Dr. Kemal KOÇAK (*)
Millî tarihçiliğin gelişiminde İkinci Meşrutiyet dönemi bir dönüm noktasıdır. 1908 Anayasasının getirdiği düzenlemeler, siyasî ve sosyal hayatta bir takım değişikliklere yol açtı. Bu dönemde birçok siyasî teşkilât kuruldu; birçok gazete, dergi ve süreli yayın çıkmaya başladı. Siyasî, sosyal ekonomik ve kültürel çalkantıların yaşandığı bu dönemde, herşeye rağmen modernleşme yolunda önemli ilerlemeler kaydedildi. Daha önce başlamış bulunan Türkçülük faaliyetleriyle bir uzlaşma sağlandı.
Türklüğün kökenlerine duyulan ilgi, eğitim alanındaki yenileşme faaliyetlerinin tarih çalışmaları üzerinde yoğunlaşmasını sağladı.Şahlanan milliyetçi duygular,Osmanlı öncesi Türklerin daha yaygın biçimde incelenmesini; yenileşme faaliyetleri tarih yazma ve araştırma yöntemlerinin geliştirilmesini; özellikle inceleme ve geliştirme faaliyetleri sonuçlarının eğitim sisteminde yer almasını gerekli kıldı. 1900’lü yılların başlarında Darülfünûn’da “Tarih-İ Umumî”, “Tarih-i Düvel” gibi bir kaç tarih dersi okutulurken, eğitim politikası daha belirgin bir duruma geldikten sonra tarih bölümünde verilen derslerin sayısı çoğaldı. Türk Tarihi, İslâmî Düşünce Tarihi,Yunan ve Roma Tarihleri,Türkiye ile Avrupa Devletleri Arasındaki Diplomatik İlişkilerTarihi,Güzel Sanatlar Tarihi,Orta Çağ Tarihi, Doğu Klasikleri Tarihi gibi... (1).
Bu dönemde, eğitim alanındaki düzenlemeler, millî kimliğinTürk olarak tanımlanması,Osmanlı öncesi Türklerin modern (Avrupa) yöntemleriyle incelenmesi, “bilimselcilik ile milliyetçiliği”; Ziya Gökalp’in düşüncesinde olduğu gibi aynı kapsamda birleştirdi.Bu düşünceyi gerçekleştirmek için, İttihat ve Terakki Cemiyeti (Fırkası)nin (1909-1919) yönetiminde, Türklerin modern bir biçimde ilerlemesi amacına yönelik olmak üzere eğitim bütünlüğünün savunulması, “bilimsel dayanışma” anlamında ideolojik ve kısmen yasal devlet politikası olarak benimsendi ve uygulandı.
Yirminci yüzyılın başlarında birer tarihî kimlik olan Osmanlıcılık ve Türkçülük tanımları arasındaki çelişkilere dayalı kurumlaşmalar gerçekleşti. Avrupa’da olduğu gibi milliyetçi fikirlerin yayılmasına paralel olarak Osmanlı tarih yazıcılığı da yeni bir safhaya girdi. Bazı cemiyetler ve yayın kuruluşları bünyesinde teşkilâtlanan milliyetçilik; tercüme faaliyetleri, uyarlamalar ve yeni edebî türlerin tanıtımıyla yayılmaya başladı. Finlandiya ve Macaristan gibi yeni kimlik kazanmış ülkelerin takip ettiği edebî ve millî kurumlaşma ile yayın faaliyetleri Osmanlı Devleti’nde de gelişti. Bilime, milliyetçi akımlara ve Türkçülüğe duyulan ilgi; Türk Derneği, Tarih-i Osmanî Encümeni, Asar-ı İslâmiye ve Millîye Tedkik Encümeni -Millî Tetebbular Mecmuası-, Türk Ocakları gibi kurumlarda ve bu kurumların yayınlarında yer almaya başladı. Bu kurumlar ve çıkardıkları yayınlar, devlet veya toplum olarak Osmanlı realitesi (gerçeklik)nin içinde ya da dışında olsun Türk kimliğine bağlı daha güçlü bir milliyetçilik için mücadeleyi ön görmekteydi.
Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde
Türk tarihinin incelenmesi teşkilâtlı bir faaliyet olarak yürütülmeye başladı.
Türk Derneği, aralarında Ahmed Mithad, Necip Asım, Veled Çelebi ve Yusuf
Akçura gibi tarihçilerin bulunduğu bir grup tarafından 1908’de kuruldu.
