Resimli İlk Türkçe Alfabe ve Okuma Kitabımız ve Türk Eğitim Tarihindeki Önemi
Prof.Dr. Yahya AKYÜZ
(*)
I. İLK TÜRKÇE ALFABE
VE OKUMA KİTAPLARINA BİR BAKIŞ
Hafız
Refi’nin 1874 tarihli kitabından önce Türk eğitim tarihinde bir takım alfabe ve
okuma kitapları yayınlanmıştır. Ancak bunlar resimli değildir. Öyle de olsa,
bunların bazıları üzerinde kısaca durmak yararlı olur:
* Elifba Cüzü
4-5
yaşlarındaki çocukların gitmeye başladıkları ve 10-11 yaşlarına kadar devam
ettikleri sıbyan mekteplerinde alfabe
ve okuma öğretimi ile ilgili en eski ve yaygın kitap Elifba Cüzü’dür. Yazarı ve ilk yazıldığı tarih bilinmemektedir. Bir
çok kez basılmış, geleneksel okuma öğretme yöntemi bu kitapla sürüp gitmiştir.
Amacı, aslında Kur’an’ın okunuşunu
öğretmektir; bu nedenle Türkçedeki P, Ç, J harflerine yer vermemiştir. Harfler,
üstün, esre, ötre, iki ötre... denen işaretlere göre hecelenmektedir: Elif
üstün e, elf esre i, elif ötre ü vs. gibi. Bu uzun hecelemelerden sonra
harflerin sesleri birbirine katılarak Arapça kelime ya da kelime parçaları
okunur. Usûl-i tehecci, yani heceleme yöntemi denen bu yöntemle okuma
öğrenmek çok zaman almakla beraber, bu yöntem, çocukların anlamlarını
bilmedikleri Arapça kelimeleri okuyabilmelerinde oldukça geçerlidir.
Bazı
sıbyan mektebi öğretmenleri, harfleri kolayca ve ilginç hâle getirerek
öğretmeye çalışmışlar, bu amaçla harfleri eşya ve hayvanlara benzetmişlerdir!..
Örnekler: Elif mertek gibi, Be tekne gibi, Te ona benzer, Cim karnı
yarık, Ha ona benzer, Hı ona benzer, Tı tavşan kulaklı, Zı ona
benzer, Fe kuzu başlı, Kaf koyun başlı... gibi. Kuşkusuz bu
yakıştırmalar çocukların ilgisini çekmiş olmalıdır. Ancak, harfleri
tanımlamakta çok belirsiz olan bu yakıştırmaların alfabe öğreniminde bir yararı
olduğu şüphelidir.
İşte,
Türk eğitim tarihinde ilk alfabe ve okuma öğretimi kitapları, Tanzimat
döneminde Elifba Cüzü’nden farklı
öğretim yöntemlerini getirme amacı ve arayışı içinde hazırlanmışlardır. Fakat,
geleneksel Elifba Cüzü hiçbir zaman
ortadan kalkmamış, günümüze kadar sürekli basılmıştır.
* Nuhbe-t’ül Etfâl
Geleneksel
okuma yöntemini değiştirmeyi amaçlayan, bilinen en eski kitap Mekteb-i Tıbbıye
Doktorlarından Kaymakam, Kayserili Rüşdü Beyin Nuhbe-t’ül Etfâl başlığını taşıyan kitabıdır (Mayıs 1858, 63 s.).
Bu kitap da kısmen Elifba Cüzü’nün
etkisinden kurtulamamış ve heceleme yöntemine de yer vermiştir. Fakat, Türkçede
kullanılan harfleri de almış ve Türkçe kelimelerin okunuşuna da önem vermiştir.
Yazı çeşitleri ve örneklerinin de çok geniş ele alınıp öğretilmeye çalışıldığı
görülmektedir. Ayrıca, çocukların görgü kurallarını öğrenmeleri, genel
kültürlerini artırmaları için cümleler, hikâyeler, şiirler de çokça yer alır.
Bu şiirlerin hemen hepsi ilkokul öğrencilerinin düzeyinin çok üstünde, hatta
tasavvufî niteliktedir. Yazarın bunlara yer vermesi, kitabını aynı zamanda
çocukların ileride de okumaları için bir antoloji olarak düşündüğünü
gösteriyor.
