MİLLİ EĞİTİM DERGİSİ

Sayı 153-154

Kış-Bahar 2002


Din Öğretiminde,Öğrencinin Özgür Düşünmesini Engelleyen Problemlere İslâm Tarihinden Çözüm Önerileri

Yrd. Doç. Dr. Ali Rıza AYAR*
Dr. Hüseyin GÜNEŞ**

GİRİŞ

Din, insanlık tarihi boyunca birey ve toplum hayatının vazgeçilmez bir olgusudur.Daha öz bir ifade ile, din duygusunu, bireyin doğuştan beraberinde getirdiği söylenebilir(1). İnsan varlığına bağlı olarak da varlığını devam ettirecek bir kurum olacaktır(2). Din, tarih boyunca toplumun bütün katmanlarına, siyasete, sanat değerlerine kısaca sosyo-ekonomik hayatın tamamına damgasını vurmuştur(3). Toplumda fonksiyonu olan hiçbir müessesenin ihmali ve inkarı kabul edilmez. Aksi durumda bu müesseselerin zorla veya yanlışlıklarla dolu bir şekilde varlığını sürdürmesi kaçınılmaz hâle gelir (4). Dinin bu müesseselerin başında yer aldığını düşünürsek(5), bunun ihmalinin toplumlarda ne büyük yaralar açabileceğini kolaylıkla söyleyebiliriz.

Din, bireysel bazda; insanın bütün benliğine yönelen, inanç, duygu, düşünce ve zihnine hitap eden bir özelliğe sahiptir(6). İnsanları, duygularının etkisinden kurtararak, arzularını kontrol etmelerini ve nefislerini terbiye etmelerini sağlar (7).

Toplumsal bazda ise; hayal gücünü geliştiren, bu nedenle de millet ve devlet bütünlüğünün sağlanmasında önemli bir konuma sahiptir.Renk, soy, dil farklılıklarına rağmen Tevhit (Allah’ın birliği) inancı sayesinde millî bütünlüğü gerçekleştirir.Din, toplum bireyleri arasında iletişim ve anlaşma kolaylığı sağlar.Dinin esaslarını doğru öğrenen insanlar farklı dinlere de mensup olsalar birbirlerini daha kolay anlarlar (8). Din sayesinde millî ve manevî değerlere bağlı olarak yetişen birey, milletiyle kaynaşmayı sağlayacak, böylece, yabancılaşmanın önüne geçilecektir(9). Özetle dinin, geçmiş ve günümüzdeki toplumlar bakımından en önemli işlevi, toplumun bütünleşmesine katkıda bulunan“sosyal kontrol aracı” olmasıdır (10).

İnsanlık için böyle bir öneme sahip olan dinin, insanlık tarihinin ilk dönemlerinde hangi yollardan öğretiminin yapıldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır.Ancak en basit ifadesi ile ailede ve çevrede dinî inancın nesilden nesile, duyarak, görerek ve yaşayarak aktarıldığı söylenebilir(11). Daha sonraki asırlarda, özellikle de çağımızda öğrenme ve öğretme süreçlerinin etkinliği ve verimliliği için vazgeçilmez ögelerden biri olan bilim ve teknolojide alınan mesafeler(12), eğitim-öğretim teknik, yöntem ve materyallerinin hızla gelişmesini sağlamıştır. Bu hızlı gelişmeler eğitim-öğretimin bütün kademelerini etkilediği gibi din öğretimini de etkilemiş ve profesyonelleşmesini sağlamıştır.

İslâm Tarihinde Din öğretimi, Hz.Peygamber’in Mekke’de “Daru’l-Erkam”ın (13) faaliyetlerine dayandırılabilir.Burada Müslümanlar bir araya geliyor, dinleri hakkında Hz.Peygamber’den bilgi alıyorlardı.Bu öğretim Medine döneminde Mescid-i Nebî/Peygamber Mescidi bitişiğindeki “Ashab-ı Suffa” (14) ile devam etmiştir.İslâm coğrafyasının genişlemesi ile camilerde, daha sonra da medreselerde din öğretimi verilmiştir(15).