Kuruculardan sadece Yusuf Akçura, hem Rusya’da hem Paris’te tarih öğrenimi
görmüştü. Türk Derneği, Türk milliyetçiliğini esas alarak kurulan ilk dernek
olma özelliğini taşımaktadır. Derneğin amacı nizamnâmesinde şöyle açıklanmaktadır:
Derneğin kurucularından Yusuf Akçura,Türk milletinin siyasî iktidarı ve Türklüğün geçmişini ispatlayacak“bilimsel” bir Türk tarihi ortaya çıkarma amacını gütmekteydi. Tarih yazımında milliyetçilikle bilimsel bir yaklaşımın ele alınması Akçura’nın makale ve diğer eserlerinde görülmektedir. Fransız pozitivistlerinin etkisinde kalan Akçura, “Tarih ve Ulum” adlı makalesinde, tarih ve bilim arasındaki ilişkiye dikkatleri çekmekte, bilimsel bir tarih yazımı için gerekli şartları şöylece ortaya koymaktadır:“Her şeyden önce tarih yazılı belgelere dayandırılmalıdır, ancak bunlar tenkîde tabi tutulmalıdır” (3). Akçura makalelerinde, Seignobos’un görüşlerini Türk tarihçiliğine uyarlama çabasında görünmektedir.
Tarih bilimine vukufuyla tanınan SultanV.MehmetReşat’ın önderliğinde,Osmanlı Tarihi’ni terk edilmişlik ve sahipsizlik durumundan kurtarmak için etraflı bir Osmanlı Tarihi’nin yazılması ve Osmanlı Tarihi’ne ait belgelerin toplanması amacıyla, 27Kasım 1909 (14 Teşrinisâni1325)’da Tarih-i Osmanî Encümeni kuruldu. NecipAsım tarafından kaleme alınan “Tarih-i Osmanî Encümeni Talimatnâmesi”nde Encümenin görevi, Osmanlı Tarihi’ne ait risale, evrak ve kayıtları toplamak, basmak ve yayınlamak olarak belirtilmektedir. Harcamaları Padişah hazinesi (ceyb-i hümayun) tarafından karşılanan Encümen,Osmanlı Tarihi’ni yazabilmek için her türlü vasıtayı kullanabilme ve arşivlerde inceleme yapma yetkisine sahipti (4).
Tarih-i Osmanî Encümeni, 9 şubat 1910’da Bâb-ı Ali Sadaret Dairesi altındaki vakanüvislik odasında Abdurrahman şeref’in başkanlığında ilk toplantısını yaparak çalışmaya başladı. Encümen ilk toplantısında, yazacağı, Osmanlı Tarihi’nin plânını ve üyeler arasında iş bölümünü yaptı. Osmanlı Tarihi’nin birinci cildinin yazımı görevini Necip Asım ve Mehmet Arif’e verdi. Encümen, bu toplantıda ayrıca iki ayda bir“Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası” adlı bir derginin yayımlanmasını kararlaştırdı.
Encümenin mecmua yayınlamasındaki amacı, yazılacak tarihin metnine aynen ve tamamen giremeyecek araştırmaları, vesikaları ve Türkçe veya yabancı lisanlardan tercüme edilmiş risaleleri yayınlayarak“Osmanlı Tarihi”ne zemin hazırlamak ve mütalâa meraklılarının bilgilerini genişletmeye ve fikirlerini uyandırmaya hizmet etmek olarak belirtildi. Mecmuada, Osmanlı tarihinde bulunmayan veya yeteri kadar belirlenmemiş olan ve diğer dillerde yazılmış olan olaylar hakkında araştırma ve değerlendirmeler, ortaya çıkarılacak tarih vesikaları, diğer tarih encümenleri ve üyeleri ile yapılan haberleşmenin yayınlanmasına karar verilen kısmı, encümende kabul edilen kararlar, bütün lisanlarda Osmanlı tarihi ile ilgili eserlerin bibliyografyaları ile henüz yayınlanmamış olan tarih risalelerinin(tefrika olarak) yayınlanması ön görülmüştü (5).
Mecmuada esas olarak Osmanlı tarih yazımına ve Osmanlı tarihine yer verilmiştir. Osmanlı öncesi Türkler ve Anadolu üzerine yazılar sadece bir kaç defa yayımlanmıştır(6).
