Faruk ÖZTÜRK (*)
GİRİŞ
II. Meşrutiyet dönemi, getirdiği özgürlük ortamı yanında, genellikle kararsızlık ve bocalama dönemi olarak da çoğu kaynakta geçer.Aynı zamanda bocalamalara ve toplumsal çözülüşe çare olarak sunulan din ve ahlâk temeline dayalı girişimlerde de çelişkilerin yaşandığı bir dönemi oluşturur.Bu nedenle dönem, öncesine ve hatta sonrasına göre zengin ve çeşitli düşünsel hareketlere sahne olmuştur.Dönemin aydınları, felaketlerle yüz yüze olunan bu ortamda, toplumsal, siyasal ve eğitimsel olarak toplumsal çıkış yolları için tezler üretmişlerdir. Basın-yayın dünyasında da özellikle bu dönemde eğitim ve ahlâk çerçevesinde yoğun tartışmalar gündeme gelmiştir.
Söz konusu periyodun aynı zamanda devletin çöküş süreci içerisinde oluşu, bu duruma bir çare arayış niteliğinde olan girişimlerin yönünü de tayin etmektedir.Bu çare arayışı, İslâmcı çevrede ahlâksal bozuluş olarak algılanan duruma yöneliktir. Çağdaşlaşma süreci de diyebileceğimiz bu dönemde eğitim ve kültür hayatına rengini vermeye başlayanBatı etkisine karşı bu yarayı sarmaya yönelik çalışmalar görmekteyiz.Bu çalışmalarda, yaşanılan buhranın nedeni olarak toplumsal ve bireysel ahlâkî çöküntü ve İslâm dini ahlâkının yeni eğitim ve kültür hayatında ihmal edilmiş olması gösterilmekteydi (1).Bu manevî yakılış sonucu, maddî plânda da toplumun yok oluşa gittiğine inanılmaktaydı.
Meşrutiyetin hemen başında ahlâk eğitimine ait temel iki fikir hareketi görülmektedir. Bunların birincisine göre ahlâkın temeli dindir. Okullarda ahlâk terbiyesi ancak din terbiyesi ile bir arada verilebilir ve bir arada verilmelidir. Hatta onlara göre Balkan savaşlarında yenilmemizin en önemli nedenlerinden birisi dine dayalı ahlâk terbiyesinin zayıflaması ve gevşemesinin bir sonucuydu(2).Bu dönemde bu görüş savunucularına göre “ahlâk terbiyesi nasıl verilmeli?” konusu, “din terbiyesi nasıl verilmeli?”konusuyla bir arada düşünülebilirdi (3).İkinci hareket ise ahlâk eğitimi din eğitimiyle değil, bütün eğitimde olduğu gibi pedagojik, sosyolojik ve psikolojik yöntemlerle, yaklaşımla ele alınabilirdi(4).Bu çalışmanın amacı da bu yaklaşımların düşünsel kökenlerinin ne olduğunu anlamaya çalışmak ve bunun ışığında Baha Tevfik’in Yeni Ahlâk anlayışının bir değerlendirmesini yapmaktır.
Meclis Kürsüsünde “Ahlâk” Görüşmeleri
Toplumsal çözülüş ve buhranlar baş gösterdiği zaman devlet adamlarının ilk aklına gelen okullara el atmak ve programlara müdahale etmek olmuştur. Bu süreçte, çoğu padişaha, okullara ve eğitime yönelik epeyce “ıslah” layihaları, raporları sunulmuştur. 1895 tarihli ilkokul talimatnamesinde, öğretmenlerin derslerde sürekli dinî öğütlerde bulunmaları, onları, padişaha, devlete sadık ve iyi (ahlâklı) müslümanlar olarak yetiştirmeleri istenmektedir. 1906 yılında Abdülhamit’in Maarif Nazırı HaşimPaşa’nın padişaha sunduğu raporda, okullarda din ve ahlâkça arzulanan niteliklere sahip öğrenci yetiştirilmediği, bu nedenle tüm okul programlarında din ve ahlâk derslerinin artırılması, İlm-i Eşya gibi “lüzumsuz” bazı derslerin kaldırılması önerilmektedir(5).
Aynı problem, Meşrutiyet dönemi parlamentosunda da tartışılan konuların başında gelmektedir. 1333 (1917) yılı Maarif Nezareti’nin bütçe görüşmeleri yapılırken, üzerinde durulan ağırlıklı konunun ahlâk dersi olduğu dikkati çekmektedir. Konuşma yapan milletvekillerinden Basra Mebusu Hilmi Bey, “Maarifi Umumiye Nezaretinin, Ahlâk ve Terbiye-i Umumiye Nezareti olduğunu unutmayalım” diyerek konuşur.Başka biri (Ertuğrul Mebusu Şemseddin Bey) konuşmasında, şunları söyler:
“... Bir cemiyeti bir arada tutan şey ahlâkıyedir.Ahlâk ilmini vazife ilmi olarak telâkki edebiliriz.Kanunu ahlâkıyeye riayetkârlık, vazifeye riayetkârlıktır.Biz mekteplerimizde ahlâkı tesis ettiğimiz vakit aynı surette hissî vazifeyi de tesis etmiş olacağız.(....)Fakat bu ahlâk ne üzerine istinad edebilir?Ahlâkı metin bir esasa istinad ettirmek için ilk olarak nazarı itibara alınacak şey kuvve-i müeyyidenin kutsî bir esasa ibtina etmesidir. Binaenaleyh ahlâkın tesisi ve mâşeri vicdanın inkişaf ettirilmesi için mekteplerde din tedrisatına fazla ehemmiyet vermek lüzumunu bu suretle ihtar etmek isterim.”(6).
Başka bir konuşmacının sözleri, ahlâk dersi programının oluşturulmasında belirleyici endişeyi daha da açık hâle getirecektir. Aynı görüşmelerde Kütahya Mebusu Abdullah Azmi Efendi’nin konuşmasından bir bölüm:
“Efendiler görülüyor ki, bugün birçok kanunlar tatbik edilemiyor. Çünkü kanunun nüfuz edemediği yerlere insanın mukaddesata karşı olan itikadı nüfuz eder. (....)Bir müslüman haramı helâli tanırsa, haramdan kendisine ne suretle fenalık gelebileceğini bilirse tabiiki o muharreratı irtikap etmez. Bunun içinİbtidai mekteplerde herhalde lisan dersi okutmaktan ziyade Kur’an talimi etmek daha evladır.”(7).
KavramsalÇelişkiler
Meclis dışı görüşlerde ise, dönemin eğitimcilerinin kalemlerinde, çelişkiler yaşanır.Tüm eğitimsel düşüncelerde olduğu gibi ahlâk kavramına da bilimsel olma, felsefî yaklaşma kaygısı yanında dinsel-geleneksel etkiden sıyrılmanın mümkün olamadığı görünmektedir.
