Mustafa ŞANAL (*)
Medrese, eğitim-öğretim faaliyetlerine tahsis edilen ve bu amaçla gerekli unsurların sağlandığı belirli mekânlara verilen özel bir anlamı ifade etmektedir. İslâm Eğitim Tarihinde ilk medresenin nerede, ne zaman ve hangi şartlarda ortaya çıktığına dair kesin bir bilgiye ulaşılmış olduğunu söylemek oldukça iyimser bir tahmin olur. Fakat, medreselerin esas ortaya çıkış yerinin miladi dokuzuncu yüz yılın sonlarına doğru Horasan ve Türkistan bölgelerinin olduğu bilinmektedir. Açıkçası şu ana kadar yapılan araştırmalar, İslâm dünyasındaki medreselerin her İslâm ülkesinde farklı zamanlarda ve farklı şartlar altında doğduklarını da ortaya koymaktadır (1).
İslâm dünyasında, medreselerden önce, eğitim-öğretim faaliyetleri, mescit, cami, bilginlerin evleri, saray, kitapçı dükkânı gibi değişik isim ve özellik taşıyan yerlerde yapılırdı (2). Özellikle mescit ve camiler, yeni dinin akidelerinin öğretildiği yerler olarak kullanıldığı gibi, eğitim-öğretim faaliyetlerinin yürütüldüğü yerler olarak da kullanılmaktaydı. Bu iki fonksiyonlu kullanım tarzı, zamanla tam anlamıyla uygulama alanı bulmamaya başlamıştı. Çelebi, bu durumun nedenleri olarak; mescit ve camilerdeki ders halka sayısının artması, tartışmalı ilimlerin gelişmesi, finans meselesi gibi etmenlerin yanısıra, Türklerin Müslüman olmadan önceki gelenek ve göreneklerinin ortadan kaldırılarak bunun yerine İslâm dininin esaslarını yerleştirme çabası, gittikçe büyüyen devletin idarî yapısında ihtiyaç duyulan memurları yetiştirme arzusu ve yöneticilerin halkın nazarında önemli bir itibara sahip olan ulemanın desteğini kendi yanına çekmek istemeleri gibi etmenleri zikretmektedir. Bu etmenler, Çelebi’ye göre, İslâm dünyasında mescit ve camilerde yapılan eğitim-öğretim faaliyetlerinin medreselere doğru kanalize edilmesine yol açmış, diğer bir ifadeyle İslâm dünyasında medreselerin ortaya çıkmasına zemin oluşturmuşlardır (3). Taş emirci ise, İslâm dünyasında medreselerin ortaya çıkmasının kaynaklarını şu şekilde belirtmiştir: Mescit ve camiler, çeşitli nedenlerden dolayı camilerden ayrılan müderrislerin evlerinde kurdukları "özel medreseler, şii mezhebinin propaganda merkezleri olan "Darü’l İlm"ler, İslâm dünyasında yaygın olarak bulunan zaviye okulları, ribatlar" (4). Unat’a göre ise İslâm’da ilk medrese Büyük Selçuklular zamanında Alparslan’ın veziri Nizamülmülk (1018-1092) tarafından açılan ve yine onun ismiyle anılan "Nizamiye Medreseleridir." (5). Sakaoğlu ise ilk medresenin kurucusu olarak, Nişabur hâkimi Emir Nasır b. Sebüktekin’i göstermektedir (6).
Medreselerin resmî bir teşekkül olarak devlet eliyle kurulması, X. Asırda Karahanlılar zamanında olmuştur. Arslan Gazi Tafgac Han, Merv’de bir medrese yaptırmış ve vefatında oraya defnolunmuştur (7). Gazneli Mahmud (999-1030) Gazne’de yukarıda da belirtildiği gibi kardeşi Sebüktekin de 1033 tarihinde Nişabur’da birer medrese inşa ettirmişlerdir (8). Bunlardan önce de Ebu Hatimü’l-Busti kendi kütüphanesini medrese haline getirmiş, yanına da yabancı talebelerin barınacakları bir yer yaptırmıştır. Nişabur’da şafi fakihi en-Neysaburi için de bir medrese yapılmıştı. Ebu Aliyyü’l-Müseyni’nin fıkıh kürsüsü, "El-Medresetü’l-Ehliyye" denilen hususi medreseleri teşkil ediyorlardı ki, bunlar, o devirde yaygın olan şiilik cereyanına karşı sünniliği müdafaa için kurulmuş müesseselerdi. Bu ifadelerde de görüldüğü gibi, medreselerin doğuşunda sünni-şii çatışmasının da müessir olduğu anlaşılmaktadır (9). İşte İslâm’da eğitimin bir devlet görevi haline gelmesini, eğitime geniş destek ve yardımın verilmesini özellikle bu şii-sünni rekabetine bağlamak gerekir. Bir yandan şiilik, Fatımi idaresi altında geniş devlet destek ve yardımı görürken öte yandan, şiiliği İslâm için bir tehlike sayan sünni halife ve emirler eğitime el atmışlar ve medreselerin İslâm dünyasında ortaya çıkışında önemli etken olmuşlardır (10).