Din öğretimi, Cumhuriyetle birlikte ilk ve orta öğretim düzeyinde çeşitli aşamalardan geçerek sürdürülmüştür. 1982 Anayasası ile de Din eğitim ve öğretimi ilk ve orta öğretimde zorunlu dersler arasında yerini almıştır (16).

Böylece din öğretimi anayasal dayanakla ve devlet kontrolünde yapılır duruma gelmiştir. Din öğretiminin vatandaşlara çağdaş bilimin verileri ışığında, profesyonelleşmiş öğretim elemanları tarafından yeterince verilememesi durumunda ortaya bir dizi yanlışların çıktığı, vatandaşların bu hizmetleri illegal yollardan ve ehil olmayan kişilerden aldığı görülmüştür. Bu durumun birey ve toplumu nasıl taassuba götürdüğü ve kamplaşmalara neden olduğu acı tecrübelerle yaşanmıştır(17). Bu sebeple devletin, vatandaşının ihtiyaç duyduğu din öğretimini akılcı, bilimsel ve teknolojik gelişmeler ışığında, dinin öz ve esprisine uygun olarak, akademisyen ve uzmanların önerileri doğrultusunda almalarına öncülük etmesinden daha doğal bir durum olamaz.

Sosyolojik olarak bireyin öne çıktığı, bireysel düşünce ve hürriyetlere öncelik tanındığı, öğretimde “Oluşturmacı Yaklaşım” (18) ve “Pozitif Disiplin” (19) anlayışının hakim olduğu, öğretmen merkezli yerine öğrenci merkezli öğretimin kabul gördüğü çağımızda biz(Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenleri) de bu gelişmeleri göz ardı edemeyiz.

Din öğretimini, öğretmenin dikte ettireceği, belleteceği, psikolojik bir baskı kullanarak öğrencilere görüşlerini kabul ettireceği bir yönteme dayandıramayız. Din öğretiminin amacının “yetişmekte olan nesle din hakkında doğru bilgi vermek, onların toplumda yaygın olan zihniyetler üzerinde düşünmelerini sağlamak ve gençleri bilinçlendirmek” olduğu gerçeğinden hareketle, öğrencilerimizin inançla ilgili tercihlerini özgür iradeleriyle yapabilme ve toplum içinde istismar edilmelerini engelleyecek şekilde rehberlik etmeliyiz (20).

Din öğretminin sayılabilecek birçok problemi bulunmaktadır.Ancak biz burada bunlardan, öğrencinin düşünmesine, özgür bir şekilde karar vermesine ve yeni fikirler üretmesine engel oluşturduğunu düşündüğümüz bazı problemleri ele alacağız. Bu amaca uygun olarak problemleri ortaya koyup, Kur’an’dan ve İslâm tarihinden örnekler ışığında değerlendirmelerimizi yapmaya çalışacağız.

YANLIŞ HEDEF TESPİTİ

Öncelikle din öğretimi veren öğretmenin hedefi, öğrencilerin kayıtsız şartsız Mümin ve Müslüman yapılmaları değil,Mümin ve Müslüman’ın vasıflarını Kur’an ve Hadisler ışığında en sade ve anlaşılır şekilde ortaya koyarak seçim yapmasına yardımcı olmaktır.Bu yaklaşım ilk anda birçok kişi tarafından yadırganabilir ve tenkide uğrayabilir.Ancak biz din öğreticileri, yadırganmak ya da olumsuz bir tenkit endişesiyle hem çağdaş öğretim yöntemlerine ters düşen, hem de İslâm’ın onay vermediği bir yaklaşımın devamının savunucusu olamayız. Biz biliyoruz ki, insan, akıl ve düşünme özellikleri sebebiyle varlıkların en üstünü (21), canlı-cansız bütün varlıkların onun hizmetine sunulduğu bir konuma sahiptir. Esasen din de, akıl ve düşünmesi sebebiyle, insanlar için söz konusu olmuştur.

Öğrencilerin duygu, düşünce, söz, eylem ve ölümden sonraki hayatını şekillendiren din öğretimi konusunda düşünmelerine, seçme özgürlüklerini kullanmalarına fırsat sağlamamız, Kur’an ve Hadis’in özüne de ters düşmemektedir.