Eğitimcilerimizden Nafi Atuf, “ahlâk bir milletin ruhunu temsil ettiği için bütün mütemeddin(uygar) milletler en çok ahlâk bahsi etrafında dolaşmışlardır. Medenî milletlerde hergün yüzlerce ahlâk bahsine dair eser neşredildiğine bakılırsa bizim bu meselenin mahiyetini esasi ruhu ile henüz iştigale başlamadığımız anlaşılır”(8) derken ahlâk üzerine yazılan kitapların azlığı yanında, felsefî ve bilimsel yaklaşımın olmadığından da yakınmaktadır. Atuf’a göre bizde geçerli ahlâk kuralları “gayri tabii esaslardan” çıkmaktadır. Ana sorun budur ona göre:“Bugünün en vasi ve en münteşir felsefesi olan müsbet felsefe taraftarlarının da dediği gibi ahlâk, kavaidini ve kavaidinin tebdilatını fizyoloji, biyoloji ve tarih gibi üç membadan almalıdır.”Bunun yanında dönemin diğer eğitimcileri ve aydınlarında da gördüğümüz gibi, Atuf da çelişkisini, diğer bir yazısında ise:“... ahlâk kaidelerini ferdû şuurumuzla yahud akılla takdir edemeyiz, ahlâk kavaidi cemiyetin ruhundan doğar”(9)şeklinde ortaya koyarak adeta Gökalp gibi konuşur.İslâm dininin bireysel yaşamda etkisinin azaldığı bu karmaşa döneminde, İslâmî temellendirmelerle sunulan ahlâk, yeterince amacına ulaşabilmiş ya da konunun asıl ruhu ile uğraşabilmiş midir?Bu nedenle olacak ki, Sâtı Bey, yaşanan bu ikilemleri gidermeye yönelik olarak düşüncelerini şöyle belirtir:
“... İlm-i ahlâkın fikirsiz teali edebileceğine inanamıyor, seciyyeyi her meziyetin fevfinde tutmakla beraber, onu muhakemeden ayıramıyorum.Hissin ancak fikir ile yükseleceği kanaatini telkine ne kadar çalıştımsa, kuru muhakeme ile ahlâk yapmanın kâbil olamayacağını anlatmaya [da] o kadar uğraştım.(....) Hisler ancak fikre istinad ederek yükselir.Ahlâk basit şeklinde ilimden müstağni olabilir, ancak yüksek ahlâk, yüksek fazilet ancak ilim ile kazanılabilir.”(10).
Okul Programlarında AhlâkÖğretimi
II. Meşrutiyet dönemi siyasal ve düşünsel hayatta canlılık gösteren bir dönemdir.Özellikle Balkan savaşları yenilgisi, aydınları toplumsal sorunlar üzerinde yoğunlaşmaya itmiştir. Eğitim sorunları bu dönemde de devamlı gündemdedir. Toplumsal sorunların eğitim yoluyla çözümü girişimlerinde, eğitim programlarında bazı değişikliklere gidildiğini görmekteyiz.Özellikle dönemin eğitim bakanlarından Emrullah Efendi’nin çalışmaları dikkati çekmektedir.Bunlardan biri de Terbiye-i Ahlâkiye ve Vataniye dersinin programlarda özenle yer almasını sağlamıştır(11).
1329 tarihli Mekatib-i İptidaiye Ders Müfredatı’nda yer alanAhlâk dersinde işlenen konuları özet olarak buraya almakla, ahlâk dersine verilen önemin neyi hedeflediği daha da anlaşılır olacaktır:
Musahabât-ı Ahlâkıye (diniyye, tarihiyye, medeniyye)
devre-i ûlâ - birinci sınıf (konu başlıkları)
Anamızı babamızı sevmeliyiz,
Padişahımıza ve büyüklerimize itaat etmeliyiz,
Muhtaçlara yardım etmeli, obur olmamalıyız,
Adet-i milliyemize riayet etmeliyiz, -doğruluk, yalancılık, hıyanet, hased, temizlik, haya....-
Sarhoşluğun akıbeti
İkinci sınıf (haftada iki ders)
Ailenin nimetleri, ... , bu nimetlere karşı borçlar,
Padişahımıza, büyüklere karşı hürmet ve itaat, Lalalara ve dadılara karşı vazifeler,(...) Vatan toprağı ve ecnebi memleketleri, vatanın niğmetleri, Ecdad yadigarlarına hürmet:camiler medreseler çeşmeler türbeler - evimize, tarlamıza, çiftimize hürmet. Askerliğin şerefi vergi ve kanuna itaat(...)
Devre-i Mutavassıta-Birinci sınıf (Haftada iki ders)
Vazife-i diniyye, -yerin üstü ve altı cenab-ı hakkın niğmetleriyle doludur, Allahın en iyi kulları bu niğmetlerden en çok istifade edenlerdir-Aileye karşı vazifeler, Vatana karşı vazifeler; vergi vermek, askerliğin şerefi, çiftçi demirci, gemici marangoz gibi sanat erbabına hürmet ve muhabbet
İkinci sınıf-malumat-ı medeniyye ve vataniyye,
Devre-i Âliye-Birinci sınıf (Haftada bir ders)
Vicdan ve vicdan istirahati, vicdan azabı.Vezaifi nefsiye, vezaifi beytiye- izdivac ve ehemmiyeti, vezaifi diniye.
Münasib düştükçe muallim geçen senenin mebâhasini tekrar ve teyid edecektir (12).
Ders programından özet olarak aldığımız bazı konu başlıkları bunlardan oluşmaktadır. 1329 tarihli Sultanilerin iptidai kısmı programında da aynı konular yer almaktadır ve hatta 1331 tarihli programlarda da konuların değişmediğini görmekteyiz.
Ahlâkî Telkin Nasıl Olmalıdır?
Yukarıda belirtilen kaygılardan hareketle oluşturulan ahlâk dersi programı ve bu ders için yazılan kitapların hitap ettiği çocuklara bu ahlâkî ilkeler doğrultusunda ahlâkî bir formasyon kazandırmak amaçlanıyordu. Dersin önemini dönemin eğitimcilerindenAhmet Cevad tanımlarken:
“... Bu alelade bir ders değildir. Buna programlarda olduğu gibi Malumat-ı ahlâkiye dememeli, terbiye-i ahlâkiye demelidir.Çünkü maksad-ı aslî şakirdana ahlâk hakkında bazı malumat vermek değildir. Terbiye-i ahlâkiye hüsnü ahlâk denilen hissiyat-ı aliyeyi, melekat-ı vicdaniyeyi, iyilikleri, hayıhahlıklıkları çocukların ruhuna ilka etmek, kalplerine telkin eylemek, dimağlarına nakşeylemek hasılı onlara alî bir vicdan vermektir.”(13).
diyerek belirlenmiş olan tutumların çocuklara kazandırılması olduğunu ifade eder. Öğretmenler derslerde her fırsatı değerlendirerek buna çalışmalıdırlar.Örneğin, okuma ve yazma derslerinde ahlâkî metinler kullanılmalıdır.Hatta bütün dersler yöntem açısından ahlâka yönelik işlenmelidir.AhmetCevad, Hesap dersi işlenirken bile bunun yöntemini şu örnekle gösterir:
“Bir çocuk babasıyla sokağa çıkar.Rastgeldikleri bîçare, fakir, namuslu bir adama baba 5 kuruş verdi.Sonra donanma ianesi için bir kutu gezdiriliyordu oraya da 10 kuruş verdi. Sonra bir dükkana girdiler. Çocuğun elbiseleri eskimişti, bir kat elbise aldılar 30 kuruş verdi.Kunduraları iyi olduğu için ona yeni bir kundura almadı fakat kız kardeşinin kunduraları eskiydi, onun için bir çift kundura alındı baba bunlara da 15 kuruş verdi. Verilen paraların mecmuu (toplamı) ne kadareder?”(14).