Necip Asım ve Mehmet Arif, Türk Derneği’nin tüzel kişiliği altında Osmanlı Tarihi yazmaya başladılar. Yedi yıllık uzun bir çalışmadan sonra Osmanlı tarihine ait tek cilt yayımlanabildi. Bu cilt, Fuat Köprülü,Yusuf Akçura ve Ahmet Refik tarafından ciddi biçimde tenkit edildi. Yusuf Akçura, Necip Asım ve Mehmet Arif’in yazdıkları tarihin Osmanlı vakanüvislik geleneğinin bir devamı olduğunu ileri sürmüştür (7). Akçura’ya göre, yeni tarih yazımı pozitivizme dayanmalı ve milliyetçilik ateşiyle aydınlanmalıdır. Bu milliyetçiliğin adı da Türkçülük’tür.Fuat Köprülü tenkidinde; söz konusu tarih kitabının bilimsel metod ve zihniyete uygun olmadığını öne sürmüş, bu iddiasını desteklemek için bilimsel metod ve begelerden yararlanarak tarih yazdıklarını iddia ettiği F. de Coulanges, E. Lavisse ve A.Sorel gibi Fransız tarihçilerinden,T. Mommsen gibi Alman tarihçilerinden örnekler vermiştir. Bununla da kalmamış, NecipAsım ve Mehmet Arif’in yazdığı kitap hakkında; “Bu yazarlar bir toplumun, bir milletin, bir devletin tarihî kaynakları olarak askerî ve siyasî kaynaklar üzerinde durmuşlardır... Bununla yetinilemez, tarihçiler, tarihî olaylar hakkında coğrafî, etnik ve siyasî olaylara da bakmalıdır”(8) biçiminde çarpıcı bir değerlendirme yapmıştır.
Bilimsel metotlara ve sosyolojiye duyulan ilgi; Fuat Köprülü, Ziya Gökalp ve benzeri gibi tarihçiler tarafından kurulan ve aralarında Alman,Macar ve Fransız üyelerin de yer aldığı “Asar-ı İslâmiye ve Millîye Tedkik Encümeni”nde anlamını buldu. Aralarında Bursalı Tahir Bey, Veled Çelebi,Necip Asım ve Mehmet Arif Bey gibi Türk Derneği’nin bazı üyeleri kurulan bu Encümene katıldı. Encümenin yayın organı “Millî Tetebbula Mecmuası”nda 1915’te Encümenin tüzüğü yayımlanmıştır. Tüzükte,Encümenin amacı şöyle açıklanmıştır:
Tarih alanında faaliyet gösteren dernekler(cemiyetler) arasında en uzun süreli ve en etkin olanı 1912’de bir grup askerî, tıbbiye ve mülkiye öğrencisi tarafından kurulan Türk
ocakları’dır.
Kurucu öğrencilerin ortak özellikleri pozitivizme ve bilimsel açıklamalara (metodlara) inanmalarıdır(10). 1911’de yayımlanmaya başlayan“Türk Yurdu” dergisi, bu öğrencilerin ilham kaynağını teşkil etmiştir. “Türk Yurdu” dergisi, 1912’de Türk Ocaklarının yayın organı oldu.
Dönemin tanınmış edebiyatçı ve milliyetçilerinden Mehmed Emin, Ziya Gökalp, Halide Edip, Hamdullah Suphi, Ahmet Ferit,Ahmet Ağaoğlu,Yusuf Akçura, Hüseyinzâde Ali ve diğerleri Türk Ocaklarında toplandılar. Bu grup, Türk milliyetçiliğinin kültürel ve entellektüel açıdan güçlendirilmesinde tayin edici bir rol oynadı. Ocaklar bir üniversite gibi faaliyet gösterdi.
Türk Ocakları
Türk Ocakları, birçok tepkilere ve muhalefete maruz kalmasına rağmen, 1931’de Cumhuriyet Halk Partisine bağlı bir kurum hâline getirilene kadar(20 yıllık süre içinde) varlığını sürdürdü. Türk Ocakları, 1917’de sadece İstanbul’da 1800 üyeye sahipti.Bu üyelerden 1600’ü daha önce üniversitede öğretmenlik yapmış kişiler ile üniversite öğrencilerinden meydana geliyordu. Ocakların, İstanbul dışındaki bazı merkezlerde 16 şubesi bulunmaktaydı.
Türk Ocakları; halk hikâyeleri ve şiirleri, Fichte, Voltaire ve Aristo gibi klasiklerin çevirileri, coğrafya ve mahallî sanatlar üzerine çalışmalar, Ermeni ve Kürtler üzerine yapılmış incelemelerin çevirilerini yayımladı. Yayımladığı tarih kitaplarında milliyetçi ve Türkçü motifler belirgin olarak yer almıştır. Ocakların yayın ve diğer faaliyetlerinde ırkçı ve yayılmacı eğilimler görülmemektedir. Ocakların faaliyetlerinde Rusya Türklerinin popülist/muhalif milliyetçilikleri göze çarpmaktadır. Yayın ve faaliyetlerinde, eski Türklerde ve Anadolu’da hayat tarzları hars, eski Türkler üzerine yapılan araştırmalar ilim, zanaatkârlık ve güzel sanatlar sanat başlıkları altında sunulmuştur.Faaliyetleri arasında ilim, tarih ve Osmanlı öncesi Türkler konuları bir arada ele alınmıştır.Etnoloji, antropoloji, arkeoloji ve linguistik; tarih başlığı altında sıralanan konular arasında yer almaktadır. Felsefe ve sosyal bilimler, Ziya Gökalp ve Fuat Köprülü sayesinde tarihin ikinci derecedeki alt disiplinleri olarak ele alınmış ve sıralanmıştır.
