MİLLİ EĞİTİM DERGİSİ

Sayı 164

Güz  2004


GÖSTERGEBİLİMSEL OKUMALARA DOĞRU

Celal ASLAN



[ Hilmi UÇAN, Yazınsal Eleştiri ve Gösterge bilim, Perşembe Kitapları, İstanbul 2002, 206s.]

Eleştiri kuramlarının tarihine kronolojik olarak baktığımızda; edebî/yazınsal eser eleştirilerinde  kimi zaman yazar kimi zaman okur kimi zaman da bunların dışında birtakım olguların (tarihsel, kültürel, sosyal, ideolojik vs.), kriterlerin belirleyici olarak kullanıldığını görürüz.

Edebiyatın, genelde ise sanatın Aristo’dan beri “hakikati yansıtan bir ayna” metaforuyla tanımlandığını hepimiz biliyoruz. Bu anlayışı temel alarak edebî eserin anlamı/değeri üzerinde düşünen, yazan, kuramlar geliştiren eleştirmenlerin yanı sıra bu bakış açısından hareket eden eleştiri ekolleri var olagelmiştir. Bizde de modern tarzda eserler veren ilk edebiyat bilimcileri edebî eseri dış dünyaya bağlayan söz konusu bu kuramlara bağlı kalmışlardır. Buna göre edebiyat sanatçısı hakikati/gerçeği ne kadar başarılı bir şekilde yansıtırsa eser o kadar başarılı sayılacak, o denli de “edebî” olmaya hak kazanacaktır.

Ancak, 19. yüzyılın ortalarında ilk kıvılcımlarını gördüğümüz dilbilimsel çalışmalar; edebî metinleri dış dünya gerçeklikleri ya da prensipleri ile değerlendiren eleştiri kuramlarına şiddetli bir şekilde karşı çıkarak bir edebiyat eserini; aynı dil malzemesini kullanan diğer yazılı metinlerden ayıran, onu bir sanat ürünü yapan niteliklerin ortaya sağlıklı bir biçimde konulabilmesi yönündeki çabaların artmasına önayak olmuştur. Böylece metni esas alarak metni her yönüyle aydınlatma ve “örtük/kapanık” olan edebiyat metnini bu yolla anlama/anlamlandırma faaliyeti olarak nitelenebilecek kendi kendine yeter bir eleştiri sistemine doğru önemli bir mesafe katedilmiştir.

Eleştiri literatürümüzde önce çeviri eserlerle kendine yer bulmaya başlayan bu eleştiri anlayışı, son yıllarda yapılan çeviri ve telif çalışmalarla iyiden iyiye kendini kabul ettirmektedir. Bu anlamda değerlendirilebilecek Hilmi Uçan’ın kitabının I. Bölümünde eleştiri tarihindeki önemli çalışmalar ve bu çalışmaların sahipleri1 kısaca, ama en belirgin özellikleri ile okuyucuya tanıtıldıktan sonra eleştirinin geldiği nokta yani metin-dışı eleştiriden metne-dönük eleştiriye geçişin/gelişin bir özeti yapılmıştır.

Tarihsel ve toplumbilimsel bir eleştiri anlayışının hâkim olduğu göstergebilim öncesi dönemde öne çıkan temel eleştiri ölçütleri “fizyonomi, biyografi, ırk, ortam, zaman, gerçekle ilgili zevk, araştırma (bibliyografya), bireysel sezgiler vb.”dir. Elbette insan tarihten kopamaz. İnsanı ilgilendiren her şey bir yanıyla hep tarihselliğin etkilerini taşıyacak, izlerini bünyesinde barındıracaktır. Fakat nesnelliğini dış gerçeklikten değil bizatihi incelenen metinden alan yani eleştirinin birincil nesnesi olan metne dayalı nesnel bir eleştiriye de ihtiyaç duyulmaktaydı.