Ahmet Cevad bu tür bir eğitimi,“haşerattan evvel tarlayı ziraata hazır bir hale koyma”, günsel bir deyimle “formatlama” olarak tanımlar. Öğretmen bunları yaparken belli bir mesleğe ve mezhebe ait değerlendirmeler değil,“dünyada umum cemiyet-i beşeriye tarafından kabul olunmuş hakiki, saf ahlâk esaslarından ayrılmamalı” dedikten sonra,“hakiki ahlâk; din-i mübînimizin talim ve telkin eylediği hüsn-ü ahlâk verilmelidir”(15) diyerek çelişkisini ortaya koyar. Yukarıda değinilen örnekte, bir dilencinin namuslu olup olmadığını nasıl anlayacağız, kaldı ki ahlâk konusu içinde ele alınan“yardımlaşma” erdemi, namuslu-namussuz ayırımıyla mı kavramsal değer kazanmaktadır?Amaç, toplumda muhtaç kişilere mi yardım etmek yoksa namusluya mı?Ya da bir insanın hem namussuz hem de dilenci olduğu bir toplumda, hem zengin hem de namuslu (!) kişilerin varlığı nasıl açıklanacaktır?
“İlm-i Ahlâk”Kitapları ya da Ahlâk-ı Dini
II.Meşrutiyet döneminde Ahlâk kavramı çerçevesinde bir hayli kitaplar yazıldığını, kütüphanelere ve kataloglara göz attığımızda görmemiz mümkündür. Bu kitapların bir kısmı ders kitabı ve okullarda okutulmak üzere hazırlanmış kıraat(okuma) kitapları şeklindedir (16).
Baha Tevfik’in “Yeni Ahlâk” kitabını ele almadan önce bu döneme gelinceye kadar ki süreç içerisinde toplumda ve okul programlarında etkin olmuş ahlâk kitapları üzerine bir değerlendirme yapmak konuyu daha da anlaşılır kılacaktır.Daha önce değindiğimiz,Meclis-i Mebusan’daki konuşmalar doğrultusunda, okullar için birçok ahlâk kitabı hazırlama girişiminin olduğunu, dönemin Maarif Nazırı, bu konuşmalara cevap olarak vermiştir.Aşağıda ele alacağımız kitapların bir kısmı bu hazırlatılan ya da eskiden yazılmış olan ama programlarda okutulması bakanlıkça önerilen ders kitaplarıdır. Bu kitapların konuları, yukarıda özet olarak aldığımız ahlâk dersi programındaki konularla bir bütünlük göstermektedir.
Bu kitaplar içinde felsefî olma savıyla ders kitabı olarak yazılanlardan biri Abdurrahman Şeref’in İlm-i Ahlâk isimli kitabıdır.Kitapta ahlâk yasasının Tanrının buyruklarına dayandığı belirtilip, ahlâk ile din eşleştirilmektedir.O’na göre dinsiz adamın ahlâksal erdemlere sahip olması mümkün değildir(17).Diğer bir kitap ise konuya şöyle başlar; “her ilim ve fennin bir mevzuu vardır(....)ilm-i ahlâkın mevzuu dahi nefs-i insandır.Nefsi natıkadaki (insan) çirkin huylar ilm-i ahlâk ile güzelleştirilir.”(18).Bu ahlâklı olma durumu,-Kur’an ayetleri ve Peygamberin sözleri referans gösterilerek yapılan- tasavvuf kavramları ile açıklanan ahlâk ilkeleriyle gerçekleşecektir.
AhmetRifat(Yağlıkçızade) ise kitabında ahlâkı, “... dünyaca ve ahiretce nafi (yararlı) ve mazari (zararlı) olan fezail ve rezaili temyiz ve tefrik etmek”(19) şeklinde tanımlamaktadır.AbdullahBehçet de kitabında bazı psikolojik çözümlemelere gitmekteyse de yine incelenen kavramlar, kibir, hilm(yumuşak huyluluk), sükun, tevazu, hased, tamah, kizb(yalancılık), nifak... vb. gibi tasavvuf kavramları olarak ele alınmaktadır.Kitabın sonunda bir de Esame-i Ahlâk-ı Zemime (kötü ahlâk) listesi vardır ki bu listede mizah kavramı da yer almaktadır(20).
Ali Nazıma’nın okul öğrencileri için hazırladığı Sualli-Cevaplı okuma kitabında sorular:
-İnsan ile hayvan arasında fark olması ne iledir?
-Bilmediğini öğrenmek, iyi huylar ile çirkin huyları bilmek, kötü huylardan uzaklaşmak iledir.
-İnsanın kemali ne ile meydana gelir?
-Güzel huyluluk ile meydana gelir. şeklinde başlar ve, “İyi huyluluk dinin emrettiğini yapmak, köyü huyluluk da dinin yasakladıklarından uzaklaşmak ile olur...” (21)şeklinde sürüp gider.
Diğer bir yazar ise kitabında,“ahlâk hakiki saadeti bildirir ve ahlâka itaat eden bahtiyardır” (22)dedikten sonra bu mutluluğa ulaşmak için çocuğun yerine getirmesi gerekli görevleri de, ebeveynine, hocalarına, arkadaşlarına, hemşehrilerine... vs. karşı vezaifleri şeklinde sıralar.
Ali Seydi Bey’in ahlâk kitapları da yine II.Meşrutiyet döneminde okutulan önemli kitaplardandır. Ali Seydi Bey kitaplarında ahlâkı vazife kavramı üzerine kurmaya çalışır.İnsanın ödev sorumluluğunu belirterek, bunları,Vezaif-i nefsiye ve ruhiye, Beytiye (ailesine), milliye, vataniye olmak üzere bölümlere ayırır (23).Ahlâkın konusunu açıklarken“ahlâk hükümleri bütün ebna-i beşere (insanlara) şamil olup milliyet ve kavmiyet ile, adet gibi değişmez.İnsanın mükellef olduğu bazı vazifeleri vardır ve bunun gayesi saadet ve selamet-i dünyeviye ve uhreviyeden ibarettir”(24)diyerek Kant’ın ödev ahlâkını çağrıştırır bir şekilde ahlâkî davranışları her yerde ve her durumda geçerli olacak şekilde anlamaya çalışır. Ona göre evensel doğru harekete ulaşmak ilm-i ahlâkın gayesidir. İnsanlığın maddî ve manevî olarak gelişmesine bağlıdır.Ali Seydi Bey bu etik görüşlerine temel olarak kullanılacak epistemolojik arayışını vahiy bilgisine dayandırır. Diğerleri gibi o da yapılması, olması gereken şeyler hakkında bazı normlar ortaya koymaya çalışır.Hem de ortaya koyduğu ahlâkî normların yardımcı bilimleri de tefsir, hadis, ilm-i fıkıh siyeri şerif, tarih, mantık, psikoloji, eğitim ve benzerleridir.İnsanın karşılaştığı bağımsız her bir durumda oluşacak davranışın yönünü de belirtiyor.Bunun nedenini ve niçinini de yukarıdaki ifadesinde bulmaktayız.
