MİLLİ EĞİTİM DERGİSİ

Sayı 162

Bahar 2004


TELEVİZYONUN EĞİTİMDEKİ YERİ VE TELEVİZYON DİZİLERİNDE VERİLMEK İSTENEN MESAJ

Recep ÖZKAN*

 

Televizyonun Birey ve Toplum Üzerindeki Etkisi

insanların kimi zaman can sıkıntısından, kimi zaman vakit geçirmek için, kimi zaman da eglenmek ve bilgilenmek amacıyla karsısına geçtigi televizyon çagımızın popüler iletisim araçlarından biri olmaya devam etmektedir. Hem eglendirme hem de egitme islevini, insanları hiçbir zahmete sokmadan gerçeklestiren televizyon; is yaparken, kitap okurken, hatta eglenirken dahi izlenebilme özelligine sahiptir. Bu nedenle  “televizyon, tarihte ilk kez, ... milyarlarca insan tarafından, kolaylıkla ve yaygınlıkla izlenebilen yegane iletisim aracıdır.1 TV yıgınlara sunulan bir “elma sekeridir”bir anlamda.2 “Çagımız insanının büyük tutkusu,... milyonlarca insanı, boyutları daha önce su ya da bu sekilde saptanmıs bir kalıplasmadan geçirme aracı”3dır.

Olumlu kullanıldıgında çok faydalı ve verimli bir egitim aracı olarak belirtilen televizyon, günümüzde evlerin bas kösesindeki yerini almıs durumdadır. Bir çok aile ortamında, ilk zamanlarında, açılısından kapanısına kadar açık bulunan televizyon, artık neredeyse yirmi dört saat seyredilmektedir. “... televizyonun araç olarak seyirciyi her seyi izleme zorunda bırakan bir kullanımı var. TV, radyo gibi kolaylıkla açılıp kapatılamıyor. Televizyonun devamlı açık oldugu aileler oldukça fazla ve bu taktirde haber, kültür ve eglence programlarının arasına sokusturulan reklamlar da kaçınılmaz olarak seyrediliyor.4 Televizyon izlemek, izlenenler önemsiz programlar olsa bile, yapı geregi düsük düzeyli bir entelektüel etkinlik degildir; çocuklar programları, onları gündelik yasamlarındaki, öteki anlam sistemleriyle iliskilendirerek okurlar.”5 insanın bes duyusunu sanal da olsa harekete geçiren televizyon, bu özelligiyle çagımızın en önemli egitim araçlarındandır. Böylesi önemli bir egitim aracının bireyi yönlendirmedeki etkisi tartısmasız çok önemli görülmektedir. Olumlu kullanımında aynı anda milyonlarca insanı olumlu yöne kanalize edebilme özelligine sahiptir. Olumsuz kullanımında ise en tehlikeli silahtan daha etkili, sinsi bir zehir gibi insanları yok etme gücüne sahip olabilmektedir. 

izlendigi anda kendisinden baska hiçbir iletisim aracına izin vermeyen televizyonun çocukları saldırganlastırdıgı, taklitçilige özendirdigi, gençleri suça tesvik ettigi gibi bir çok olumsuz niteliklere sahip oldugu öne sürülmektedir.6 Ülkemizde yayın hayatına basladıgında program sıkıntısı nedeniyle daha çok yabancı program agırlıklı yayın yapılmaktaydı. Yerli yapımı programlar izleyiciler tarafından merak ve heyecanla ve saatinden önce televizyon karsısına geçerek beklenirdi. izleyenler /izleyemeyenlere büyük bir heyecanla anlatır, begendikleri oyuncuların yerinde olmak istediklerini çesitli ifade ve davranıslarla ortaya koyarlardı. Fazla seçenek imkânı olmadıgı için de izleyiciler ne yayınlanırsa onu izlemek zorunda kalırlardı.  Zamanla özel kanalların çogalması, izleyicileri bir çok yayın arasında seçici olmaya yönlendirdi.

