.

Ates Süleyman (1963), “ibni Sina”, Egitim Hareketleri Mecmuası, IX.

Aytaç Kemal, Avrupa Egitim Tarihi, istanbul.

Aytuna Hasip (1963), Orta Dereceli Okullarda Ögretmen ve Problemleri.

Bahçe (1880), Sayı. 32.

Balay Refik (2003), 2000’li Yıllarda Sınıf Yönetimi, Sandal Yay, Ankara.

Berker Aziz (1945), Türkiye’de ilkögretim, Ankara.

Bossing N. L. (1955), Orta Dereceli Okullarda Ögretim, (Çev: N. Sarı).

Çocuk Bahçesi (1905), Sayı.

Çocuk Bahçesi (1905), Sayı.  2.

Çocuk Bahçesi (1905), Sayı.  2.

Çocuk Bahçesi (1905), Sayı.  2.

Çocuk Bahçesi (1905), Sayı. 2.

Çocuklara Mahsus Gazete (1896), Sayı. 3.

Çocuklara Mahsus Gazete (1896), Sayı. 6.

Çocuklara Rehber (1897), Sayı. 2.

Çocuklara Rehber (1897), Sayı. 26.

Çocuklara Rehber (1897), Sayı. 27.

Çocuklara Rehber (1897), Sayı. 27.

Çocuklara Rehber (1897), Sayı. 28.

Çocuklara Rehber (1897), Sayı. 28.

Dersaadet Mekatib-i iptidaiyesi için Talimat- Mahsusa, Maarif Nezareti Salnamesi, Sene 1318.

Dogan ismail (2000), Akıllı Küçük, istanbul.

Ebu Davud, Kitabu’s Salat, 26.

Ebu’l-Hasan el-Maverdi (1976), El-Ahkamu’s-Sultaniyye (Çev.Ali fiafak), istanbul.

Etfal Dergisi (1886), Sayı. 14.

Gazali, Risalet’ul edep fi’d Din, 43; Bayraktar Bayraklı, islamda Egitim ve Ögretim.

Humphreys Tony (1999), Disiplin nedir? Ne degildir?, istanbul.

ibn Haldun (1970), Mukaddime, (Çev: Zakir Kadiri Ugan), istanbul 1970, C.III.

Kabisi (1966), islamda Ögretmen ve Ögrenci Meselelerine Dair Genis Bir Risale (Terc: Süleyman Ates, H.R. Öymen), Ankara.

Kanad H. Fikret  (1948), Pedagoji Tarihi –I, MEB, istanbul.

Kanad H.Fikret. (1958), Terbiye Sosyolojisi.

Karch R E, Estabroohe L. (1963), Ögretim Teknigi, (Çev:i. Paru, i. Yurt).

Mehmet Emin Ay (1994), “islam Egitimcilerine Göre Disiplin”, islam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu.

Mümeyyiz (1869), Sayı.7.

Mümeyyiz (1869), Sayı.7.

Mümeyyiz (1869), Sayı.7.

Münif “Ehemmiyet-i Terbiye-i Sıbyan”, Mecmua-i Fünun, istanbul, Sayı 5.

Öymen Hıfzırrahman Rasit (1969), Dogulu ve Batılı Yönüyle Egitim Tarihi, Ayyıldız Matbaası, Ankara, s.95.

Öymen Hıfzurrrahman Rasit (1963), islamiyette Ögretim ve Egitim Hareketleri”, i.F. Dergisi, IX,. Ankara.

Rasim Ahmet (1927), Falaka,istanbul, s.113; Akyüz (2001).

Rehnümay-i Muallimin.

Russell Bertrand (1954), Terbiyeye Dair, (Çev: Hamit Dereli), Ankara.

Sakaoglu Necdet (1996), Osmanlı Egitim Tarihi.

Seharenfuri Halil Ahmed, Bezlu’l-Mechud fi Celli Ebi Davud, Beyrut, ty., I.

Sınıf Yönetiminde Yeni Yaklasımlar (2000), (Editör: Leyla Küçükahmet), Ankara.

Sungu ihsan, Eski Mekteplerde Cismani Cezalar, Terbiye Mecmuası, 29 Agustos 1334.

Taymaz Haydar (1997), Uygulamalı Okul Yönetimi, Ankara.

Tercüman-i Hakikat (1880), Sayı. 3.

Tercüman-i Hakikat (1880), Sayı.19.

Yayla Ahmet (1995), Egitim ve Ögretim Sistemimizin Otorite ve Sorumluluk Açısından Degerlendirilmesi, Yayımlanmamıs Yüksek Lisans Tezi, Van.

 

 


 

*      Dr.; Yüzüncü YılÜniv. Egt.Fak.,EgitimBilimleri Bölümü, Arastırma Görevlisi.

1      Tony Humphreys (1999), Disiplin nedir? Ne degildir?, istanbul, s. 17.

2      Ahmet Yayla (1995), Egitim ve Ögretim Sistemimizin Otorite ve Sorumluluk Açısından Degerlendirilmesi, Yayımlanmamıs Yüksek Lisans Tezi, Y.Y.Ü.S.B.E. Van, s.28.