Bu
konuda iki örnek vermekle yetinelim:
-
Bağdatlı Ruhi’ye (öl. 1605) ait bir beyit şöyledir:
Sanma ey hoca ki
senden zer ü sîm isterler,
Yevme lâ yenfau’da
kalb-i selîm isterler
Kur’an’a
atıf yapılarak (Şuarâ, 88-89) yazılan bu beyiti günümüz Türkçesine şöyle
çevirebiliriz:
Ey
hoca, sanma ki senden altın ve gümüş istenir
Kıyamette
kurtuluş Tanrı’ya doğru bir kalble gitmektedir.
-
Lâedrî (yazarı bilinmeyen) iki beyit şöyledir:
Halka kin eyleme, ger
varsa mürüvvet sende
Seni zemm eyleyeni
medhile kıl şermende
*
Ehl-i irfan ile
külhanda geçinmek yeğdir
Cühelâ ile safa
eylemeden gülşende
Bu
beyitleri günümüz Türkçesine şöyle çevirebiliriz:
Mert
ve iyi biriysen kimseye kin tutma
Seni
kınayanı sen överek utandır
*
Olgun,
anlayışlı kişilerle hamam külhanında yaşamak
Cahillerle
gül bahçesinde zevk sürmekten daha iyidir
II. RESİMLİ İLK TÜRKÇE ALFABE ve OKUMA KİTABI ve
DEĞERLENDİRİLMESİ
A. Resimli İlk Türkçe
Alfabe ve Okuma Kitabımız
Hakkında
Galatasaray Lisesi öğretmeni olduğundan başka bir bilgiye rastlamadığımız Hafız
Refi, önce resimsiz, 1874’te (H. 1291) de resimli olarak, Resimli Elifbâ-yı Osmanî adıyla bir kitap yayınlamıştır. Kitap,
Galata’da Neologos Matbaasında basılmıştır. 96 sayfa olan bu kitaba 8 kuruş
fiyat konmuştur.
Bizim
tesbitlerimize göre, eğitim tarihimizdeki resimli ilk Türkçe alfabe ve okuma
kitabı budur.
Kitap,
alfabenin tanıtılmasından ve bir çok kelime ile cümlenin öğretilmesinden sonra,
hemen hepsi hayvanlarla ilgili okuma parçalarına geçmektedir. Bu okuma
parçaları öğrencilerin ilgisini çekecek ve onu sürükleyecek biçimde
yazılmıştır. Bu parçaların sonunda da genellikle "hülasa-i kelâm"
(sözün özü) başlığı altında ahlâkî dersler, ilkeler ve öğütler yer almıştır.
Kitapta
31 adet, gravür biçiminde yapılmış hayvan resmi vardır. Son derece güzel
çizilmiş ve basılmış olan bu resimlerin Batı dillerinde yazılmış kitaplardan
alınmış olması muhtemeldir. Nitekim bazılarının altında latin harfleriyle
imzalar görülmektedir.
Kitapta,
aşağıdaki hayvanların resimleri vardır:
Aslan |
Tilki |
Koyun |
Bülbül |
Zürafa |
Fare |
Papağan |
Serçe |
Gergedan |
Timsah |
Şahin |
Kartal (karakuş) |
Öküz |
Yılan (bir kuşu yakalamış hâlde) |
Köpek |
Çekirge |
Kurbağa |
Kedi |
Güvercin |
Tavus |
Leylek |
Horoz, |
Geyik |
Maymun |
Tavuk |
Örümcek |
Yılanbalığı |
Civciv |
Karga |
Vaşak |
Arı |
Deve |
Kurt |
Kitapta hiçbir insan resmi yer almamaktadır. Bu ilginç durum, döneminin resme ilişkin tutumundan kaynaklanmış olsa gerektir.
B. Resimli İlk Türkçe
Alfabe ve Okuma Kitabının Değerlendirilmesi
1. Kitabın yöntemi
Kitabın öğretim yöntemini iki açıdan değerlendirmek
uygun olur:
a) Alfabe ve okumayı
öğretme yöntemi
Kitapta
Osmanlıca alfabe tam olarak, yani Arapça ve Kur’an alfabesinde bulunmayan P, Ç, J harfleri de gösterilerek
verilmiştir. Bundan, bu kitabın Kur’an okumayı
öğretmek için yazılmadığı ta başından anlaşılmaktadır. Bu özellik, Tanzimat
döneminde o yıllarda başka alfabe kitaplarında da görülmekte ve Tanzimat
eğitiminin yönünü de bize göstermektedir.