Birey televizyon karsısında, kendisini televizyondaki aktörün yerine koyarak, televizyondaki aktörün canlandırdıgı karakteri kendi hayatında oynamaya, yansıtılan yasamın özlemini duymaya yönelebilmektedir. izledigi filmdeki begendigi karakterle kendisini öylesine bütünlestirmektedir ki artık onlar hayatının bir parçası olmaktadır. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak televizyonlarda yayınlanan programlar aracılıgıyla izleyicilere çok degisik mesajlar iletilmektedir. “Televizyon, artık, toplumu ve onun es temel birimi olan aileyi, onun üyelerini bir tür ‘mesaj bombardımanı-iletisim saganagı’ altında bırakmaktadır”.7 izleyiciler, verilmeye çalısılan bu bombardıman ve saganak hâlindeki mesajları çogunlukla elemeye tabi tutmadan, oldugu gibi almak durumunda kalmaktadırlar. “Televizyon mesajları bireylere, arasında seçim yapamayacakları türden homojen mesajlar vermektedir ve bu nedenle de bireyler seçici olma anlamında özgür degildir.”8 Özellikle çocukların televizyonun verdigi mesajlardan olumsuz etkilenmeleri oranı daha fazladır. Bali çekme alıskanlıgına nasıl basladıgı sorulan bir tiner koklayıcısı; “Televizyonda bu konuda yayınlanan bir haber programında çocukların baliyi nasıl çektikleri uygulamalı olarak kullananlara anlattırılıyordu. Merak ederek evde misafir olusundan faydalanıp kimseye görünmeden evin kilerine indim. Orada bulunan baliyi alarak denedim. Ondan sonrada alıskanlık yaptı, bırakamadım.”9 sözleriyle açıklamaktadır. Hırsızların emniyet güçleri tarafından tatbikatının, tüm ayrıntılarıyla haber olarak hemen bütün kanallarda yayınlanması hırsızlıgın âdeta püf noktalarının en ince detayına kadar gösterilmesi; dolandırıcıların nasıl is yaptıklarının da yine aynı sekilde televizyonlarda defalarca yayınlanması acemi hırsızlar için egitici bir program niteligi tasımaktadır. Bu ve buna benzer programlar, televizyonun haber niteligi dahi olsa düsünülmeden yayınlanan programlarının ne derece etkili oldugunu açıkça göstermektedir. Tele vole diye tabir edilen programlar hemen her gün her kanalda yayınlanmaktadır. Yayınlanan bu programlarda çok kısa sürede çok lüks ve rahat bir hayata kavusma, nerede aksam orada sabah, paranın su gibi aktıgı bir  yasamın sunulması, böyle bir yasama özenti nedeniyle nice ailelerin dagıldıgı, nice genç kızların hayatlarının karardıgı yine aynı kanallarda haber olarak yer almaktadır.  Birey hayatında çok önemli bir yeri olan ailenin egitim islevi televizyonun etkisiyle sarsıntıya ugramaktadır. Bir çok aile çocuklarına maddî ve manevî toplumsal degerlerini ögretemediklerinden, çocuklarının televizyonlardan daha fazla etkilendiklerinden yakınmaktadırlar. Bu durum, “... televizyonun ailenin toplumsal yasama bakısında ve onların model alabilecekleri  bir kültürel referansın (yaygın ve ortak bir görüsün) olusturulmasında belli bir oranda etkili oldugunu göstermektedir.”10 Topluma yol göstermedeki rolü su götürmez bir gerçek olan televizyonun, bu yol göstericiligi toplum yok etmeye yönelik degil de toplumu olumlu yöne kanalize edecek bir yol göstericik olması gerekmektedir.

Televizyon; birey yapısının derinliklerine etki ettigi toplumlarda “televizyon birey”in meydana gelmesini saglayarak, “televizyon toplum”u olusturmaktadır. Bu baglamda televizyon, temel özelliklerini kendisinin belirledigi birey ve de toplumlar olusturma iktidarına sahip görülmektedir.11 Düsünmek, özerklik ve elestirel mesafe, sistematik ve kisisel yargı gerektirir. Oysa televizyon seyircisini, birbirine benzeyen, esit düzeylerde betonlasmıs bireyler hâline getirmektedir. Çünkü televizyon, gösterdiginin dogru olduguna inandırmada büyük bir beceriye sahiptir.12 Belirli bir mesaj sisteminde ancak mevcut olan izlenebileceginden, bu mevcut olanın sayısı, sıklıgı, karmasıklıgı ve dagılımı, neyin izlendigini gösterir.13 Televizyon, dogrunun yanlıs, yanlısın dogru olarak, izleyiciye fark ettirmeden çok rahat bir sekilde verilebilecegi bir etkileme gücüne sahiptir. Halkın tarihten gelen yanlıs, batıl inanç ve tutumları; cahillik sonucu ya da çıkar çevrelerince halkın öz kültürü ve inancı hâline getirilmistir. Örnegin: Devlet kanalının birinde halkın çok begeniyle izledigi bir komedi dizisinde; “birinin elinden makas almak, kavgaya neden olur”... “bak gördün mü kavga ettik” sözleriyle; batıl inanısı o kadar ustaca islenmektedir ki izleyicilere “Bakınız, gerçekten kavga ettiler.” mesajı verilmektedir.

1850’de telgrafın icadıyla baslayan elektronik kitle iletisimine -özellikle de televizyona- geçis, iletisimi kisiselden ve yerelden gayri sahsiye ve küresele çevirerek bilginin, nitelik, miktar, akıs ve alınısını degistirmis, simgesel çevrenin denetimini evden, okuldan koparmıstır. Analitik becerilerin yerine ilkel algılamaları geçiren medya, düsünsel toplumsal hiyerarsilerin çöküsünü, çocuk ve yetiskin kategorileri arasındaki farkları kaldırarak bir anlamda 14. ve 15. yüzyıl iletisim ortamına dönüsü simgelemistir.  Bu ortam, gizlerin ortadan kalktıgı,  yetiskin dünyasındaki siddetin, sıkıntı, çürümüslük, yolsuzluk ve güvensizliklerin alabildigine sergilenip paylasıldıgı, yetiskinlerin cinsel fantazilerinde çocukların kullanıldıgı, tüketiciligin sagladıgı doyumun çocuklara etkinlikle aktarıldıgı bir ortamda14 birey hayatını tamamen ipotek altına alan medya onu istedigi gibi yönlendirme gücünü de elinde bulundurmaktadır. Günümüzde basın kartını takan ya da kamerayı eline alan, kendisine kapalı kapıların olamayacagı düsüncesiyle pervasızca hareket edebilecegini düsünerek insanların özel hayatlarına dahi girmeyi kendilerine bir hak saymaktadırlar. En ciddî program olarak düsünülüp karsısına geçilen haber programlarında dahi toplumun özellikle de çocukların dünyasını alt-üst edecek görüntülerle her an karsılasmak mümkündür.

