İZMİR'İN İŞGALİ İLE UYANAN MİLLİ MÜCADELE RUHU VE BUNUN MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN SAMSUN VE HAVZA'DAN YAZDIĞI RAPORLARDAKİ YANSIMASI
 
 

DOÇ. ÖĞ. ALB. CEMALETTİN TAŞKIRAN (*)

İzmir’in Yunanlılar tarafından işgâli ile Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’daki görevine başlamak için İstanbul’dan ayrılması hemen hemen aynı tarihlere rastlar. İzmir’i Yunanlılar 15 Mayıs 1919’da işgâle başlamışlardır. Mustafa Kemal Paşa da maiyeti ile birlikte 16 Mayıs 1919 günü bir vapurla Samsun’a doğru yola çıkar. Ancak,Mustafa Kemal Paşa daha İstanbul’dan hareket etmeden, 15 Mayıs 1919’da, veda etmek için Genelkurmay Başkanlığına ve İstanbul Hükümetinin bulunduğu Babıâliye uğramıştır. Babıâli’deki veda ziyareti sırasında İzmir’e Yunan kuvvetlerinin çıkarıldığı haberini öğrenmiş, şaşkın ve telâşlı hükümet üyelerinden İç İşleri Bakanı Mehmet Ali Bey ile Deniz İşleri Bakanına “Ne yapmayı tasavvur ediyorsunuz?” diye sormuş, “protesto edeceğiz!” cevabını alınca da “Bu lâzımdır, doğrudur. Ancak böyle bir protesto ile Yunanlıların İzmir’den geri çekilişlerine veya İngilizlerin onları geri çekeceklerine ihtimal veriyor musunuz?” diye tekrar sormuş ve “Daha kesin tedbirler düşünmeli.” (1)diyerek hükümet üyelerini uyarmıştır. Böylece İzmir’in işgâlini, ilk gün hükümetten öğrenen Mustafa Kemal Paşa, ertesi gün de sorumluluk bölgesinde asayişi sağlamak, mevcut silâh ve cephaneleri toplatmak ve kendiliğinden toplanan ve bölgelerine yapılacak muhtemel bir saldırıya karşı koymak için çalışan şûraları dağıtmak olan görevine başlamak (2) üzere İstanbul’dan ayrılmıştır.

Bilindiği gibi İzmir’in işgâli hem İstanbul’da, hem Anadolu’da çok büyük üzüntü ve ızdırap yaratmıştır. Halk bütün yurtta bu haksız uygulamanın yanlışlığını hem İstanbul’a, hem de İtilâf devletlerine ulaşabildikleri her vasıta ile duyurmaya çalışmış ve halkta “karşı koyma” şuuru uyanmaya başlamıştır.Hiç kimse tarafından organize edilmeyen, sırf millî şuurla bir araya gelen insanlar, yurdun her yerinde protesto mitingleri yapmaya başlamışlar ve bu protesto miting ve telgraflarıyla da bütün yurdu büyük bir heyecan dalgası kaplamıştır. Denilebilir ki İzmir’in işgâli ile Türk halkında işgâllere karşı koyma şuuru uyanmıştır. İşgâl kuvvetlerinin kontrolü altında bulunan İstanbul’da bile halk çok çeşitli yerlerde protesto mitingleri düzenlemiş buralarda heyecanlı konuşmalar yapılmış ve bütün dünyaya mücadele etmenin kararı ve haklılığı duyurulmaya çalışılmıştır. Daha sonra anlatılacağı gibi Mustafa Kemal Paşa bu heyecanı yeni görevine başlar başlamaz Samsun ve Havza’dan İstanbul’a gönderdiği telgraflarda net bir şekilde yansıtmıştır. Mustafa Kemal Paşa İzmir’in işgâli ile uyanan bu “millî mücadele ruhunu” çok iyi yönlendirmiş, her yerde protesto mitingleri yapılmasını sağlamış, İstanbul’a ve itilâf devletlerine protesto telgrafları çektirmiş ve millî mücadelenin ilk kıvılcımlarını bir araya toplayarak bir kurtuluş meşalesi yaratmıştır. Biz bu çalışmamızda Mustafa Kemal Paşa’nın telgraflarındaki millî ruh ve heyecanı göstermeye çalışacağız. Ancak bunun için de İzmir’in Yunanlılarca işgâlinin Türk kamu oyunda oluşturduğu millî heyecanı birkaç farklı örnekle göstermek istiyoruz:

Bu örneklerden biri işgâl edilen İzmir şehrinde gerçekleştirilen bir faaliyettir. 16 Mayıs 1919’da İzmir Müdafaa-i Hukuku Osmaniye Cemiyeti, İstanbul’daki devlet adamlarına ve ABD temsilcisine şu şekilde telgraflar çekmiş ve işgâli protesto etmiştir:“... Avrupa, on milyon Müslüman ve Türk’ün idam ve imhasına karar vermişse, milletimiz buna uymayacak ve vatan uğrunda, kahramanca çarpışarak ölmeye hazır bulunacaktır. Tarihe, bütün bir milletin varlığını savunmak için nasıl öldüğünü gösterecektir...”(3)

Örneklerden bir diğeri işgâl kuvvetlerinin kontrolündeki İstanbul’daki “işgâli protesto, mitingleridir. Fatih,Üsküdar, Sultan Ahmet Meydanı ve Kadıköy gibi İstanbul’un çeşitli semtlerinde çok büyük kalabalıkların katıldığı mitingler yapılmıştır. Bunlardan 28 Mayıs 1919 tarihinde Sultan Ahmet Meydanında yapılan mitinge 200.000 civarında insanın katıldığı görülmüştür. Bu mitingde konuşma yapan şair Mehmet Emin Yurdakul ve yazar Halide Edip Adıvar halkın millî duygularını dile getirmişlerdir. Özellikle Halide Edip’in “... Ruhu göklerde olan 700 senelik tarihimiz bu minarelerden bugün Osmanlı tarihinin faciasını seyrediyor. Bu muazzam, bu tarihi meydanda zafer alayları tertip eden ecdatlarımızın ruhu bizi seyrediyor. Dünyaların öbür ucuna at süren namağlup erlerin evlatları önünde ben, baş eğiyor ve yemin ediyorum. Diyorum ki, bugün kolları kesilmiş olan Türk’ün kalbi eski yiğitlik ve cesaretini kaybetmemiştir... Allah’a, hakka, milletlerin ilâhi hakkına dayanan,Türk milleti olarak, bütün Müslüman ve Türk dünyasına ilân ediyorum... Bu muazzam toplantımızda bu aşk, vatan ve Allah aşkı, payidar oldukça hiçbir şey bizi buradan ayıramayacaktır...” (4)şeklindeki konuşması toplanan kalabalığı ağlatacak derecede duygulandırmıştır.

İzmir’in işgâli karşısında oluşan millî heyecanı gösteren üçüncü bir örnek de Giresun’dadır. İşgâlden 2 gün sonra 17 Mayıs 1919’daGiresun’da yapılan miting sonunda Giresunlular İstanbul hükümeti baskınına ve padişaha birer telgraf çekmişlerdir. Sadrazama çekilen telgrafta “... Hükümetinizi idamımızı tebliğe memur görmek istemiyoruz. Sizi Türk sadrazamı bilerek hitap ediyoruz... İzmir’in Yunan’a ilhak edildiğini öğrendiğimiz gün Giresun muhiti akissiz kalmayacaktır. Ve hiçbir kuvvet bizi azmimizden çeviremeyecektir...” Giresunlular Padişaha da şu telgrafı çekiyorlardı:“Ey ulu Hakan, tacından İzmir elmasını Türk kanlarıyla boyayarak koparıyorlar. Sıra yarın bizlere gelecek, Senelerce serhatlarda dolaşan biz Türkler ipte değil, süngüde can vermek için hazırız. Semamızda al bayrak alındığı gün, zümrüt dağlarında kanlarımız bir al bayrak serilecek. Dökeceğimiz kanlara iştirak edecek, bayrağımıza taç giydirecek, Âli Osman’ın kanını taşır, Orhan’ın, Ertuğrul’un bir oğlunu gönderiniz...” (5)

Erzurum’da da, İzmir’den işgâli bildiren telgrafın alınması üzerine, 18 Mayıs 1919’da bir protesto mitingi yapılmıştır. Miting sonrası İtilâf devletleri temsilcilerine çekilen telgrafla da işgâl protesto edilmiş, Yunan işgâli kınanmıştır:“... İzmir saldırısı, faciası karşısında pek heyecanlı ve yaralı olan biz Türkler, varlığımıza indirilmiş bu darbenin kaldırılmasını, yıkılan hak ve mihrabının onarılmasını devletinizin adaletli ve insaniyetli karakterinden dileriz...” (6)

Denizli’de yapılan ve İzmir’in işgâlini protesto eden mitingde ise Denizli müftüsü Ahmet Hulusi Bey “... işgâl edilen memleketler halkının silâha sarılması ve savaşması farz-ı ayn’dır...”, “...Elinizde hiçbir silâhınız yoksa bile üçer taş alarak düşmanın üzerine atın...” (7) diyerek halkı mücadeleye çağırmıştır.