Görüldüğü gibi bu dönemde toplumda geçerli olan ve ders kitabı olarak yazılan ahlâk kitaplarının -Ali Seydi Bey evrensel olma savı gütse de- hemen hemen hepsinde İslâm dininin temel emir ve yasaklarından ibaret olan yap-yapma kipinde, dinin emrettikleri ve iyi dediklerinin iyi davranışlar, tersinin ise kötü huylar kategorisinde değerlendirdiğini görmekteyiz.Bu kitaplarla, dinî, aslında insanî bir görev olan “emr-i bil maruf nehy-i anil münker” yani “iyiliği emir, kötülükten sakındırma” hareketi olarak algılanan bir görev yerine getirilmiş olmaktaydı.
Ayrıca, programlarda rastladığımız gibi, en çok üzerinde durulan şeylerin başında,“büyüklere itaat” teması işlenmektedir. “İtaat” etme “sözdinleme” melekesi ta küçüklükten başlatılmakta, (-lalalara, dadılara karşı görevler- bakz. OkulProgramlarında AhlâkÖğretimi Böl.) ve bunlar “vezaif-i diniyye” konuları içinde yer almaktadır.Böyle bir tutumun öngörülmesi ister istemez konuşan, soran, gerektiğinde kabul etmeyen, araştıran, sorgulayan birey tipini, baştan onaylamama gibi bir eğilimin-kaldı ki islâm dininin özünde bu değerlere hiç de uzak kalmadığı zaman zaman dile getirilir-kültürümüzde yerleşmesine neden olmuştur.Erişirgil de eski eğitim yöntemlerini ve mektep hayatını anlattığı kitabının bir bölümünde bu konuyla ilgili olarak;
“... Mahalle mektebi denilen ilkokullar, durgun İslâm cemiyetinin bütün karakterlerini temsil eder ve onu gelecek kuşağın çok küçük çocuklarına aşılama vazifesi güderdi.(...)çocuk minder üzerinde oturur; bu oturma hali adeta çocuğu namazda “kaide” denilen oturum haline alıştırır. (...) Çocuk ilk günden itibaren dünya ve ahirete ait okuduklarının manalarını sormaya alışmamalıdır ki istibdat kendi rejimine karşı itaatli vatandaş yetiştirebilsin. Mektep kapısından girdikten sonra oynamak yasaktı, çocuk ne kadar hareketsiz olursa o kadar terbiyeli addolunurdu, durgun bir İslâm toplumuna da hareketsiz adamlar lazımdı.(...)Neden sonradır ki İttihat ve Terakki’ninMillet Meclisi, mahalle mekteplerinin kalkmasıyla İslâmi cemiyetin en esaslı temeli yıkılmış olduğunu anladı ve o zaman “Din terbiyesi ortadan kalkıyor, din terbiyesi verilmeyince ahlâk olmaz” feryadı koptu”(25).
şeklindeki gözlemlerini anlatır.II.Meşrutiyet döneminde de aynenAbdülhamit dönemi gibi ahlâk ders konularında önemle istenilen şey öğrencilerde “itaat” kavramının gelişmesidir.Mutlak anlamda itaat önce Allah’a, sonra peygambere, ardından da padişahın emirlerine uymak şeklindedir.Fakat padişaha itaat, meşrutiyet devrinde “padişahınMeşrutiyetperver olması” kaydına bağlanmıştır(26).
İncelenen kitapların çoğunda ve müfredat programında ahlâk kavramı dinsel motiflerle şekillenmiştir.Gündelik yaşamdaki davranışların dinsel ilkelerle birebir örtüşmesi ahlâksal, tersi ise ahlâksızlık olarak algılanmaktadır.
Gerek ahlâk kitapları gerekse dönemin ders programlarının hemen hemen tüm içeriği dinsel kaygılarla ön plâna çıkarılan ahlâk anlayışlarını yansıtmaktadırlar(27).Okadar ki zaman zaman ahlâk kitapları dinî bilgi kategorisine bürünür ve ders programlarındaki ahlâk dersleri de bazen “Malumat-ı diniyye” formunda önümüze çıkmaktadır. Daha çok dinsel ve toplumsal hassasiyete dayalı bir ahlâk anlayışıdır.Bu durumda gelenekten süzülüp gelen ve bu süreç içerisinde kimden, hangi dinî anlayıştan ve hangi kültürden oluştuğu belli olmayan birçok “değer”, ahlâk adı altında bireylere sunulmuştur. Ahlâkî ilkeler içeren İmamGazali’nin ünlü Eyyühel-Veled(Ey Oğul) adlı kitabında anlaşılması güç bazı uyarılara rastlamak da mümkün olmaktadır çoğu kez:“... Oğlunu hatunlar ile ülfet ettirmeyin...! Nâmahreme baktırmayın ve kapudan dışra çıkmayın, meğerki hamama vara...”
Baha Tevfik ve “Yeni Ahlâk” Anlayışı
Bu dönem,Baha Tevfik’in de daha çok toplumsal sorunlar-ahlâk gibi-üzerinde yoğunlaştığı ve yazılarında daha çok bu sorunlara ağırlık verdiği, toplumsal etik üzerine eğildiği bir dönem olmuştur.Yukarıda belirttiğimiz gibi II.Meşrutiyet döneminde, özellikle orta öğretim ders kitaplarında ahlâk dersi daha dikkatli ve “malumat-ı ahlâkiyye ve medeniyye” adı altında müstakil bir ders olarak ele alınmıştır.Daha önceki programlarda edebiyat, sağlık vb. derslerle birlikte onların konuları içinde gösterilmekte olduğunu görmekteyiz.Okullar için yazılan ahlâk kitapları da, ders kitabı olma amacı yanında “ahlâk” olgusunu felsefî açıdan temellendirmek çabası içinde olduklarını da belirttik. FakatBaha Tevfik bu amaçla yazılan ders kitaplarını değerlendirirken, ülkemizde en yeni ahlâk olmak üzere hala Aristippos’tan,Epikür’den,Demokrit’ten süzülüp gelen ve Aristoteles’in“iyilik” teorisiyle iç içe girmiş olan ahlâk teorilerinden, en son olarak da Kant’ın “iyilik” ilkesinden hareketle yazılmış ahlâk kitaplarının okullara sokulduğunu söyler.Halbuki ona göre bunların modası geçmiştir.Çünkü artık neyin iyi neyin kötü olduğunu söylemek değildir ahlâk (28). Ayrıca, Baha Tevfik’e göre dönemin ahlâk kitaplarında tavsiye edilen“iyi davranışlar” sadaka vermek, ölü arkasından helva dağıtmak, hayır ve hasenât’ta bulunmak olarak algılanmaktaydı (29). Ona göre ahlâkın temeli ne göklerde, ne de dinî kitaplarda adanmamalıdır.Bu temel insanda, insanlığın ortak değeri olan“insanlık”ta aranmalıdır. İnsanın düşünce, hassasiyet, âdet, içgüdü gibi psikolojik olgularının olumlu iradesinde aranmalıdır(30).