Bu
kitapta, okuma öğretilirken, geleneksel ve hecelemeye dayanan usûl-i tehecci (harfleri heceleyerek
sökme ve okuma) yöntemi bırakılmıştır. Bu geleneksel yöntemde kelimeler,
harflerin uzun uzun hecelenmesi ile okutulurdu: "cim üstün ce, cim esre
ci, cim ötre cü, cim iki ötre cün..." gibi. Arapça harf ve kelimelerin
okunuşuna uygun olsa da Türkçe kelimelerin okunuşuna uygun olmayan ve çocuğun
kafasını karıştıran bu yol terkedilmiş ve usûl-i
savtî denen, yani harf ve kelimeleri hecelemeden kendi sesleri ile okuma
yöntemi benimsenmiştir.
Bu
yöntem, o tarihlerde, başta Selim Sabit Efendi olmak üzere bazı eğitimcilerce
benimsenmeye başlamıştı.
Böylece
Hafız Refi’nin de o yıllarda usûl-i cedîd
denen okuma yazma ve eğitimde yenileşme hareketinin öncülerinden biri
olduğu ortaya çıkmaktadır.
Hafız
Refi, daha sonra çocuğun bir kısmını bildiği kelimelere, cümlelere, sonra da
okuma parçalarına geçmektedir. Bunlar arasında şüphesiz çocuğun bilmediği,
kolay öğrenemeyeceği Arapça, Farsça kelimeler, deyimler, cümleler de vardır. Bu
durum, o dönemin Türkçesi olan Osmanlıcanın yapısından olduğu kadar, yeni
önerilen yöntemlerin kusursuz, tutarlı ve sistemli biçimde işlenmesinde
yenilikçi yazarlarımız ve eğitimcilerimizin bazı yetersizliklerinden ileri
gelmiştir.
b) Okuma parçaları
ile okumayı geliştirme yöntemi
Hafız
Refi, hemen hepsi hayvanların çeşitli huy ve özelliklerini konu alan okuma
parçaları ile de, alfabeyi öğrenen çocukların ilgi ve zevkle, öğrendiklerini
pekiştirmelerini, okumadan zevk almalarını amaçlamıştır.
Yazar,
ayrıca, bu okuma parçalarının sonlarına koyduğu bazı sözler ve şiirlerle
çocuklara yaşam tecrübesi ve ahlâkî bilgiler kazandırma amacındadır.
Kitabına
koyduğu 31 adet resim de, çocukların kuşkusuz çok ilgisini çekecek biçimde
çizilmiş ve bazan bir sayfayı kaplayacak kadar büyük olarak yer almıştır. Bu,
çocukların, hayvanların vücut ayrıntılarını iyi farketmelerine imkân vermekte
ve onların resimleri daha iyi incelemelerini kolaylaştırmaktadır.
2. Kitaptan bazı
örnek metinler
Yazar,
17. Derste, mevsimleri çocukların
hoşuna gidecek şu benzetmelerle öğretmektedir:
"Senenin
mevsimleri 4’tür. Çiçek veren Bahar,
yemiş veren Yaz, üzüm veren Güz, Sonbahar,
tabiatlara rahat veren Kış."
Aynı
derste yer alan başka bilgiler şöyledir:
"Gökten
zuhur eden alâmetler yağmur, dolu, fırtınalar ile rüzgârlardır. Güneşin
sıcaklığı meyvelere olgunluk verir. Bulutlar suların buğularından olur. Şimşek
yıldırımın kılavuzudur. Yıldırım çok kere ağaçların tepelerine düşer."
20. Derste
hayvanların özelliklerinden bir kısmı şöyle anlatılmıştır:
"Hayvanların
her birisi(nin) düşmanlarına karşı durmak için mahsus (özel) silâhları vardır.