İşte Yeni Eleştiri’nin oluşmaya başladığı “iki savaş-arası dönem”de edebiyat saf hâliyle tarihsellikten uzaklaşmaya; hayata, insanın ruh dünyasına, bütün karmaşıklığı/çözülmezliği içerisinde insanın psikolojisine yönelir. Bu dönemde eleştirinin nesnesi de artık eserin bizzat kendisidir. Göstergebilim de dilbilimin verilerini kullanarak edebî eseri vücuda getiren unsurları ve bunların birleşiminden meydana gelen “bütün”ü parçalarına ayırma, daha sonra birleştirerek anlamlandırma faaliyeti olarak gelişmeye başlar. Edebiyat biliminin inceleme alanına giren somut veriler (göstergeler) artık yol göstericidir; bu yüzden eserin dışındaki ögelerin (tarihî, sosyal, psikolojik, biyografik vb.) eseri anlamlandırma ve çözümlemede ancak ikincil işlevlerinden/önemlerinden bahsedilebilir.

II. Bölümde eleştiri tarihinde dilbilimin öne çıkışına, yazınsal iletişimin niteliğine, eğitim içinde edebiyata, edebiyat tarihleri ile ilgili kitaplardaki ideolojiye, metnin ve okumanın işlevine, metnin ve okumanın sınıf içindeki işlevine, edebiyat sınıflarındaki zorluklara değinilmiştir. Bu bölümde yine edebî metne yaklaşımlardaki farklara dikkat çeken Uçan, önceki yüzyıllarda her türlü bilgi, açıklama, tanımlamanın edebiyat metnini anlamlandırmada/konumlandırmada bir araç olarak kullanıldığını belirtir. Oysa dilbilim ve de göstergebilim, edebiyat metnine; bir “gösterge” olarak öncelikle kendisini, daha sonra da dili, iletişim yasalarını, oradan da bireysel ve toplumsal kodları çözmede bir “nesne” görevi yüklemiştir.

Uçan, edebiyat eğitiminin niteliği, nasıl olması gerektiği konusunda düşüncelerini dile getirdiği aynı bölümde; okuyucuyu/öğrenciyi esere yöneltmek, onu eserle yüz yüze getirmek amacı ile bir edebiyat eleştirisi yapma zorunluluğundan bahseder. Edebiyat eğitimi, bir edebiyat tarihi eğitimi şeklindedir ve çoğunlukla bir bilgi aktarımı işlevi üstlenmiştir. Yazarın biyografisi, ekollerin doğuşu, yazınsal hareketlere yapılan vurgular eserin kendisini gölgede bırakır, oysa eleştirinin “sağlıklı”lığı edebiyat eğitiminin ilk şartıdır. Aksine bir anlayış yani “ortam” üzerinde yoğunlaşmak, ideolojik ön kabullerden yola çıkmak bir “üstdil”i de zarurî kılar ve bu, okuyucuyu da öğrenciyi de öğretmeni de metinsel gerçeklikten uzaklaştırır, metnin yazınsal işlevini geri plana iter. Hilmi Uçan, bu noktada bir metnin anlamlandırılmasında ideolojik ön kabullerle, ön yargılarla metne yaklaşmak yerine, metnin işleyiş şeklini dikkatle gözlemek ve dilbilimsel verilerden hareket etmeyi tavsiye etmektedir. Böylece okuyucu ve metin arasında bir yakınlaşma mümkün olabilecektir.

Bu bölümde metin çözümlemelerinde takip edilmesi gereken işlem basamaklarını yalın bir söylemle tanımlamaya/tanıtmaya çalışan Uçan, metni oluşturan her bir öge üzerinde özenle durulması sayesinde “anlam tabakaları”nın belirlenebileceğini; edebî metindeki günlük dilden sapmaların, metinlerarası ilişkilerin gün yüzüne çıkarılması ile de metnin edebiyat olgusu içerisinde durduğu yerin kolaylıkla konumlandırılabileceği konusu üzerinde durur.