Yukarıda sıralanan kurumlar,İkinci Meşrutiyetle ortaya çıktılar. Faaliyet ve yayınlarında Türk milletinin gelişmesinde önemli bir katkı sağlayacağına inandıkları milliyetçi ve bilimsel tarihi geliştirmek amacını güttüler. Yayımladıkları dergi ve kitapları, tarih alanındaki inceleme ve araştırmaların sayısını artırdı. Bu çalışmalar,Cumhuriyet döneminin milliyetçi tarihçiliğinin esasını teşkil etti.Bu dönem süresince Türk Yurdu, milliyetçi tarih anlayışını bilimsel tarih olarak ele alan çizgide yayınına devam etti.
Türk tarih tezi, Cumhuriyet kurulduktan sonra Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Turancılık akımları karşısında Türk milliyetçiliğinin resmî ideoloji olarak benimsenmesini gerektirmiştir. Bu çerçevede,Türk tarih tezinin Türk kimliğini oluşturacak bir araç ve gelecek kuşaklar nezdinde haysiyetli bir amaç olması istendiği söylenebilir. Türk tarih tezi, iktidardaki ideolojinin önemli bir parçası olduğundan, tezin ortaya çıkışının incelenmesi dönemin parti politikasını yönlendiren siyasî kültürün ortaya çıkmasına/anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Tek parti yönetimi (1923-1946),Atatürkçü ideolojinin olgunlaşması ve hayata geçiriliş dönemidir. Dönemin çeşitli yönleri üzerinde eserler yazmış kimileri (11),Atatürkçü ideolojinin“inkılâpçı-otoriter” özelliğini vurgulamak ihtiyacını duymuşlardır. Türk tarih tezi, Atatürkçü ideolojinin en önemli bütünleyici parçalarından biridir ve kültür inkılâbı özelliği ile tanınır(12).Millîyetçiliğin yanında pozitivizm ve laiklik bu ideolojinin felsefî temellerini meydana getirmiştir. Bu dönemde, muhalefet; utangaç ve kararsız bir karakter sergilemekle birlikte sürekli bir vicdan muhasebesine zorlanan bir muhalefet konumunu göstermektedir.
1919’da milliyetçiler ve milliyetçi askerî birlikler bir araya gelerek Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919) toplandı. İstiklâl Savaşı sırasında ve Cumhuriyetin ilânına kadar geçen sürede, siyasî iktidarı güçlendirmek isteyen önder kadro; muhalefet gruplarını ya da kişileri bertaraf etmiştir. Diğer taraftan, milliyetçi hedefleri gerçekleştirmek için gerekli siyasî kurumu (Cumhuriyet Halk Fırkası) kurmuştur.
Cumhuriyet Halk Partisinin ilk üç tüzük ve programlarında (1923, 1927, 1931) (13) “millet” ve “milliyetçilik” kavramları tedrici bir gelişim göstermektedir. 1923 tüzüğünde “Türk kültürünü benimsemek” parti üyeliği için kaçınılmaz bir şart olarak yer almıştır. Bu şart o dönemde Türklüğün kültürel öneminin vatandaşlık kavramından önce geldiğini, milliyetçiliğin tanımının esas olarak kültürel bütünlük çerçevesinde kaldığını göstermektedir. 1927’de ayırt edici kavramlar milliyetçilik ve millî dayanışma çerçevesinde tüzükte “millî dayanışma dil birliğine, ülkü birliğine ve fikir birliğine dayanır” biçiminde anlamını bulmuştur.“Türk dili ve kültürünü ilerletmek” partinin en önemli görevlerinden biri olarak ele alınmış, “ilmî olmak” gerçek bir parti üyesinin özelliği ve ulaşmak istediği hedef olarak sayılmıştır. Fikir birliği ve ilmî olmak şartları, bir dünya görüşünün temel taşları konumunda görünmektedir. 1931 programında “millet”, dil, fikir ve kültür birliğinden ve yurttaşların dayanışmasından meydana gelen siyasî ve sosyal bir bütün olarak tanımlanmıştır.“Halkçılık” ilkesi altında “millet” kavramına irade ve hâkimiyet kaynağı biçiminde yer verilmiştir. Bu kavramlardan fikir birliği/ideal birliği, iradenin teklifi biçiminde anlaşıldığı takdirde milliyetçilik anlayışına bir katkısından söz edilebilir. Tanımın bu biçimiyle bir milliyetçilik yaklaşımından daha çok otoriter bir sistemi benimsetme eğilimi taşıdığı da ileri sürülebilir.
Cumhuriyetin kurucuları ve yöneticileri, güçlü bir milliyetçilik için siyasî bakımdan Türk seçkinlerinin düşüncelerinde bir türdeşlik ön görmüşler, bu sebeple de muhalif seçkin grupları (1919-1937) döneminde tasfiye etmişlerdir.