3      R. Karch E. L. Estabroohe (1963), Ögretim Teknigi, (Çev:i. Paru, i. Yurt), s.89.

4      N. L. Bossing (1955), Orta Dereceli Okullarda Ögretim, (Çev: N. Sarı), s.221.

5      Sınıf Yönetiminde Yeni Yaklasımlar (2000), (Editör: Leyla Küçükahmet), Ankara, 2000, s.55.

6      Sınıf Yönetiminde…a.g.e., s.55.

7      Sınıf Yönetiminde...a.g.e., ss.54-55.

8      Hasip Aytuna (1963), Orta Dereceli Okullarda Ögretmen ve Problemleri, s.273.

9      Sınıf Yönetiminde…a.g.e., s.55.

10    Sınıf Yönetiminde…a.g.e., s. 59.

11    Haydar Taymaz (1997), Uygulamalı Okul Yönetimi, Ankara, s.207.

12    Sınıf Yönetiminde…a.g.e., s.66.

13    Refik Balay (2003), 2000’li Yıllarda Sınıf Yönetimi, Sandal Yay, Ankara, ss.177-178.

14    Sınıf Yönetiminde…a.g.e., ss.56-58.

15    Yayla (1995), a.g.e., s.13.

16    H.Fikret Kanad (1958), Terbiye Sosyolojisi, s.111.

17    Yahya Akyüz (1978), Türkiye’de Ögretmenlerin Toplumsal Degismedeki Etkileri, Ankara, s. 29.

18    Ebu Davud, Kitabu’s Salat, 26.

19    Yahya Akyüz (1994), ilkögretim Yenilesme Tarihinde Bir Adım: Nisan 1847 Talimatı, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Arastırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Ankara, 16.

20    Halil Ahmed Seharenfuri, Bezlu’l-Mechud fi Celli Ebi Davud, Beyrut, ty., I, ss.343-344.

21    Mehmet Emin Ay (1994), “islam Egitimcilerine Göre Disiplin”, islam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu, s.228-241.

22    Kabisi (1966), islamda Ögretmen ve Ögrenci Meselelerine Dair Genis Bir Risale (Terc: Süleyman Ates, H.R. Öymen), Ankara, s.54.

23    Kabisi (1966), a.g.e, ss.81-85.

24    ibn Haldun (1970), Mukaddime, (Çev: Zakir Kadiri Ugan), istanbul 1970, C.III, s.161.

25    Hüseyin Akyüz (2001), Türk Egitimcileri - I, M.E.B, ss.147-148.

26    Gazali, Risalet’ul edep fi’d Din, s.43; Bayraktar Bayraklı, islam’da Egitim ve Ögretim, s.174.

27    ibn Haldun (1970), a.g.e., C.III, ss.160-161.

28    ibn Haldun (1970), a.g.e., C.I, ss.574-575.

29    Ebu’l-Hasan el-Maverdi (1976), El-Ahkamu’s-Sultaniyye (Çev.Ali fiafak), istanbul, s.289.

30    Yahya Akyüz (2001), Türk Egitim Tarihi (Baslangıçtan 2001’e), istanbul, s.124.

31    Bertrand Russell (1954), Terbiyeye Dair, (Çev: Hamit Dereli), Ankara, s.25.

32    Russell (1954), a.g.e., s.25.

33    Kemal Aytaç (1992), Avrupa Egitim Tarihi, istanbul, s. 112.

34    Aytaç (1992), a.g.e., s. 279.

35    Y. Akyüz (2001), a.g.e., s. 81.

36    Y. Akyüz (2001), a.g.e, s. 81.

37    Hıfzırrahman Rasit Öymen (1969), Dogulu ve Batılı Yönüyle Egitim Tarihi, Ayyıldız Matbaası, Ankara, s.95.

38    H. Fikret Kanad  (1948), Pedagoji Tarihi –I, MEB, istanbul,a.g.e., s.251.

39    Kanad (1948), a.g.e., s.286.

40    Kanad (1948), a.g.e., s.300.

41    Kanad (1948), a.g.e., ss.307-308.

42    Aytaç (1992), a.g.e., s.112.

43    Bayraktar Bayraklı (1989), islam’da Egitim, istanbul, s.170-183.

44    ihsan Sungu, Eski Mekteplerde Cismani Cezalar, Terbiye Mecmuası, 29 Agustos 1334; Nafi Atuf Kansu (1930), Türkiye Maarif Tarihi, s.30.