Bu görüşler Baha Tevfik ile Ali KemalBey’in arasında,Ali KemalBeyin İlm-i Ahlâk kitabı üzerine çıkan tartışmalarda gündeme gelmiştir.Özellikle BalkanSavaşları yenilgisinin üzerine bu sorun iyice tartışma gündemine gelmiştir.Özellikle BalkanSavaşları yenilgisinin üzerine bu sorun iyice tartışma gündemine geldiğinde, İslâmcı aydınlar bu felaketlerin,İslâm dini ahlâkiyatının yeni eğitimde ihmal edilmesinin sonuçları olduğunda ısrarlıdırlar.Okullarda sağlam bir ahlâk eğitimi verilmesi için onun kutsal bir temele dayandırılması gerektiğini savunmaktaydılar.Buna karşın Baha Tevfik farklı bir değerlendirmeyle; “Harbin sıkıntıları, yenilginin felâketleri bizde yeni ahlâk bozuklukları meydana getirmedi, eskiden beri var olan bozukluğu tamamen gün ışığına çıkardı...”(31)diyerek savaş yenilgilerinin etkilerini bu şekilde ortaya koyup, bunun gerçek nedenlerini aramaya koyulur.Bu dönem öne çıkan ahlâkî bozuluş yargılarına Nafi Atuf, teori-pratik uyumsuzluğunu neden olarak gösterir:
“...Hayat, dimağın ve vücudun birlikte faaliyeti ile tecelli eden bir neticedir.Dimağ ve vücut tabii bir hareket takip etmezse elbette hayat da bu teşevvüşden (uyumsuzluk)müteessir olur.(...)Daima mütereddid (kararsız)bir dimağ taşıyan bir adamdan sebat ve iffet istenebilir mi?Bugün lütufkâr bir hükümdarın, yarın cebbar ve mecnun bir padişahın idaresi altında daima tereddüt içinde hareket etmiş müşevveş bir Osmanlı mefkuresinde elbette bugünkü zayıf ahlâkı buluruz.”(32).
Ziya Gökalp de dönemin ahlâksal tutumu ve anlayışındaki çelişkili durumu aynı yaklaşımla ortaya koyar.O’na göre de toplumdaki moral bunalımının çaresi, okullarda dinsel temele dayalı bir ahlâk eğitimi vermek değildir.Böyle bir ahlâk bütün moral değerlerini dinden alan bir toplum var oldukça olumlu bir rol oynayabilir.Fakat çağımızda artık ahlâkın kaynağı din değildir(33).Türk toplumunun bugün manevî bir bunalımla karşılaşmasının nedeni buradadır. Bir ümmet toplumundan bir ulus toplumuna geçme durumunda eski ahlâk değerlerini dine dayandırmak isteyenler bilmeden ahlâksal çöküntüye katkıda bulunuyorlar.Bunun içindir ki toplumumuzda din taassubu ile riyakârlık iç içe geçmiştir.Taassup, riyakârlık, dinsizlik, dinin ahlâk değerlerinin kaynağı olarak görevini göremeyişinin görüntülerinden başka bir şey değildir, dinsizlik bunların arasındaki çelişkiye bir tepkidir (34), diyerek Baha Tevfik’in;“Çoğunlukla dinlerle karışık bir halde olan riyadan uzak olarak, ahlâkın Ortaçağ felsefesi teorileri gibi batıl ya da din gibi ortak olmayan esaslara bağlanmasını kabul edemeyiz...”(35)şeklindeki görüşüyle aynı şeyi ifade etmiş olmaktadır.Gökalp’in de belirttiği gibi Baha Tevfik’in çıkışı, eleştirileri, bu taassuba, riyakârlığa, bir tepkidir. Daha sonraları Hilmi Ziya Ülken bu düşünceyi şu şekilde dile getirecektir:
“... Dinî ahlâk devrinde tasavvuf, ahlâkı yaşatmak ve inandırmak suretiyle fiilî hale geliyordu.O devirde ahlâklı olmak için ahlâk dersi okumak ve bazı emirleri ezberlemekle değil, fakat tasavvufun ahlâkî tecrübesinden geçmek, nefsini köreltmek, kalbi cilâlamak yani beden ve ruh yapısını ahlâkî ülküleri alabilecek bir hale getirmekle mümkün oluyordu. Nitekim bu terbiyenin kuvvetini kaybettiği devirde mekteplere veya medreselere konan “Malumat-ı Ahlâkıye” dersinin hiçbir faydası olmamış, hatta tecrübeden çıkmayan ve yaşanmış olmayan bütün bilgiler gibi bu da talebe üzerinde menfî tesir yapmıştır.”(36).
Moral alanda Batı felsefesini dayanak noktası gibi kullanıp, ahlâkî davranışları ise; dinin“yap dedikleri iyi” yasakladıklarını günah sayma anlayışıyla ortaya koyan ahlâk kitaplarına ve düşüncelerine itirazdır.Baha Tevfik de ilerleyemeyişimizin, toplumsal çöküntü içinde oluşumuzun nedenini çoğu kez ahlâk bozukluklarına bağlar:“Ahlâkî metanete ve bütün anlamıyla terbiyeye malik olmayan bir ulusun bireyleri yalnız gecikmişliğe değil hatta batışa bile mahkum olur.” diyerek, ahlâkî sağlamlığı irade terbiyesi, girişim, azim gibi özgürlere yaraşır, özellikle ortaya koyar. Bunun yolu olarak da dinsel temelden çok “serbest bir muhakeme, bilimsel bir eğitim ile ahlâkı oluşturmayı ve tutuculuğu yok etmeyi, gerçeği ve mevcut medeniyeti sevmeyi (...) hasta ve duygusal düşünceleri boykot etmeyi” önerir(37).