Muhalefetin tasfiyesi mücadelesi askerî (işgalcilere karşı), sosyal(laikliği istemeyen güçlere karşı), ideolojik(sosyalizm ve komünizme karşı) ve ekonomik(liberalizm ve mandacılığı savunanlara karşı) alanlarda yapıldı. Muhalefete karşı mücadele, oldukça sert ve radikal bir seyir takip etti. Meşruluğunu, toplumda olumlu bir etki meydana getirmiş olan askerî zaferlerden aldı. Askerî zaferin desteğiyle güçlenen asker seçkinler, ortaya koydukları hâkim ideolojinin, muhalif fikirleri eritip yutmasını sağladılar. Muhalif güçlerin sindirilmesi ya da yok edilmesi millî bir misyon olarak 1940’lara kadar devam etti. Bu dönemde; eğitim, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda olmak üzere her cephede milletin ve milliyetçiliğin geleceği için Atatürkçülük(Kemalizm) tek doğru fikir olarak işlendi. Cumhuriyet döneminin tek meşru siyasî ahlâk anlayışı “iktidar sahipliği” olarak hükmünü sürmeye başladı.
Cumhuriyetin bir amacı da parlamenter demokrasinin uygulamaya girmesiydi. Parlamenter demokrasinin esası olan muhalif grupların ve düşüncelerin temsili 1940’lı yılların ikinci yarısına kadar bir istek/dilek olmaktan ileriye gitmedi. Tek parti iktidarı mecburi bir geçiş olarak sunuldu ve kabul edildi. Parlamenter demokrasiye hazırlık ya da geçiş dönemi anlayışı meşruluğunu 1960, 1971 ve 1980 müdahaleleriyle de sürdürdü.
Cumhuriyetin inkılâpçı kurucuları, milletleşme sürecini “Türk milliyetçiliği” gerçekliği üzerine kurdular. Bu gerçekliği sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel meselelerin çözümü olarak gördüler.
Cumhuriyetin ilk yıllarında bazı siyasî tarihçiler yetişti ve görevlendirme yoluyla bazı siyaset adamları tarihçi olarak ortaya çıktılar. Bu dönemde çok sayıda tarihçi uzman bulunmadığından ve tarihin yazılması siyasî bir görev olarak görüldüğünden, milliyetçi liderler ve aktif siyaset adamları bir tür tarihçiler grubu olarak tarih yazıcılığını üstlendiler. Diğer bir deyişle milliyetçi hareketi başlatan aydınlar, tarih yazımı misyonunu da üstlenmek durumuyla karşı karşıya kaldılar.
Siyasetçi tarihçilerin tarih yazıcılığında rol alması Türkiye’ye has bir durum değildir. Özellikle devrimci, inkılâpçı değişmelerin olduğu yerlerde, siyasî kadrolar yeni kuşakları eğitme misyonunu üstlenmişlerdir. Üstlendikleri rol gereği, kimlikleri yeniden tasarlamışlar, tarih yazımının esaslarını belirlemişlerdir. Türkiye’de olduğu gibi başta Fransa olmak üzere, birçok Avrupa ülkesinde kimlik oluşturmak amacıyla kültür unsurları milliyetçi ideolojiyle bütünleştirilmiştir. Buradan, her ülkenin doğrudan etkilendiği siyasî güçlere dayanarak kendi şartlarına göre yapay bir geçmiş ortaya koyduğu söylenebilir.
1903-1923 döneminde ve özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında (1923-1933) Türkiye’de yetişen ve Anadolu dışındaki Türk ülkelerinden gelen tarihçiler, milliyetçiliğin Türkçülük biçiminde anlaşılabilmesi için mücadele veren siyasî eğilimli kişilerdir. Yusuf Akçura, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Ziya Gökalp, Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Fuat Köprülü, Ahmet Ağaoğlu ve Necip Asım(Yazıksız) başta olmak üzere kimileri “Türkçülüğü hâkim kültür, siyasî ideal ve millî karakter” olarak ele alan aktif siyasî parti üyeleridir. Ziya Gökalp, baştan beri İttihat ve Terakki Cemiyetinin üyesidir. Ahmet Ağaoğlu ve Fuat Köprülü 1930-1940’lı yıllarda siyasî parti liderleri arasına girdiler. O dönemde siyasî, sosyal ve bilimsel faaliyetler aktif siyaset içinde yapılabilmekteydi. Bu yüzden, belirtilen şahsiyetlerden hiçbiri milliyetçi inanç ve ideallerini biçimlendiren siyasî akımların dışında kalamadı. Aslında, bu kişilerin çoğu siyasî Türkçülüğün öncüleri olduklarından, teşkilâtlı faaliyetlere tarihî ve kültürel çalışmalar yapmak üzere girmişlerdi. Türk Derneği,Osmanlı Tarih Cemiyeti ve Türk Ocakları gibi birçok kuruluşun kurucuları ve önder kadroları bu kişilerdir.