Günümüzde, ülkemizin modern dünya arenasındaki yerini alabilmesi, gelismis modern toplumlar seviyesine ulasabilmesi için hemen her kurum ve kurulusuyla azamî bir çaba içerisinde gayret verilmektedir. Bu yolda televizyonlar, halkı bilinçlendirme ve yönlendirme anlamında çok önemli bir görev üstlenmis bulunmaktadır. Hemen her kanalda her gün Avrupa Birligi, küresellesme, modernlesme, demokrasi vb. konular islenmektedir. Bu yolda yapılması gerekenler, ulusça ve bireyce nasıl davranılacagı anlatılmaktadır. Bu durum televizyonların egitme ve yönlendirme islevini yerine getirdigi izlenimi dogrulamaktadır.  Fakat diger yandan son zamanlarda farklı kanallarda yayınlanan dizilerin, eskiye özenti, geri dönüsü ister bir hava olusturdugu, belli bir bölgenin geleneklerinin toplumun genel kültür yapısı gibi yansıtıldıgı da dikkatlerden kaçmamaktadır. 

Demokratik, laik ve hukuk devletinin temelini bireylerin özgürce hareket edebilme, kendi basına karar verebilme ve kimsenin emri ve himayesi altında olmadan yasama hakkına sahip olma ilkeleri olusturmaktadır. Demokratiklesme yolunda büyük çabalar vermekte olan ülkemizde insanların insanca bir yasama kavusması herkesin en önemli arzusu ve görevidir. “... demokrasi, insanın sırf insan olması nedeniyle sahip oldugu hak ve hürriyetlerin kullanılmasına imkan tanır... demokrasinin olmadıgı yerde hürriyet, hürriyetin olmadıgı yerde de demokrasi olmaz.”15 “Demokratik düzenin varlıgı, tekelcilik ve kargasadan uzak dengeler üzerine kurulur.16 Demokratik bir toplumda bireyin hür düsünme ve karar verme hakkı söz konusudur. Bu durum ise bireysellesmeyi ortaya çıkarmaktadır.

Dolayısı ile bireysellesme, ne verilirse alan ve ne emredilirse yapan insan degil; yeteneklerini gelistirerek ancak yetistigi alanlarda, kendisinden yararlanılan bir kisiligin gerçeklesmesi sürecidir. ... Bireysellesmeyi belirtilen boyutlarda basaramayan insanlar himayeye yatkın insanlardır. ideolojik ve siyasal himayeden dinî himayeye kadar her türlü himayeci kültürün zemininde bireysellesmemis insanlardan meydana gelen yıgınlar vardır.  Bu insanlar her zaman taraftarlıga ve himayeye yatkın olan insanlardır.17 Aileden ve egitim sisteminden bireysellesme yolunda gerekli egitimi alamayan bireyler, ekonomik bakımdan da yeterli güce sahip olamayınca kendilerini, biri ya da bir seylerin koruması, himayesi altına girerek  güvende hissetmek isterler. Ülkemizde özellikle Cumhuriyetten sonra varlıgını kaybetmesi için çalısılan agalık sistemi yukarıda bahsedilen insanları her zaman kendi çıkarları adına kullanmıstır. Bu nedenle de televizyon, toplumumuzda bireysellesme yolunda kendi üzerine düseni yapmak durumundadır.

Yerli Dizilerde Verilmek istenen Mesaj

Hemen her gün bütün kanallarda birbirine benzeyen yerli diziler egitimlisinden egitimsizine bütün insanları ekran basına baglamaktadır. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak seyredilen diziler insanlar üzerinde farkında olmadan derin etkiler bırakmaktadır. “Televizyon, eger izleyiciler arasında bütün farlılıkların üstesinden gelerek ortak bir takım görüslerin ortaya çıkmasına yol açıyorsa o zaman televizyonun ana görüsü olusturmadaki rolü çok büyüktür. Televizyon, Gerbner’a göre, sosyo-ekonomik, yerlesim, kültürel, cinsiyet farlılıkları dinlemeksizin izleyiciler arasında ortak bir perspektifin ortaya çıkısına  temel bir rol oynamaktadır. ”18

Son birkaç yıla kadar yabancı, özellikle “Birezilya dizileri” diye tabir edilen pembe diziler, izleyicileri televizyon basına çekmekteydi. Yıllarca süren dizilerin her kesimden, her yastan izleyicisi mevcuttu. insanlar dizilerin baslama saatlerinde islerini bırakarak televizyon karsısına geçtiklerinde islerini unutmaktaydılar. is yerlerine dizileri izlemek için televizyon alanlar dahi bulunmaktaydı. Hırsızların soygunculukta zaman olarak dizilerin baslama saatini seçtikleri espiri konusu olmustu. Bu gün ise hanımlar yerli dizilerin oldugu gün misafir kabul etmediklerini söylemektedirler. Son yıllarda yerli yapımı dizilerin fazlalıgı dikkatlerden kaçmamaktadır. Öyle ki bir senaryo yazarı bir televizyon programında son günlerde yetmise yakın yerli dizi çekilmekte oldugunu söylemekteydi.