Kur’an’da, Hz.Peygamber’e, insanları Mümin ve Müslüman yapmak gibi bir hedefinin olmadığı, İslâm’ı sadece yumuşak ve güzel bir şekilde anlatması gerektiği belirtilmektedir(22).

Ayrıca İslâm Kelamcıları imanı, kabul olma derecesine göre iki kategoride ele almışlardır. Birincisi; Bireyin aklını kullanmadan ve düşünmeden sadece çevrenin telkini ile oluşan, kişinin İslâm toplumunda doğup büyümesi sonucu olarak sahip olduğu “Taklidî İman”dır (23). Bunlardan ikincisi tavsiye ve tercih edilir.Çünkü imanı taklidî düzeyde kalan kişi, istismarcıların ileri süreceği itirazlar karşısında verecek bir cevabı olmayacak ve inancı çabucak sarsıntıya uğrayabilecektir.

Bu tezimizi destekleyen bir başka örnek de Hz.Peygamber’in Mekke fethindeki tutumudur.Hz.Peygamber Mekke’yi fethetmiş, Mekkeli Müşrikleri bir araya toplamış, bir konuşma yaparak, Müslüman olmalarını şart koşmadığı gibi, onların yaptığı zulüm ve işkencelere karşı, misilleme yapılmayacağı teminatını vererek herkesi serbest bırakmıştır(24). Onlara düşünme fırsatı da tanıyarak kendi iradeleri ile Müslüman olmalarını sağlamıştır.

Bu örnekler din öğretiminde hedefimizin, dinî mirasımızın aktarılmasının sadece kabul tarzında değil, düşünmeye, dikkate alınmaya ve mirası değerlendirmeye davet tarzında geliştirilmesi gerektiğini göstermektedir(25). Kur’an ve Sünnet de bireylere bir görüşü empoze etmek yerine, alternatifler sunarak, seçim yapma özgürlüğünün tanınmasını önermektedir.

AŞIRI KORUMACI BİR YAKLAŞIM

Din öğretiminde karşımıza çıkan bir sorun da Mümin ve Müslüman’ın günah işleme riski bulunduğunu düşündüğümüz konularda daha sınırlayıcı davranma eğilimimizdir.Örneğin, oruçlu iken denize girmenin, orucu bozma riski yüksek olması sebebiyle, yasak gibi takdim edilmesi. Öğrencilerin abdestsiz olarak, tanımak, bilgi edinmek amacıyla Kur’an-ı Kerim’e el sürmelerinin yahut ta camileri ziyaretinin mümkün olmadığının söylenmesi gibi. Bu anlayış, öğrencilerin bilgi edinme ve dinî eylemler sergilemesinin önüne engeller koyarak dine karşı ilgisinin azalmasına sebep olabilmektedir.Bunun gerekçesi öğrencilerin hem daha dindar olmalarına yardımcı olmak, hem de onların her bilgiyi kavrayamayacakları, iyi ile kötüyü ayırma kabiliyetinin tam olarak olgunlaşmadığı yaklaşımıdır.Bu yaklaşım, özünde samimi görünse de, çağdaş öğretim ve İslâm mesajı ile uyuşmamaktadır.Çağdaş öğretimde, bir problem öğrencinin kavrayış seviyesine uygun sergilendiğinde, onun her türlü bilgiyi alıp, benimseyip, geliştirecek kabiliyette olduğu kabul edilir (26). Ayrıca Allah insanlara akıl vermiş ve düşünmelerini önermiştir(27). Buna göre derslerimizde bir konuda tek bir düşüncenin ortaya konması yerine, varsa konu ile ilgili değişik yorumları ve risklerini sınıf seviyelerinde ele alarak tartışmalı, sonuçta sorumluluğu kendisine ait olduğu da belirtilerek öğrencilerin bilinçli bir şekilde seçim yapmalarına fırsat verilmelidir.

Biz öğrencilerimize koruma içgüdüsüyle yaklaşamayız.Çünkü öğrenciler ya da bireyler bizim tekelimizde değildir.Kişilere acımak, onların düşünemediklerini, bilemediklerini, onlar adına bizim düşünmemiz,Hz.Peygamber’in uygulamalarına da ters düşmektedir.

