KİTAP VE KÜTÜPHANE
Feridettin ATATUĞ
İyiyi ve güzeli ucuza almak isteği, paranın arslan ağzında olduğu günümüzde insanları bit pazarına döktü. İyi de yaptı. Çünkü insanlar, varlığını hayal edip bir türlü alamadıkları mobilyayı, giysiyi ucuza buralardan alıyorlar da ondan...
Ben de bu bit pazarında hayal avına çıkan garibanlardan biriyim. Ama benim almak istediğim ne mobilya, ne de giysi. Benim ki kitap...
Kitapçı vitrinlerini yıllar önce terk eden, görevini yapa yapa yıpranan, rengi solmuş kitapların arasındayım. Burada “Bit Pazarı” ve b kitaplara da “eski” demeye dilim varmıyor. Kendilerine yaklaştıkça canlı, hareketli ve cömert olduklarını görüyorum. Öğretmeye, gezdirmeye, eğlendirmeye o denli istekliler ki şu durumlarında bile, ilk basıldıkları günün dinçliği ve heyecanı ile okunma umudunu taşıyorlar.
“Yalnızlıktan patlıyorum!” diyen, o hayat küskünü insanlara acıyorum. Neden mi?Çünkü, hayat bir hapishane değil, tanımak, bulmak, yapmak ve görmek fırsatını veren uçsuz bucaksız bir düşünce bahçesidir. Bu bahçede çiçekler sanatçı olarak açarlar, ağaçlar bilginler olarak büyürler, çimenler devlet adamları olarak yeşerirler...
Kısacası kütüphaneler, bu bahçelerde düşünceyi hasat eden aydın kişilerin ambarıdır. Buralarda hiç kimse sizi bir bilginle, bir sanatçıyla istediğiniz gibi konuşmaktan, istediğiniz gibi tartışmaktan engelleyemez...
Ben de bunu yapıyorum. Kitap rafları
arasında istediğim ünlü sanatçılarla, bilim adamlarıyla istediğimi konuşuyorum.
Dünyanın en güzel ülkelerini geziyorum. Belki kavga da ediyorum şu bileği
bükülmez, sırtı yere gelmez gibi görünenlerle!... Kimi zaman her şeyi para
ile halletiğini sananlara, bir İngiliz düşünürünün dediği gibi:“Sizin bütün
düşünceleriniz para toplamak, benimki de okumak ve bilgilerimi artırmak
olsun.” diyorum.
Nemli soğuk kaldırım taşlarında ve tozlu odacıklarda eski kitap satanların, hâlâ okullarına kütüphane açmamış öğretmenlerden daha çok eğitime hizmet ettiklerine inanıyorum. Hiç olmazsa o eski kitap satıcıları, “Okuyup da ne olacak?” demiyorlar.
Ankara Namık Kemâl İlköğretim Okulu öğrencileri, aralarında “Okuduğun kitabı arkadaşına ver, o da okusun!” kampanyasını başlatmışlar. Bu kampanyaya katılan aynı okulun öğrencisi torunum ilk kez bana:“Oyuncak ve çikolata alma, kitap al!” dedi. Çok sevindim. Ona bu sözü söyletecek kadar kitabı sevdiren öğretmenlerin değil ellerini, ayaklarını bile öpmek isterim!...
Hani yaş günlerinde, sünnetlerinde ve hastalıklarında getirilen çiçeklerin birkaç dakikalık süsünün farkında olup “Bana çiçek yerine kitap getirin!” dese diyorum, çocuklarımız...Acaba o zaman bizim çocuklarımız içinden de Rahmetli Peyami Safa’nın bir köşe yazısında Makolay’ın yazdığından sözettiği “Okumayı sevmeyen bir kral olmaktansa, tavan arasında kitap yığınları ortasında oturan bir fakir olmayı tercih ederim.” gibi söz edecek biri çıkar mı?...
Rahmetli Adnan Ötüken hocamızın kütüphaneleri açma seferberliğini başlattığı 1940’lı yıllar, dünya devletlerinin dünyamızı can pazarına çevirdikleri savaş yıllarıydı. Herkesin sınırlarda kurduğu cepheye karşın O, en büyük düşmanı olan cehaletle savaşın cephesini, kütüphanelerde ve okullarda kurmuştu. Nitekim o günlerde Millî Eğitim Bakanlığınca kütüphanelerimizi incelemek için Amerika’dan getirilen Dr.Thomson, bakın ne demişti:“Okul kütüphaneleri ile çocuk kütüphaneleri konusunda, devlet bütçesinden elde edebileceğimiz her kuruşun önemini belirtmek isterim. Zira demokrasi savaşı burada kazanılacaktır! Şayet yeni nesli, okuyucu bir nesil olarak yetiştirmeyecek olursanız, demokrasiyi kuramazsınız.”(Öğretimde Okul Kütüphaneleri ve Öğretmen Kütüphaneci. Reşat Gündem, Ruşen Alaylıoğlu. İstanbul 1954 Maarif Basımevi. s.14)
Evet, yarım asır önce okul kütüphaneleri için konmuş bir teşhisti bu...
Yarım asırdır ülkemizde değişen bir şey oldu mu?
Değişen... o günkü kıpırdamalarla yazılan kitapların hâlâ özlemle okuyucularını beklemesi...Eğer o kitapları okusaydık, belki kütüphaneler için yapılan önerileri ve uyarıları dikkate alırdık. O zaman da okul kütüphaneleri, memur kadrosuyla ve okuldaki yeriyle en azından Kültür Bakanlığı’ndaki “Çocuk kütüphaneleri” seviyesine ulaşırdı...