Toplumu saran batıl inançlar, davranışlarımıza yön veren batıl zanlar Baha Tevfik’i bunlarla mücadele için böyle bir Yeni Ahlak oluşturmaya itmiştir. Kendi deyimine göre; “Dil ve kalemlerin ancak dua ve jurnallik vadisinde faaliyet göstermeye görevli olduğu bir dönemde ahlâk adıyla yayılan kitaplar ve okullarda okutulan dersler genç ve duyarlı beyinlerde o kadar uğursuz, güçlü fakat hissedilmez etkiler meydana getirmiştir ki, işte buna tepki olarak“bu dönemdeki mevcut ahlâk, vehimlerden ve batıl zanlardan oluşmaktadır” yargısıyla bu eseri yazmaya koyulur ve Yeni Ahlâk kitabını okullar için ders kitabı olarak sunma girişiminde de bulunacağından bahseder (38). Fakat dönemin yürürlükte olan ortaöğretim programındaki ahlâk dersi konularına ve dönemin kitaplarına baktığınızda, hayli yabancı ve yadırganır olacağı açıktır.
Yeni Ahlâk
Yukarıda bahsettiğimiz mevcut ahlâk anlayışları açısından Baha Tevfik’in Yeni Ahlâk’ı yeni olmaktan çok aykırı ve alışılmadık bir çıkıştır ve batıl inançlara, yanlış düşüncelere karşı bir tepkidir. O gün için hiçte alışık olunmayan yeni fikirleri içeriyordu. Baha Tevfik“ahlâk yoktur” derken ahlâkın reddedildiğini ve her şeyin mubah olduğu anlamına gelmediğini söyler(39). Ayrıca ahlâk yoktur derken başka bir eserinde:“Gelecekte ahlâkın yerini psikoloji ve tabii ilimler alacaktır. Ahlâk gelecekte ancak tarihî (antik) değere sahip olacaktır. İnsan hareketleri hakkında sözü ahlâk değil artık tabii ilimler ve maarif söyleyecektir”(40) demektedir.
Baha Tevfik’e göre eski ahlâk anlayışları ister dinî ister felsefî olsun iflas etmiştir. 20. asırda ahlâkın kaynağı insan’dır ve psikoloji bilimi ile açıklanabilir. Ahlâkın temeli, insanın düşünce, hassasiyet, alışkanlık, âdet, atalet, içgüdü gibi fizyolojik oluşumlara kadar inen psikolojik olgulardır. Bütün bunlar iyi bir irade eğitimi ile yönlendirilerek doğru davranışlar elde edilebilir. İşte Yeni Ahlâk sayesinde insanlığa sürekli ve ortak bir mutluluğun temin edilmesi mümkün olabilecektir(41). Ona göre her ilmin birçok kaynağı vardır. Maddiyatımızın eğitimi ile uğraşacak olan ahlâk ilmi hiç şüphesiz yine maddi yönümüzden bahseden ilimlerden yararlanacaktır. Göz için tıbba, beyin için fenn-i âsâba, hassasiyetimizin terbiyesi için de psikolojiye ihtiyaç vardır(42).
Baha Tevfik’e göre Ahlâk demek iyiyi ve kötüyü bilmek demek değildir.Bu bilgiyi temin etmek amacıyla ortaya konan haz, iyilik ve yarar teorileri ahlâkın geniş çerçevesinden uzak kalırlar.Çünkü ahlâkın asıl işlevi iyi ve kötü olduğu bilim ve maarifçe kesinleşen davranışların nasıl uygulama haline getirilebileceği olmalıdır. Bu da nefs terbiyesi dediği irade eğitimi ile gerçekleşebilir.Bu da Baha Tevfik’e göre ahlâkın en son şekli ve en iyi halidir.Buna ulaşmak maarifi yaygınlaştırmak ve bireydeki nefs hakimiyetini güçlendirmeye yönelik ahlâk eğitimi vermekle mümkün olacaktır(43).
Baha Tevfik’inYeni Ahlâk görüşünün kökleri, fizyolojiden gelmek üzere, psikolojik ve bilimsel araştırmalarla bize davranışımızın oluşumunu açıklamaya çalışır.Bu nedenle eylemlerimizin psikolojik nedenleri anlaşılmalı, iyi ve kötü olduğu bilimsel olarak kesinleşen davranışların yapılması ya da engellenmesi sağlanmalıdır.Baha Tevfik’e göre bu istenilen davranışın süredurum halini alması gerekir. Bu şekilde kendimizi istenilen yöne hareket edebilen bir makine haline koymamız gerekir(44). Bu yeni hassasiyet(süredurum halini almış ahlâkî tutumlar) güçlü olursa eski hassasiyetlerin yerine geçmeye başlar.Yerleşmiş eski alışkanlıklarımızın (hassasiyetin) üç önemli nedeni ona göre:bilgisizlik, aşırı alışkanlık ve içgüdüdür. İşte bu üç etken, yeni ahlâkın üç tedavisi ile; sağlık, öğrenim ve seyahat ile giderilebilir(45).
Baha Tevfik’e göre kökleşen alışkanlıklar kalıtımla çocuklara da geçer ve bir türün temel özelliklerini oluştururlar, içgüdü haline gelirler.(46)Özgürce yaptığımızı zannettiğimiz davranışlarımız, aslında içgüdü haline gelmiş, alışkanlıklarımızdır. Hassasiyet haline gelmiş (hissileşmiş, benliğimizi oluşturmuş) olan bu mekaniklik gerçek ahlâkî harekete engeldir.Bu ise bilimsel, psikolojik yöntemlerle, açıklanır ve tedavisine çalışılır.Özgürlük ise bu bilimsel bilince ermektir. İnsanda alışkanlık haline gelmiş manevî değerler (vatan, kahramanlık gibi hassasiyetler) mutlak doğrulukları olmayıp zamanla oluşmuş göreli değerlerdir.Bu durum anlaşılır ve düşüncede bir tereddüt başlarsa bilimsel düşüncenin belirlediği doğrular bu geleneksel alışkanlıkların, hassasiyetin yerine kolayca yerleştirilebilir(47).Beynimizde gerçekleşen bu mücadele yani, eski düşüncelerle yeni izlenimler, algılar arasında başlayan bu mücadele sonucunda zorunlu olarak yeni bir kabul, yeni bir düşünce bizde hassasiyet haline geçecektir ve maddî yönümüzü, davranışlarımızı etkilemeye başladığı zaman mutlaka yeni bir tarz, yeni bir eylem yapmaya yöneliriz (48).Baha Tevfik’e göre, bu tür bir yöntemle ancak insan mutluluğu yaşayabilir.Çünkü mutlu olmak demek muhakeme edebilmek demektir(49).İnsan bütün hürriyetini böyle bir ahlâk ile -metafizik temelli ahlâk ile değil, Yeni Ahlâk ile- kazanır.
Psikolojiye ait bu yöntem sayesinde insanlık daima mutluluğu getiren davranışlar içinde olacaklar ve düşünen insandan hiç bir kötülüğün meydana gelmeyeceği de düşünülebilir(50).