Görüldüğü gibi medreseler, ilk önce Türkistan’da Karahanlılar tarafından kurulmuştur. Gazneliler ve Samanoğulları tarafından geliştirilmiştir (11). Şüphesiz İslâm dünyasında medrese teşkilâtının kuruluş ve gelişmesinde en büyük hisse, Büyük Selçuklu Türklerine (1040-1157) aittir. Gerçekten medreselerin geniş anlamda devlet eliyle kurulması, tahsilin meccani olması ve medrese teşkilatının en küçük ayrıntılarına kadar tespiti Selçukluların eseridir(12). Selçuklularda ilk medrese, Tuğrul Bey (- 1063) tarafından Nişabur’da, 1046’da Saraçlar Pazarının yakınında kuruldu (13). Alparslan (1063-1072) ve Melikşah’ın (1072-1092) vezirliğini yapmış olan Nizamü’l-Mülk (1063-1092) tarafından Bağdat’ta bir medrese inşa ettirilmiştir. Bu medrese Dicle kenarında idi ve inşası iki yıl sürmüştür. 1066-67’de tedrise başlayıp, inşası için 100.000 dinar harcanmıştır. Nizamü’l-Mülk, daha sonra, Belh, Nişabur, Herat, İsfahan, Basra, Merv, Taberistan, Musul gibi merkezlerde medreseler yaptırmıştır. Burslu ve yatılı olan bu medreseler herkese açık, örgün ve parasız kurumlardı (14). Nizamü’l-Mülk de bu medreseleri inşa ettirirken dinî bir kaygı üzerine hareket etmişti. Bu kaygı, halk yığınları arasında taraftar bulan batini inançlara karşı sünniliği güçlendirmek ve bu şekilde propaganda yapabilecek kadroların yetiştirilmesiydi. Osman Turan ise, Selçukluların medreseler yoluyla ilmi koruduğunu ve vücuda getirdiği büyük irfan ordusu sayesinde Şii-Fatimiler idaresinde kurulan sünni aleyhtarı propagandalara karşı İslâm dünyasını ve devletin bünyesini kuvvetlendirdiğini ifade etmektedir (15). Biz, ilim ve tahsilin ilk defa olarak Selçuklular tarafından bu denli korunup desteklendiği yukarıdaki ifadelerden hareket ederek söyleyebiliriz. Köymen ise, ameli ihtiyaçlar ile, devletin menfaatları ve sünni olmayan ideolojilere karşı savunma tedbirleri başlığı altında iki maddede Selçuklularda medreselerin kuruluş sebeplerini izah etmiştir (16). Nizamiye Medreselerinde okutulan derslerin ağırlık merkezini nakli (Kur’an, Hadis, Fıkıh, Tefsir, Kelam) ilimler teşkil etmekle beraber, müspet, lisani ve felsefi ilimlere de yer veriliyordu. Tıp, Astronomi, Matematik, Tabiiyat, Arap Dili ve Edebiyatı, Fars Dili ve Edebiyatı, Felsefe ve Mantık gibi dersler burada tahsil ediliyordu.
Büyük Selçuklu Devleti’nin açmış olduğu bu çığırdan sonra, İslâm dünyasının hemen hemen her yerinde sultanlar, vezirler, beyler, hatunlar medrese açma hususunda birbirleriyle yarışırcasına bir faaliyetin içerisine girmişlerdir. 1234 yılında Halife el-Mustansır, dört mezhebe mensup olan insanlara uygun olan el-Mustansiriyye Medresesini kurmuştur (17). Musul ve Şam çevresinde Nureddin Zengi, Endülüs’te Emeviler tarafından medreseler yaptırılmıştır. Timuriler döneminde özellikle Timur’un torunu Uluğ Bey döneminde Semerkant’ta ilmi hayat en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Bilhassa Kadızade’nin yetiştirmelerinden olan Ali Kuşçu, Fatih Sultan Mehmet zamanında İstanbul’a gelerek, Osmanlıeğitimine önemli katkılarda bulunmuştur (18).
Anadolu Selçukluları ile Beylikler döneminde de önemli sayıda medreselerin açıldığını görmekteyiz. Anadolu Selçuklu Devletinde medreseler, Büyük Selçukluların devamı niteliğindeydi. Fakat medreseler arasında gerçek anlamda ihtisaslaşma Anadolu Selçuklu Devleti’nde görülmekteydi. Mesela, Konya’da İnce Minareli Medrese’de Hadis, yine Konya’da Sırçalı Medrese’de Fıkıh, Kayseri’de Çifte Medresenin birinde Tıp, Kırşehir ve Kütahya Medreselerinde Heyet ve Nücüm bilimleri öğretimi yapılıyordu (19).
Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmasından sonra bir uç beyliği olan Osmanlılar, 1299 yılında diğer beyliklerden daha önce siyasî birliğini temin etmiş ve bu dönemde kendisine ilerleme yönü olarak batıyı seçmiştir. Özellikle Osman Gazi ve Orhan Bey dönemlerinde siyasî kudretini artıran Osmanlılar, ilmiye alanında da önemli ilerlemeler göstermişlerdir. 13. ve 14. yüzyıllarda ilim ve kültür hayatında dünya gündemini elinde tutan Maveraünnehir bölgesi başta olmak üzere, Mısır,Şam, Basra, Buhara gibi merkezler, Osmanlı ilim müesseselerinin gelişmesinde müessir güç olmuşlardır. Özellikle bu durum ilk dönemlerde ders programlarında kendisini göstermiştir (20). İlk Osmanlı sultanları çeşitli Türk ve İslâm ülkelerinden Osmanlı ülkesine bilgili, erdemli, kimseleri getirmek için çalışmışlardır. Bu nedenle Osmanlı ülkesinde ilim adamı sayısında önemli oranlara varan miktarlarda artışlar olmuş, bu bilim adamları vasıtasıyla birçok önemli medrese kurulmuş ve geliştirilmiştir (21). İlk Osmanlı medresesi, İznik’in fethinden sonra İznik’te 1330-31 yılında Orhan Gazi tarafından kurulmuş olan Orhan Gazi Medresesidir (22). Medreseye Sultan Orhan Gazi tarafından Kozluca Köyü ve çevresiyle birlikte İznik şehrindeki evler vakıf olarak bağlanmıştır. Vakıf gelirlerinin altıda biri talebelere, altıda beşi de müderrise tahsis edilmiştir. Bu ilk medresenin müderrisliğine ise zamanın büyük Türk alim ve mütefekkirlerinden Şerefüddin Davud-ı Kayseri tayin edilmiştir (23). Yine bu medresenin ilk müderrislerinden olan Alaeddin Ali Esved de tahsilini İran’da tamamlamıştı (24). Hitabet dersi de Kara Hoca adında bir alim tarafından verilmekteydi (25). Osmanlının ilk Şeyhülislâm’ı olma sıfatını taşıyan Şemseddin Mehmet bin Hamza el-Fenari, bu medreseden yetişmiştir (26). Osmanlı Devleti sınırlarını genişlettikçe eline geçirmiş olduğu önemli yerlerde ilmî ve sosyal müesseseler tesis etmiştir. 1326 yılında Orhan Gazi tarafından Bursa’nın alınmasından sonra burada bir medrese yaptırıldığı gibi, yine Orhan Gazi tarafından Bursa’da 1335 tarihinde, bir kilisenin medreseye çevrildiğini görmekteyiz. Orhan Gazi, talebeler için odalar yaptırdığı gibi, Bursa’da bir cami, imaret, tabhane ve han da yaptırmıştır (27). Orhaniye medreselerinin üçüncüsü İzmit’in alınışından sonra buradaki bir kilisenin medreseye çevrilmesiyle tesis edilmiştir. Orhan Bey’in oğlu Süleyman ise, İznik’te bir medrese yaptırmıştır. Murat Hüdavendigar (1364-1389) Bursa Çekirge’de büyük bir medrese yaptırmıştır. Daha sonra I. Bayezid (1389-1402) Bursa ve Edirne’de, oğlu Çelebi Mehmed (1413-1421) Bursa’da, II. Murad (1421-1451) Bursa’da ve Edirne’de medreseler, külliyeler ve bimarhaneler tesis ettirmişlerdir. Yine sultanların dışında, ilk dönemin ileri gelen devlet adamları da örneğin Lala Şahin Paşa ve Çandarlı Hayreddin Paşa, adlarına yaptırdıkları medrese ve Darü’l Hadislerle bu kampanyaya katılmışlardır. 14. ve 15. yüzyılın sonlarına kadar süren çağlarda yukarıda da zikredilen medreselerde, Fıkıh ve Kelam’ın yanısıra Riyaziye, Felsefe, Astronomi, Tıbbi Bilimler gibi akli ve nakli ilimler yan yana okutulmuştur. Fakat bu medreselerde okutulan derslerin neler olduğu ve hangi sıraya göre okutuldukları kesin olarak bilinmese de, bunların Selçuklulardakilerle aynı veya benzeri bir tarzda oldukları tahmin edilmektedir. Ders kitapları ve öğretim dili Arapça olmakla birlikte, sözlü anlatımda Türkçe de kullanılmaktaydı (28).
Osmanlı medrese sistemi ilk devirde Anadolu Selçuklu ve Anadolu Beylikleri medrese sisteminin devamı olarak ortaya çıkmışsa da ilk olarak Yıldırım Bayezid (1389-1402) ve II. Murat (1421-1451) devrinde medreseler üzerinde bir derecelendirmeye ve düzenlemeye gidildiği bilinmektedir. Osmanlı medreseleri özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminde (1451-1481) belirgin bir sistem üzerine oturmuştur. İstanbul’un fethinden sonra, Sultan Mehmet tarafından, yapımına 1463 yılında başlanıp, 1471 yılında bitirilen bir külliye yaptırılmıştır. Sahn-ı Seman veya Semaniye medreseleri olarak ta ifade edilen bu külliye müştemilatında iki minareli ve bir şerefeli cami ile iki tarafında sekiz medrese vardı. Ayrıca bunlara talebe yetiştirmek maksadıyla bu medreselerin arkasına "Musıla-ı Sahn" veya "Tetimme" ismi verilen sekiz medrese daha inşa edilmişti. Külliyede bunlardan başka misafirlerin hayvanları için ahırlar, bir imaret, aşhane, Darüşşifa, bir Muallimhane, bir kütüphane, ders okumaya mahsus Darütta’lim ve iki hamam bulunmaktaydı. Yine bu külliye içinde bir de sıbyan mektebi de tesis edilmişti. Sahn-ı Seman ve Musıla-ı Sahn (Tetimme) medreseleri yapıldıktan sonra Osmanlı Devletinin sınırları içindeki medreseler yeni bir teşkilata tabi tutuldu. Bu suretle medreseler aşağıdan yukarıya, olmak üzere;
a) Haşiye-i Tecrid Medreseleri
b) Miftah Medreseleri
c) Kırklı Medreseleri
d) Haric Elli Medreseleri
e) Dahil Medreseleri (Tetimme)
f) Sahn-ı Seman Medreseleri (29).
