DOÇ. DR. AYLANUR ATAKLI (*)
GİRİŞ
80 yıl önce 19 Mayıs 1919; Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a ayak basması ile başlayan millî mücadeleyi başka bir ifade ile Erzurum, Sivas kongreleriyle kararlaştırılan ve 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi ile sonuçlanan Türk Kurtuluş Savaşı’nı hatırlatmaktadır. 1. Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı iç içe olup biri diğerinin devamı ve sonucudur. Kurtuluş Savaşı’nın amacı, tam bağımsız bir devlet kurmaktır.
Tarihî literatür incelendiğinde görüleceği gibi (1, 2), sadece komutan değil, memleketin dertlerini dert edinen, bunlara çare arayan, cemiyetler toplayıp kararlar alan büyük önder Mustafa Kemal Paşa, arkadaşları olan Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Ali Fethi Okyar, Kazım Karabekir ve sonradan katılan İsmet İnönü ile İstanbul’da sık sık toplanıp gelecekle ilgili kararlar almaya başlamışlardır. O sırada Samsun,Vezirköprü, Merzifon ve dolaylarında Rum Pontus Çetelerinin İslâm halkına saldırıları artmış, fakat itilaf devletleri durumu tam tersine algılayarak bölgedeki olayların sebebini Türklerin Hıristiyanlara saldırıları şeklinde göstermişlerdir. Samsun’un stratejik önemi büyüktür; hem doğal bir liman, hem de Karadeniz’in Anadolu’ya açılan kapısıdır. Toplumsal yapısı ise karışıktır. Bunun üzerine Hükümet, gereken tedbirleri alacak güvenilir birine ihtiyaç duymuştur. Damat Ferit Paşa kabinesi, o bölgeye değerli fakat kendi isteklerine göre davranacak bir komutan görevlendirilmesini istemektedir. O günkü bazı politikacılar da Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’dan uzaklaştırılmasında kendi hesaplarına fayda görmüşlerdir. Padişaha bağlı sanılan Mustafa Kemal Paşa, yakın arkadaşlarının da yardımıyla ve akıllıca kurduğu iyi ilişkiler sonucu Padişah ve Hükümet tarafından 30Nisan 1919’da 9. Ordu müfettişliğine tayin edilmiştir. Anadolu’ya geçmek için bu görevi fırsat sayan Mustafa Kemal Paşa güvendiği 18 subay ile Bandırma vapuruyla 16 Mayıs 1919’da Samsun’a hareket eder. Anadolu’ya giderken kafasında iki düşünce vardır:Bağımsızlık ve özgürlük. Yani düşmanı yurttan atmak, kişisel egemenliğe (padişahlığa) son vermektir. Padişah Mustafa Kemal’in bağımsızlık düşüncesini bilir, hatta destekler. Ancak özgürlük, yani ulusal egemenlik düşüncesini bilmez. Zaten bunu öğrenir öğrenmez Mustafa Kemal’in görevine son verir. Samsun’a vardığı 19 Mayıs 1919 tarihinde,Mustafa Kemal Paşa için tarihî görev başlamış olur. 19 Mayıs 1919 Anadolu ve Türk ulusu için bir dönüm noktasıdır.
Ulusal egemenliğe dayanan bir devlet kurmayı düşünen Mustafa Kemal Paşa, kuracağı devletin temel organlarını oluşturacak yeni meclisin toplanması çalışmalarını da başlatır. 20 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan meclis TBMM adını alır ve Mustafa Kemal Paşa’yı başkanlığa seçer. TBMM’nin kurulması ile yeni bir hükümet ortaya çıkmış olur. Meclisin ilk amacı ülkenin kurtarılmasıdır. Meclisin çıkardığı bir yasa ile 16 Mart 1920’den itibaren Osmanlı İmparatorluğu ile yapılan tüm sözleşmeler yapılmamış kabul edilir ve yabancı devletler Ankara ile anlaşmak zorunda bırakılır.
13 Ekim 1923’deAnkara’nın başkent olmasıyla
yurt içinde ve dışında saltanat yönetimine dönülemeyeceği yolunda ciddi
bir mesaj verilmiş olur. Daha sonra 29 Ekim 1923’de, 1921 tarihli Anayasada
yapılan değişikliklerle Cumhuriyet ilân edilir. Buna göre hakimiyetin kayıtsız
şartsız milletin olduğu, idare şeklinin halkın kendi kaderini kendisinin
tayin edeceği temeline dayandığı görüşü benimsenir.