Yusuf Akçura; geçmişi, eğitimi ve şahsî eğilimleri itibariyle aktif siyasî hayatın dışında kalamazdı. Rusya’da iken mahallî Duma’da aktif bir Türkçü olarak faaliyet göstermiş, siyasî kariyerinin başlangıcını muhalefet cephesinde yer alarak ortaya koymuştu. Paris’te eğitim gördükten sonra, kendini tarih çalışmalarına ve araştırmalarına verdi. Dikkatini Türkçülüğün kültürel yönünün incelenmesi üzerinde yoğunlaştırdı. Yusuf Akçura’nın Ziya Gökalp ile birlikte yaptığı çalışmaların, parti siyasetiyle tam bir uyum içinde olduğu bilinmekle beraber, İttihat ve Terakki Cemiyetine hiçbir zaman üye olmadığı da bir gerçektir(14). Daha sonraları Ahmet Hikmet Müftüoğlu ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu gibi bazı tarihçilerle birlikte 1919’da Türk Millî Fırkasını kurmuştur(15). Kısa bir süre yaşayan bu siyasî parti, Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetlerini destekleme rolünü üstlendi. Yusuf Akçura, Cumhuriyet kurulduktan sonra Cumhuriyet Halk Fırkasına üye oldu ve İstanbul milletvekili seçildi. Böylece, Akçura’nın “bilimsel bağımsızlığı” saf değiştirerek iktidar saflarına geçti ve iktidarla bütünleşti.
Kurucu-tarihçilerden kimileri, Türk tarih tezinin her safhasını sonuna kadar yaşama imkânına kavuştular. Yusuf Akçura ve Reşit Galip gibi kimi tarihçiler milletvekili seçildiler. Daha önceleri aktif siyaset içinde yer almayan bazı tarihçiler de aktif siyaset içine katılmaktan geri kalmadılar. Bu siyasetçi tarihçiler,Türk Tarihi Tetkik Cemiyetini kurdular. Bir yıl sonra Türk Tarihi Tetkik Cemiyetine dönüşen Türk Ocağı Türk Tarih Heyeti’nin ilk başkanı M.Tevfik(Bıyıklıoğlu), başkan yardımcıları İstanbul milletvekili Yusuf Akçura ve Çanakkale milletvekili Samih Rifat ile genel sekreter Aydın milletvekili Reşit Galip’tir (16). Diğer on kurucu üye ya milletvekili ya da parti üyesiydi.Bu siyasetçi tarihçiler, tarihi yeniden yazmak ve tarih ders kitaplarını yeniden ele almak için teşkilâtlandılar.Bu tarihçilerin hiçbiri, kendi özel konumlarına dayanarak kültürel ve bilimsel kurumlar ile siyasî kurumları bütünleştirmede herhangi bir sakınca görmediler. Bu anlayış, “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti,Cumhuriyet Halk Fırkasının bir eğitim ve kültür kolu gibi çalışan zamanın tek tarih kurumudur” yargısına haklılık/geçerlik kazandırdı.
Liberal ve tenkidî bir eğilime sahip Ahmet Ağaoğlu “Türkler devlet kavramını her zaman hükûmet kavramıyla bir tutmuşlardır”(17) demesine rağmen, tarih ve kültür kurumlarının otoriter bir hükümetin gözetim ve denetimi altına girmesine hiçbir itirazda bulunmamış, hatta bu tür teşebbüsleri tabiî karşılamıştır. Ağaoğlu’na göre, Türk Ocaklarının vazifesi “Türklüğü”, kültürel ve tarihî bir esasa göre tanımlayabilmek ve bunun için hükûmetle sıkı bir bağ kurmaktı. Bu konu üzerine Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nde yazdığı makalelerde Ağaoğlu, Türkiye’nin artık Osmanlı hâkimiyetinde olmadığını, bu sebeple de hükûmetten uzak durulması gerekmediğini savunmuştur. Bu eğilim ve anlayışlar, dönemin seçkinlerinin kendi görüşlerine uygun yeni ve modern bir hükûmetin varlığını; tarih, kültür ve bilim gibi alanlarda çalışmaların bağımsızlığı açısından yeterli gördüklerini; böylelikle hükûmet desteğini, hatta hükûmet gözetim ve denetimini savunabildiklerini ortaya koyması bakımından anlamlıdır. Oysa Türk Ocakları, yüzyılın başında ilk kurulduğu dönemlerde siyasî bakımdan bağımsız, ciddi tarih çalışmalarını teşvik eden ve özendiren bir kurum olarak ortaya çıkmıştı .Daha sonraları,Türk Ocakları üzerinde siyasî denetim arttı. Böylece, resmî bir tarih yazmak arzusunun ilk işaretleri verilmiş oldu.