Balıkesir’de ise yörenin ileri gelenleri Alaca Mescit’de toplanmışlar, muhtemel bir Yunan işgâline karşı silâhlanmak için karar almışlardır. 25 Haziran 1919’da yapılan toplantıda sadece gönüllülerden oluşan birliklerle Yunanlılara karşı konulamayacağı düşüncesiyle düzenli güçler oluşturulması zarurî görülmüş ve bu maksatla 1902 ve 1903 doğumlulardan millî kuvvetler oluşturulması kararlaştırılmıştı. (8)

Görüldüğü gibi İzmir’in işgâli bütün yurtta derin bir üzüntü yaratmış ve halk bir araya gelerek mücadele arzu ve kararını yüksek sesle hem İtilâf devletlerine hem de İstanbul hükümetine bildirmiştir. Şimdi de İzmir’in işgâli ve bu işgâller karşısında İstanbul hükümetinin tutumunu gösteren iki örnek verelim:İzmir’in işgâlini öğrenen Damat Ferit Paşa hükümeti aynı gün toplanmış ve resmî bir bildiri yayınlamıştı. Bildirinin resmî olduğunu ve işgâl kuvvetlerinin kontrolü altında bulunulduğunu hiç göz ardı etmesek de bildiri, yukarıdaki örneklerde açıklanmaya çalışılan Türk halkının millî duygu ve coşkusu ile uzaktan yakından ilgili değildir. Bildiride “...Hükümet bu meselede devlet ve millet haklarını korumak için kendisine düşeni tespit etmiş ve sükun ve vakarın muhafazası lüzumunu ahaliye tavsiye eylemesini Dahiliye Nezaretine tebliğ etmiştir...” (9) denilmektedir. İşgâl karşısında bu kadar pasif ve kayıtsız kalan sadece İstanbul’daki hükümet değildi. Padişah Vahdettin de benzer bir tutum içerisindeydi. İstanbul Sultan Ahmet Meydanındaki mitingden sonra seçilen bir temsilci grubu Sultan Vahdettin’i ziyaret etmişti. Sultan onlara şu öğütlerde bulunmuştu:“... Ağzımızı açalım, bağıralım, sesimizi yükseltelim. Fakat elimizi kaldırmayalım.” (10)

İzmir’in işgâlinden hemen sonra Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, halkta uyanan millî ruhu ve coşkuyu hem arttırmaya çalışıyor, hem de bunu yönlendirerek kurtuluşu gerçekleştirmek istiyordu.

Mustafa Kemal Paşa Samsun’a ayak bastığının üçüncü günü yeni vazifesiyle ilgili ilk raporları İstanbul’a göndermeye başladı. Az sonra detaylı olarak ele alacağımız bu raporlarda Mustafa Kemal Paşa’nın kararlılığı, milletine olan güvenci ve inancı, yeni bir mücadeleyi başlattığının işaretleri açıkça görülüyordu.

Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da Sadaret makamına gönderdiği telgraf, bir rapor değildi. Ancak İzmir’in Yunanlılar tarafından işgâl edilmesi üzerine işgâlden bir gün sonra hem milletin hem de kendisinin işgâle karşı duygularını şöyle belirtiyordu:“İzmir’in Yunan askeri tarafından işgâli hadisesi, yakından temasta bulunduğum milleti ve orduyu gayrî kabili tasavvur ve tasvir derecede dilhun etmiştir... Ne millet ve ne ordu mevcudiyete karşı yapılan bu haksız tecavüzü hazm vekabul etmeyecektir... 20.5.1919” (11)İşgâlden hemen sonra işgâlin millet ve orduca kabul edilmeyeceğini bildiren ve bunun için Anadolu’nun her yerinde protesto mitingleri düzenleyip,İstanbul ve İtilâf devletlerine protesto telgrafları çektirten Mustafa Kemal Paşa’nın tavrı, işgâlle ilgili olarak Türk milletine “sükûneti tavsiye etmeye” karar veren ve “bağıralım, çağıralım ama elimizi kaldırmayalım” diyen İstanbul’un zihniyet ve anlayışından çok farklıdır. Bu anlayış milletin kurtuluşunu beklediği anlayıştır. Ancak bu tavır İstanbul’dan gelmemiş, Samsun’dan gelmiştir. Hem de çok kesin ve çok net bir şekilde. Hem İstanbul’a, hem bütün dünyaya haykırarak gelmiştir:“Millet ve ordu bu haksız tecavüzü kabul etmeyecektir.”

Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gönderildiğini yazmıştık. 22 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa bu görevi ile ilgili olarak İstanbul Sadaret makamına bir rapor gönderir. Samsun ve civarında Rum çetecilerinin çalışması ile ilgili bir rapordur bu. Ancak dikkatle okununca Anadolu’da başlayacak bir millî mücadelenin ilk ip uçlarını veren bir rapor olduğu da görülür:“Bu gün Erkân-ı Harbiyemden birkaç zatı, suret-i mahsusa da Samsun İngiliz Siyasî Mümessili Yzb.Hurst,Askerî Kontrol Memuru Yzb. Solther ve Siyasî Kontrol Memuru Yzb.Mill ile temas ve mülâkat ettirdim. Bu mülâkat neticesinde aşağıdaki hususlar arza şayan görülmüştür:

1. Samsun Sancağı’nda şakavetin esbâp ve âmilleri tamamen 21 Mayıs 1919 ve 53 numaralı şifre ile arz ettiğim kanaat dahilinde olmak üzere bizzat İngilizler tarafından itiraf edilmiştir. İzmir işgâliyle hâdis olan müessif vakalara nakl-i kelâm suretiyle İngiliz subaylarını, Osmanlı Hükümeti’nin, Türkiye’yi kendi kendine idare edemeyeceği, birkaç seneler olsun ecnebi müdahale ve siyanetine müftekir bulunduğu zemininde bir fikir ileri sürmüşlerdir. Kendilerine verilen cevapta, Samsun livasındaki şakavetin harp zamanında Rumlardan başladığı o zaman bu havalide takibatta tehcirini de yapmak zorunda kaldığı, bu gün için Rumlar,Müslümanları tehyiç ve dilgir eden siyasî emellerinden vazgeçerlerse şakavetin derhal kalkacağı ve bu takdirde İslâm çetelerinin ortadan kaldırılması mümkün ve lüzum görülürse askerî tedbirlerle tenkili tabiî bulunacağı bildirilmiştir. Osmanlı Hükümeti’nin idare tarzı hakkındaki fikirlerine de sırf hususî mahiyette ve zatî kanaat olmak üzere, Türklüğün ecnebi idaresine tahammülü olmadığı, İngilizler gibi, en medenî milletlerden mütehassıs zatların müşavir olarak iyi karşılanacağı, Yunanlıların, Osmanlı memleketlerinin hiçbir yerinde hâkimiyet hakları olamayacağı anlatılmıştır. İzmir hakkındaki suallerine de vakanın tamamıyla millî ve hayatî bir mesele olduğu ve en basit bir köylü için de böyle bir telâkki olunduğu ve İzmir’in Türklerce İstanbul kadar mühim bulunduğu, hiçbir ecnebi, bilhassa Yunanistan gibi hayalperver bir hükümetin işgâline razı olunamayacağı, kuvvetle yapılan bu işgâlin muvakkat bulunacağı, milletin yek vücut olup hâkimiyet esasını, Türk duygusunu hedef ittihaz ile hükümet-i hazıraya bütün ruh ve vücuduyla muti ve münkad bulunduğu sırasıyla teşrih ve teati-i efkâr ve hissiyat mahiyetinde olan bu mülâkat hususiyetini muhafa etmiştir. 22 Mayıs 1919.

9 ncu Ordu Kıtaatı Müfettişi

Mustafa Kemal” (12)

Bu raporda belirtilen açık ve net görüşleri şöyle sıralayabiliriz:

- Türklüğün yabancı yönetimine tahammülü yoktur.