Yerli dizilerde en çok dikkat çeken yön, özellikle  TRT kanallarında komedi türü, özel kanallarda ise güç ve iktidar kavgalarının oldugu agalık, delikanlılık temalarının islendigi diziler agırlıklı olarak görülmektedir. Türk insanın, sinema teknolojisinin gelismesi ve bu teknolojinin dizi çekimlerinde kullanılması, daha kaliteli dizilerin gösterilmeye baslamasıyla dizilere karsı ilgisi daha da artmıstır. Diziler, bir ailenin, bir kahramanın yasam öyküsünü bastan sona ayrıntılarıyla  anlattıgı için daha fazla ilgi çekmektedir.  “Dizi filmler bilinçli bir sinema izleyicisi çevresinin olusmasına yardımcı olmaktan uzaktır. Genellikle iyiler ve kötüler üzerine kurulmus, iyinin kötüyü yenmesini amaçlayan, gerçek dısı konular islenmektedir. iyinin neden iyi, kötünün nedeni kötü oldugu arastırılmamaktadır. Toplumsal içeriginden bosaltılmıstır. Dizi filmler izleyicinin tatlı rüyalar görmesini saglamaya yöneliktir. Bir burun oynatımıyla isteklerine kavusabilme özlemini duyar izleyici. Örnegin: bir hokkabazın bile özel uçak edinebildigini izleyerek, kendisinin beceriksiz biri oldugu izlenimine varır, kendisiyle küser. Gerçek dısı kahramanların gerçek dısı serüvenlerinin müptelası olur ve gerçekçi filmle karsılastıgında canı sıkılır filmi begenmez.19

incelememize konu olan, Berivan, Zerda, Kınalıkar ve Asmalı Konak adlı dizilerde vurgulanan ortak tema/temalar; güç iktidar ve servetin, rahat, lüks ve imrenilecek bir yasam için önemli oldugu, gelenek ve törelerin her seyin üzerinde uygulanması gerekli kurallar oldugu, kadın olgusunun hanım agalar dısında fazla degerli olmadıgı, çocuklar içerisinde erkek evladın her seyin üzerinde tutuldugu, hukuk kurallarının asiret kurallarından daha az etkili oldugu vb. gibi konular ilk bakısta dikkatleri çekmektedir. Dizilerde, bu güne kadar kötülenen, insanların özgürlügünü kısıtlayan, insanı insan olarak degil de kullanılacak bir meta olarak  gören, kendi çıkarı için kullanan  agalık sistemi, sanki modernize edilerek, özenilecek, model alınacak bir sistem görüntüsü yansıtmaktadır. 

Dizilerde Agalık ve Asiret

Agalıgın açıkça vurgulandıgı dizilerde, tarihsel kesitler modernize edilerek izleyiciye özenilecek bir yasam tarzı gibi sunulmaktadır. Dogan Avcıoglu, tarihteki agalık uygulaması ve agalıgı su sekilde aktarmaktadır: “... Geleneksel Osmanlı düzeninde dahi, “ekrat beyleri” derebeyi hükümetçikleri reisleri, hudutları içinde bulunan araziyi, “mülkiyet üzre zapt ve tasarruf” eylemislerdir. Bu hükümetçiklerin arazisinde yasayan köylü, beylerin tebası sayılmaktaydı. Bu bölgede toprak ve köylünün üretim araçları, asiret reislerinin, beylerinin ve agaların mülkiyeti altındadır. Köylü, ne bir eve, ne de bir topraga maliktir. Aganın, beyin, asiret reisinin arazisinde, birer in tarzında yaptırmıs oldugu kulübeye, maraba olarak sıgınmıstır. Bütün mülkü, altına serdigi bir çul, kırık bir testi, birkaç odun parçasıdır... köylerin hemen bütün gelirini toplayan derebeyler mevcuttur. Köylü, bogaz tokluguna çalısmaktadır... Aga topraksız ya da az topraklı köylüyü arazisinde ortakçı ve yarıcı olarak çalıstıran ve ayrıca borçlandırma yoluyla köylüyü ekonomik bakımdan bagımlı kılan toprak sahibi”20 olarak tanımlamaktadır. Dizilerde de, köylünün hiç gözükmedigi, sadece agaların hizmetinde bulunan onların hizmetini yapan kesim olarak tanımlanmaktadır. Hemen her dizide, agaların yanında emirlerini yerine getirmeye amade, agası için sorgulamadan, düsünmeden söylenilen her seyi yapmaya hazır itaatkar usaklar mevcuttur. Agalar ise kendilerini her seyin üzerinde görmekte, devlet ve hukuk agadan ve asiret kurallarından sonra gelmektedir. Emrindekilerin kendisinin kulu oldugu ve de kendisine kayıtsız sartsız itaate mecbur oldukları anlayısı mevcuttur. “itaatin genel olarak zorunlu olusunun birinci nedeni, ... gelecegini güvence altına alma”21 olması, gelecek endisesi ve de karnını doyurma düsüncesi, insanlarda gücü ve iktidarı elinde bulunduranlara karsı itaati kendiliginden ortaya çıkarmaktadır. “itaatin yol açtıgı teslimiyet daima itaat kurumuna merkezi bir masumiyet ve güven kazandırmıstır. itaat ve himaye taraflardan birine güven ve yasam kolaylıgı kazandırırken; digerini iktidar ve güç sahibi yapmaktadır. iktidar verir, doyurur,  lütfeder; halk ve kisiler ise alır, kabul eder ve sükran duyar.”22 itaat edilene karsı duyulana sükran ve güven, onun gücünü ve kudretini daha da arttırır. Bu güç duygusu zamanla kendini her seyin üzerinde görme duygusunun olusmasına neden olmaktadır. Bu nedenle de, artık kendini her türlü güç ve iktidarın üstünde kabul eder ve etrafındakilere de  kabul ettirmeye çalısır ki artık kendi kanunları her türlü kanunun üzerindedir.