Birisi diş, diğeri tırnak ile karşılık eder. Bir takımı gagasıyla mukabele
ederken, diğeri pençe ve dikeni ile mukavemet eder; ve her ne kadar hayvanların
göz, kulak, ağız, burun ve vücutları olup, postlarıyla kendilerini ziyandan
sakındırabilirler ise de, insan gibi değildirler. Zira insan istediğini
söyleyip her işini dahi anlatabilir. Tuti ve papağan takliden söyler. Nitekim
(şöyle derler):
Tutiye etsen eğer
tâlim-i edâ-yı kelimat
Sözü insan olur ama
özü insan olmaz"
21. Derste,
madenler tanıtılırken "altın" için denir ki:
"Altın
sarı ve parlak bir madendir ve pek çok ağırdır ve sikkelerin (paraların) en
kıymetlisidir. Osmanlı devletinde birkaç türlü sikke vardır. Bakırdan onluk,
yirmilik, kırklık, beşlik ve bir paralık sikke vardır. Gümüşten yirmilik
mecidiye, yarım mecidiye, çeyrek mecidiye... vardır. Altın yüz kuruşluğa
Osmanlı lirası ve mecidiye altını derler. Elliliğe yarım lira, yirmibeşliğe
çeyrek lira, yirmiliğe adliye derler."
Kitaptaki
hayvan hikâyelerinin bazılarının La Fontaine’in masallarından (fabl) alındığı
görülmektedir.
22. Derste "terbiye"
ve "aslanın özellikleri" gibi birbirinden farklı iki konu aralarında
ilişki kurularak ele alınmıştır:
"Edebi
(terbiyesi) olmayan pederin oğlu edîb (terbiyeli) olursa babasının ayıbını
örter. Edîb olan babanın oğlu cahil ve edepsiz olursa pederinin şanını berbat
eder. İnsan vücudu kuvvet bulmak için yemeğe muhtaç olduğu gibi, akıl dahi
edebe muhtaçtır...
"Aslan
yiğitliğiyle her yerde geçindiği gibi, âkıl (akıllı) ve edîb olan dahi
dirayetiyle her yerde geçinir.
"Aslan
gayet cesur ve şeci olduğundan hayvanların padişahı sayılır. Amerika ile
Afrika’nın en sıcak sahralarında ikamet eder. Büyüklüğü 8 ayak, rengi dahi
sarılı bozlu ve başı gayet büyük olup yüzü dört köşeli ve arkasındaki bölük
bölük saçları dahi uzuncadır. Aslanın kükremesi gök gürlemesi gibidir. Büyük
hayvanlara gayet gazaplı (kızgın) ve sert görünürse de, küçüklere pek çok
merhametli ve velinimetlerinin hakşinasıdır (kendisine iyilik edenlere
nankörlük etmez). Yalnız gergedan ve kaplan ve fil ve esb-i derya (su aygırı)
dedikleri hayvanat ona mukavemet edebilirler (direnebilirler). Geceleyin gıda
aramaya çıkıp avlanacağı hayvanın peşine düşmez. Ancak sık ve ufak ağaçlarda
saklanıp gözleyerek ve karnıyla sürünerek ava yaklaştıkça ön ayağıyla çarpıp
birden yere yıkar. Badehu (sonra) omuzuna atar gider; ve kendisine lüzumu
olacak ve doyabilecek kadar hayvanatı öldürüp ziyadeyi irtikâp etmez (onunla
yetinir). Başka bir av bulamayıp ziyadesiyle aç kalır, yahut insanlar
ilişirlerse, o vakit üzerlerine salar; ve ateşten korktuğu için onunla korkutup
kaçırırlar. Dişi aslan tahminen erkek aslanın rubu (dörtte biri) kadar küçük ve
ondan az kuvvetli ve yakışıklıdır; ve bir, nihayet (en çok) altıya kadar yavru
doğurup onları himaye ederken erkekten daha ziyade sert olur. Arkasında bölük
bölük saçları olmayıp boynundan aşmış sık ve pek uzun kılları vardır."
Kitapta,
aslan bu canlı terimlerle anlatıldıktan sonra aşağıdaki hikâye ve derse yer
verilmiştir:
"Aslanın
biri ihtiyar olarak sayd-u şikâra (avlanmaya) kudreti kalmayınca hilekârlığa
kalkışıp izhar-ı temaruz ederek (hasta gibi görünüp) bir mağaraya çekilir. Sair
(öteki) hayvanat, keyifsizliğini (hastalığını) işittikleri gibi ziyaretine
giderler. Ancak, yanına takarrüp edeni (yaklaşanı) idam eylediğini tilki haber
alınca ziyaretine gidip kapının dışarısından hal ve keyfiyetini sorar. Ol dahi
fena halde keyifsiz (hasta) olduğunu beyan ve ne sebebe mebni (neden) yanına
gitmediğini suâl ettikte, tilki, gireni çok ve çıkanı pek az gördüğümden
cesaretim ve emniyetim (güvenim) büsbütün selbolmuştur (gitmiştir) diye cevap
vermiş."