Hz.Peygamber, Muaz b.Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken ona, orada nasıl hükmedeceğini sorar. Muaz da sırasıyla, Kur’an, Sünnet ve bu ikisinde hüküm bulamaması durumunda, Kur’an ve Sünnet’in özüyle çelişmemek üzere kendi yorumlarıyla karar vereceğini söylemesi Hz.Peygamber’i sevindirir(28).Bu örnekte Hz.Peygamber, kişinin karşılaştığı problemleri çözmede akıl yürütmesinin önemine dikkat çekmektedir.

Biz din öğreticileri olarak konularımızı açık, net, alternatiflerle ve tartışacak ortamı hazırlayarak sunabilirsek, öğrenciler bundan zarar değil, aksine en üst düzeyde fayda da görürler. Çünkü İslâm dini Hz.Peygamber’in ifadesi ile “fıtrat dini” yani düşünen, araştıran birinin akıl ölçüleri ile kabullenebileceği ölçüde düzenlenmiştir(29).

Bu noktaya açıklık getirmesi bakımından Atatürk’ün şu tespitini de hatırlatmakta yarar görmekteyiz.Atatürk;“Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir.Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur.Bir dinin tabii olabilmesi için akla, fenne, ilme, mantığa uygun düşmesi gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygun düşer.” (30)

Normal gelişen her çocuğun, yetişkinleri hayrette bırakacak şekilde, varlığımız, hayatın başlangıcı, ölüm, ahıret hayatı vb. konularda sorular sorduğuna hepimiz şahidiz. Böyle, cevabı güç soruları sorabilen çocuğa, dini bilgiler, seviyesine uygun bir edebî üslûpla verildiğinde ve çocuğu düşünmeye, ayırt etmeye yönlendirecek şekilde konsantre edebildiğimizde her cevabı kavrayıp kuşatacak bir zihin kabiliyetine sahip olduğunu unutmamalıyız (31).

Çağımız toplumu, bilgi toplumu olarak adlandırılmaktadır.Bu çağda bireyin ve toplumun temel güç ve sermayesi bilgi olarak kabul edilir.Birey ve toplumların bilgiye ulaşabilmeleri için girişimci, yaratıcı, bilgi teknolojisini kullanabilen, üreten, sorumluluk alan, kendini yenileyen bir felsefeye sahip olmaları gerekir (32). Yüzyılımızın bu şartlarında öğrencinin belli bir görüş, düşünce, mezhep, ideoloji ve yorumlara açık, diğer görüşlere kapalı tutularak yetiştirilmesi, onu kararsız, medenî cesaretten uzak, tahammülsüz ve hoşgörüsüz yapacak, böylece bulunduğu çevre ve toplumu için potansiyel bir problem hâline getirecektir. Halbuki din öğretiminin amacı bu değildir(33).

ÖĞRENCİNİN HATA YAPMA ENDİŞESİ

Öğrencilerin hata yapacakları varsayımından hareketle de onlara aşırı müdahaleyi meşrulaştıramayız. Yanlış yapma genelde bütün insanların, özellikle de öğrencilerimizin ayrılmaz niteliği olduğunu unutmamalıyız.Her şeyi çok güzel bilen ve yapan bireyin okulda işi olamayacağı gibi, hata yapmama ya da yaptırmama düşüncesine sahip birisinin de kendisine, toplumuna, bilim ve teknolojiye yapacağı en küçük bir katkı yoktur.Eğitimciler hata ile eğitimin de öğrenmede bir metot olduğunu belirtmektedirler(deneme-yanılma) (34). İslâm Peygamberi bu noktayı çok iyi tespit ederek, biz din öğreticilerine de örnek olacak kuralını koymuştur.Hz.Peygamber:“Bir müçtehit (35), yaptığı yorumunda isabet etmişse kendisine iki sevap, şayet yaptığı yorumunda yanılmışsa kendisine bir sevap verilir,” buyurmuşlardır (36). Çünkü bu yanlış kararın verilişinde bir art niyet yoktur. Aksine karşılaşılan bir problemin çözüm gayreti söz konusudur. Bir düşünelim; Hz.Peygamber“hata yapan müçtehide bir ceza verileceğini” söylemiş olsaydı hangi Müslüman,Avrupa’nın gelişmesine de öncülük ettiğini bildiğimiz buluşlara ve gelişmelere imza atabilirdi?(37)

MİLLÎ KAHRAMANLAR VE DİNÎ ŞAHSİYETLERİN TABULAŞTIRILMASI

Üzerinde durmamız gereken bir başka problem ise millî kahramanlarımız ve dinî şahsiyetlerimizin derslerde işleniş şeklidir.Birey ve toplumların yaşamında bu kahramanların ve şahsiyetlerin oluşturacağı olumlu katkıyı göz ardı edemeyiz. Derste motivasyonu sağlamak, vatan ve millet sevgisinin geliştirilmesine katkıda bulunmak için millî ve manevî kahramanlarımızla ilgili olaylara yer vermeliyiz (38). Ayrıca masallar, öyküler, kahramanların ve büyük insanların hayat hikâyeleri çocukların iradeleri üzerinde kalıcı etkiler yapmaktadır.Özellikle din eğitimcilerinin Hz.Peygamber’in hayatından örnekleri öğrencilerin ilgisini çekecek bir şekilde vermesi çok önemli bir yer tutmaktadır (39). Bu nedenle bu şahsiyetlerin öğrenciler üzerinde meydana getirmesini istediğimiz etkiyi dikkatli bir şekilde işlememiz gerekmektedir.Millî ve manevî şahsiyetlerimizin sunulmasında öğrencilerimizi düşünmeye, çalışmaya, üretmeye, toplumuna ve milletine faydalı bir birey olarak katkıda bulunmaya özendirecek bir hedef gütmeliyiz. En önemli husus, din bilginlerimizin biyografilerinin, öğrencilerimizin düşünme, araştırma ve atılım ruhunu köreltecek bir şekilde sunulmamasıdır.Onları birer tabu olarak göstermemeli, ilahlaştırmamalıyız. Örneğin, X’den daha büyük bir din bilgininin gelemeyeceği, dinî konularda bütün problemlere çözüm ürettiği, bizim ise onun bu çözümlerini öğrenip uygulamamız gerektiğini, X’in tenkidinin mümkün olmadığını, o günden bu güne onu tenkit edecek bilgi ve birikime sahip bilim adamlarının bulunmadığını ve bundan sonra da gelemeyeceğini öğretmek yanlıştır. X gerçekten de döneminin dâhisi bir şahsiyet olabilir.Onun hayatından öğrencilerimize örnek olarak göstereceğimiz çok olaylar da vardır.Örneğin, akla, düşünmeye büyük çapta önem vermesi ve bu özelliklerine bağlı olarak da çağdaşlarına göre çok üretim yapmış olması gibi.Ancak bu özellikleri X’in tabulaştırılmasını ve günümüz bilim adamları ile kıyaslanmasını gerektirmez.Bir çağda yaşamış bilim adamlarının başka çağlarda yaşayan bilim adamlarıyla karşılaştırmasının ne mantıkî ne de bilimsel bir değeri vardır.Çünkü her çağın ve çevrenin düşünsel, bilimsel, teknolojik, kültürel, sosyal ve siyasal şartları bakımından farklılık arz ettiğini biliyoruz. Bir örnek olsun diye İmam-ı Azam Ebu Hanife’yi ele alalım. Ebu Hanife akıl yürütme (kıyas) metodunu kullanarak dinî problemleri çözmede çağının en önde gelen bilim adamlarındandır.Ancak çağdaşları ve daha sonra gelen birçok İslâm bilgini tarafından tenkit edilmiştir.Örneğin,Ebu Hanife’yi öğrencisi Ebu Yusuf (40) eleştirmiştir.Diğer taraftan Ebu Hanife’nin bizzat kendisi Hz.Peygamber’in dışında kendinden önceki İslâm bilginleri için“onlar nasıl içtihat ettilerse ben de öylece içtihat ederim” (41) diyerek onların görüşlerini birçok yönden tenkit ettiğini unutmamalıyız.