-İzmir, Türkler için millî ve hayatî bir meseledir ve İstanbul kadar önemlidir.

-Hiçbir yabancı hükümetin işgâline razı olunmayacaktır.

-Kuvvete dayanarak yapılan İzmir’in işgâli geçicidir, Yunanlılar oradan mutlaka çıkarılacaktır.

-Millet yek vücut olmuş ve millî hakimiyet esasını ve Türklük duygusunu, yani Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir.

Bu raporda, net olarak ortaya çıkan bu görüşlerin Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul Hükümeti arasında memleketin içinde bulunduğu durumda izlenecek yolla ilgili çok farklı görüşlere sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. İstanbul Hükümeti Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan İtilâf devletlerine karşı mücadele yapılmayacağına inanıyor ve bütün tutum ve davranışlarını bu inanış çerçevesinde belirtiyordu. İtilâf devletlerinin Türklerle ilgili verecekleri kararı beklemekten başka yapabilecek hiçbir şey olmadığına inanan İstanbul’a, Mustafa Kemal Paşa Samsun’dan gönderdiği raporlarla Türk milletinin topluca kurtuluşundan bahsediyor ve izlenecek yolu da “Türk milliyetçiliği” olarak belirtiyordu. Oysa Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya Samsun ve civarındaki yerlerin asayişini temin etmek üzere gönderilmişti. O, şimdi bu görevlerin sınırlarını aşıyor, sadece Samsun ve civarının asayişiyle meşgul olmuyor, Türk milletinin ve Türk vatanının toptan kurtuluşundan bahsediyor ve bununla meşgul oluyordu. Mustafa Kemal Paşa biliyordu ki galip devletlerin kararlarını beklemek ve onlara güçlük çıkarmayarak her dediklerini yerine getirmekle bu ülke ve bu milletin kurtuluşu sağlanamazdı. Yapılacak işi millete güvenmek ve milletin gücü ve mücadele azmî ile millî mukavemeti teşkilâtlandırmaktı.

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’dan İstanbul’a gönderdiği bu iki telgraf sanki Amasya Genelgesi’nin öncüsü gibidir. Dikkatle incelenince Kurtuluş Savaşı’nı başlatan Amasya Genelgesi’ndeki çok önemli şu iki maddenin fikrî temeli bu iki raporda görülebilir:

“1.Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklâli tehlikededir.”

“2. Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”

Mustafa Kemal Paşa Samsun ve civarında bulunan İngilizlerin mahallî hükümetin haberi olmadan bölgedeki kuvvetlerini takviye ettiklerini ve bunların bir kısmının da memleketin içlerine gittiğini görünce Samsun’dan Harbiye Nezareti’ne 22 Mayıs 1915 tarihli bir rapor gönderir. Bu raporda İngilizlerin Samsun ve civarındaki kuvvetlerini takviye ettikleri ve bunlardan bir kısmını memleket içerisine sokmalarıyla İngilizlerin mütareke hükümlerine aykırı hareket ettikleri; böylece de devletin nüfuz ve mevcudiyetine zarar verdikleri, bu yüzden kendisine verilen bölgede asayişi sağlama görevini sarsan, millî hukukumuza da aykırı bu gibi olayların önlenmesini istemektedir. (13) Aynı tarihli Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’ne (Genelkurmay Başkanlığı)yazılan telgrafta ise Mustafa Kemal Paşa İtilâf devletlerinin tavrından ve memleketin parçalanmaya doğru gidişinden son derece endişeli bir şekilde İstanbul’u memurları ihraç harekâtı ve zabitleriyle kıtalarının öteye beriye sevki hakkında ne hükümete ne de tarafıma resmen bir şey bildirmediler ve bildirmelerinin de yasak olduğu kendileri tarafından ifade edilmiştir...İcraatları vâkâ hâline geldikten sonra ise onları yaptıklarından geri döndürmeye mecbur edebilmek bittabi müşkül bir meseledir... Bu münasebetle arz etmek isteğim nokta şudur:Mevcudiyetimize ehemmiyet vermiyorlar, âdeta memleketimizi açık bir sahra gibi telâkki ederek kuvvetlerini taksimatı mahsusa ve mahremaneleri icabatına göre taksim ve ikame ediyorlar... Bir gün her tarafta emrivakiler karşısında kalınmak pek ziyâde muhtemel olduğunu kemâl-i hürmet ve mutavaatla arz eylerim”. (14)Mustafa Kemal Paşa bir yandan olayları değerlendirip rapor ederken, bir yandan da teşkilâtlanma çalışmalarını yürütmektedir. Bu ikinci düşünceyle eldeki mevcut kuvvetleri azaltmamak, aksine mümkün olursa arttırmak düşüncesiyle 24 Mayıs 1919’da yine Genelkurmay Başkanlığı’na bir yazı gönderir. Mondros Mütarekesi’nin 5 nci maddesini yorumlayarak, “... bu maddenin Osmanlı Devleti’nin jandarma ve güvenlik kuvvetlerinin mevcudunu, iç güvenliğin ve sınırların korunmasına kâfi gelmediğini ve kâfi gelecek şekilde takviye edilmesi için İtilâf devletleri temsilcileri nezdinde teşebbüste bulunulmasını...”(15) ister. Elbette ki amaç başlatılacak bir kurtuluş mücadelesi için yeni kuvvetler elde edebilmektir.