"Hulâsa-i kelâm (sözün özü): Akıllı olan
adam fenalık umulan yerlerden hazer eylediği (çekindiği) için tehlikeye asla düşmeyip
kendisine bir zarar gelmez."
Kitapta,
"bülbül" ile ilgili 23. Derste
de konuşma ve susma ile ilgili öğütler verilmiştir. Bilindiği gibi ölçülü
ve az konuşmayı bilmek, çoğu kez susmak, geçen yüzyıllarda Müslüman toplumlarda
(hatta evrensel olarak her toplumda) en önemli erdemlerden biri kabul
edilmiştir. İşte Hafız Refi de kitabında bu görüşleri çocuklara telkin etmeye
çalışır:
*
"İnsan, boşboğazlıktan ve çok söylemekten (konuşmaktan) ziyadesiyle hazer
etmeli (çekinmeli). Zira, çok söyleyen çok yanılır derler."
*
"Beyit :
Başa dilden gelir her
ne gelirse
Dili söyletme gel
elden gelirse
*
Söz altındır gönül
içinde dercet (sakla)
Teraziye ver ondan
sonra harcet (harca)
*
Terazisidir onun
akl-ı kâmil
Ne bilir bu sözü
nâdan (bilgisiz) ve câhil
Yine
bülbül ile ilgili açıklama ve hikayelerden sonra şu beyite ver yerilmiştir.
Sükût eyle zira onun
içinde var
Nice bin lisan ve
nice bin beyan
(Sus,
çünkü susmanın içinde binlerce anlamlar vardır!)
Kitabın
ilginç özelliklerinden biri de, "köpek"ten söz ederken
"kuduz" meselesine de yer vermesidir. Eğitim tarihimizde kuduzdan ilk kez muhtemelen bu çocuk ve öğrenci
kitabında bahsedilmektedir. Gerçekten kuduz, çok ciddî ve köpeklerle
kedilere düşkünlükleri nedeniyle özellikle çocukları tehdit eden önemli bir tehlikedir.
Kuduz,
ülkemizde, başıboş köpeklerin çokluğu nedeniyle her zaman bir sorun olmuştur.
Aralık 1999’da İstanbul’da 300 bin sokak köpeğinin bulunduğu tesbit edilmiş ve
ülkenin bazı yerlerinde köpek saldırısına uğrayan öğrenciler ve yetişkinler
kudurarak hayatlarını kaybetmişlerdir. Bir örnek verirsek, İzmir’de B adında 8
yaşında ilkokul 1. sınıf öğrencisi bir kız, okula giderken, ağzından salyalar
akan bir köpek tarafından ısırılmış ve kendisine hemen kuduz tedavisi
uygulanmaya başlamıştır. 1999 Aralık ayı sonunda bu konu basında önemli bir yer
tutmuş ve İstanbul’un bazı semtlerine karantina (tecrit) uygulanmıştır. Basında
çıkan haberlere göre, yasalar başıboş köpeklerin öldürülmesini öngördüğü halde,
"belediyeler para sıkıntısı ve hayvanseverlerin yaygarasından
çekindiğinden" bir şey yapamamaktadırlar!..
İşte,
Hafız Refi, incelediğimiz alfabe ve okuma kitabında, "köpek"ten
bahsederken, kuduz konusuna da yer vermiş, kuduzun belirtilerini ve
tehlikelerini göstermiştir. Kuduza karşı aşı, bu kitabın yazılışından 11 yıl
sonra, 1885’te Pasteur tarafından Fransa’da bulunmuştu. Bu nedenle, o tarihe
kadar kesinlikle ölümle sonuçlanan kuduz vakalarına ilişkin bazı bilgilere
Hafız Refi’nin kitabında yer vermesi ilginç ve önemli bir yaklaşım olmuştur.
Hafız
Refi, bu konuda şunları yazar:
"Köpeklerin
en büyük hastalıkları, kuduz illetidir. Alâmeti (belirtisi) oldur ki, köpeğin
gözleri kıpkırmızı, kulakları gevşektir ve tükürüğü ile burnu dahi akar durur.