45    H. Akyüz (2001), a.g.e., ss.114-115.

46    Kanad (1948), a.g.e., s.222.

47    Süleyman Ates (1963), “ibni Sina”, Egitim Hareketleri Mecmuası, IX, ss.107-108.

48    Terbiye etme, edeplendirme ve cezalandırma anlamında kullanılmaktadır.

49    Necdet Sakaoglu (1996), Osmanlı Egitim Tarihi, ss.36-37.

50    Y. Akyüz (2001), a.g.e, s. 81.

51    Y. Akyüz (2001), a.g.e, s. 81.

52    Kansu (1930), ss. 30-31.

53    Kansu (1930), s. 31.

54    Y. Akyüz (2001), s.109.

55    Kansu (1930), s. 32.

56    Y. Akyüz (2001), a.g.e., s. 81.

57    Ahmet Rasim (1927), Falaka,istanbul, s.113; Akyüz (2001), a.g.e., s. 81.

58    Yıldırım Beyazid’in oglu Emir Süleyman’ı ögretmeni bir gün fazlaca döver. fiehzade aksam babasına yakınır: “Sen Sultan degil misin? Senin oglunu ögretmen nasıl döver?” Yıldırım Beyazid, “Ben yarın ögretmene bunu sorarım.” der. Sabah olunca ögretmenine gizlice haber gönderir ve az sonra okula geleceklerini, bu dayak isini soracagını, fakat aldırmayıp kendisine de sert davranmasını bildirir. Sultan ogluyla okula gider ve ögretmene ‘Sen benim oglumu köleler gibi nasıl döversin?’ diye çıkısırken, ögretmen sopasıyla Sultanın orasına burasına vurmaya baslar ve okuldan dısarı atar. Bkz. Akyüz (2001), a.g.e., s.81.

59    Hıfzurrrahman Rasit Öymen (1963), islamiyette Ögretim ve Egitim Hareketleri”, i.F. Dergisi, IX,. Ankara, s. 77

60    Y. Akyüz (2001), a.g.e., s. 81.

61    Bu Talimat, genis biçimde Yahya Akyüz tarafından yayınlanmıs, ve Talimat’ın getirdigi ögretim ve disiplinle ilgili ilkeleri etraflıca analiz edilmistir. Bkz. Yahya Akyüz (1994), ilkögretimin Yenilesme Tarihinde Bir Adım: Nisan 1847 Talimatı, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Arastırma ve Uygulama Dergisi, Ayrı Basım, Ankara.

62    Akyüz (1994), a.g.m., ss. 9-10.

63    Aziz Berker (1945), Türkiye’de ilkögretim (1839-1908), Ankara, s. 31.

64    Akyüz (1994), a.g.m., s.16.

65    Akyüz (1994), a.g.m., s.16.

66    Münif “Ehemmiyet-i Terbiye-i Sıbyan”, Mecmua-i Fünun, istanbul, Sayı 5, ss.176-185.

67    ismail Dogan (2000), Akıllı Küçük, istanbul, ss.228-230.

68    Dogan (2000), a.g.e., ss.224-226.

69    Rehnümay-i Muallimin; Y. Akyüz (2001), a.g.e., s.189.

70    Sakaoglu (1996), a.g.e., ss.19-20.

71    1915 yılında yayınlanan Talebe Defteri adlı dergide, “Cennetten Çıkma” baslıgıyla yayınlanan bir makalede, okullardaki dayak konusu ironik bir dille elestirilmistir.

72    Talebe Defteri’nde yayınlanan baska bir makalenin adıdır.

73    Talebe Defteri’nde yayınlanan bir baska makale.

74    Bahçe (1880), Sayı. 32, s. 250.

75    Çocuklara Rehber (1897), Sayı. 26, s. 3.

76    Çocuk Bahçesi (1905), Sayı.  2, s. 8.

77    Çocuklara Rehber (1897), Sayı. 27, s. 1.

78    Tercüman-i Hakikat (1880), Sayı. 3,   s. 3.

79    Dersaadet Mekatib-i iptidaiyesi için Talimat- Mahsusa, Maarif Nezareti Salnamesi, Sene 1318, s.209-219.; Berker (1945), s.151.

*      Okul hademesi, kapıcı.

**     Sıbyan mekteplerinde ögretmenin yardımcısı olarak egitim-ögretim görevi yapan kimse.

80    Tercüman-i Hakikat (1880), Sayı. 19, s. 1.

81    Çocuklara Rehber (1897), Sayı. 28, s. 1.

82    Çocuk Bahçesi (1905), Sayı.  2, s. 6.

83    Çocuk Bahçesi (1905), Sayı.  2, s. 6.

84    Çocuk Bahçesi (1905), Sayı.  2, s. 8.

85    Etfal Dergisi (1886), Sayı. 14, s. 106.

86    Çocuk Bahçesi (1905), Sayı.  2, s  8.

87    Çocuklara Mahsus Gazete (1896), Sayı. 6, s. 4.

88    Çocuklara Rehber (1897), Sayı. 28, s. 1

89    Çocuklara Rehber (1897), Sayı. 2, s. 6.

90    Mümeyyiz (1869), Sayı.7, s.2.

91    Mümeyyiz (1869), Sayı.7, s.2.

92    Mümeyyiz (1869), Sayı.7, s.4.

93    Çocuklara Rehber (1897), Sayı. 27, s. 3.

94    Çocuklara Mahsus Gazete (1896), Sayı. 3, s. 3.

 

 

İçindekiler...

 

© T.C. MEB Yayımlar Dairesi Başkanlığı
Teknikokullar, ANKARA
Tel. (312) 2128145
Fax (312) 2124668
med@meb.gov.tr

 

[ yukarı ]

Arşiv