Mustafa Kemal Paşa İzmir’in daha sonra da Manisa ve Aydın’ın Yunanlılarca işgâl edilmeleri üzerine memleketin her yanına protesto mitingleri yapılması için ve hem İstanbul’daki Hükümete hem de İtilâf devletleri temsilcilerine telgrafla protesto gönderilmesi için emir vermiştir. Bu emir üzerine yurdun hemen hemen her yerinde bu tür faaliyetler görülmüştür. İstanbul’daki Harbiye Nezareti bu faaliyetlerin mahiyetini ve kapsamını öğrenmek istemiş ve Mustafa Kemal Paşa’dan sormuştur Mustafa Kemal Paşa’nın cevabi telgrafı aşağıdadır:

“Havza’dan Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa Hazretlerine

... İstanbul’a çekilen telgrafların tamamen sine-i milletten feveran eden teessüratın birer ma’kesi olduğunu arz eylerim. Bütün gördüğüm bu tezahüratın İtilaf devletlerinin Türk izzeti nefsi millisine, hakkı meşru ve mevrûsuna karşı zâlimane olan tecavüzlerinden dolayı, kanayan Türk ve Müslümandan başka bir şey değildir. Bu heyecan, memleketin en ücra köşesine kadar şamildir, umumîdir. Memurin-i hükümet ile askerin şimdilik tamamen bitaraf kaldığı bu tezahürat ve teessüratın kemâl-i itidal ve metanetle hareket eylediği de ayrıca şayan-ı kayıt olduğunu arz eylerim 30 Mayıs 1919.” (16)

Harbiye Nezareti bir başka yazı ile de Sivas civarındaki mitinglerde, bu bölgede bulunan Ermenilerin ve gayrî Müslimlerin durumlarıyla ilgili bir bilgi istemiş ve bu tür mitinglerin önlenmesini belirtmiştir. Mustafa Kemal Paşa bu yazıya verdiği cevapta millî duygularını çok sert bir şekilde şöyle ifade etmiştir:

“Havza’dan Harbiye Nezareti’ne

... Sivas ve civarında evvelce bulunan Ermenileri ve bilâhare gelen mültecileri tehdit edecek hiçbir hâdise olmamıştır. Ne Sivas’ta ve ne de civarında endişe edecek hiçbir hâl yoktur. Herkes sakin bir şekilde iş ve güçleriyle meşgûldür, bunu sureti katiyede arz ve temin ederim...İtilâf devletleri milletimizin hukuk ve istiklâline riayetkâr kaldıkça ve millet ve devletin tam masuniyetinden emin oldukça gayrî Müslimlerin endişe etmelerinin hiçbir sebebi yoktur...Fakat istiklâl ve millî mevcudiyeti imha ve hayatın bekasını tehlikeye düşüren kasıtlı işgâl gibi İzmir havalisinden görülmekte olan fiilîyatın ortaya çıkmasına karşı ne halkın heyecan ve tesirat-ı vicdaniyesini ve ne de buna dayalı millî tezahürü men ve tevkif için nefsimde ve hiç kimsede kudret ve takat göremeyeceğim gibi, bu yüzden ortaya çıkacak hadiseler karşısında mesuliyet kabul edebilecek ne kumandan ve ne de mülkiye memuru ve ne de hükümet tasavvur ederim. 3 Haziran 1919” (17)Böylece Mustafa Kemal Paşa çok sert bir şekilde hükümetin halktaki heyecanı paylaşması gerektiğini bildirir.