Bu konuda Hz.Peygamberden de örnek sunalım:Bedir Savaşı sonunda esirlere nasıl muamele edileceği konusunda birkaç görüş ortaya çıkmış ve Hz.Peygamber’in de benimsediği görüş uygulanmıştır. Ancak Yüce Allah, Hz.Peygamber’in tercih ettiği görüşü değil,Hz. Ömer’in ortaya koyduğu görüşü onaylamıştır(42). Yine Hz.Peygamber’in vahye dayanmayan konularda, herhangi bir karar aşamasında arkadaşlarının görüşlerine baş vurduğunu ve onların görüşlerini uyguladığını görmekteyiz (43).

Bu örnekler Hz.Peygamber’in vahiy dışındaki durumlarda kendisinin de yanılabileceğini, kendisi dışındaki insanların daha isabetli görüşler önerebileceğini, kendisinin tabulaştırılamayacağını göstermektedir.Belki de bugün İslâm aleminin karşı karşıya bulunduğu durum, düşünce adına yaptığı tek çalışmanın, geçmişiyle övünmesi veya geçmişteki birkaç ilim adamının ortaya koyduğu düşünceyi nesillere aktarmaktan öteye bir iş yapamamış olmasıdır. Halbuki atalarımızdan aldığımız bilimsel mirası sürekli düşünce üreterek beslemeli, toplumun düşünce hayatına canlılık getirmeliyiz (44).Bu anlayışı da İlköğretim çağından itibaren öğrencilerimize kazandırmalıyız.Çünkü,“Ağaç yaş iken eğilir” ata sözünü unutmamalıyız.

SONUÇ

Birey ve toplum hayatının vazgeçilmez bir müessesesi olan din öğretiminin çağdaş bilimsel metotların kullanılarak yapılması, istenilen hedefe ulaşmada büyük önem taşımaktadır.Din öğretiminde amaç, öğrencileri düşünmeye, yorumlamaya, seçmeye, fikir üretmeye ve sorumluluk duygusu kazandırmaya yönlendirecek bir rehberlik olmalıdır.

Çağdaş öğretim yöntemi ile Kur’an ve sünnet mesajının uyum içinde olduğu da unutulmamalıdır.Bu sebeple dikte ettirici, sadece dinin belli bir yorumuna yer veren, aşırı korumacı, hata yaptırmama ve millî ve dinî şahsiyetlerimizin tabulaştırılarak sunulması yaklaşımı her iki yöntem tarafından da kabul görmemektedir.

 

 

* Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Amasya Eğitim Fakültesi, Öğretim Üyesi.

**Amasya Atatürk Lisesi, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmeni.

(1) Süleyman Hayri Bolay-Kazım Sarıkavak. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi, Ankara, 2001, s.20; Ahmet Kahraman. Dinler Tarihi, İstanbul, 1975, s.19; GünayTümer-A.Küçük. Dinler Tarihi, Ankara, 1977, s.1.

(2)Hüseyin Peker, Din ve Ahlâk Eğitiminin Psikolojik ve Metodik Esasları, Samsun, 1991, s.14.

(3)S.Ülgener. Zihniyet ve Din, İstanbul, 1981, s.14.

(4)Halis Ayhan. “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretiminin Başlıca Meseleleri”, Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri (8-10 Nisan 1988), Ankara, 1991, s.341-345.

(5)Amiran Kurtkan. Din Sosyolojisi,İstanbul, 1985, s.271.

(6) Peker. a.g.e., s.16.

(7)Bolay-Sarıkavak. a.g.e., s.22.

(8) Bolay-Sarıkavak. a.g.e., s.22.

(9) Bolay. “Yetiştirilecek Nesillere Kazandırılması Gereken Değerler”, Din Öğretimi Dergisi, Sayı:21, (Kasım 1989), s.17-21.

(10) H.Desroche, Sociologies Religieuses, Puf, Paris, 1968, s.60; S.Dönmezer, Sosyoloji, İstanbul, 1978, s.257.

(11)Peker. a.g.e., s.16.