Kuyruğunu bacaklarının arasına sokar ve baygın gibi yürüyüp acıkır yemez, susar
su içmez. Suyu görünce feryat eder (bağırır). Çoğu su içtiğinde ölür. Gözüne
bir karaltı gelirse, ulumaksızın üzerine salar. Öbür köpekler ondan kaçar. Bir
insanı ısırsa büyük ve fena hastalıklar zuhur eder (ortaya çıkar). Ezcümle
susuzluktan helâk (ölme) derecesine gelip bir düziye su arar, verdikleri suyu
içmez. Bu illet temelleşirse hin-i tebevvülde (idrar yaparken) küçük köpükler
şeklinde bir şeyler oluşur. İyazen billâhi teâlâ (Allah bu illetten
korusun!)"
Kuşkusuz
yazarın, kitabını okuyan çocukları ve onların velilerini daha ayrıntılı
uyarması, çocukların başıboş köpeklere yaklaşmamalarını istemesi çok iyi
olurdu. Ancak, yazarın, tedavisinin henüz bilinmediği kuduz illeti konusunda
alfabe ve okuma kitabına bazı bilgiler koyması ve tehlikelerinden sözetmesi
yine de çok önemli ve öngörülü bir yaklaşımdır.
25. Derste "Timsah"tan
söz edilir. Çok ilgi çekici olarak yapılan açıklamalar şöyledir:
"Timsah
iki hayatlı, yani denizde ve karada yaşayan hayvanattan olup kertenkeleye
benzer. 10 ve en çok 100 ayak kadar boyu ve öküz kadar semizliği vardır. Başı
gayet büyüktür ve dili yoktur. 100’den fazla sivri dişleri vardır. Vücudu gayet
kuru olduğundan ne kurşun, ne süngü tesir edemez. Ancak karnı pek yumuşak
olduğundan oradan yaralanabilir. Bu hayvan bazan derelerde ve başka sularda,
bazan karada yaşar. Afrika, Asya ve Amerika’nın timsahları büyüklük bakımından
birbirlerinden farklıdır. Ancak, en büyükleri Nil nehrindedir. Timsah et yiyen
hayvanlardan olup öküz, at ve insan etini dahi yer. Her ne kadar insanlardan
korkarsa da, muztar kaldığı vakit (zor durumda kalırsa), bazan odun gibi gayri
müteharrik (hareketsiz) olarak kenarda uzanır, bazan da sabi (küçük) çocuk gibi
ağlar. İşte böyle hile ile insanları avlayıp kavrar. Dişisi senede yüz tane yumurta
yumurtlayıp kumda saklar. Sonra güneşte ısınırlar da yavruları çıkar."
Bu
açıklamalarda çocuğun ilgisini çekecek ilginç ve renkli bilgiler vardır.
Bazıları şunlardır:
* Timsahın dilinin
olmaması.
* 100’den fazla
dişinin olması.
* Vücuduna kurşun ve
süngünün işlemeyecek kadar kuru ve sert oluşu.
* Karnının pek
yumuşak olması ve oradan yaralanabilmesi.
* Su kenarında odun
görünümünde uzanıp çocuk ağlaması gibi sesler çıkarması ve yanına bu hile ile
insanları çekip onları avlaması.
* Dişi timsahın yılda
100 yumurta yumurtlaması.
Bu
kadar ilginç bilgilerin, böyle bir renkli ve canlı anlatım içinde sunulması hiç
şüphe yok ki çocukların ilgisini derinden çekecek, onlarda okuma sevgisi, tabiatı inceleme merakı oluşturacaktır.
*
Kitapta
hayvanların özellikleri, onlarla ilgili hikâyeler ve insanlar için
çıkarılabilecek dersler böyle sürüp gitmektedir. Biz bu derslerden birkaçını
daha vermekle yetiniyoruz.
*
"Sabır ve teenni (düşünerek ve yavaş davranma) devlet (mutluluk) ve
selâmete bâdi olduğu (yolaçtığı) gibi, bilakis sabırsızlığın akıbeti dahi
nedâmeti münteçtir (pişmanlığı doğurur)."
*
"Bela insana bir büyük derstir."
*
"İnsan velinimetlerine hakşinas olmak gerektir (insan kendisine iyilik
edenlere saygılı olmalıdır)."
*
"Mülahazasız (düşünmeden) görülen işin neticesi nedâmet ve
pişmanlıktır."
*"Hulf-i
vaad eden adam nihayet maskara-i âlem olur" (sözünde durmayan sonunda
âlemin gözünde gülünç olur).
*
"İnsan ve hayvanlara fenalık edenler elbette muakıp olurlar (ceza
görürler)."