Devlet çeşitli kültürel ve sosyal birimler ile kurumları tek bir çatı altında parti teşkilâtları ya da şubeleri hâline getirmeye çabalarken; tarihçiler de daha iyi vatandaşlar olabilmek için farklı görüşlerini tek bir görüş altında toplamaya çalışıyorlardı. Bu arada, Türk tarihinin yeniden yazılması için devletin gözetim ve denetiminde özel bir kurum teşkil edildi.
Mustafa Kemal’in öncülüğünde başlayan tarih çalışmaları, 1928-1929 yılları arasında bazı sonuçlar vermiş ve bu çalışmalar notlar hâlinde yazılarak yayımlanmıştı. Kurum düzeyinde ilk teşebbüs,Türk Ocaklarının kapatılmasından birkaç ay önce,Türk Ocaklarının Altıncı Kurultayında Ocaklara bağlı Türk Ocağı Türk Tarih Heyeti’nin kurulmasıyla oldu. Nisan 1930’daki bu değişiklikten hemen sonra Haziran 1930’da Türk Ocakları kapatılarak Cumhuriyet Halk Fırkası bünyesinde eritildi. Bir yıl sonra, Nisan ayında TürkTarih Heyeti kurucularınca Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kuruldu.
Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin amacı, Osmanlı Tarih Cemiyetinden farklı bir çizgiyi belirlemek ve Türk tarihini yeniden yazmaya yönelikti. Cemiyet, kültür ve tarih çalışmalarını yıllarca sürdürmüş olan Türk Ocakları tüzük ve programları doğrultusunda kurulmuştu. Bir süre sonra,Ocakların ilk başkanlığını yapan Hamdullah Suphi (Tanrıöver)’nin 1927’de “Ocakların tüzüğünün partinin denetimi altına girecek şekilde değiştirilmesine karşı olduğunu” (18) belirterek endişelerini dile getirmesine rağmen,Türk Ocakları parti teşkilâtıyla bütünleştirilmiş, diğer bir deyişle kapatılarak yok edilmiştir. Hamdullah Suphi, Cumhuriyetin ilke ve inkılâpları (ideolojik) çizgisine katılmakla birlikte,Ocakların entellektüel bir kültür kulübü olarak kalmasını istemiştir. Hamdullah Suphi, 1931’de Bükreş Maslahatgüzârlığına atandı. İkinci başkan Dr.Reşit Galip ise Ocakların siyasî bir organizma vazifesini yerine getirmesini tercih etmiştir. Reşit Galip, İstiklâl Mahkemelerine başkanlık yapmış ve bir süre sonra Millî Eğitim Bakanı olmuştur .Böylece, kültürel faaliyetleri devlet = parti gözetim ve denetimi altında kurumlaştırmanın ilk adımları atıldı. Bu durumda, bir taraftan siyasetçi-tarihçiler kısmen özerk olarak çalışan Türk Ocaklarının hakkını elinden alıyor, diğer taraftan aynı grup yeni bir tarih kurumu teşkil ederek parti denetiminde çalışmasına ön ayaklık ediyorlardı. Amaç açık olmasına rağmen, tarih yazımı süreci karmaşık bir yol takip etti. Bu durumu, o dönemin Cumhuriyet gazetesinin bazı nüshalarında başlıklarda görmek mümkündür.
1910’larda tarih yazıcılığında görülen romantik ve pragmatik yaklaşım, siyasî bir teşkilât tarafından yönlendirilmemiştir. Necip Asım, Fuat Köprülü, Yusuf Akçura ve Ahmet Refik gibi tarihçileri o dönemde dergilerde,Türk Ocakları ve Türk Tarih Encümeninde yayınlanan“millî tarihlerde”,Türk Ocakları Tüzüğünün 4. maddesinde yer alan “Ocak, amacını elde etmeye çalışırken sırf millî ve sosyal bir vaziyette kalacak, asla siyaset ile uğraşmayacak ve hiçbir vakit siyasî fırkalara hizmet etmeyecektir”(19) hükmünü geçerli kılacak ve siyasî teşkilâtlardan hatırı sayılacak bir derecede bağımsız hareket etmişlerdir. Milliyetçi tarihçilerin bağlı bulundukları kültür kurumları, ilke olarak siyasî vesayeti kabul etmediğinden bilimsel bir bağımsızlık gösterebildiler.