Kitabın III. Bölümü, kuramsal çerçeveyi ortaya koymaya, göstergebilimin metin çözümlemelerinde kullandığı araçları, kavramları tanıtmaya ayrılmıştır. Özellikle dilbilim ve göstergebilim kavramlarının2 açık ve sade bir dille açıklandığı bu bölümde yazar, okuyucuyu adım adım “Göstergebilimsel bir eleştiri nasıl yapılabilir?” sorusunun yanıtına ulaştırmaktadır. Kitabın  IV. ve V. bölümlerinde ise bu teorik yanıtlar, Maupassant’ın “Ziynet” ve “Madame Baptiste”3 isimli öykülerinin göstergebilim metotları ile incelendiği somut uygulamalara ve sınıf içine yönelik alıştırmalara dönüştürülmeye çalışılmaktadır.

Edebî araştırmalarla ilgilenen ancak söz konusu kuramsal çerçeveye ve uygulama örnekçelerine, çoğu yabancı dille yazılmış eserlerin çevirilerini okuyarak ulaşmaya çalışan okurların tanıtmaya çalıştığımız bu eserle biraz daha yaklaştığını söyleyebiliriz. Bilindiği gibi özellikle Türk edebiyatı üzerinde çalışma yapanlar yabancı dil sorunu sebebiyle alanları ile ilgili kuramsal çalışmalara ilk elden ulaşamamakta, bu tür eserlerin Türkçe çevirileri yapılanları ile yetinmek zorunda kalmaktadırlar. Hilmi Uçan’ın Fransız Dili ve Edebiyatı eğitimi almış olmasının yazarın kaynaklara ilk elden ulaşmasını sağladığına da şahit oluyoruz. Ayrıca Türkçe yazılmış konu ile ilgili eserlere de sıklıkla vurgular yapılmış ve hem Türkçe hem de yabancı kaynakların konuyu açıklamada kullanılmış olması da yazarın bir çeviri gayreti ile hareket etmediğini, konunun eni konu açıklanmaya çalışıldığını göstermektedir. Bu durumun, eserin değerini bir kat daha artırmakta olduğunu da pekâlâ söyleyebiliriz.

Hilmi Uçan’ın bu eserinin, metinden uzaklaşan okuyucuyu metne yönelteceğini, metin-dışına kayan eleştiriler sebebiyle okuyucuya farklı anlam katmanlarını kapalı/örtük tutan edebî metnin ise tamamen olmasa bile ciddî “okuma uğraşı”ları ışığında satır aralarının aydınlatılabileceğini söylersek pek de abartmış olmayız.

 

1   Bu isimleri kısaca şöyle sıralayabiliriz: Sainte-Beuve, H. Taine, G. Lanson, P. Valéry, A. Gide, J.P. Sartre, A. Camus, R. Barthes, A. Robbe Grillet, Gaston Bachelard, Lucien Goldman vs.

     Bizden de şu isimleri sıralar: N. Ataç, T. Yücel, B. Moran, H. Yavuz, M. Kaplan, C. Meriç, F. Naci, A. Bezirci, M. Fuat, son yıllardaki çalışmaları ile de Ö. Lekesiz.

 

2   Ele alınan kavramların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz: kurgu ve anlatı, sözcelem/sözce, söylem/öyküleme, anlatı sözcesi, yazar-anlatıcı, yapı, anlatı düzeyi, anlatı izlencesi, eyleyenler ve oyuncular, söylem düzeyi, yerdeşlik vb.

3   Uçan,  bu öyküleri seçiş sebebini şöyle açıklamaktadır: “Metodolojik açıdan, bu iki öyküde, göstergebilimsel bir çözümlemenin hemen hemen bütün kavram ve araçlarını gözlemleyebiliyoruz.”(s. 92) Bununla birlikte Hilmi Uçan’ın yalnız eleştiri kuramı ile ilgilenmeyişi, farklı süreli yayınlarda Türk edebiyatından metinler üzerine de yazılarını yayımlıyor olması Türk edebiyatı eleştirisine şimdiden katkı olarak kabul edilebilir.

 


 

 

 

İçindekiler...

 

© T.C. MEB Yayımlar Dairesi Başkanlığı
Teknikokullar, ANKARA
Tel. (312) 2128145
Fax (312) 2124668
med@meb.gov.tr

 

[ yukarı ]

Arşiv