Dr. Bekir TURGUT
Yayımlar Dairesi Başkanı
Çağdaş uygarlığın yükselen değerleri arasında yer alan çocuk, insanın doğasından gelen sonsuzluk bilincinin bir ürünü olup, kişilerin ve toplumların geleceğini temsil eder. Onun içindir ki günümüzde, çocuğa gösterilen ilgi, sevgi ve güven gelişmişlik ölçütü olarak kabul edilmekte, gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkeler bütçelerinden en büyük payı eğitime ayırmaktadırlar.
Fikirleriyle dünyayı değiştiren J.J. Rousseau (1812-1878) “Emil” adlı eserine başlarken; “Babalık ödevlerini yerini getirmeyecek bir kimsenin baba olmaya hakkı yoktur. Çocuklarını beslemek ödevini bir babanın üzerinden atması için ne fakirlik, ne iş güç, ne de etraftan utanma gibi mazeretler makbul sayılabilir. Bana inanın okurlarım, vicdanı olan her kimse, böyle kutsal bir ödevi ihmal ederse, bilsin ki, bu suçunu uzun yıllar dökeceği acı yaşlarla ödeyecek ve hiçbir zaman teselli bulamayacaktır.” Sözleriyle çocuğun keşfinde ve anlaşılmasında başı çekmiş ve bu eserinde, eğitimin amacı ve yöntemleri üzerinde durmuştur. Rousseau’nun bu düşünceye ulaşmasında hiç kuşkusuz özel yaşamının yanı sıra,Fransa’nın o günkü şartları da etkili olmuştur. Çünkü o yıllarda Fransa’da; Kimsesiz Çocuklar Yurdu Kurumuna verilen bebeklerin % 70’i daha yaşına girmeden ölürken, 1760 yılında yurda terkedilen 7000 çocuktan ancak 1200 tanesi beş yaşını aşabiliyordu.
Rousseau’nun başlattığı bu gelenekten yola çıkan eğitimciler, psikoloji disiplinlerindeki gelişmeleri de dikkate alarak, çocuğun keşfinde ve öne çıkmasında önemli çalışmalar yapmışlar ve çocuğun evrensel boyutta tartışılmasını sağlamışlardır.
Nihayet 30 Eylül 1990 tarihinde “Çocuklar İçin Dünya Zirvesi” adıyla düzenlenen toplantıda; çocukların sorunlarına ilişkin önemli konular tartışılmış ve 2000 yılına kadar ulaşılması gereken 20’den fazla somut hedef tespit edilmiştir. Aralarında ülkemizin de bulunduğu bir çok ülkenin devlet ve hükûmet başkanlarının katıldığı bu toplantıda, çocukları doğdukları dünyanın aşırılıklarından, dertlerinden ve yanlışlıklarından korumanın en önemli yolunun eğitim olduğu görülmüş, çocuk ölümlerinin azaltılmasından sonra, eğitime ilişkin konular öncelikli olarak tartışılmış ve böylece eğitimin önemi daha da artmıştır.
Bu gelişmeler ışığında ülkemizin durumunu değerlendirirsek; Türkiye, Cumhuriyet döneminde eğitime önem vermek suretiyle 19’uncu yüzyılın bunalımlarından kurtulmuş, Büyük Atatürk’ün direktifleri doğrultusunda çağdaş uygarlığın içinde yer almak gibi önemli bir prensibi devlet politikası olarak benimsemiştir. Benimsediği bu politika sayesindedir ki, bugünün Türkiye’si okullarına öğrenci arayan değil, çocuklarına ve gençlerine daha kaliteli eğitim vermek için büyük fedakârlıklara katlanan bir ülke ve toplum hâline gelmiştir. Artık eğitim çocuklarımıza ve gençlerimize sınıf ve öğretmen bulmaktan ibaret bir etkinlik olarak kabul edilmiyor, onlara hakları olan daha kaliteli eğitim imkânları sağlamanın yolları aranıyor. Zira bilginin ve teknolojinin hızlı değişimi, beklenmedik sosyal, siyasal ve kültürel oluşumlara neden olmakta, bu durum ise, en gelişmiş toplumları bile yeni oluşumlara ayak uydurmaya ve sürekli değişime zorlamaktadır.
Bize düşen görev ise, gelecek yüzyılda da birlik ve beraberlik duygularını güçlendirerek, ülkemizi çağdaş uygarlığın önemli bir unsuru hâline getirmektir. Zira böyle bir toplum inşa etmenin en etkili aracı eğitimdir. Yine biz inanıyoruz ki, Türk eğitimcileri böylesine kutsal bir görevi geçmişte yapmışlardır, gelecekte de yapacaklardır.
Türk eğitimine bu duygu ve düşüncelerle uzun yıllar hizmet veren“Millî Eğitim” yeni yüzyılda da bu etkinliğini sürdürecektir. Yeni bir yüzyılın başında katkılarınızla birlikte olmanın kıvancıyla herkese teşekkür ediyor, katkılarınızın artarak sürmesini bekliyoruz.