Kırklı ve Hariçelli medreseler, Osmanlılardan evvelki Anadolu Selçuklularının, Anadolu Beyliklerinin hükümdarlarının, onların ailelerinin, vezir, sancak beyi ve ümeranın yaptırdıkları medreselerdi. Dahil medreseleri ise, Osmanlı padişahlarıyla, şehzade valideleri ve şehzadeler, padişah kızlarının yaptırmış oldukları medreselerdi. Musıla-ı Sahn (Tetimme) medresesi esas itibariyle Dahil medreseler derecesinde olmakla birlikte, Dahil medresesi yerine Musıla-i Sahn denmiştir. Hariç medreselerde, Fıkıh, Kelam, Hadis, Dahil medreselerde ise Fıkıh Usul-i Fıkıh, Hadis, Tefsir dersleri okutulmaktaydı. Dersler, herbiri için esas olarak alınmış olan bir veya birkaç ana kitap üzerinde takrir yoluyla yapılırdı ve dersler bu kitapların adı ile anılırdı (30). Okutulan dersler aşağı dereceli medreselerde muhtasar, yüksek dereceli medreselerde ise mufassal olarak işlenmekteydi (31).
Medrese öğretim sisteminin merkezinde müderris bulunmaktaydı.38. Hatta Selçuklularda medrese kurulabilmesinin en önemli amillerinden birisi de, medresenin kurulacağı bölgede ders verilebilecek bir alimin bulunması gerekliliğiydi. Bazı durumlarda da pek tanınmamış bir bölgede meşhur bir alim için de medrese açılırdı (32). Müderris öğretimden sorumlu olduğu gibi, medresenin idaresi ve talebelerin disiplininden de sorumluydu. Osmanlılarda medreseden mezun olan talebeler, müderrislik görevine atanabilmek için "matlab" adı verilen deftere kaydedilerek, kadro boşalmasını beklemekte ve sırası gelenlerin tayinleri aşağı dereceli medreselerden başlanarak yapılmaktaydı (33).
Osmanlı medrese sisteminde ikinci en büyük gelişme Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) devrinde meydana gelmiştir. Kanuni, ordunun tabip, cerrah ve mühendis ihtiyacını karşılamak üzere bir Tıp medresesi ve Darüşşifa, Riyaziyat öğretimine mahsus dört tane medrese, ayrıca Hadis alanında lisans üstü düzeyde öğretim yapan bir de ihtisas medresesi (Darü’l Hadis) kurmuştur (34). Kanuni devrinde yapılan düzenlemeyle öğretim dahil medreselerinden sonra iki kola ayrılmıştır. Birincisi Sahn-ı Seman medreselerinde Hukuk, İlahiyat ve Edebiyat dallarında yapılan öğretim, ikincisi ise Süleymaniye medreselerinde Riyazat ve Tıp alanlarında yapılan öğretimdir. Bunların hepsinin üzerinde "Hadis" alanında yapılan lisansüstü öğretim vardı. Kanuni döneminde yapılan bu değişikliklerle medreselerin derecelendirilmesi şu şekilde olmuştur,
1. İptida-i Hariç
2. Hareket-i Hariç
3. İptida-i Dahil
4. Hareket-i Dahil
5. Musıla-i Sahn
6. Sahn-ı Seman
7. İptida-i Altmışlı
8. Hareket-i Altmışlı
9. Musıla-ı Süleymaniye
10. Hamise-i Süleymaniye
11. Süleymaniye
12. Darü’l Hadis.
Bazı küçük değişikliklerle XX. yüzyıla kadar gelen bu derecelendirmeye Haşiye-i Tecrid, Miftah, Kırklı Medreseleri dahil değildir. Bu derecelendirme, İstanbul, Edirne, Bursa medreseleri için geçerliydi (35).
XV-XVI. asırda en yüksek seviyelerini yaşayan Osmanlı medreselerinin XVII. asırdan itibaren gerilemeye başladığı bir gerçektir. Bu dönemden itibaren medreselerde ilmî hürriyet kalkmış, medreselere iltimas ve siyaset karışmaya başlamıştır. Medrese tahsili daha ziyade Fıkıh ve Arapça öğretimine münhasır kalmıştır. Örneğin Gelibolulu İsmail, Osmanlı medreselerinde meydana gelen bozulmaların ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman döneminde başladığını bildirmiştir. Ona göre medreselerde meydana gelen bozulma sebepleri şunlardır:
1. Mevali-zâdelerin zuhuru
2. İlmi saiklerinin ağa ve paşalara intisapları
3. Müderris ve kadıların cehaleti
4. Cehaletle fazlın birbirinden fark olunmaması (36).
Bilhassa İstanbul, Bursa, Edirne gibi belirli merkezlerde bulunan, diğer medreselere de örnek teşkil eden yüksek dereceli medreseler, araştıran ve düşünen insan yetiştirmekten ziyade devlet memuru yetiştiren kurumlar haline gelmişlerdir (37). Evvelce müderris, muid olabilmek için, ehliyet, ilim ve iktidar gerekirken, bu yüzyıldan sonra ilmi yetki arka plana atılarak iltimas ön plâna alınmıştır (38). Buna karşılık Avrupa’da aynı dönemlerde başlayan ilmî, fikrî ve teknik alanlardaki gelişmeler karşısında medreselerin yetersiz kaldıkları ve yeni gelişmelere karşı menfi bir tutum sergiledikleri görülmektedir. Medreseler Kopernik’in bütün sistemi yıkan keşfinden habersiz, hala Batlamyus’un astronomisi üzerine çalışmaktaydılar. Yani, müspet ilimler noktasında dışa karşı menfi bir tutum sergilemekteydiler (39). Aristo’nun dört unsur nazariyesi hâkim bir unsurdu. Yazılan eserler hep eskilerin açıklaması niteliğindeydi. Medrese alimleri arasındaki tartışmalar sadece nelerin insanı dinden çıkaracağına dairdi. İlmî düşünceden o kadar uzaklaşılmıştı ki, 17. yüzyıldan çok sonraları bile, medrese uleması arasında, mesela bir ipliği sinek pisliğine batırıp toprağa gömerseniz nane biter gibi hezeyanlar yazanlar çıkmıştı (40). Zikredilen bu etmenlerin de tesiri ile 1577’den itibaren başlanılan medrese ıslahat faaliyetlerinde, medreselerin içinde bulunduğu olumsuzluğun giderilmesi teşebbüsleri, hep idari ve mali alanlarla sınırlı kalmış, ders kitaplarının, öğretim metotlarının ve ders programlarının yeniden ele alınarak düzenlenmesi ve en önemlisi kaybolan ilmî zihniyetin yeniden geçerli hale getirilmesi konularında önemli bir gayret sarf edilmemiştir.
III. Murat döneminde İstanbul’da Tophane üstündeki tepede kurulmuş olan rasathane, yine aynı padişah döneminde Kadızade Ahmed Şemseddin Efendi’nin, Padişahı, gökleri rasat etmenin uğursuzluk getirdiği ve nerede bu işe teşebbüs edilmişse devletin perişan olduğu konusunda ikna etmesi üzerine 1580’de Rasathane Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından bir gece içinde yerle bir edilmiştir (41).
Taşdemirci’ye göre medreselerin ıslahı için ilk teşebbüsler, XVI. yüzyılın sonlarından itibaren başlamıştır. İlk defa, 15 Ekim 1577’de Üçüncü Murat, vezir-i azama gönderdiği fermanda medreselerdeki usulsüzlüklerin önlenmesini ve dağa çıkan öğrencilerin isyanının bastırılmasını istemiştir (42). Nisan 1598’de mevaliden oluşan bir heyet, medreselerin ıslahına ilişkin bir raporu padişaha sunmuştur. Ferman haline getirilen rapor, kazaskerlere gönderilmiştir. Medreselerin ıslahı ile ilgili olan bu ferman da uygulanamamış ve her şey eskisinden daha çok bozulmuştur. Nihayet Koçi Bey IV. Murat’a meşhur risalesini sunmuştur.
I. Ahmet zamanında celaliler temizlenmiş, fakat medreselerdeki yolsuzluklar ve usulsüzlükler devam etmiştir. Medreselerin ıslahı hakkında III. Ahmet zamanında da bazı emirler verilmiştir. Ancak ıslah işi I. Mahmut devrinde daha ciddi olarak ele alınmıştır. I. Mahmut, Anadolu Kazaskeri Murtaza Efendi'yi Şeyhülislamlığa getirmiş ve vezir-i azam vasıtasıyla Şeyhülislama gönderdiği fermanda müderrislik ve mülazemet yolunun rüşvet ve iltimasdan temizlenmesini istemiştir. Medreselerde ıslahata teşebbüs eden diğer bir hükümdar da III. Selim’dir. Kadılık ve müderrislik makamlarının ıslahı için çaba harcamıştır. Rüşvet ve iltimasın kaldırılmasını, imtihansız rüus verilmemesini isteyen bir ferman yayınlamıştır.
1867 yılında medrese müderrislerinden oluşan onbeş kişilik bir kurul toplanarak, medreselerin ıslah edilmesi hususu ile ilgili gerekli gördükleri tedbirleri bir rapor haline getirerek yönetime sunmuşlardır (43). Özellikle Tanzimat Fermanı’nın (1839) ilânından itibaren yönetim birimleri, medresenin dışında devletin değişik kademelerinde çalıştırmak amacıyla devlet memuru yetiştirmek için yeni mektepler açmıştır. İlgisinin ve desteğinin hemen hemen hepsini mektepler üzerine yoğunlaştırmıştır. Zaten bozulmaya ve yozlaşmaya başlayan medrese, bu durum karşısında devletin yapmaya çalıştığı her türlü yeniliklerin karşısına şiddetle karşı çıkar hale gelmiştir. Hilmi Ziya Ülken bu durumu şu şekilde ifade etmektedir:
"Tanzimatı takip eden devirde ve bu devrin mütefekkirlerinde tam bir düalizm hakimdir. Medrese karşısında mekteple bu ikilik yakın zamanlara kadar devam etti. Evvela her iki taraf birbirinden habersiz yaşadı. Sonra tefekkürü temsil eden mektep kuvvetlenince medrese kendini korumağa ve onunla mücadeleye mecbur oldu. Üçüncü safhada yeni tefekkürün inkişafı medreseyi bir uzlaşmaya mecbur etti. Nihayet bu uzlaşmaların muvaffakiyetsizliği üzerine medrese tekrar kendi içine çekildi daha doğrusu medrese taraftarları ile uzlaşma taraftarları birbirlerinden ayrıldılar. Medrese taraftarları yeni zihniyete olduğu kadar uzlaşma yapanlara da aleyhtar idiler " (44).