Berivan dizisinde, kan davaları sonucu bir çok kisinin ölmesi üzerine emniyet güçleri,  Halil Agayı sorguya aldıklarında Halil, komisere “Siz kanunların dünyasında biz ise asiretin dünyasında yasıyoruz, sizin bizi anlamanız imkânsız.” diyerek asiretin kendi kanunları oldugunu ve kendi meselelerini asiret kanunlarıyla çözmeleri gerektigi imasında bulunarak devletin kanunlarının asiretin idaresinde geçerli olmadıgını belirtir. Asiretin kendi kanunları vardır ve asiret içinde ve de asiretler arasında bir anlasmazlık olursa buna emniyet güçlerinin karısması dogru karsılanmaz. Çünkü asiretin yüzyıllardır süregelen kendi töreleri vardır. Aga, asiretin her seyidir. Asiret üyeleri arasında agaya karsı hosnutsuzluk olsa dahi bunun açıga vurulması çok zordur. Aganın emri kesindir ve yerine getirilmesi gerekmektedir. Zerda dizisinde; milletvekili olan fiahin Aganın üç kadınla evli oldugunu ögrenen partisi ve basın aganın üzerine gidince, basın toplantısında fiahin Aga; “Bizim oralarda insana kiminle evlenecegi sorulmaz. Bizim oralarda çocuklar besikte nisanlandırılır. Bizim oralarda hayat sizin buralarda yasadıgınız hayattan farklıdır...” sözleriyle asiret kanunlarının yasamı yönlendirdigini vurgular. Asiret mensubunun önce asiret kurallarına karsı yükümlülükleri bulundugunu belirtir. Kınalıkar dizisinde de, hanım aganın, köye gelen ögretmenin okulu açmasını engellemek için halka ve devlet güçlerine baskı uygulamaya kalkması, okulun açılısını ve ögretmenin görevini yapmasını engellemesi, ögretmenin köye ilk geldiginde aganın yanına ugrayarak onun iznini almamasından kaynaklanmaktadır.

incelenen dört dizide de, agaların rakip agalarla güç ve iktidar mücadeleleri, bu mücadeleden üstün çıkmak için her türlü yolun denendigi ve bu yolların mesru sayıldıgı, ayrıca üstün gelebilmek için illegal yoların kullanımının agırlıklı olarak islendigi görülür. Devletin bu mücadelelerden bazen haberi dahi olmazken, haberi oldugunda da tam bir kapalı kutu olan durumu çözmede aciz kaldıgı sergilenmektedir. Agaların yanında, konaktaki hanım agaların da konak içerisinde kendi aralarında ki iktidar mücadelesi, konakta söz sahibi olma mücadelesinde rakip ailelerle isbirliginden kaçınmadıkları görülür. Zerda dizisinde üçüncü esin fiahin Aganın rakibi olan televizyonculuk yapan agayla isbirligi,  Kınalıkar dizisinde hanım aganın kosu köyün agasıyla isbirligine girismesi vb. gibi.

Dizilerde  Çocuk

Kırık Ayna, Zerda, Berivan ve Kınalıkar dizilerinde erkek çocugun  aile ve asiret için kız çocugundan daha çok önemli oldu vurgulanmaktadır. Dizilerde, evin kaynanası konumundaki hanım agalar soyun devamı ve asiretin basına geçecek kisinin, mevcut agadan sonraki kisisi olacagı için erkek evladın önemini vurgularlar. Kısır kadın ve erkek çocuk doguramayan kadın horlanmaktadır. Eski Türk geleneginden gelme bu âdetler destanlarımıza da konu olmustur. “...Manas’ta erkek çocuk kız çocuktan islevsel olarak daha çok önemlidir. Erkek çocugun dogumu sevinç, kız çocugun dogumu ise üzüntü ile karsılanır.”23 olması geçmiste yasanılan bu olumsuzlugu resimlemektedir. Fakat bunun sunulusu, bu durumun özenilecek degil de yerilecek türden olması beklenirdi. “Cinsler arasındaki tavır ve deger farkları bir bakıma bizim onlardan neler bekledigimizi, neler istedigimizi gösterir.”24

Kırık Ayna dizisinde, asiretin basına geçecek ve soyun devamını saglayacak bir erkek evlâda sahip olabilmek için üçüncü esini alan Candar Aganın “Erkek evlât için neleri yaktıgımı, neleri yıktıgımı bir bilsen” sözleri, Zerda dizisinde, ikinci gelinin dogumunu hastanede erkek çocuk dogacak diye heyecanla bekleyen aganın annesinin, hemsirenin “Gözünüz aydın nur topu gibi bir kızınız oldu.” sözleri üzerine çocugu bile görmeden sinirle hastaneden ayrılması, yine aynı dizide hanım aganın ogluna “Her biri birbirinden kuru kadınların sana lazım olanı veremedikleri gibi...”ve fiahin Aganın Zerda’ya hükümet nikahı kıyma ısrarına karsı çıkan anasının “Eroglu’nun soyuna bir oglan katsın kıyayım nikahını...” sözleri erkek çocugu yanında, kız çocuklarının hiç de degerli olmadıgı anlayısını öne çıkarmaktadır.  Berivan dizisinde, konagın hanım agasının, Rojin’in babasına “Eger kızın bir erkek evlat verirse çocugun agırlıgınca altın veririm.” ifadeleri de erkek çocugunun kız çocugundan daha fazla degerli oldugu anlayısını öne çıkarmaktadır.