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı
Gençlik ve spor bayramının başlangıcı şöyle anlatılabilir(3):Mustafa Kemal Atatürk’ün millî mücadeleye başlamak üzere 19Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastığı günün yıldönümü; 20 Haziran 1938 tarih ve 3466 sayılı kanunla millî bayram olarak kabul edilmiştir. Her yıl 19 mayıs günü Türkiye’nin her yerinde beden eğitimi ve spor gösterileri yapılmaktadır. (Türkiye’de ilk beden eğitimi gösterisini 12 Mayıs 1916’da erkek öğretmen okulu öğrencileri yapmışlar, sonra erkek öğretmen okulu öğrencileri her yıl ve genellikle mayıs ayı içerisinde bu gösterileri tekrarlamayı bir gelenek hâline getirmişlerdir.“Jimnastik şenlikleri”, “mektepliler bayramı”, “idman bayramı”,“Jimnastik bayramı” adı altında devam eden bu gösteriler zamanla bütün okullara yayılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı 1927’den sonra bu gösterilerin düzenlenmesini üzerine alarak her yıl mayıs ayının üçüncü haftasında Türkiye’nin çeşitli yörelerinde bu gösteriler yapılmaya başlanmıştır). 1938’de 19 mayıs gününün“gençlik ve spor bayramı” olarak kanunlaşmasından sonra bu gösteriler de resmî bayram gününe alınmış, bu bayram için“dağ başını duman almış” marşı, gençlik marşı olarak kabul edilmiştir. Atletlerin,Atatürk’ün millî mücadeleye başladığı Samsun’dan aldıkları toprağı, koşarak Ankara’ya ulaştırmasıyla sonuçlanan 19 mayıs koşusu da o tarihten beri yapılmaktadır.
Millî Mücadele Hareketinin ve Cumhuriyetin Eğitime Yansıması
Bilindiği gibi, Osmanlı eğitiminin temel kurumu medrese olup eğitim düzeni dine dayanmaktadır. Ayrıca, mahalle okulları ve saray okulları mevcuttur. Osmanlı yönetimi 18. yüzyılda; ilköğretimin zorunlu olması, orta okul, harbiye, tıbbiye gibi yüksek okulların açılması ve okulların sayıca artırılması gibi eğitim alanında bir takım yenilikler yapmıştır. Ancak, eğitim hiçbir zaman orta çağ kalıplarını aşamamış ve bilimsel düzeye ulaşamamıştır. Birlikte sürdürülen eski ve yeni eğitim kurumları, eğitimde kargaşa oluşturmuştur. Bu durumda Osmanlıdan devir alınan eğitim sistemi Cumhuriyetin ilkeleri ile bağdaşmamıştır.
Millî mücadele hareketinin başarı ile sonuçlanması üzerine Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak isteyen Atatürk, bu amacını gerçekleştirmek için köklü inkılâp hareketlerine başlamıştır. Yeni yönetim biçiminin, kendi eğitim düzenini kurma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Millî, lâik ve çağdaş bir toplumun millî bir eğitim ile gerçekleşebileceği düşüncesi ile 1921’de Ankara’da millî bir eğitim programı oluşturmak amacıyla Maarif Kongresi toplanmıştır. Cumhuriyet ile beraber Millî eğitimin amacı; millî egemenlik ve tam bağımsızlık ilkelerini benimsemiş, millî birlik ve bütünlüğe önem veren nesillerin yetiştirilmesi olarak benimsenmiştir. Bu durumda Millî Eğitimin çağdaş ve lâik özellikler taşıması için çalışılmış, temelinde kültür ve medeniyet değişimi yatan Atatürk ilke ve inkılâplarının dayandığı esasları Türk Millî Eğitim Politikasının da özünü oluşturmuştur.
14 Ağustos 1923’de TBMM’de okunan icra vekilleri heyeti programının Millî Eğitim bölümünde Atatürk’ün görüş ve direktifleri doğrultusunda eğitimde izlenecek politika şöyle belirlenmiştir (4):
1-Maarif siyaseti birlik esasına dayanacaktır.
2-Maarifin üç görevi; çocukların yetiştirilmesi, halkın eğitimi, millî güzidelerin yetiştirilmesidir.
3-Maarifin bu görevini yapması için gerekli vasıtalar temin edilecektir.
4- İlköğretim okulları ile orta okullara öğretmen ve ilköğretim müfettişi yetiştirmek için kız ve erkek orta öğretmen okulları açılacaktır.
5- Ülkenin belli yerlerine kız ve erkek öğretmen okulları, tam devreli liseler açılacaktır.
6-Bir beden eğitimi öğretmeni yetiştiren okul açılacaktır.
7-Kadınların eğitimine önem verilecek, bunun için kız ilk öğretmen okulları ve kız liseleri açılacaktır.
Atatürk’ün farklı tarih ve yerlerde yaptığı şu konuşmalar; millî eğitimin yurdu işgal eden düşmandan kurtarmak için önemli olduğunun bir göstergesidir(5):“Dünyanın her yerinde öğretmenler toplumun en fedakâr ve saygıdeğer insanlarıdır”. “Memleketimizi ve milletimizi gerçek hedef ve mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbâlini yoğuran kültür ordusu”. “Hükümetin en önemli ve esaslı görevi, eğitim meselesidir.”‘Milleti kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir”.Ayrıca, İsmet İnönü’nün de “ilköğretim sorunu, millet olmak sorunudur” sözleri eğitime verdikleri önemi göstermektedir. Günümüzle karşılaştırıldığında, Cumhuriyet’in başlangıç yıllarından(1920-1952), eğitimin lâik özellikler taşıması ve öğretmenin saygınlığının yüksek olduğu dönem olması bakımından da gururla bahsedilmektedir.“Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyete yaptığı devrimlere sahip çıkan, koruyan idealist öğretmenler yetiştirilmişse bunun en önemli nedeni onları yetiştiren öğretim elemanlarının aynı niteliklere sahip olmalarıdır (6). Diğer taraftan“Cumhuriyetin ilk yıllarındaki o güzel eğitim atılımlarından sonra bugün nereden baksanız perişan Türk Millî Eğitimi biz eski öğretmenlerin yüreğini sızlatmaktadır. Eğitim düzenimiz neden bu hâle gelmiştir? Çünkü Atatürkçü çizgiden uzaklaşılıp, tam bağımsızlık ilkesi yitirilmiştir”(7).
Bilindiği gibi Cumhuriyet döneminde eğitimde pek çok yol kat edilmiştir. 1924 yılında ABD’den Prof. John Dewey, 1925’de Almanya’dan Dr.Köhne, 1927’de Belçika’dan Dr.Omer Buyse davet edilip kurulacak yeni eğitim sistemi hakkında görüşleri alınmıştır. Özellikle John Dewey’nin “çocukların hayattaki ihtiyaçlarına uyum sağlayacak programlar ve öğretim yöntemleri” önerisi bugün de önemini korumaktadır. 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu, tekke ve zaviyelerin kapatılması, 1928’de okuma yazma seferberliği olarak başlayan ve halk eğitiminin başlangıcı olan halk dersaneleri, öğretmenlik mesleği ile ilgili kanunlar, karma eğitimin başlaması, harf inkılâbı, Türk Tarih Kurumu’nun kurulması, Türk Dil Kurumu’nun kurulması, köy okulları için öğretmen yetiştirilmesi, 1961 İlköğretim ve Eğitim Kanunu, 1739 Millî Eğitim Temel Kanunu, 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu, 8Yıllık Zorunlu Temel Eğitim Kanunu, sınıf ve branş öğretmeni yetiştirilmesi çabaları Cumhuriyet döneminin temel taşlarındandır. Bu dönemde güzel sanatlara da önem verilmiş olup ilk iş olarak saraylar müze hâline getirilmiştir. Resim ve heykel müzesi kurulmuş, konservatuarın temeli atılmış, Türk tiyatrosunun gelişimine öncülük edilmiştir.
Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne Cumhuriyet Hükümetleri, eğitimin, günün ihtiyaçlarına daha iyi cevap verebilmesi için eğitim sistemine daima önem vermişlerdir. Ancak her ülkede olduğu gibi, bizde de bir takım sorunlar yaşanmış olması da kaçınılmazdır. Belli başlı sorun alanları şöyle sıralanabilir:Yetersiz finansman, merkeziyetçilik, kalabalık sınıflar, eğitim personelinin yetiştirilmesi sorunu, öğrencinin ilgi ve yeteneğine göre öğrenci merkezli eğitim sisteminin kurulamamış olması, hızlı nüfus artışı ve süreklilik ilkesinin olmamasıdır. “Sürekliliğin değişim kadar hatta bazen değişimden daha çok etkili olduğu genel kabul görmektedir” (8). Diğer bir sorun “öğretmen ögesinin eğitim sisteminin en başat insan kaynağı girdisi olarak değerlendirilmesidir. Eğitim yöneticileri ile deneticileri her zaman eğitim politikalarını belirleyenlerin ilgi alanlarının dışında kalmıştır. Bugüne kadar öğretmen yetiştirmeye yoğunlaşan ilgi ve önceliklerin okul yöneticisi yetiştirme üzerinde yoğunlaştırılması, öğretmen yetiştirmede daha köktenci bir tutum olacaktır. Seçkin öğretmenlerin il, ilçe millî eğitim müdürlükleri ve okullarda yöneticilik statüsü ile uzmanlık alanları dışında çalıştırılmaları doğru değildir” (9).
SONUÇ
Yukarıda da bahsedildiği gibi, eğitim sorunu Cumhuriyet sonrası büyük önem kazanmıştır. Bugün de ülkemizde en çok tartışılan konuların başında, çocuklarımıza sunulan eğitim niteliği gelmektedir. Haklı nedenlerle eğitimde sürekli olarak, Cumhuriyetin ilk yıllarına bir özlem, bugüne eleştiri söz konusudur. Ancak önemli olan bir an önce geçmişten ders alıp, geleceğin ışığında bugünü plânlayabilmektir. Bu bağlamda büyük önder Atatürk’ün millî, ilmî, demokratik ve en önemlisi lâik eğitim anlayışına yaraşır şekilde daha sorunsuz bir eğitim sistemi için aşağıdaki öneriler sunulmuştur:
1-Yönetici, öğretmen, veli, öğrenci etkileşimi güçlendirilmelidir.
2.Okul yöneticisi ve öğretmen eğitiminde taviz verilmemelidir.
3.Aileyi eğitmeden çocuğu eğitmenin mümkün olamayacağı düşüncesi ile, aileler için eğitim programları düzenlenmelidir.
4.Ezber eğitimden kaçınmalı, her tür ve düzeydeki okulda düşünme becerisi geliştirilmeli, başka bir ifade ile beynin bilgilerin seçimi, denetlenmesi, ilişkilendirilmesi, yeniden üretilmesi için bir makine gibi çalışması sağlanmalıdır(10). Düşünce becerisi kazanmada eksikliğin en temel nedeni; eğitimciler tarafından fırsat verilmemiş olmasıdır(11).
5.Eğitim faaliyetleri öğrenci merkezli olmalıdır.
6. Eğitimde amaç öğretmek değil, eğitmek olmalı, kazanılmış bilgi davranış olarak gösterilmelidir.
7.İstihdamda yerel yönetimlere yetki ve sorumluluk verilmeli, böylece haksız dağılım önlenip, yerel şartlara göre daha çok ücret ödeme imkânı oluşturulmalıdır(12).
8. Eğitim çalışanları personel yasası çıkarılmalıdır.
9.Nüfus artış hızı azaltılmalıdır.
10. Eğitimde süreklilik ilkesi benimsenmelidir.
(*) Hacettepe Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu Öğretim Üyesi.
(1) Mustafa Yılmaz ve diğerleri, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Siyasal Kitabevi,Ankara, 1998, s.89-91.
(2)Engin Kansav,Tarih (ÖSS-ÖYS),Yıldırım Yayınları s.269.
(3)Meydan Larousse Ansiklopedisi,Cilt 5, Meydan Yayınevi,İstanbul, s.98.
(4) Ziya Karamuk, Cumhuriyetin 50.Yılında Millî Eğitimimiz. Millî Eğitim Basımevi,İstanbul, 1973, s.24-25.
(5)Hüseyin H.Tekışık,“Köy Enstitüleri”,Çağdaş Eğitim Dergisi, sayı 242, 1998, s.1-2.
(6)Galip Karagözoğlu, “Atatürk Devrimleri ve Öğretmenin Rolü”, Cumhuriyetin 75 Yılında İlköğretim Sempozyumu Kitabı. Hüseyin H.Tekışık Eğitim Araş. Geliş. Merkezi, 1998, s.70.
(7)Talip Apaydın,“150Yıl Düşünceleri”, Çağdaş Eğitim Dergisi, sayı 241, 1998, s.49.
(8)Avni Akyol, “2000’li Yıllarda İlköğretim”,Cumhuriyetin 75 Yılında İlköğretim Sempozyumu Kitabı, Hüseyin H.Tekışık Araş.Gel.Eğit.Merezi, 1998, s.316.
(9)Aytaç Açıkalın,“KırkYıl Önce KırkYıl Sonra”,Millî Eğitim Dergisi, sayı 137, 1998, s.17-19.
(10) Hüseyin Başar,“Düşünce Geliştirmeye Yönelik Öğretim”, Millî EğitimDergisi, sayı 140, 1998, s.4.
(11)Lisbeth J.Brown,“Developing Thinking and Problem-Solving Skills With Children’sBooks” Children Education, vol 63, 1986, p. 102-106.
(12)Köksal Toptan,“Bilgi Çağına Doğru”, Cumhuriyetin 75 Yılında İlköğretim Sempozyum Kitabı, Hüseyin H.Tekışık Eğit. Araş. Gel. Merkezi, 1998, s.323.