Taşdemirci ise, Tanzimat döneminde disiplin hadiseleri hariç, mevcut medreselerin, eğitim ve öğretim meselelerine ciddi bir ilgi gösterilmediğini belirtmiştir (45). Osman Bahadır ise Osmanlı yöneticilerinin 18. ve 19. yüzyıllarda Batı tipi eğitim kurumlarını oluşturmaya yönelmelerine etmen olan faktörün, tamamen askerî, teknik ve pratik kaygılar olduğunu belirtmiştir (46). Mutlakıyet döneminde de medreseler kendi hallerine bırakılmış, ciddi bir düzenleme girişimi yapılmamış, daha ziyade yeni öğretim kurumlarına önem verilmiştir. Bu devirde medreselilere askerlikten muafiyet sağlayacak olan imtihan usulü kaldırılmıştır. Bu imtihanın kaldırılması, medreselerdeki öğretimin seviyesini düşürmüş ve medreselerin asker kaçaklarıyla dolmasına yol açmıştır. 1896 tarihinde yayınlanmış olan bir kitapçıkta medreselerin ıslahatının en kısa zaman içerisinde gerçekleştirilmesinin zarureti belirtilmiştir (47).
Medreselerde öğretim metodu, açık ve net değildi. Bu hususta her müderris kendi başına bırakılmıştı. Zaten çoğu müderrislerin de "müderrislik" niteliği yoktu. Hiç maaş ve ödenek almayıp, diğer işlerinden boş kalan zamanlarında bu işi "Allah rızası için" yapan müderrisler, mevcudun büyük bir kısmını meydana getiriyordu (48). Aynı zamanda Mutlakıyet döneminde medrese öğrencilerine devlet tarafından maaş verilmesi, sosyal ve sağlık problemleriyle yakından ilgilenilmesi, öğretim ve akademik faaliyetlerinin dışında başka işlerle uğraşmalarının engellenmesi yönünde birtakım isteklerle de karşılaşılmaktaydı.
II. Meşrutiyet döneminde ise daha ciddi ve geniş mahiyette ıslahat teşebbüslerine gidildiğini görmekteyiz. Akyüz, II. Meşrutiyet döneminde medreselerin ıslah edilmesi gerekçelerini şu başlıklar altında vermiştir:
1) Meşrutiyetin bir fikir ve tartışma özgürlüğü getirmesi ile herkesin düşüncelerini söyleme imkânı bulması.
2) Türk ve Müslüman toplumların en eski eğitim-öğretim kurumu olan, bu toplumlarla kaynaşmış, bir vakitler bu toplumların yükselmesinde, sonra gerilemesinde etkili olan medreseler konusunda tüm aydınların söyleyeceği şeylerin bulunması.
3) Her geçen gün gerileyen Osmanlı toplumunda medreselerin artık o halleriyle gerçekten işe yarar kurumlar olmaktan çıktıklarının açıkça anlaşılması.
4) Tanzimat yıllarından beri eğitimde ve ülkede yenileşmenin medrese dışında açılacak yeni okullarla sağlanabileceği görüşü ortaya çıktığı için kendilerine dokunulmayan medreselerin program, kuruluş vs. bakımlarından taşlaşmalarının Meşrutiyette bizzat medrese mensupları tarafından bile görülüp eleştirilmesi.
5) Abdülhamid’in 1892’de medreselileri askerlikten muaf tutması ile bu görevden kurtulmak isteyenlerin medreseleri doldurmasının bozulmanın son ve en belirgin bir nedeni olarak dikkati çekmesi.
6) Vakıfların kısmen Maarif Nezaretine, kısmen de şunun-bunun eline geçmesi (49).
Bu dönemde, Şeyhülislâm Hüseyin Hüsnü Efendi zamanında Şubat 1910’da Medaris-i İlmiye Nizamnamesi yayınlanmıştır. Bu Nizamname üç ana bölümden oluşmaktadır. Medreselerin idaresi konusunun ele alındığı birinci bölümün birinci kısmında medreselerin idaresi ve müderrislerin vazifeleri üzerinde durularak, medreselerde Ders Vekaletince onaylanmış talebe kütük defterlerinin tutulması, odaların taksimindeki ve görevlendirilecek müderrislerin vasıfları hakkındaki esaslar belirlenmiştir. İkinci kısımda ise talebelerin medreseye kayıttaki esaslar ve uymaları gereken kurallar belirtilerek medreseye kabul edilecek talebeler hakkında yaş sınırı ve sahip olmaları gerekli asgari seviyeler belirtilmiş, böylece medreselere talebe kaydı konusunda esaslar getirilmiştir. Medreselerdeki eğitim-öğretim konusunun ele alındığı ikinci bölümde ilk kısımda uygulanması öngörülen programda yer alan dersler sınıflara göre düzenlenmiş, ancak derslerin haftada kaç saat tedris edileceği belirtilmemiştir. İkinci kısımda ise talebelerin öğretim süresi boyunca tabi tutulacakları imtihanların ne şekilde yapılacağı hakkında bilgi verilmekte, ayrıca mezunların çeşitli görevlere başlamadan önceki imtihanları hakkında da bilgi verilerek talebelerin istihdam alanlarına da temas edilmiştir. Üçüncü bölümde ise Dersiâmlığa tayin edilecekler ve huzur dersleri verecek olanların tespiti gibi konular ele alınmaktadır. Bu bölümde nizamnamede getirilen esasların her birisinin ilerideki tecrübelere göre değiştirilebileceği esası da getirilmiştir. Ayrıca Nizamnamenin son kısmında Meşihat ile Harbiye Nezareti arasında talebelerin askerliği hususunda kararlaştırılan esaslara da yer verilmiştir (50). Bu Nizamnameye göre tüm medrese öğrenimi 12 yıla çıkarılmış, programda; Matematik, Geometri, Fizik, Kimya, Astronomi, Kozmoğrafya, Tarih, Coğrafya, Farsça gibi derslere yer verilmiştir (51). Eylül 1914’te Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi’nin (aynı zamanda Evkaf-ı Hümayun Nazırıydı) gayretleriyle Islah-ı Medaris Nizamnamesi çıkartılmıştır. Bu nizamname ile İstanbul Medreseleri "Darü’l-Hilafet’il-Aliyye Medreseleri" adı altında toplanmıştır. Medreseler, Tali Kısm-ı Evvel, Tali Kısm-ı Ali olarak üç devreye ayrılmıştır. Her kısmın süresi dört yıl olarak belirlenmiştir. Her kısım dört sınıfa, her sınıf ise dört şubeye bölünmüştür. Bu Nizamname ile medreseler, Maarif Nezareti’nin mekteplerine benzetilmek istenmiş, bu amaçla ders programlarına Batı Dilleri, Farsça, Tarih, Coğrafya, Heyet, Mekanik, Müsellesat, Hikmet-i Tabiiye, Kimya, Resim, Terbiye-i Bedeniye, Hıfzısıhha, Usul-i Defteri, İlm-i İçtimai, İlm-i Nefs, Felsefe, Malumat-ı İktisadiye ve Maliye gibi dersler konulmuştur. Yine II. Meşrutiyet döneminde, 1854 yılında şer’iye mahkemelerine Kadı ve Naip yetiştirmek amacıyla açılan Mekteb-i Nüvvab’ın adı 1910 yılında Mekteb-i Kuzat olarak değiştirilmiştir. 1912 yılında İslâm dininin yayılmasını sağlayacak ve propagandasını yapabilecek misyoner vaizlerin yetiştirilmesi amacıyla 1912 yılında İstanbul’da Medresetü’l-Vaizin, 1913 yılının sonlarına doğru, imam-hatip ve müezzinlerin yetiştirilmesi amacıyla da "Medresetü’l-Eimme ve’l-Hüteba" açılmıştır (52). Medresetü’l Vaizin savaş yıllarında pek başarılı olamamış ve Medresetü’l-Eimme ve’l-Hüteba ile birleştirilerek "Medresetü’l-İrşad" adını almıştır. 1915 yılında ise "Medresetü’l-Hattatin" açılmıştır. Bu medrese Cumhuriyet döneminde Güzel Sanatlar Akademisi içerisinde yer alan Şark Süsleme Sanatları Bölümü’nün başlangıcı sayılmaktadır (53). 1917 yılında, Darü’l-Hilafeti’l-Aliye medresesinin yüksek kısmının da üzerinde uzmanlar yetiştirilmek amacıyla kurulması tasarlanan ancak o vakitlerde kurulamayan "Medresetü’l-Mütehassisin" kurulmuştur.
Görülüyor ki kuruluşundan 16.yy’ın sonlarına kadar ciddi görevleri yerine getirmiş olan medreseler, bu tarihten sonra yozlaşmaya ve her türlü yeniliğin karşısında durmaya başlamışlardır. Hilmi Ziya Ülken bu durumu şu sözleriyle daha belirgin ve net olarak ifade etmektedir.
"İslâm dünyasının fikri üstünlük devri, tekamül halindeki alemle temasını kaybetmesinden, başka kültürlerle münasebetlerinin yetmezliğinden, en sonra onu ilmi keşifler ve icatlar alanında verimsiz kılan skolastik zihniyetten dolayı zevale yüz tutmuştur "(54).
Sonuç olarak medreseler,
Millî Mücadeleden sonra 03.03.1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat
Kanunu’nun birinci maddesi olan "Türkiye dahilindeki bütün müessesat-ı
ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekaleti’ne merbuttur" ifadesi ile Millî Eğitim
Bakanlığı’na bağlanmış ve zamanın Millî Eğitim Bakanı Vasıf Bey de 13.03.1924
tarihli genelgesiyle medreseler üzerindeki tasarruf hakkını kullanarak
medreseleri kapatmıştır. Böylece, yeni kurulan Cumhuriyet, yozlaşan ve
skolastik bir zihniyete sahip olan
medresenin kendisine yaratacağı menfi durumlardan kendini soyutlamış, ülkede
eğitim yoluyla ruh ve anlayış birliğinin sağlanabilmesi başarılmıştır.
(1) Ersoy Taşdemirci, : Medreselerin Doğuş Kaynakları ve İlk Zamanları, E.Ü. Sos. Bil. Dergisi, Sayı:2, Kayseri,1989, s.269
(2) Ziya: Kazıcı, Anahatlarıyla İslam Eğitim Tarihi, Marmara Ün. İlahiyat Fak. Yay., İstanbul 1995,s.78
(3) Ahmet Çelebi, : İslamda Eğitim-Öğretim Tarini, Damla Yayınevi, İstanbul 1983, s.108-110.
(4) Taşdemirci, a.g.m., s.269-271.
(5) F. Reşit Unat, : Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, M.E.B. yay., 1964, s.3.
(6) Necdet Sakaoğlu, : Osmanlı Eğitim Tarihi, İletişim yay., İstanbul 1993, s.16
(7) Cahit Baltacı, : XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İrfan Matbaası, Ankara 1974, s.5.
(8) Öymen Dağ,M- Hızır Raşit : İslâm Eğitim Tarihi, M.E.B. yay., Ankara 1974, s.121.
(9) Baltacı, a.g.e., s.7-9.
(10) Dağ-Öymen, a.g.e., s.117.
(11) Taşdemirci, a.g.m., s.273.
(12) Kazıcı, a.g.e., s.7-8.
(13) Köymen, Altan: Alpaslan ve Zamanı-II, A.Ü.D.T.C.F. yay., Ankara 1983, s.273; Osman Turan, : Selçuklu Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, Boğaziçi yay., İstanbul 1993, s.273.
(14) Sakaoğlu, a,g.e., s.16.
(15) Turan. a.g.e., s.238.
(16) Köymen, a.g.e., s.375.
(17) Baltacı, a.g.e., s.20.
(18) Saffet Bilhan, : Eğitim-Bilim-Sanat, Diyanet Vakfı yayını, Istanbul 1988, s.54.
(19) Yahya Akyüz, : Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1993’e Kadar ), Kültür Koleji yayını, İstanbul 1994, s.43.
(20) Abdullah Cangaoğlu, : Osmanlı Medreselerine Umumi Bir Bakış-I, Yeni Ümiit Dergisi, Sayı:33, 1996,s.42.
(21) Akyüz, a.g.e., s. 55.
(22) İsmail Hakkı Uzunçarşılı, : Osmanlı Devleti’nin İlmiiye Teşkilâtı, T.T.K.yay., Ankara 1992 s.1; AAdnan dıvar, : Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi yay., İstanbul 1991, s.15; Yusuf Halaçoğlu, : XIV-XVII Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilâtı ve Sosyal Yapı, T.T.K. yay., Ankara 1996, s.129-130.
(23) Halaçoğlu, a.g.e., s.130.
(24) Osmanlı Ansiklopedisi, Tarih, Medeniyet, Kültür, Cilt: II, Ağaç Yay. Limitet ?iirketi, II. Baskı, İstanbul 1994, s.17.
(25) Halaçoğlu, a.g.e., s.130.
(26) Adıvar, a.g.e., s. 17.
(27) İsmail Hakkı Uzunçarşılı, : Osmanlı Tarihi, Cilt:I, T.T.K.yay., Ankara 1989, s. 523.
(28) Akyüz, a.g.e., s.55.
(29) Uzunçarşılı, a.g.e., s. 12.
(30) Unat, a.g.e., s.35.
(31) Uzunçarşılı, a.g.e., s. 39.
(32) Köymen, a.g.e., s.379.
(33) Uzunçarşılı, a.g.e., 45.
(34) Taşdemirci, a.g.e., s.526.
(35) Taşdemirci, a.g.e., s.526.
(36) Osmanlı Ansiklopedisi, Cilt: II, s.63.
(37) Şehabettin Tekindağ, : Cumhuriyetin 50. Yılında İstanbul Üniversitesi, "Medrese Dönemi", İstanbul 1973, s.31.
(38) Uzunçarşılı, a.g.e., s. 241.
(39) Adıvar, a.g.e, s.103-104.
(40) Salih Özkan, : Türk Eğitim Tarihi, Tolunay yayınları, Niğde 1997, s. 63.
(41) Adıvar, a.g.e, s.105-106.
(42) Ersoy Taşdemirci, : Osmanlı İmparatorluğu’nda Medreselerin Bozulmaları, Islah Etme Teşebbüsleri ve Kapatılmaları, Erciyes Üniversitesi Sos. Bil. Enst. Der., Sayı:4, Kayseri 1990, s.531.
(43) Hüseyin Hatemi, : Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, Cilt:II, İletişim yay., İstanbul 1995, s.502.
(44) Hilmi Ziya Ülken, : Tanzimattan Sonra Fikir Hareketleri, Tanzimat-I, Maarif Matbaası, İstanbul 1940, s.761-762.
(45) Taşdemirci, a.g.m., s. 532.
(46) Osman Bahadır, : Osmanlılarda İlim, Sarmal yayınevi, Melis Kitapçılık, İstanbul 1996, s.31.
(47) Zeki Salih Zengin, : II. Meşrutiyet Döneminde Medreselerin Islahı ve Din Eğitimi (1908-1918), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Erciyes Üniversitesi Sos . Bil. Enst., kayseri 1993, s.18.
(48) Mustafa Ergün,: II. Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketleri (1908-1914), Ocak Yayınları, Ankara 1996, s.336.
(49) Akyüz, a.g.e., s.226.
(50) Zengin. a.g.e., s.138-139.
(51) Akyüz, a.g.e., s.247.
(52) Ergün, a.g.e., s.348.
(53) Taşdemirci, a.g.m., s.539.
(54) Ülken, Hilmi Ziya: Türkiye’de Batılılaşma Hareketleri, T.T.K.B.E., Ankara 1961, s.2.