Dizilerde Kadın

Dizilerin tamamında kadın, erkekten sonra gelmektedir. Kadın, erkegine hizmet eden, ona çocuk doguran, özellikle erkek çocuk doguramadıgı zaman asagılanan, hor görülen ve hemen üzerine kuma getirilen, her seye aklı yetmeyen biridir. Çocugu olmayan kadının degersiz oldugu, bu nedenle de özellikle erkek çocuk doguramayan kadının üzerine ikinci, üçüncü kadınla evlenmenin en tabi hak olarak görüldügü anlayısı vurgulanmaktadır. Eski törelerde çok sıkı biçimde uygulanan bu olumsuz durum, kadını sadece çocukla iliskilendirerek degerinin dogurdugu (özellikle de erkek) çocukla orantılı oldugu görülmektedir. Manas destanında “...çocuksuz kadın, dul kadın, kısır kadın, odun olmaktan baska bir faydası olmayan meyvesiz agaç”25a benzetilmektedir.  Fakat bunun yanında “kadın genelde tüm dünya destanlarının özelde Türk destan kültürünün en canlı ve önemli bir imgesidir. Bu kültürde kadının hayatı, topluma ve erkege anlam ve islev kazandıran gerçek bir güzellik olarak sunulur. Yaratılıs destanının Ak-Ana’sı böyle bir prototiptir.”26 Televizyon yayınlarından beklenen olumsuzlukların yerilerek olumlu örneklerin öne çıkarılması olmalıdır.

“insanlar arasındaki ayrılık bir deger ayrılıgıdır; ve insanlar arasındaki bu yapı ayrılıgı, onların degerlerle olan baglantılarında, yasamlarının bütününde, yapıp ettiklerinin temelini meydana getiren degerlendirmelerinde ortaya çıkar. Bir insanın diger insandan farkı, kendi zamanına, çevresine ve tarihe yön vermis olan ve yön veren degerler ve degerlendirmelerle hesaplasmasında veya hesaplasmamasında, hatta onları kullanmasında ortaya çıkar.”27 Çagımızda bu ve buna benzer yanlıs anlayısların ortadan kaldırılması için her türlü kurum ve kuruluslarla mücadele verilmektedir. Böyle bir mücadelenin yapıldıgı dönemde, bunun tam tersi bir manzaranın olumlu gibi gösterilmeye çalısılması, “Çagdaslasma asamasında neden hep bir arpa boyu yol gidiyoruz?” sorusunun cevabı olsa gerektir.

Son dönemlerde kadının erkekler karsısındaki konumu, erkeklerle esit haklar elde etmesi vb. konularda yogun çabalar gösterilmektedir. Her fırsatta Atatürkçülügüyle övünen kanalların, Atatürk’ün istedigi kadın portresini öne çıkaran filmlere önem vermesi gerekirken, aksine kadının sadece çesitli arzular için  kullanılabilecek bir varlık olarak ele alınması garip gelmektedir.

Atatürk Türk kadınının toplumdaki yerinin  nasıl olması gerektigini; “Türk kadını dünyanın en münevver, en faziletli, en ahlâklı ve en agır baslı kadını olmalıdır. Agır sıklette degil, ahlâkta, fazilette agır, vakur bir kadın olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türkü zihniyetiyle, basarısıyla, azmiyle muhafaza ve müdafaaya kadir nesiller yetistirmektir... Milletimizin her yönde kuvvetli bir seviyeye gelmesi kadınlarımızın her bakımdan yükselmesiyle mümkündür. Bir toplum farklı iki cinsten olusur. Bunlardan sadece birinin ilerlemeye yardımcı olması, ilerlemenin yarım kalmasıdır. Toplumumuzda bilim ve teknik alanında ilerleme gerekiyorsa  bunları aynı oranda hem kadın hem de erkeklerimizin elde etmesi gerekmektedir” diyerek cinsiyet ayrımının kalkınmaya engel olusturdugunu belirtir....28 Diyerek kadının ve erkegin konumlarını açıkça ortaya koymaktadır.

Sonuç ve Genel Degerlendirme

incelemeye alınan dört dizide de; agalıgın ön planda tutuldugu, özenilecek bir yasam sunuldugu, çocuk ve kadınla ilgili anlayısların ülkenin genel yapısını yansıtır gibi gösterilmeye çalısıldıgı izlenimi uyandırmaktadır. Bütün bu dizilerde islenen temaların hayal ürünü olmayıp, bir zamanlar hatta çogunlugunun bu gün bile yasandıgı gerçeklerdir. Bir televizyon muhabirinin kendi kanalında yayınlanan dizinin reklamını yaparken söyledigi “Dizilerin hiç biri masal anlatmıyor. Hepsi Türkiye’nin karanlık yüzü...” sözler tam da gerçegi yansıtmaktadır. Fakat bunun izleyiciye sunulus tarzı elestirir nitelikten ziyade özendirici bir nitelik arz ediyor olması düsündürücüdür.

insan kendisine, çevresine dolayısıyla da tüm insanlıga karsı sorumludur. Bu sorumlulugun geregi ise, kendi çıkarları yanında insanların çıkarlarını korumaktır. Elbette ki televizyon kanalları kâr amacıyla yayınlar yapmaktadırlar.  Fakat kâr amacıyla yayın yaparken, toplumun ve dolayısıyla da insanların gelecegini de düsünmek yayınlarında bu yönde bir amaç izlemek durumunda olmalıdırlar. Toplumların geçmislerine sahip çıkmaları en dogal bir durumdur. Fakat geçmisin iyi yönleri örnek alınırken kötü yönlerinden de dersler çıkarılmalıdır. Aksine geçmisin olumsuzluklarının bu gün için olumlu gibi gösterilmesi toplumsal gelecek açısında tehlikeli gözükmektedir. “... insan geçmisiyle oldugu kadar gelecegiyle de insandır... insan  gelecek içindir, geçmisini de gelecegi adına kullanır.29 sözleri durumu çok daha iyi anlatmaktadır. Televizyonun yukarıda bahsedilen önemi ve insanları etkileme yönü dikkate alındıgında bu isle ugrasanların herkesten daha fazla dikkatli ve özenli olması geregi ortaya çıkmaktadır.

Televizyonun büyülü dünyası insanı masallar alemine götürebildigi gibi, hayatının zindana döndügü bir ortama da sokabilmektedir.  “Onun büyüsüne kapılan kitleler çalısmakta, çabalamakta, satın alıp, sahip olup, mutlu olmakta, sonra evlerinde huzur içinde televizyonlarının karsısına oturmaktadırlar. Orada söylenenler dogrudur. Oradan sunulan degerler geçerlidir, insanca yasama da oradadır. insan orada mıdır?30 Televizyonun günümüzde hemen her evde en az bir tane bulundugunu ve günün büyük bir bölümünde açık oldugunu düsündügümüzde insan hayatının vazgeçilmez bir parçası durumuna geldigi söylemek yanlıs olmasa gerek. Hem göze, hem de kulaga hitap ettigi için oldukça etkili bir araç durumundadır. Bu nedenle, toplumsal fayda gözetilerek yayın yapıldıgında birçok egitim kurumunun yaptıgı islevi tek basına yapabilecek durumdadır.

 

KAYNAKÇA

Anthony Giddens, (2000) “Sosyoloji”, Yayına Hazırlayan, Hüseyin Özel, Cemal Güzel, Ayraç Yayınevi, Ankara, s.396.

Atilla Erdemli, “Yasama Sorunu Bakımından Bilgi-Deger Baglamı”, Bilgi ve Deger, içinde, vadi Yayınları, Ankara, 2002.

Ahmet Munziriddin, “Kur’an’da Anahtar Siyasi Kavramlar”, islamda Siyaset Düsüncesi, içinde, çev. K. Güleçyüz, insan Yay. istanbul: 1995.

Dogan Avcıoglu, “Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın)”, Bilgi Yayınevi, Ankara: 1969.

Erol Güngör, “Degerler Psikolojisi Üzerine Arastırmalar”, Ötüken Yay., istanbul: 1998.

ikay Sunar, “Türkiye’de Demokrasi ve Sorunları”, 75 yıda tebadan yurttas’a dogru. içinde. Türkiye is Bankası Kültür yayınları. istanbul: 1998.

ioanna Kuçuradi, “Nıetzsche ve insan”, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara: 1999.

ismail Dogan, “Degisen Türkiye’de Bilim ve Kültür”, imaj yayınları, Ankara: 1997.

ismail Dogan, “Osmanlı Ailesi –Sosyolojik Bir Yaklasım-“, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara. 2001.

ismail Dogan, “Küresel Degerler ve Egitim: Türkiye Örnegi”, 21. Yüzyılın Esiginde Türk Egitim Sistemi, Ulusal Sempozyumu. Ankara: 1999.

ismail Dogan “Modern Toplumda Vatandaslık Demokrasi Ve insan Hakları, insan Haklarının Kültürel Temelleri”, Pegema Yayıncılık. Ankara: 2002.

Laurent Leplanis, “Televizyon: Düsünmeyi Engelleyen Makine”, Merya Dünyası Dergisi, De: Jean Charon, iletisim Yayınları, istanbul, 1992, s. 142-143, Aktaran: Sedat Cereci, “Televizyonun Sosyolojik Boyutu”, fiule Yayınları, istanbul:1996.

Mine Tan, “Çocukluk: Dün Ve Bugün”, Toplumsal Tarihte Çocuk içinde, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, istanbul: 1994.

Mümtaz Soysal, (1974) “Huni Altında”, Milliyet, 30 Temmuz, Aktaran: Önder fienyapılı ve digerleri, (1977) “TV’nin Türk Toplumuna Etkileri”, Milliyet Yayınları, s.9.

Önder fienyapılı ve digerleri, (1977) “TV’nin Türk Toplumuna Etkileri”, Milliyet yayınları,  s.28.

Recep Özkan, “Aile ve Ailede kadının Konumu”, 1. Ulusal Aile Hizmetleri Sempozyumu, içinde, TC. Basbakanlık Aile Arastırma Kurumu, Ankara: 2001.

Sedat Cereci, “Televizyonun Sosyolojik Boyutu”, fiule yayınları, istanbul:1996.

Timuçin Afsar, “Ahlâk Degerlerinin Bilgi Temeli”, Bilgi Ve Deger, içinde Vadi Yayınları, Ankara: 2002.