(12) Cevat Alkan. Eğitim Teknolojisi,Ankara, 1997, s.1.

(13) İslâm tarihinde Darulislâm diye bilinen bu ev, ilk Müslümanlardan Mahzumî kabilesinden Erkam’a aittir. Mekkeli Müşriklerin baskıları yüzünden Hz.Peygamber bu eve yerleştiler.Burada bir taraftan Ashaba dinî bilgiler öğretirken, bir taraftan da onlara Kur’an okuyor ve onlarla namaz kılıyordu.(M.Asım Köksal,“Dârulerkam”, DİA., VIII, İstanbul, 1993, s.520).

(14) Hz.Peygamber’in Medine’ye hicretten hemen sonra yaptırdığı,Mescid’in (Mescid’i-Nebî) bitişiğine Evi olmayan fakir ve bekar gençlerin yurt olarak kaldığı odalara verilen addır. (Muhammet Hamidullah, İslâm Peygamberi,II,İstanbul, 1980, s.829-836).

(15)Geniş bilgi için bkz. Ziya Kazıcı,“İslâm EğitimTarihi”, Din Öğretimi Dergisi, Sayı:16, (Eylül 1998), s.42-49.

(16) Bilgi için bkz. Peker. a.g.e., s.19-22.

(17)İsmet Parmaksızoğlu, Türkiye’de Din Eğitimi,Ankara, 1966, s.4; Beyza Bilgin, Türkiye’de Din Eğitimi ve Liselerde Din Dersleri,Ankara, 1980, s.13; Ayhan. a.g.m., s.341.

(18) Öğrencilerin derse aktif olarak katılımını sağlamak amacıyla, öğretmenin belirlediği problemin çözümüne teknolojik kaynaklardan yararlanarak öğrenimlerini oluşturmalarına “oluşturmacı yaklaşım” denilmektedir (Bkz. AşkınAslan-Gönül Güneş, “Oluşturmacı Öğrenme Yaklaşımına Göre Hazırlanmış Örnek Bir Ünite Etkinliği”, Millî Eğitim,Sayı:147, (Temmuz-Ağustos-Eylül 2000), s.50-53).

(19) Çocukların kendi eylemlerini kontrol edebilmelerine ve ortaya çıkan problemleri çözebilmelerine olanak sağlayan yönteme “Pozitif Disiplin” denir. Bu yöntemde çocuğa yaptığı seçimden dolayı sorumlu olacağı da öğretilir. (M.Eaton, “Positive Discipline: Fostering the self-esteem of young children”,Young Children, 52, (September 1997), s.44-45). Pozitif disiplin öğrencilere seçim hakkı tanıdığından, sorumluluk alma ve özgürlüklerini artırıcı bir cesaret duygusu verir.(K.Stephens,“What’s so Positive About Positive Discipline?And Other Mysteries of Child Quidance”, Child Care Information Exchange, 87, (1992), s.30-33).

(20) Mualla Selçuk.“Din Öğretiminin Kurumsal Temelleri”,Din Öğretiminde Yeni Yaklaşımlar,İstanbul, 2000, s.13; Gürcan Ültanır. “Öğretmen Beklentileri ve Disiplin Sorunları”, Millî Eğitim, Sayı:141, (Ocak-Şubat-Mart 1999), s.43-50.

(21)Kur’an, Tîn, 95/4.

(22)Kur’an, Bakara, 2/119; İsra, 17/105; Elmalı’lı Muhammet Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili,İstanbul, 1971, VIII, s.5787.

(23)Komisyon, İlmihal I, (Türk Diyanet Vakfı Yay.), İstanbul, 1999, s.71-72.

(24)Philip K.Hitti. Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi I, Çev. SalihTuğ, İstanbul 1995, s.175.

(25)Colin Alves.“Niçin Din Eğitimi”,Din Öğretimi Dergisi, Sayı:33, (Mart-Nisan 1992), Çev. Muallâ Selçuk, s.20-26.

(26) Beyza Bilgin,“Öğretmenlik Mesleği”, Din Öğretimi Dergisi, Sayı:21, (Kasım 1989), s.13-16.

(27) Kur’an,Rad, 13/19; Sad, 38/43; Zümer, 39/21.

(28) Hamidullah. a.g.e. II, s.951.

(29) Müslim,Ebu’l-Hüseyin Müslim b. Haccâc, Câmiu’s-Sahîh, İstanbul 1329, “Kader”, 22-25; Buhârî, Muhammed b. İsmail,Câmiu’s-Sahîh,İstanbul 1329, “Cenaiz”, 79, 80.

(30) Atatürk, Söylev ve Demeçler,II, Der. Nimet Unan, Ankara, 1959, s.90.

(31)Beyza Bilgin. “Eğitimin Temellerinden biri olarak Din Eğitimi”Din Öğretimi Dergisi,Sayı:33,(Mart-Nisan 1992), s.9-14.

(32)Salih Atalay, “Bilgi Toplumunun Sorunları”,Modern Öğretmen Yetiştirmede Gelişme ve İlerlemeler Sempozyumu,Ankara, 1996, s.553; Tınaz Titiz. “Örgütsel Değişme ve Geleceğin Okulu”, Milliyet Gazetesi, Sayı:105, (1998), s.11.

(33)Süleyman Hayri Bolay-Kazım Sarıkavak. a.g.e., s.35-36; Millî Eğitim Bakanlığı, Tebliğler Dergisi, Ekim 2000/2517, s.918.

(34)Çağlayan Dinçer. “Pozitif Disiplin Tekniği ve Çocuklarda Öz Denetimi Sağlama Yolları”,Millî Eğitim, Sayı:147, (Temmuz-Ağustos-Eylül), s.17-20.

(35)Gerekli şartlarda kendinde toplayarak şerî/dinî hükümleri çıkartma melekesini elde eden bilim adamına Müctehit denir.(H.Yunus Apaydın. “İctihad”, DİA., XXI,İstanbul, 2000, s.437).

(36)Buharî, Sahih, “İ’tişam”, 13, 21; Müslim, Sahih, “Akziye”, 15.

(37) Farabî ve İbn Sina gibi Müslüman Türk bilginleri Kur’an ve Hz.Peygamber’in akıl yürütme ve yeni fikirler üretmeyi teşvik eden bu yaklaşımı nedeniyle Avrupa üniversitelerinde yüzyıllarca okutulan fikir ve buluşların sahipleri olmuşlardır. (Geniş bilgi için bkz.:Mahmut Kaya, “Farabi”, DİA., XII, İstanbul 1995, s.145-162; Sigrid Hunke, Avrupa’nın Üzerine Doğan İslâm Güneşi, Çev.:Servet Sezgin,İstanbul 1972, s.133, 210-233; Ahmet Gürkan İslâm Kültürünün Garbı Medenileştirmesi, Ankara trz., 259, 271).

(38)Şükrü Keyifli. “DinKültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmenlerine Bazı Tavsiyeler”, Din Öğretimi Dergisi,Sayı:15, (Haziran 1988), s.63-66.

(39)Beyza Bilgin.“İnanç, İbaret ve Ahlâk Öğretimi İlkokullar Öğretmenleri İçin”, Din Eğitimi Dergisi,Sayı:15, (Haziran 1988), s.16-22.

(40) Muhammed Ebu Zehra, Ebû Hanîfe,Çev.Osman Keskioğlu, Konya, 1981, s.232-235.

(41)Muhammed Ebu Zehra. a.g.e., s.132.

(42)Kur’an, Enfal, 8/67-69; Elmalı’lı Muhammet Hamdi Yazır, a.g.e., IV, s.2431-2433.

(43) Geniş bilgi için bkz.Mustafa Zeki Terzi, Hz.Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn Döneminde Askerî Teşkilât, Samsun, 1990, s.98-100.

(44)Gıyasettin Kaya. “Düşüncenin inamiği”, Din Öğretimi Dergisi, Sayı:24, (Eylül 1999), s.51-57.

 

 

İçindekiler...

© T.C. MEB Yayımlar Dairesi Başkanlığı
Teknikokullar, ANKARA
Tel. (312) 2128145
Fax (312) 2124668
med@meb.gov.tr

 

[ yukarı ]

Arşiv