Baha Tevfik’in yeni ahlâk görüşleri aynı zamanda evrimsel materyalizmin izlerini de taşımaktadır.İnsan davranışındaki süredurum halini maddedeki bir tür varlıksal hafızaya benzetir.“Yeti demek bir sonraki hareketin zorunlu gelişmesi için mümkün olduğu kadar bir önceki harekete benzemesi demektir” (51). Her davranış özünde daha önceki halleri taşır. “Bugünkü davranışlarımız dünkü hareketlerimizin olgunlaşmış sonucudur.Dünkü hareketlerimiz de bugünkünün basit halidir” (52).Her hareketin ilk şeklini anlamak kökenini, nedenini tespit edebilmek için geriye irca edilerek davranışlarımızın kökeninin neye dayandığı kolayca anlaşılır ve yönlendirilmesi de kolay olacaktır.Baha Tevfik’e göre vicdan kavramı da, fizyolojik bir hareket gibi dışsal etkilerle, algılarımızla, çevremizden edindiğimiz düşüncelerle oluşmuş dışsal bir kavramdır. Vicdanî hareket dediğimiz ya da en çok manevî zannettiğimiz, düşüncelerimizin en önemli çıkış noktası aranılırsa mutlaka yine gördüğümüz, ya da duyduğumuz ve çevremizde oluşumunu hissettiğimiz şeylerden biri olacağı açıktır diyerek, vicdanı maddî olgulara indirgemektedir (53).
Baha Tevfik’inYeni Ahlâk görüşü aslında bütün bunları derli-toplu düşündüğümüzde tek bir ana tema üzerinde yoğunlaşıyor; eski geleneksel, dinsel ya da felsefî temele dayalı, niçin yapıldığı bilinmeyen, düşünülmeyen, sorgulanmayan davranışlara ve onların getirdiği, felaketlere, bireysel ve toplumsal iki yüzlülüğe, riyakârlığa bir başkaldırı niteliğindedir.Bu bir tepkidir, ne yaptığını bilmeyen bireylerin o ana kadar taassupla tabi oldukları şeyin aslında cahillikleri olduğunun bir uyarısıdır.Bu çerçevede yazdığı yazılar da bu doğrultudadır.Riya, Topluma Dair,Yıkılan Esaslar, Muhit,İki Yüzlü Ahlâk gibi makalelerin başlıkları bile bu sıkıntıyı göstermeye yetmektedir.Baha Tevfik de dönemin diğer aydınları gibi içinde yaşadığı toplumdan kendini sorumlu tutmuş, en az onlar kadar eğitim, medeniyet, refah ve toplumun kurtuluşu gibi sorunlara yönelik çabalar yürütmüş birisidir.
Düşünen beyinlere her zaman
her fırsatta gerek duyulduğunu belirten Baha TevfikHassasiyetBahsi
ve Yeni Ahlâk adlı kitabının ilk baskısının
kapağına da bu notu düşmeyi unutmamıştır:-Düşünenlere Mahsustur-. Bu
kitabın,Baha Tevfik’in ahlâk konusundaki düşüncelerinin ve dönemin çelişkilerine
olan tepkisinin anlaşılması açısından önemli olduğu kanısındayız.
(1)Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma,Doğu Batı Yay. İst., 1978, s.447.
(2)Balkan savaşlarının, elimizden birçok toprağın çıkması ve yenilgilerle sonuçlanmasıyla, bunun nedenlerini araştıran o dönem çalışmalarının bir kısmı eğitimsel nedenler(Bu konuda Ethem Nejat’ın “Balkanların askerî orduları değil, muallim orduları galiptir” sözü ünlüdür. Ayrıca bu konuda geniş bilgi için bakz. Yahya Akyüz, Türk EğitimTarihi -Başlangıçtan 1997’e-, İst.:Kültür Koleji Yay., İst., 1997, s.251-257), çoğu ise dinî duyguların gevşemesi ve ahlâksal çöküntüyle açıklamaya çalışırlar.Bu konuda özellikle Tüccarzade İbrahim Hilmi Avrupalılaşmak isimli kitabında, Balkan felaketlerinin asıl nedenlerini eğitimsel ve ahlâksal çöküntüye bağlı olarak değerlendirirken, dönemi kendi gözlemleriyle tahlil etmeye çalışır. (bkz. Tüccarzade İbrahimHilmi (Çığıraçan), Avrupalılaşmak, (Haz.OsmanKafadar-FarukÖztürk)Gündoğan Yay. Ank., 1997, s.154-163.)
(3)M.EminErişirgil,“Ahlâk Terbiyesi Etrafında Münakaşalar”,Ülkü, No. 36, 1943, s.2.
(4)Erişirgil,Pedagojik yöntemin temsilcisi ve bu düşüncenin savunucusu olarak Satı Bey’i göstermektedir. Sosyolojikyöntemi ise Ziya Gökalp savunmaktadır.(bkz.Erişirgil, a.g.e., s.2) Ancak ahlâk konusunu psikolojik olgularla anlama girişiminin önemli savunucusu ise, ileride görüleceği gibi Baha Tevfik’tir.
(5)Akyüz, a.g.e., s. 220.
(6)OsmanN.Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, EserYay., İst., 1977, C.3-4, s.1371.
(7)Ergin, a.g.e., s.1372-73.
(8)Nafi Atuf (Kansu)., “İçtimai musahabe:Ahlâk Bahsi”,Say ve Tetebbu, Eylül, 1327, No.14, s.1.
(9)N.Atuf, “Ahlâk ve Mekteblerde Ahlâk”, Muallim, 1334, S.16, s.571.
(10)M.Sâtı (-elHusrî). “İlim ve Ahlâk”, Terbiye Mecmuası, K.Evvel-1333, no 1, s.14.
(11)Hilmi Ziya Ülken, EmrullahEfendi’den bahsederken,“... ilköğretim programına DinBilgisi,AhlâkBilgisi, (...) derslerini koymuştur” derken sanki daha önce bu derslerin programda olmadığı izlenimi uyanmaktadır (bkz. Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, ÜlkenYay.İst., 1992, s.193); Aynı şekilde, EmrullahEfendi’nin bu dönem çalışmalarını sayınAkyüz ele alırken“ilkokullara da (...)Terbiye-i Ahlâkiye ve Vataniye dersleri koydurmuş ya da bunların daha özenle ele alınmasını istemiştir” derken sanırız kasdedilen sadece bu derslere daha çok önem verildiği anlatılmak isteniyor.Aksi halde “ahlâk” dersini EmrullahEfendi koydurmamıştır.Başlıbaşına ahlâk dersine, ilk olarak 1847 tarihli talimatnameyle Sıbyan mekteplerinde, 1892 tarihli talimatnameyle iptidai ve 1899 tarihli rüşdiye ve idadiye programlarında rastlamaktayız.(bkz., Akyüz, a.g.e., s.140-197-262.)
(12) Maarif-i Umumiye Nezareti, Mekatib-i İbtidaiye Ders Müfredatı, -6, 5, 4 ve 3 muallimli mekteplere mahsus-, Matbaa-i Amire, İst., 1329, s.4-11.
(13) AhmetCevat, “Terbiye-i Ahlâkiye ve Vataniye”, Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası, 1326, No 3, s.67.
(14) A.Cevat, a.g.y., s.70.
(15) A.Cevat, a.g.y., s.71.
(16) A.Kaygı, özellikle Meşrutiyet döneminde “ahlâk” konusunda yazılan kitapların yoğunluğundan ve çoğunun din eksenli oluşundan bahsetmektedir.(bkz., “Tanzimat’tanCumhuriyet’e KadarAhlâkÖğretimi ve Ali Seydi Bey”, Felsefe Dergisi, 1986, C.2, Kasım, 17; Ayrıca bu konuda yapılan bibliyografik bir çalışma için bkz., FarukÖztürk, “Tanzimat’tanCumhuriyet’e Ahlâk Kitapları”, Kebikeç, 1998, S.6, .31-39.
(17)Abdurrahman Şeref, İlm-i Ahlâk(Maarif-i UmumiyeNezareti Celilesince Mekatib-i İdadiye programına kabul edilmiştir), Matbaa-i Amire, İst., 1316, S.46.
(18)AhmetŞem’i (Şemsülmekatip ilm-i ahlâk muallimi), Hülasat’ül-Ahlâk, AsırMat. İst., 1323, s.11.
(19)AhmetRifat, Bergüzar-ı Ahlâk (Mekteb-i idadi ve mülkiyenin 4. sınıflarında tedris edilmek üzere), Matbaa-i Amire, İst., 1315, s.3.
(20)AbdullahBehçet, Behcet’ül-Ahlâk,İst.:Mahmut Bey Mat., İst., 1314, s.112-114.
(21)Ali Nazıma, Sual ve Cevaplı Tertib-i CedidAhlâk Risalesi, AsırMat., İst., 1323, s.4-5.
(22)Ali Rıza. (1328) Malumat- Ahlâkıyye ve Medeniyye Dersleri (Maarif Nezareti CelilesininMekatib-i İbtidaiye programına tevfikan tertib edilmiştir), İst.:Jirayir KeteonMat. İst., 1328, s.32.
(23) Ali Seydi, Usul-u Terbiye-i Ahlâkiyye ve Medeniyye (Bilumum Mekatib-i Rüşdiye ve İdadiyeye mahsus), ArtinAsadoryan ve Mahdumları Mat., İst., 1328, s.23-24.
(24)Ali Seydi, Vezaif Nazariyesi Üzerine MürettebAhlâk-ı Dini, KanaatMat., İst., 1329, s.5.
(25)M.E.Erişirgil, BirFikirAdamının Romanı, Ziya Gökalp, (Haz.A. Kazancıgil-C.Alper) İst., 1984, s.115-116.
(26)Nuri Doğan, DersKitapları ve Sosyalleşme (1876-1918),BağlamYay., İst., 1994, s.128.
(27)Ders kitaplarında ele alınan konulara dinsel etki sadece ahlâk konularıyla sınırlı değildir.Diğer konularda da örneğin bir ders kitabında, sağlık ve temizlik konusunda temizliğin önemi anlatılırken, herşeyden önce” ... peygamber efendimizin emri icabı temiz olmamız” gerektiği ifade edilmektedir.Bedensel ve sağlık açısından temizliğin önemi geri plâna itilmektedir.(bkz.Ali İrfan(Eribozi), Çocuklara Talim-i Fezail-i Ahlâk, İst., 1312, s.14.)
(28)Baha Tevfik, “İlm-i Ahlâk:Yazarı Ali KemalBey”, Felsefe Mecmuası, 1329a, S.4, s.49.
(29)Baha Tevfik, 1329a, s.51.
(30)Baha Tevfik, 1329a, s.55.
(31)Baha Tevfik“Memleketimizde Ahlâk ve Amilleri”, Felsefe Mecmuası, 1329b, S.2., s.17.
(32) Nafi Atuf (Kansu),“İçtimai musahabe:AhlâkBahsi”, Say ve Tetebbu,Eylül, 1327, No.14, s.3.
(33)Ziya Gökalp’e göre zühti ahlâkın artık eski görevini yapamaması, günümüz toplumunda toplumsal iş bölümünün artmasına bağlıdır.Bu durumda “herkes zahit olamaz, zahitlik pek az bir insanın işi olarak kalır.” Ahlâkî ilkelere uygun yaşayabilmek için herşeyden önce bu ilkelerin toplumsal“tekamül esnasında ne suretle vucuda geldiklerini, sonra da bunların hizmet ve faydalarının nelerden ibaret olduğunu bilmemiz lazımdır” diyerek ahlâk buhranının giderilmesinde yalnızca Sosyoloji biliminin yöntemlerini önerir.(bkz. Ziya Gökalp,“AhlâkBuhranı”, Yeni Mecmua, 1917, S.7, s.124); Ayrıca,Erişirgil, Ziya Gökalp ile Satı Bey’in eğitim konularında yaptıkları polemiklerin başlangıcı olarak bu konuyu gösterir.Satı Bey’in ahlâk buhranını önleme konusundaki görüşlerine karşı, bireyin eğitiminde “kabiliyetlerinin tevzin ve telifi yoluyla ahlâk buhranının önü alınamaz” dediği AhlâkTerbiyesi makalesiyle ünlü tartışmalarının başladığını belirtir.(bkz. M.E.Erişirgil,“AhlâkTerbiyesi EtrafındaMünakaşalar”, Ülkü, 1943, No.36, s. 3)
(34)Ziya Gökalp, a.g.y., s.122-24.
(35)Baha Tevfik, 1329b, s.17.
(36)Hilmi Ziya Ülken, “AhlâkTerbiyesi”, Ülkü, Mart, 1943, S. 35, s. 5.
(37)Baha Tevfik, Felsefe-i Ferd,Keteon BedrosyanMat., İst., 1332, s.18.
(38)Baha Tevfik, Hassasiyet Bahsi ve Yeni Ahlâk,(2.Baskı),Teceddüd-i İlmî ve Felfefî Küt, İst., (Tarihsiz)a, s.13.
(39)Baha Tevfik, a.g.y., s.12.
(40)Baha Tevfik, Muhtasar Felsefe,ArtinAsadoryan ve MahdumlarMat., İst., 1331, s.143.
(41)Baha Tevfik, [Tarihsiz]a, s.53.
(42)Baha Tevfik, 1331, s.140.
(43)Baha Tevfik, 1329b, s.17-19.
(44)Baha Tevfik, [Tarihsiz]a, s.21-24; 26.
(45)Baha Tevfik, [Tarihsiz]a, s.50.
(46)Baha Tevfik, [Tarihsiz]a, s.23-26.
(47)Baha Tevfik, [Tarihsiz]a, s.23-26; 39-42.
(48)Baha Tevfik, [Tarihsiz]a, s.36.
(49)Baha Tevfik, Teceddüd-i İlm-î ve Edebî, Dersaadet Küt.,İst., [Tarihsiz]b, s.15.
(50)Baha Tevfik, [Tarihsiz]a, s.20.
(51)Baha Tevfik, “Hafıza”, Zeka,Mart, 1330a, no: 22, s.26.
(52)Baha Tevfik,“HareketFelsefesi”, Zekâ, Mart, 1330b, no: 24, s.15.
(53)Baha Tevfik, “Felsefe-i Hareket”, Piyano, [Tarihsiz]c, no: 10, s.114.