Veysel Batmaz, Asu Aksoy, (1995) “Türkiye’de Televizyon Ve Aile,”  Basbakanlık Aile Arastırma Kurumu Yay. Ankara, s.XIII.

Yahya Akyüz, “Çocukların Televizyon Reklamlarına Karsı Korunması,”  Aile Yazıları 3 Bireysel Kisilik,  ve  Toplum içinde,  T.C Basbakanlık Aile Arastırma Kurumu Bilim Serisi 5/3, Ankara, s.128.

 

 

 

 


 

*    Ankara Üniversitesi EgitimBilimleri Enstitüsü, Arastırma Görevlisi.

1   Veysel Batmaz, Asu Aksoy, “Türkiye’de Televizyon ve Aile,” içinde, Basbakanlık Aile Arastırma Kurumu Yay. Ankara 1995, s. XIII.

2   Önder fienyapılı ve digerleri, “TV’nin Türk Toplumuna Etkileri”, Milliyet Yayınları,  1977, s. 28.

3   Mümtaz Soysal, “Huni Altında”, Milliyet, 30 Temmuz, 1974, Aktaran: Öder fienyapılı ve digerleri, “TV’nin Türk Toplumuna Etkileri”, Milliyet yayınları,  1977, s.9.

4   Yahya Akyüz, “Çocukların Televizyon Reklamlarına Karsı Korunması,”  Aile Yazıları 3 Bireysel Kisilik,  ve  Toplum içinde,  T.C Basbakanlık Aile Arastırma Kurumu Bilim Serisi 5/3, Ankara, s. 128.

5   Anthony Giddens, “Sosyoloji”, Yayına Hazırlayan, Hüseyin Özel, Cemal Güzel, Ayraç Yayınevi, Ankara, 2000. s. 396

6   Veysel Batmaz, Asu Aksoy, 1995, a.g.e., s.2.

7   A.g.e., s.vıı

8   A.g.e, s. 24.

9   ismail Dogan, 2002-2003 ögretim yılı doktora dersinden.

10  A.g.e., s. VII.

11  Sedat Cereci, “Televizyonun Sosyolojik Boyutu”, fiule yayınları, istanbul:1996, s.14.

12  Laurent Leplanis, “Televizyon: Düsünmeyi Engelleyen Makine”, Medya Dünyası Dergisi, De: Jean Charon, iletisim Yayınları, istanbul, 1992, s. 142-143, Aktaran: Sedat Cereci, “Televizyonun Sosyolojik Boyutu”, fiule yayınları, istanbul:1996, s.15.

13  Veysel Batmaz, Asu Aksoy, 1995, a.g.e,  s.31.

14  Mine Tan, “Çocukluk: Dün ve Bugün”, Toplumsal Tarihte Çocuk içinde, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, istanbul: 1994, s.25.

15 ismail Dogan “Modern Toplumda Vatandaslık Demokrasi ve insan Hakları, insan Haklarının Kültürel Temelleri”, PegemA Yayıncılık. Ankara. 2002. s.141.

16  ilkay Sunar, “Türkiye’de Demokrasi ve Sorunları”, 75 yıda Tebadan Yurttas’a Dogru. içinde. Türkiye is Bankası Kültür Yayınları. istanbul. 1198. s. 227.

17  ismail Dogan, “Küresel degerler ve Egitim: Türkiye Örnegi” 21. Yüzyılın Esiginde Türk Egitim Sistemi, Ulusal Sempozyumu. Ankara. 1999. s.45.

18  Veysel Batmaz, Asu Aksoy, 1995, a.g.e,  s.33.

19  Önder fienyapılı ve digerleri, 1997, a.g.e., s.72.

20  Dogan Avcıoglu, “Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın)”, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1969, s.119.

21 Ahmet Munziriddin, “Kur’an’da Anahtar Siyasi Kavramlar”, islamda Siyaset Düsüncesi, içinde, çev. K. Güleçyüz, insan Yay. istanbul: 1995, s.98-99.

22  ismail Dogan, “Osmanlı Ailesi -Sosyolojik Bir Yaklasım-“, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara. 2001, s.19.

23 ismail Dogan, “Degisen Türkiye’de Bilim ve Kültür”, imaj yayınları, Ankara: 1997, s.382.

24  Erol Güngör, “Degerler Psikolojisi Üzerine Arastırmalar”, Ötüken Yay., istanbul, 1998. s.82.

25  ismail Dogan, 1997, s. 377.

26  ismail Dogan, 2001, s.20.

27  ioanna Kuçuradi, “Nıetzsche ve insan”, Türkiye felsefe Kurumu, Ankara, 1999. s.14.

28 Recep Özkan, “Aile ve Ailede Kadının Konumu”, 1. Ulusal Aile Hizmetleri Sempozyumu, içinde, TC. Basbakanlık Aile Arastırma Kurumu, Ankara, 2001, s. 270.

29 Afsar Timuçin, “Ahlak Degerlerinin Bilgi Temeli”, Bilgi Ve Deger, içinde Vadi Yayınları, Ankara 2002, s. 46.

30  Atilla Erdemli, “Yasama Sorunu Bakımından Bilgi-Deger Baglamı”, Bilgi ve Deger, içinde, Vadi Yayınları, Ankara, 2002. s. 233.

 

 

İçindekiler...

 

© T.C. MEB Yayımlar Dairesi Başkanlığı
Teknikokullar, ANKARA
Tel. (312) 2128145
Fax (312) 2124668
med@meb.gov.tr

 

[ yukarı ]

Arşiv