Cumhuriyet döneminde, sosyal ve kültürel kurumların tasfiye edilmesi süreci Türk Ocaklarının eritilmesiyle sınırlı kalmamıştır. 1930-1931’li yıllarda Türk Matbuat Birliği, İhtiyat Zabitleri Birliği ve Türk Kadınları Birliği gibi birçok sosyal kurum kendilerini lağvetmişlerdir(20). Bu gibi kurumlar, görevlerinin devlet vesayeti altında yerine getirileceği konusuna inanmış ya da ikna edilmişlerdi. Bu kapsamda, 1930’da Millî Türk Talebe Birliği de geçici olarak kapatılmıştır.
Böylece millî güçler, devlet=parti
rejiminin yerleştirilmesi yönünde birleştirilmişti. Dönemin siyasî liderlerinin
otoriter millet-devlet modelini benimsemeleri, böyle bir uygulamanın ilham
kaynağını teşkil etmiştir.
(*) Gazi Üniversitesi Kastamonu Eğitim Fakültesi Ücretli Öğretim Elemanı
(1) Osman Nuri Ergin, Türkiye’de Maarif Tarihi,Cilt:3-4, İstanbul, 1977, s.1240.
(2) Fethi Tevetoğlu: Büyük Türkçü Müftüoğlu Ahmet Hikmet, Ankara, 1951, s.28-29; Yusuf Akçura: “Türkçülük....”, İstanbul, 1978, s. 209-210; Ahmet Temir: Yusuf Akçura, Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları: 836, Türk Büyükleri Dizisi:61, Ankara, 1987, s. 41-42; Yeni Türk Ansiklopedisi, Ötüken Neşriyat, Cilt:11, İstanbul, 1985, s. 4249-4250.
(3) Zeki Velidi Togan: “Tarihte Usul”, s. 173.
(4) Hasan Akbayrak:“Tarih-i Osmanî Encümeni’nin Osmanlı Tarihi Yazma Serüveni”, Tarih ve Toplum,Cilt:VII, Sayı: 42 (Haziran 1987), İstanbul, s. 41-48.
(5) Tarih-i Osmanî Encümeni, “İfâde-i Meram”,Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası (TOEM), No:1, 1 Nisan 1326, s. 2.
(6) Mahmut Şakiroğlu:“Memleketimizde Toplu Tarih Çalışmaları 1”, Tarih ve Toplum,Cilt:VI, Sayı: 36 (Aralık 1986), İstanbul, s. 361-366.
(7) F. Georgeon:Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri,Yusuf Akçura (1876-1939),Yurt Yayınları,Ankara, 1987, s. 645.
(8) Fuat Köprülü:“Bizde Tarih ve Müverrihler”,Bilgi Mecmuası, Cilt:I, s. 187-190.
(9) “Asar-ı İslâmiye ve Millîye Tetkik Encümeni Nizamnâmesi”,Millî Tetebbular Mecmuası, 1331 (1915), Cilt: 1, No:2; Zeki Arıkan: “Tanzimattan Cumhuriyete Tarihçilik”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi,Cilt:6, İstanbul, 1985, s. 1593.
(10) Hamdullah Suphi Tanrıöver:“Türk Ocağının Tarihçesi ve İftiralara Karşı Cevaplarımız”, Türk Yurdu, Cilt: 5, No: 25, 1930, s. 2.
(11) Recep Peker: İnkılâp Tarihi Dersleri,Ankara, 1936; Mahmut Esat Bozkurt: Atatürk İhtilâli, İstanbul, 1940; Ahmed Ağaoğlu: İhtilâl mi İnkılâp mı?, Ankara, 1942; Tekin Alp: Kemalizm, İstanbul, 1936; Şeref Aykut: Kemalizm, İstanbul, 1936; Falih Rıfkı Atay :Faşist Roma,Kemalist Tiran ve Kaybolmuş Makedonya, Ankara, 1931.
(12) Mete Tunçay: Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931,Ankara, 1981, s. 300-303; Enver Ziya Karal:“Atatürk’ün Türk Tarih Tezi”, Atatürk Hakkında Konferanslar, 1946, s. 63.
(13) Mete Tunçay:“Ekler”, a.g.e., s. 362, 382 ve 447.
(14) M. Fevzi Togay:Yusuf Akçura..., s. 65.
(15) Tarık Zafer Tunaya: Türkiye’de Siyasî Partiler,Cilt: II, İstanbul, 1986, s. 531.
(16) Uluğ İğdemir: Cumhuriyetin Ellinci Yılında Türk Tarih Kurumu,Ankara, 1973, s. ; Fahri Çoker: Türk Tarih Kurumu Kuruluş Amacı ve Çalışmaları,Ankara, 1983, s. 1-7; Mete Tunçay: Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara, 1981, s. 299.
(17) Ahmet Ağaoğlu: Üç Medeniyet,İstanbul, 1972, s. 119.
(18) Mete Tunçay: Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin...., s. 296-298.
(19) Yusuf Akçura: Türkçülük, İstanbul, 1979, s. 215.
(20) Mete Tunçay: a.g.e., s. 297.