Mustafa Kemal Paşa Samsun ve Havza’dan İstanbul’a çeşitli raporlar ve telgraflar göndermiştir. Raporlarında aktarılan olaylara bakınca Samsun ve çevresinde durumun hiç de sevindirici olmadığı görülür. Zira İngiliz askerleri zaman zaman takviye almakta ve Samsun civarından başka, memleketin içlerine kadar ilerlemektedir. En acı taraf da İstanbul hükümeti temsilcilerine bilgi vermemekte, onları muhatap almamaktadırlar. İtilâf devletlerine ait kuvvetlerden cesaret alan Rumlar Pontusçuçeteler kurmakta ve Türk halkını tedirgin ederek yıldırmaktadırlar. Halk, İzmir’den sonra Trabzon ve Samsun’un da Yunanlılarca işgâl edileceğine inanmaktadır. Bölgede asayişin sağlanması için elde bulunan jandarma kuvvetleri yetersiz kalmaktadır. Askerlerarasında firar olayları had safhayı bulmuştur. Kaçakları önlemek mümkün olmamaktadır. Askerden kaçma gittikçe şiddetlenerek yayılmaktadır. Mustafa Kemal Paşa’nın yine Harbiye Nezareti’ne 4 Haziran’da yazdığı raporda belirttiği gibi, “Bu gibi durumlarda tesirli çare ve tedbir kuvvettir...” (18) Maalesef o kuvvet de o anda henüz oluşmamıştır. Bu yüzden Samsun ve Havza’daki raporlarda Mustafa Kemal Paşa’nın memleketin kaderini karanlık bir şekilde gördüğü hemen ortaya çıkar. Ama o ümidini asla yitirmemiştir. Yine aynı raporlar dikkatlice incelenince onun Türk milletine olan güveni görülür. Millî bir hareket yaratıldığı takdirde karanlığın yok edilebileceğine inanmıştır. Amasya’da kendisine tezahürat yapan halk için, yanındaki bir gazete muhabirine şöyle der:“Bak birader, böyle milletten nasıl ayrılırsın? Bu palaspareler içinde perişan gördüğüm bu insanlar yok mu, onlarda öyle bir yürek, öyle bir cevher vardır ki Çanakkale’yi kurtaran bunlardır. Kafkas’ta, Galiçya’da, şurada burada arslan gibi çarpışan, mahrumiyete aldırmayan bunlardır.” (19) Milletin duygularını paylaşan Mustafa Kemal Paşa milletine güvenmekle yanılmadığını kısa bir süre sonra bütün dünyaya göstermiştir.

(*) Genel Kurmay Başkanlığı, Askeri Harp Tarih ve Strateji Etüd Başkanlığı.

(1) Falih Rıfkı Atay-Çankaya,İstanbul, 1980, s.172.

(2)Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı:1, vesika no:3.

(3)Atatürk,Gnkur. ATASE yayınları, Ankara, 1980, s.143.

(4) Prof. Rıfkı SalimBurçak, Türk DevrimTarihi, Ankara, 1973, s.34.

(5)Mahmut Goloğlu, Erzurum Kongresi,Ankara, 1968, s.40.

(6)Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler,Ankara, 1981, s.1.

(7)Ahmet Akif Tütenk, Millî Mücadelede Denizli,İzmir, 1949, s.7.

(8)Millî Mücadele Balıkesir, İstanbul, 1986, s.70.

(9)Selahattin Tansel,Mondros’tan Mudanya’ya, c.I., İstanbul, 1991, s.203.

(10)Prof. Rıfkı Salim Burçak, a.g.e., s.34.

(11)Nimet Arsan; Atatürk’ün Tamim,Telgraf ve Beyannameleri, s.23.

(12)a.g.e., s.24-25.

(13)Harp Tarihi Vesikaları Dergisi; sayı 4, vesika no:68.

(14)a.g.d., sayı 4, vesika no:69.

(15)a.g.d., sayı 4, vesika no:71.

(16)a.g.d., s.5, vesika no:92.

(17)a.g.d., sayı 4, vesika no:95.

(18)a.g.d., sayı 4, vesika no:65, s.2.

(19)Sabahattin Selek, Anadolu İhtilâli, İstanbul, 1986, s.234.