*
"Yırtıcı kuşun ömrü az ve acûl (acelesi) olanın sonu hırman (mahrumiyet)
olduğu gibi sabûr (sabırlı) olanlar dahi istirahat-ı bal ve safâ-yı hal ile
(mutluluk içinde) muammer ve şâdan olurlar (çok ve huzurlu yaşarlar)."
*
"Temeli bozuk olanın fenalığı hiçbir iyilikle defolmaz (yaradılıştan gelen
kötü özellikler giderilemez)."
*
"Büyüklerin sözünü dinlemeyenlerin sonu nedâmet ve helâktir (... pişmanlık
ve yok olmadır)."
*
"Şimdiki halde mâlik olduğun şeyin kıymeti, istikbalde (gelecekte) mâlik
olacağın pek çok şeylerin kıymetinden alâdır (daha iyidir)."
Bizim
tespitlerimize göre, eğitim tarihimizde resimli ilk Türkçe alfabe ve okuma
kitabı, Hafız Refi adında bir öğretmen tarafından 1874’te İstanbul’da
yayınlanan Resimli Elifbâ-yı Osmanî başlıklı
kitaptır.
96
sayfa olan bu eser, alfabeyi ve kelimeleri geleneksel "heceleme"
yöntemi ile değil, o yıllarda bizde benimsenmeye başlanan yeni bir yöntem olan
"seslerine" göre öğretmeye çalışmaktadır. Böylece, yazarını, Tanzimat
döneminin eğitimde yeni yöntem ve uygulamaları benimsemiş ve bunları yaymaya
çalışan "usûl-i cedîd" hareketinin bir mensubu olarak görmek gerekir.
Eserde, asıl ağırlık
okuma parçaları ve resimlerdedir.
Okuma parçaları,
esas olarak hayvanlarla ilgili gözlemlere dayanan belgesel nitelikli yazılar ve
hikâyelerden oluşmaktadır.
Bu
parçaların sonunda "hülâsa-i kelâm (sözün özü) başlığı altında kısa ahlâkî
dersler, ilkeler ve toplumsal yaşama ilişkin öğütler yer almıştır. Bunlar esas
olarak, "az konuşmanın yararları, tedbirli olmanın ve düşünerek hareket
etmenin, sabırlı olmak, aza kanaat etmenin, büyüklerin sözünü dinlemenin,
güçlülere karşı koymamanın... gereği ve yararları" şeklindedir. Bu telkinler, o dönemlerde öğrencilere ne
gibi ahlâk ve davranış ilkelerinin öğretilmeye çalışıldığını gösterdiği için de
önemlidir.
Kitabın
ilginç bir özelliği de "köpek" hakkında bilgi verirken
"kuduz" sorununa değinmesidir. Kuduzun çok tehlikeli bir
"illet" olarak ele alınması ve kuduz köpek ile bu illete yakalanan
insanın belirtilerinden söz etmesi önemlidir. Eğitim tarihimizde kuduzdan ilk kez muhtemelen çocuklara hitap eden bu
alfabe ve okuma kitabında bahsedilmektedir.
Hayvan resimleri bu
alfabe ve okuma kitabının asıl özgün yönünü oluşturmaktadır. 31 adet güzel
çizilmiş gravür tarzındaki bu resimler kitabın pedagojik değerini çok
artırmaktadır. Böylece, yazarın, çocuğun hayvanlara içten bir ilgi duyduğunu,
çocuğun bu ilgisinin öğretimde önemli bir yardımcı olabileceğini ve hayvan
resimlerinin ders kitaplarındaki değerini iyi bildiğini görmekteyiz.
Hayvanlarla
ilgili bilgilerin çok canlı ve renkli bir anlatımla sunulması, kuşkusuz
çocukların ilgisini derinden çekmiş, onlarda okuma sevgisi ve doğayı inceleme
merakı oluşturmuştur.
Bu
eser, kuşkusuz, eğitim tarihimizde, alfabe ve okuma kitapları alanındaki
gelişme ve yenileşmelerin ilk nirengi noktalarından biridir.
KAYNAKLAR
Bu
araştırmanın kaynakları, metin içinde adı geçen kitaplarla, eğitim tarihimize
ilişkin yaptığımız araştırmalardır. Bunlar için özellikle Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1999’a) başlıklı kitabımıza ve
orada gösterilen kaynaklara bakılabilir (İstanbul, 1999, 7. Baskı, ALFA yay.).
(*) Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi.