MİLLİ EĞİTİM DERGİSİ |
Sayı 158 |
Bahar 2003 |
Selim Efendi'nin Öğretim Yöntemleri ile Ödül ve Ceza Vermeye İlişkin Görüşleri Üzerine Genel Bir Değerlendirme |
Mustafa ŞANAL* |
GİRİŞ Türkiye’nin ilk çağdaş pedagoglarının başında gelen ve Osmanlı modern eğitiminin doğuşunda önemli bir rol oynayan Selim Sabit Efendi1, çağdaş pedagojinin ülkeye girişinde ön ayak olan eserleri ile öğretmen ve öğretmen adaylarının öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği donanımlara sahip bireyler olarak yetişmeleri hususunda önemli bir rol oynamıştır. Selim Sabit Efendi’nin 1870 yılında yazmış olduğu “Rehnümâ-yi Muallimin” adlı eseri, eğitim tarihimizin en önemli eserlerinden birisi olma özelliğini taşımaktadır. Öğretmenlere rehberlik etme, yol gösterme amacıyla kaleme alınan bu eser, usûl-i cedid hareketi açısından da son derece önemlidir. Selim Sabit, eserinde usû-i cedide göre açılacak mekteplerin sınıf ve şubelerinin ne şekilde teşkil olunacağı, derslerin tertibi, ders cetvelleri, alfabe öğretimi, yazı talimi, okul yönetimi, sıbyan mektebi öğretmenlerinde bulunması gereken vasıflar, eğitim-öğretim metotları, tedris usûlleri gibi önemli konuları pedagojik formasyon açısından ele almaya çalışmıştır2. İşte bu çalışmada Selim Sabit’in öğretim yöntemleri ile ödül ve ceza vermeye ilişkin görüşleri öncelikle bu eseri temel alınarak verilmeye çalışılmış, bunun yanı sıra bu konuda yazılmış olan birinci ve ikinci dereceden diğer kitap ve makalelerden de yararlanılmıştır. İlk olarak Selim Sabit’in hayatı hakkında kısa fakat özlü bir bilgi verilmiş daha sonra da alt başlıklar hâlinde Selim Sabit Efendi’nin öğretim yöntemleri ile ödül ve ceza vermeye ilişkin görüşlerine değinilmeye çalışılmıştır. Böyleca çalışmamız dört ana konu başlığı üzerine bina edilmiştir Bu başlıklar şunlardır: a-Selim Sabit Efendi’nin Hayatı, b-Selim Sabit Efendi’nin Öğretim Yöntemlerine İlişkin Görüş ve Önerileri, c- Selim Sabit Efendi’nin Ödül Vermeye İlişkin Görüşleri ve Önerileri, d- Selim Sabit Efendi’nin Ceza Vermeye İlişkin Görüşleri ve Önerileri. 1. Hayatı Selim Sabit Efendi3, 18294 yılında Edirne’ye bağlı Kırklareli’nin Vize Kasabası’nda doğmuştur5. Babası, geçimini çiftçilikle temin eden Mehmet Ağa idi6. Medrese öğrenimi gördükten sonra Darülmuallimin’e girmiş ve bu okulu, ilk mezunları arasında bitirmiştir. Bu okuldan almış olduğu diploma Temmuz 1855 tarihlidir7. Mezun olduktan bir yıl sonra-27 yaşında iken- Padişahın iradesiyle 420 Frank maaşla 1856’da Hoca Tahsin Efendi ile birlikte Paris’e gönderilmiştir. Burada Fransızca, Hesap, Cebir, Hendese, Müsellesat, Cerr-i Eşkal, Heyet, Hikmet-i Tabiiye fenlerini tahsil etmiştir8. Öğrenimi esnasında Paris’te açılmış olan Mekteb-i Osmanî’de Türkçe öğretmenliği yapmıştır. Paris’te altı yıl kaldıktan sonra 1861 yılında İstanbul’a dönmüştür. İstanbul’a döndükten sonra sırasıyla memuriyet hayatı şu seyri takip etmiştir: İlk olarak Belediye’de memurluk, sonra Nafia Nezareti’nin Yollar Dairesinde muhasebecilik, sonra tekrar belediye memurluğu görevinde bulunmuştur9. Nihayet 1868’de Mekteb-i Sultani’nin10 müdür yardımcılığı görevine getirilmiştir. 1869’da Meclis-i Kebir-i Maarif Daire-i İdare azalığına ve buna ilave olarak da Darülfünun’da Edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiştir. 1872 yılından itibaren Meclis-i Kebir-i Maarif Müdür Yardımcılığına, daha sonra Maarif Nezareti Rüşdiye Mektepleri Dairesi Müdürlüğü’ne; tekrar Meclis-i Maarif azalığına; sonra tekrar Rüşdiye Mektepleri Müdürlüğü’ne tayin olmuştur. 1887’de Encümen-i Teftiş ve Muayene Başkanlığı’na getirilmiştir. Gündüzalp, bir nevi sansür kurulu başkanlığı olan bu işin, onun gibi hür fikirli bir insana göre olmadığından dolayı bir yıl sonra bu vazifesinden atıldığını ve yaşamında iki yıl büyük sıkıntılar çektiğini ifade etmektedir11. Ancak 1899 yılında emekli olabilmiştir. Emekliliğinde Darülmuallimin’de öğretmenlik yapmıştır. Burada İbtidaiye Kısmında Usûl-i Tedris, Terbiye-i Beşer, Rüşdiye Kısmında Kavâid, Kitabet-i Gayrı Resmiye, Âliye Kısmında ise İlm-i Ahvâl-i Ruh, Ahlâk derslerini okutmuştur12. Kilisli Muallim Rıfat, Selim Sabit Efendi’nin Dârülmuallimîn’de girmiş olduğu derslere ilişkin olarak şunları söylemiştir: “Merhum müşarileyh bize İbtidâîye Kısmında Usûl-i Tedris ile Terbiye-i Beşer dersleri verirdi. Haftanın bir saatinde birincisini, bir saatinde de ikincisini okutur idi. Rüşdîye Kısmında bir saat Kavâid, bir saat Kitabet-i Gayr-ı Resmiyye gösterir idi. Âliye Kısmında haftada bir saat Ahval-i Ruh, bir saat Ahlâk dersi verir idi13.” Arapça, Farsça ve Fransızca’yı okuyup-yazan14 Selim Sabit Efendi, 1911 yılında İstanbul Sarıyer’de15 ölmüştür. 2. Selim Sabit Efendi’nin Öğretim Yöntemlerine İlişkin Görüş ve Önerileri Selim Sabit Efendi, altı yaşına gelmiş olan bir çocuğun artık vücutça da gelişmiş olduğuna dikkat çekerek bu yaştan itibaren çocukların ilk eğitimine başlanması gerektiğini ifade etmiştir16. O, usûl-i tâlimiyeyi şöyle tanımlamıştır: “Usûl-i tâlimiye şakirdanın hüsn-i idaresiyle matlub olan fenleri müddet-i kalile zarfında tâlim ve tefhimin tariklerini beyân eden bir fendir17.” Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere Selim Sabit Efendi’nin, öğretim yöntemlerini, öğrencilerin iyi yönetilmelerinin temin edilebilmesi için gerekli olan bilimleri ve konuları kısa süre içinde anlatıp öğretmenin yollarını açıklayan bir bilim olarak anladığı söylenebilir Bu yöntemleri; a-Usûl-i İnfirâdiye b-Usûl-i İçtimâîye c-Usûl-i Mütekâbile olmak üzere üçe ayırmıştır. Bunlardan Usûl-i İnfirâdiye yöntemi, öğretmenin öğrencileri teker teker önüne çağırıp ayrı ayrı ders vermesi usûlüdür. Usûl-i İçtimâîye, öğretmenin sınıfta öğrencilere topluca ders vermesidir. Usûl-i Mütekâbile ise, üst sınıflardan bir öğrencinin (müzakerecinin) alt sınıftaki öğrencilere ders okutması usûlüdür18. Ancak Selim Sabit Efendi, bu üç öğretim yöntemini de çeşitli açılardan bir eleştiriye tabiî tutmuş, bu üç yöntemin her birinin yararlı ve faydalı yanları olduğunu ifade etmiştir. Örneğin Usûl-i İnfirâdiye yöntemine (bireysel yöntem) şu açılardan eleştiri getirmiştir: “....usûl-i mezkûre vakîa birkaç nefer şakirdin tâlimi hususunda gerçi müfid ve muteber ise de şakirdanın kesreti hâlinde icrası mümkün olamayacağı cihetle mekteplerde idhâl ve istimâlinden sarf-ı nazar olunmuştur. Zirâ muallim bir şakirde laâkâl onbeş dakikadan aşağı ders veremeyeceği aşikâr olmakla elli altmış şakirdi havi bulunan bir mektepte bu vecihle tâlim nasıl mümkün olabilir ve hem de muallim bir şakirde ders verirken diğerleri kendi hâllerine bırakılıp bi’-z-zarur nezaret olunamayacağından mektepçe mültezim olan inzibât ve intizâm maddeleri dahi suret-i mezkûrede hasıl olmaz19.” Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere bireysel yöntem, öğrenci sayısının az olması durumunda faydalıdır, fakat öğrenci sayısının olması durumunda bu yöntemin uygulanması mümkün görülmemektedir ve bu yöntem, ders esnasında bir kısım öğrencinin boş kalmasına da neden olmaktadır20. Selim Sabit Efendi, Usûl-i İçtimâîye yöntemine ise şu açılardan eleştiri getirmiştir: “Bu usûlde dahi şakirdanın sin ve istidâtlarına bakılmayıp sınıflar senelere göre tertip olunarak dersler müctemîan verileceğinden okunan derslerden şakirdan mütesâviyen istifâde edemez. Zirâ istidât ve zekâ bittâbi muhtelif olduğu cihetle bu vecihle okunan derslerden şakirdanın birtakımı istifâde edip bir takımı dahi hiç birşey anlamayarak sene-i tedrisiye hitâmına kadar bilâ-fâide tazyî-i evkât etmiş olacağından usûl-i mezkûre dahi mekteplerce makbul ve muteber değildir21.” Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere, bu yöntemde öğrenciler öğretim yıllarına ayrıldıkları için derslerden eşit olarak yararlanamazlar; çünkü yetenek ve zekâ kişiden kişiye farklılıklar göstermektedir. Dolayısıyla sınıflamada da bu nedenlerden dolayı belirgin bir seviye tespiti yapılamamaktadır. Bu nedenle salt başına bu yöntemin eğitim-öğretim faaliyetlerinde uygulanması Selim Sabit Efendi’ye göre pek de yararlı bir uygulama değildir. O, Usûl-i Mütekâbile yöntemini ise şu sözleri ile eleştirmiştir: “Usûl-i mezkûrede emr-i tedrîs bütün bütün müzâkerecilere bırakıldığı cihetle muallim bizzat şakirdanın ahvâl-i tahsiliyesine vakıf olamayacağından bu dahi mekteplerce makbûl ve mûteber değildir ve hem de müzâkerecilerin ekseri fenlerde malûmat-ı kâfiyeleri olmadığı cihetle tâlim ve tedrîsleri bittâbi nakîs olacağından bu suretle verilen derslerde mektepçe arzu olunan terakki hasıl olamaz22.” Bu ifadelerde de görüleceği üzere, bu yöntemde öğrenciler tamamen müzâkerecilere bırakılmaktadır. Bu müzâkerecilerin bir öğretmen kadar bilgiye sahip olmamaları nedeniyle öğrencilerin eğitimlerinin eksik kalacağı endişesiyle bu metodun da salt başına eğitim-öğretim faaliyetlerinde tatbik edilmesi Selim Sabit Efendi tarafından sakıncalı görülmüştür. Müellif, böylece her üç yöntemin de eksik yönlerinin bulunduğunu ileri sürmüş ve bunların okullarda uygulanmasını doğru bulmamıştır. Her üç yöntemin iyi taraflarının alınarak yeni bir öğretim yönteminin uygulanmasını istemiş ve bu yöntemin adına da “Usûl-i Cedîde” adını vermiş, kendi bulduğu bu yeni yöntemi şu şekilde açıklamıştır: “Sene-i tahsiliye adedince şakirdan sınıflara tefrik olunup sınıflar dahi birtakım şubelere ayrılarak her sınıfa bir nefer sınıf başı ve her şubeye dahi fevkindeki veyahut ol şubede mümtaz olan şakirdlerden bir nefer müzâkereci tayin kılınır ki mektebin intizâm ve inzibatı işbu sınıf başılar vasıtasıyla tevsiye ve dersler dahi müzâkereciler ile şakirdana tehiye ettirildikten sonra muallim bunları şube şube huzuruna celbederek bizzat kendisi tâlim ve tedrîs eder23.” Bu metot ile öğrenciler yıllara göre dört sınıfa ve her sınıfta yeteri kadar şubelere ayrılmaktadır. Her sınıfın başında bir sınıfbaşı, her şubeye de çocukları derslere hazırlamak, üzere çalışkan öğrenciler arasından seçilmiş bir müzâkereci tayin edilmektedir. Disiplin, sınıfbaşılar tarafından sağlanmaktadır. Sonra öğretmen, her şubeyi önüne alarak bizzat kendisi eğitim ve öğretim faaliyetinde bulunur24. Fakat burada üzerinde durulması gereken en önemli nokta, Selim Sabit Efendi’nin sınıf ve şubeler oluşturulurken öğrencilerin yaş ve yeteneklerinin göz önüne alınmasını ve her bir şubenin sekiz öğrenciyi geçmemesini talep etmiş olmasıdır25. Bu noktada Selim Sabit Efendi, öğrencilerin yaş ve yeteneklerinin göz önünde bulundurulmasını istemekle, hâlen günümüzde de genel geçerliliğini koruyan çok değerli bir pedagoji ilkesini de dile getirmeye çalışmıştır26. Selim Sabit Efendi’nin öğrencilerinden birisi olan Kilisli Muallim Rıfat, “Mektep Hatıraları” adlı makalesinde hocası Selim Sabit Efendi’nin, çocukların zekâlarını arttırmak ve onların hakikati keşif lezzetini bulmalarını temin etmek için bilhassa matematik ilminde ve benzerlerinde SOKRAT METODU’nun kullanılmasının faydalı bir yöntem olacağını söylediğini ileri sürmüştür. Bu metotta öğretmen bir rehber, yani yol göstericidir. Sonuç, öğretmen tarafından söylenmez. Bizzat öğrencinin kendisi tarafından bulunmaktadır. Meselâ; “şunu yapsam ne olur, yahut şuraya bir çizgi çektim, bir de onun altına çektim. Bunların arasındaki mesafeyi bir santimetre veya bir pergel ile ölçsek kıl kadar fark yoktur, bu çizgiler nasıl çizgilerdir? Bunların uçlarını istediğimiz kadar uzatsak bunların uçları birbirine değer mi? Gelin düşünelim. Bu çizgilere ne ad takalım diye sormak velhasıl herhangi bir fenni meseleyi müteaddit parçalara ayırarak her parçasını gösterirken, ne oluyor, ne görülüyor?” diye öğrenciye buldurmanın öğrencinin kendisi için pek faydalı olacağını söylediğini belirtmeye çalışmıştır27. İşte bu ifadelerden hareketle, Selim Sabit Efendi’nin öğretim esnasında soru-cevap metodunun kullanılmasını faydalı gördüğü söylenebilir. Çünkü bu metodun kullanılması ile sonuç, öğrencinin bizzat kendisi tarafından bulunmakta, bu durum da öğrencilerin yaratıcılıkları ile kendilerine güvenlerinin artmasına neden olmaktadır. Bilhassa soru-cevap metodunun öğrenci sayısının az olduğu bir sınıfta veya şubede öğretmen tarafından bilinçli bir şekilde uygulanması durumunda ise bu metottan daha fazla fayda sağlanacağı düşünülebilir. Ayrıca bu metot soru sorarak cevap almak şeklinde uygulandığı için öğrenciye soru sormak suretiyle onun zekâsını ve düşünme melekesini işletmek, derse karşı ilgi ve dikkatleri canlı tutmak28, bilgileri öğrencilere buldurtmak ve işlenmekte olan konuyu öğrencilerin dikkatle dinleyerek iyi kavramalarını sağlamak amacı da güdülmektedir29. Yine Selim Sabit’e göre soru-cevap yöntemi ile yapılan bir dersin müzâkeresi de kolaydır. Çünkü insan soru-cevap tarzına göre yazılmamış bir kitap okurken bazı önemli noktaları kaçırabilir. Oysa bu metot ile yazılmış bir kitap okurken bu bilgiyi gözden kaçırması biraz zordur ki, Selim Sabit Efendi’nin kitap yazımı ile ilgili bu görüşü günümüzde de yaygın olarak başvurulan yöntemlerin başında gelmektedir. Ayrıca soru-cevap yönteminde öğrencinin diğer öğrencilerle olan müzâkeresi de kolay olmaktadır30. Selim Sabit’e göre soru hazırlamak kolay bir iş değildir. Soru sormak aynı zamanda bilgili olmayı da gerekli kılar ki, bu nedenle Selim Sabit Efendi, soruların öğretmen tarafından sorulmasını uygun görmüştür31. Selim Sabit Efendi’nin öğretim faaliyeti esnasında öğretmenlerden yararlanmalarını istediği diğer bir metot ise tecrübe, terkib ve deney metodudur. Kilisli Muallim Rıfat Selim Sabit Efendi’nin bu metotla ilgili olarak şu sözleri söylediğini ifade etmiştir: “Merhum der idiki: çocuklar tecrübeye pek maildir. Bilhassa eşyayı terkib etmekten pek zevk alırlar. İşte çocukların bu hissiyatını tâtile uğratmayıp onları kendi hâline bırakmak lazımdır ve hatta böyle terkibat ile uğraşmayı sizlere de tavsiye ederim. Çünkü birçok keşfiyat ve ihtirâât böyle terkib ve mecze müteâllik tecrübelerden neşet eder. Efendiler! Biz daima gördüğümüz şeyler ile iktifa ediyoruz ki bu beşeriyyet için bir kusurdur. Çalışalım, zihnimizi istimâl edelim, gördüğümüz hâl ile kalmayalım! Acaba şöyle olursa nasıl olur? Böyle olsa nasıl olur? diye birtakım tecrübeler yapalım. Herhâlde bu tecrübeler birtakım nafiâ neticeler verir32.” Selim Sabit Efendi, küçük çocuklarda bu hislerin başlangıçta oyun şeklinde ortaya çıktığını ve çocukların bundan büyük bir haz aldıklarını belirtmiş, çocuklardaki bu hislerin geliştirilerek devam ettirilmesini istemiştir. Selim Sabit Efendi, bilhassa Matematik ve Kimya dersi ile ilgili konuların öğretiminde takrirden daha ziyade öğrencilerin aktif olarak derse katılım sağlamalarına imkân verecek yöntemlerin uygulanmasını istemiş ve bu husus ile ilgili olarak şu sözleri dile getirmiştir: “Ulûm-i riyaziye ve hikemiyeyi tedris ederken takrirden ziyade talebeye yaptırmaya gayret ediniz. Meselâ bir hesap meselesi verdiğimiz zaman mümkün ise o meseleyi mevcut talebenin her birine ayrı ayrı yaptırınız. Kezâlik Kimya okuturken birçok efendilere ve mümkün ise hepsine tecrübe yaptırınız33.” Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere Selim Sabit Efendi’nin teori ile pratiğin iç içe olduğu derslerde öğrencilere pratik kısmın uygulamalı olarak yaptırılmasını istediği, öğrenciden istenilen neticenin yine öğrencinin kendisine buldurulmak suretiyle onların hem aktif olarak derse katılmalarının sağlanmış olacağını, hem de yaratıcılıklarının gelişeceğini ifade ettiği söylenebilir. Onun bu anlayışı günümüzdeki öğrenci merkezli eğitim sisteminin verileri ile de paralellik göstermektedir. Aynı zamanda Selim Sabit Efendi’nin bu görüşleri ile, nakilci ve eskiyi sürdürücü olan medrese zihniyetine karşı olduğu da görülmektedir34 Selim Sabit Efendi, öğrencilerin masal ve hikâyelerden hoşlandıklarını dile getirmiş, bu nedenle öğretmenlerden öğretim faaliyeti esnasında çocuklara, ahlâkî, hakikî bazı latif hikâye ve masalları yeri geldikçe anlatmalarını istemiştir. O, bu metot ile öğrencilerin dinlendirilmiş olacağını, dağılan dikkatlerinin yeniden toplanacağını, öğrencilerin bilgi ile donatılmalarının yanı sıra ahlâklı, terbiyeli olarak yetişeceklerini savunmuştur35. Selim Sabit Efendi’nin bu görüşü ile, eğitim-öğretim sürecinin sadece öğretim yanına değil, aynı zamanda eğitim yanına da önem verdiği söylenebilir. Selim Sabit Efendi’nin öğretim süreci esnasında öğretmenlerden tatbik edilmesini istediği diğer bir öğretim metodu da “çağrışım ve hatırlama” metodudur. Bilmediğimiz bir eve gitmemiz lazım geldiği vakit mezkûr evi sora sora bulmamız mümkündür. Fakat çeşitli şeylere işaret (nişan) koymazsak bu evi ikinci defa bulamayacağımız için gene ikinci kere sormaya mecbur kalırız ki bu durum Selim Sabit’e göre yorucu bir şeydir. Örneğin büyük bir caddeden ayrılırken oraya dikkat etmeli ve demeli ki, “evet falan caddeden, falan camiinin yanındaki köşeden sağa döndüm, dar bir sokak idi, köşe başına kadar gittim, orada bir havagazı vardı, ışığın karşısında bir arsa vardı. Sağ tarafta sarı boyalı bir evdi. Merdiveni taş idi. Bina iki katlı ve sol tarafta şöyle bina vardı, kapısı şöyle idi ve kapıda çıngırak vardı36. Böylece Selim Sabit Efendi, mezkûr hanenin bu şekilde zihnen işaret edildiği zaman unutulmayacağını belirtmiş, en azından bir kısmının unutulsa bile bir kısmının unutulmayacağını dile getirmiş, bu kayıtlardan herhangi birisinin hatırlanması durumunda diğer kayıtların da hatırlanacağını, birisinin diğerini de akla getireceğini belirtmeye çalışmıştır. Dolayısıyla öğrencilerin öğretmenlerinden işitmiş oldukları mühim bir şeyi unutmamaları için bu bilginin yukarıda anlatılan örnekte olduğu gibi çağrışım yaptıracak bir biçimde sembol veya işaretler vasıtasıyla zihne kayt edilebileceğinin mümkün olduğunu ifade etmiştir37. Kanaatimizce yukarıda da zikredilen itibari kayıtlar ve işaretlerle sembolleştirilen sözler, kolay kolay akıldan çıkmamaktadır. Çünkü o sözün, o bilginin arka planında yer alan bu sembol veya işaretler öğrenciye sürekli olarak o sembol veya işaretin hatıra getireceği bilgiyi anımsattığı için, bilginin sürekli olarak akılda canlı tutulmasına yol açacaktır ki, ilkokul çağındaki çocuklarda hafızanın kuvvetli olduğu düşünülecek olursa Selim Sabit Efendi’nin bu görüşünün günümüz şartları içinde de geçerliliğini koruduğu rahatlıkla görülecektir. Yine Kilisli Muallim Rıfat’tan öğrendiğimiz kadarıyla, Selim Sabit Efendi öğretmenlerden derste anlattıkları hususları öğrencilerine kısaca not ettirmelerini, yani yazdırmalarını istemiştir. Sonra öğrencilere yazdırdıklarını okutturmalı, eğer yanlış varsa bu yanlışı derhal tashih ettirmeli ve buna yönelik izâhatta bulunmalıdırlar. İmtihan zamanından önce ise öğretmenler, bu yazdırmış oldukları hususları bir kez daha telhis (özetlemek) etmeliler ve tenkih (düzeltmek) ile sûâl ve cevap şeklinde yeniden yazdırmalıdırlar38. Bu açıdan Selim Sabit Efendi’nin öğrencilere bir metin verilmesini ve derslerin yazdırılan bu metin üzerinden yaptırılmasını istediği söylenebilir ki, bu yöntem günümüz eğitim-öğretim sisteminde de yaygın olarak kullanılan bir usûldür. Selim Sabit Efendi, öğretmenlerden çocukların sordukları soruları kesinlikle cevapsız bırakmamalarını istemiştir. Eğer çocukların sorusuna cevap verilmez, üstelik çocuklar soru sordukları için öğretmenleri tarafından azarlanır ise, bu durum, onlarda merak ve gerçeği araştırma duygusunun sönmesine yol açar. Bu istenmeyen durum, çocukların kişilik gelişimlerini olumsuz yönde etkileyeceği için, onların korkak, içine kapanık ve hemen kabulcü bir kişiliğe ve karaktere sahip olmalarına neden olur. Kilisli Muallim Rıfat’ın Selim Sabit Efendi’den naklettiği bu konu ile ilgili sözleri şu şekildedir: “ ....çocukları cevapsız bırakmak, haklarında büyük bir kusur ve hatta evlada karşı hıyanettir. Çünkü çocuk malumattan mahrum olacağı gibi artık sorduğu şeylerin cevabını almadıkça veyahut bu suallere karşı azar, tektir gördükçe sualden vazgeçer ve bu münasebetle fıtratında merkuz olan tecessüs ve taharri-i hakâyık hisleri de sönmüş olur39.” Selim Sabit Efendi bu husus ile ilgili olarak sadece öğretmenlerin değil anne ve babaların da en az öğretmenler kadar sorumlu olduklarını ifade etmiştir. Bu nedenle aileler, eğer çocuklarını mükemmel yetiştirmek istiyorlarsa kendi eksikliklerini mütemâdiyen ikmâl ve bilgilerini sürekli olarak artırmaya, geliştirmeye mecburdurlar. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere Selim Sabit Efendi, çocukta merak ve öğrenme duygusunun kuvvetli olduğu için ebeveyn ve öğretmenlerin öğrencilerin bu isteklerinin karşılanmasında oldukça dikkatli, sabırlı ve bilgili olmalarını istemiştir. Çünkü çocukların her an her şey ile ilgili olarak sorular sorabileceğini dile getirerek anne ve babaların da en azından onların sorularına cevap verebilecek kadar bilgi sahibi olmaları gerektiğini vurgulamıştır. Örneğin bir çocuk “bu nedir” diye güneşi gösterir ve annesinden “güneş” cevabını aldıktan sonra tekrar “güneş nedir anne” diye soracak olursa, o annenin çocuğuna en azından güneşin mahiyetini anlatacak kadar bilgi sahibi olması gerekmektedir40. Selim Sabit Efendi aynı zamanda çocuklara eşya ve olayların özüne ilişkin doğru bilgilerin verilmesini istemiş, bir mevzûu öğretebilmenin birinci şartı olarak o mevzûnun iyi bir şekilde öğrenilmesinin gerekliliğini vurgulamış, öğretim esnasında oyuncak gibi çeşitli araç-gereçlerden yararlanılabileceğini dile getirmiştir41 ki, onun bu görüşü, günümüzde okul öncesi ve ilk öğretim kademesinde başvurulan öğretim teknik ve yöntemlerinden birisini teşkil etmektedir. Kilisli Muallim Rıfat, Selim Sabit Efendi’nin küçük çocuklar için münferit tedrîs usûlüne, büyükler için ise toplu tedris usûlüne taraftar olduğunu belirterek bu görüşünü şu sözleri ile dile getirmiştir: “Merhum küçükler için tedris-i münferid , büyükler için terdis-i müctemiâ usûlüne taraftar idi. Ve der idi ki: küçüklere ayrı ayrı ders vermek kadar nafiâ bir şey yoktur. Şu kadar var ki bu cihet tatbikat itibarıyla fazla külfeti mucibtir. Fakat hükümet fedakârlık göstermeli ve sıbyan mekteplerinde hiç olmazsa bir sınıfta on çocuktan ziyade bulundurmamalıdır. Muallim ise bunların her birine ayrı ayrı ders vermelidir. Maa-mâ-fih birisine ders verir, anlatırken diğerleri de dinleyebilirler. Yalnız şurasına dikkat lazımdır ki çocukların heyet-i umûmiyesine verilen ders o kadar tesir bırakamaz. Binaenaleyh her birisini fıtraten, ferden nazar-ı dikkate almak lazımdır42.” Münferit tedris usûlünde öğrenciler aynı yaşta olsalar bile öğrencilerin öğrenme düzeyleri birbirinden farklılıklar göstermektedir. Yani öğrenciler arasında bireysel farklılıklar bulunmaktadır. İşte Selim Sabit Efendi bu ferdi farklılıklar nedeniyle bilhassa ilköğrenim düzeyinde bireysel öğretim yönteminin uygun bir yöntem olduğunu ileri sürmüş bu nedenle de bir sınıftaki öğrenci sayısının ondan (10) fazla olmamasını önermiştir. Bilhassa ilkokullarda ferdi kabiliyetler göz önüne alınmadan iyi bir eğitim ve öğretim yapılamaz. Günümüzde ise okullarımızda bir sınıfta elli-altmış öğrenci bulunmaktadır. Öğretmen dersi sınıfa anlatmaktadır. Yani toplu öğretim yapılmaktadır. Bu durumda öğretmenin her bir öğrenci ile ayrı ayrı ilgilenmesi imkansızlaşmaktadır. Bütün öğrencilerin zihni gelişim açısından aynı olmadıkları, kabiliyetlerinin de farklı olduğu açıktır. O hâlde bu durumda, dersi iyi anlayan öğrencilerin yanı sıra anlamayan öğrenci de bulunacaktır. Bu nedenle öğretmenlerin öğrencilerin bireysel farklılıklarının bilincinde olarak eğitim-öğretim faaliyetinde bulunmaları gerekmektedir. Bugün çok sayıda çocuğun ilk ve orta dereceli okullarda başarısızlığa uğraması, okulu terk etmesi, suça yönelmesi, okuldan atılmasının temelinde yatan en önemli etkenlerden birisi, öğretmenlerin öğretim faaliyetlerini bu çocukların bireysel özelliklerine uyduramamalarından kaynaklanmaktadır43. Bu nedenle özellikle ilköğretim kademesinde öğrencilerin zekâ ve kabiliyetlerinin iyi keşfedilmesi ve buna göre rehberlik yapılarak, öğrencilerin yetenekleri doğrultusunda yetişmeleri açısından bireysel öğretim, daha faydalı olmaktadır44. 3. Selim Sabit Efendi’nin Ödül Vermeye İlişkin Görüşleri ve Önerileri Selim Sabit Efendi, öğrencilere verilecek ödüllerin isimlerini sırasıyla şu şekilde açıklamıştır: 1-Aferin Belgesi (Kırmızı Renkli), 2-Tahsin Belgesi (Yeşil Renkli), 3-İmtiyaz Belgesi (Sarı Renkli), 4-Ödüllendirilecek öğrencinin bulunduğu şubede “baş yere” oturtturulması, 5- Ödüllendirilecek öğrencinin tüm öğrencilerin bulunduğu bir esnada övülmesi, adının duyurulması, 6- Ödüllendirilecek öğrencinin isminin “şeref levhasına yazılması. Ayrıca ders, tutum ve davranışlarıyla hafta boyuncu başarılı olan bir öğrenciye “aferin”; bir ay boyunca başarılı olana “tahsin” (on aferin değerinde); altı ay boyunca bu başarılarını sürdüren öğrencilere ise “imtiyaz” belgesi (on tahsin değerinde) verilecektir. Bir öğrenci eğer bir öğretim yılı boyunca bu başarısını sürdürürse kendisine imtiyaz belgesi ile birlikte uygun bir hediye de verilecektir. Ayrıca tutum ve davranışlarıyla örnek olan, sınıflarını geçen öğrencilere de çeşitli ödüller verilecektir. Sınıf başkanları ve müzâkereciler çalışmalarından dolayı iki kat ödül alacaklardır. Bunlara ilaveten Selim Sabit Efendi, çalışkan, tutum ve davranışlarıyla arkadaşlarına örnek olan ve okuluna hizmet eden öğrencilerin öğretmenleri tarafından gitmiş oldukları toplantılara (mevlid-i şerif, kıraat ve hafız cemiyetleri) da götürülerek ödüllendirilmelerini de istemiştir45. 4. Selim Sabit Efendi’nin Ceza Vermeye İlişkin Görüşleri ve Önerileri Kilisli Muallim Rıfat’ın Selim Sabit Efendi’den naklettiğine göre Selim Sabit Efendi bu konu ile ilgili olarak şunları söylemiştir: “...çocukları azarlamak, tektir etmek hiç doğru değildir; bilâkis çocuklara büyük adamlar kadar hürmet etmeli; onlarda izzet-ı nefs hissini uyandırmalı ve bir yaramazlık hudûsunda en aşağıdan başlayarak ( evladım sana yakışıyor mu, aman senden beklemezdim) gibi sözlerle gayet hafif cin-i cebin (alın kırışıklığı) göstermelidir; velhâsıl mümkün ise hiç ceza vermemelidir;çünkü arsız olurlar46.” Selim Sabit Efendi, kendi eserinde ise disiplin meselesine önemle eğilmiş, günümüz için bile genel geçerliliğini koruyan değerli görüşlere yer vermiştir. “Mücâzata Dair” başlığı altında ağırlık derecesine göre öğrencilere eğitim-öğretim faaliyetleri esnasında şu cezaların verilebileceğini öngörmüştür: a-Nasihat, b-Uygun bir dille tektir, c-Bulunduğu şubede en aşağı yere oturtmak, d-Şubesinden ayırıp derse çalıştırmak, e-Kitaplarını elinden alıp ayakta tutmak, f-Teneffüs ve yemek saatlerinde sınıfta alıkoymak, g-Velisi ile görüşüp, belirli bir süre okuldan uzaklaştırmak47. Bu ceza türlerinden günümüz için yanlış olan ve kabul edilemez olanları vardır. Ancak Selim Sabit Efendi; “tenbih ve nasihat veyahut tâzir tarikiyle ıslâh-ı hâl olabildiği hâlde mücazât-ı saire icrâsından sarf-ı nazar olunur48” yani, “tenbih, nasihat, tektir gibi uygun bir dille durum düzeltilebilecekse cezadan kaçınılmalıdır” diyerek de, Kilisli Muallim Rıfat’ın da bildirdiği gibi, cezaya karşı olduğunu bir kez daha dile getirmiştir. Selim Sabit Efendi’nin bu anlayışı, o günün şartlarına göre küçümsenecek bir tutum değildir. Tam tersine ödül ve cezanın öteki çocuklara ibret olur diye düşünüldüğü ve cezada eğitici bir özellik arandığı bir dönem içersinde, onun bu husustaki fikirlerinin günümüz eğitim anlayışında bile önemli yerinin olduğu görülecektir. Selim Sabit Efendi, disiplin meselesinde sadece bu fikirler ile yetinmemiş, ayrıca şu görüşleri de ileri sürmüştür: 1-Öğretmen cezaya lâyık bir öğrenciye hemen değil, hiddeti geçtikten sonra ceza uygulamalıdır. 2-Öğrenciye kabahatinin oranına göre ceza verilmelidir. 3-Arz ve adâba aykırı bir davranışta bulunan bir öğrenciye velisinin de görüşü alınarak ceza verilmelidir. 4- Bir öğretmen bir öğrenciye suçu olmadığı hâlde ceza verirse, bu durumda öğretmen o öğrencinin gönlünü alıp onu hoşnut etmelidir. 5-Derslerini ve okuldaki görevlerini yapmayan öğrencilere öğretmen öncelikle nasihatte bulunmalı, bunların tekrarı durumunda ceza vermelidir. 6-Bir sınıf ya da şube öğrencileri, yapanı bilinmeyen bir kabahatten dolayı tümüyle cezalandırılmamalıdır. 7-Öğrencilerin küçük kabahatlerine ceza verilmemeli, bunun yerine öğüt ve nasihatte bulunulmalıdır. 8-Ders esnasında gürültü ve yaramazlık yapan öğrenciler, o dersin sonuna kadar ayakta tutulmalıdır. 9-Kanunî bir ceza gerektirecek bir kabahat işlemediği müddetçe hiçbir öğrenci okuldan atılmamalıdır. 10-Müzâkereci ve sınıfbaşıları, işledikleri kabahatin nispetine göre, geçici olarak yada tamamen görevlerinden alınmalıdırlar. 11- Müzâkereci ve sınıfbaşıları, öğrencilere tenbih ve nasihatten başka herhangi bir icrâ-i mücazât yapamazlar. 12-Bir öğrenci okula devamsızlık yaptığı gün kadar arkadaşlarından ayrı olarak tek başına ders çalıştırılmalıdır49. Bu maddelerin sayıca çoğaltılması mümkündür. Ancak bu verilerden de hareketle Selim Sabit Efendi’nin disiplin ve ceza anlayışının günümüz ceza anlayışına benzer yanlarının olduğu rahatlıkla söylenebilir. Örneğin yapanı bilinmeyen bir suç nedeniyle bütün sınıfın cezalandırılmayacağını talep ederken, günümüzde toplu ceza uygulamalarına yer veren idareci ve öğretmenlerimize, yaptıkları uygulamanın demokratik ve insancıl olmadığını yaklaşık 130 yıl önce söylemeye çalışmıştır. Yine suçu olmadığı hâlde bir öğrencisine ceza veren ancak bunu sonradan anlayan bir öğretmenden o öğrencinin gönlünü almasını istemesi son derece insancıl ve demokratik bir davranıştır. YARARLANILAN KAYNAKLAR Akyüz, Yahya: Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1999’a), Alfa Basım-Yayım Dağıtım, 7. Baskı, Mart 1999, s.176. Akyüz, Yahya: Vizeli Selim Sabit Efendi, Tarih ve Toplum, (Aylık Ansiklopedik Dergi), İletişim yayınları, Cilt:34, Sayı:201, Eylül 2000, s.15-21. Akyüz, Yahya: Eğitimde Çağdaşlaşmaya Katkısı Açısından Selim Sabit Efendi ve “Öğretmenlere Kılavuz” Başlıklı Eseri” , Uluslararası Vize Tarih ve Kültürü Sempozyumu (Vize/28 Nisan 2000), Türkiye’nin İlk Pedagogu Vizeli Selim Sabit Efendi, (Tarihsiz), s.3-17.Alıcıgüzel, İzzettin: İlk ve Orta Dereceli Okullarda Öğretim, İstanbul 1989. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Sicil-i Ahvâl Defteri, No:1, s.260. Bilim, Cahit: Selim Sabit Efendi ve Rehnüma-i Muallimin, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı:1, Ankara 1985. Gündüzalp, Fuad: Öğretmen Meslek Dersleri Kılavuzu (Arap Harfleriyle Basılmış Türkçe 257 Eserin İzahlı Bibliyofyası), (Basılmamış Eser). Hesapçıoğlu, Muhsin: Öğretim İlke ve Yöntemleri, Beta Basım ve Yayım A.Ş., İstanbul 1988. Kara, Ahmet: Selim Sabit’te Eğitim (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Eğitimi Anabilim Dalı, İstanbul 1992. Kilisli Muallim Rıfat: Mektep Hatıraları, Muallimler Mecmuası, Sene:3, Sayı: 30, Matbaa-i Amire, İstanbul 1342. Öztürk, Cemil: Selim Sabit Efendi’nin Yetiştiği Dönemde Osmanlı Devleti’nde Eğitim: Modern Eğitimin Doğuşu, , Uluslar arası Vize Tarih ve Kültürü Sempozyumu (Vize/28 Nisan 2000), Türkiye’nin İlk Pedagogu Vizeli Selim Sabit Efendi, (Tarihsiz), s.55-80. Sabit, Selim: Rehnümâ-i Muallimin, İstanbul 1290. Selim Sabit Efendi, Eğitim Hareketleri, Sayı:146-147, 1967, s.20. Şişman, Adnan: Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nin Kuruluşu ve İlk Eğitim Yılları, 1868-1871, İstanbul 1989. Temizyürek, Fahri: Eğitim Tarihimzde Önemli Bir İsim:Selim Sabit Efendi, , Uluslararası Vize Tarih ve Kültürü Sempozyumu (Vize/28 Nisan 2000), Türkiye’nin İlk Pedagogu Vizeli Selim Sabit Efendi, (Tarihsiz), s. 219-235. Türk Ansiklopedisi, Cilt: XXVIII, M.E.B. Basımevi, Ankara 1980, s.395.
* ErciyesÜniversitesi EğitimFakültesi Sınıf Öğretmenliği Bölümü ÖğretimÜyesi, 38039, Kayseri. (1) Cemil Öztürk: Selim Sabit Efendi’nin Yetiştiği Dönemde Osmanlı Devleti’nde Eğitim: Modern Eğitimin Doğuşu, , Uluslararası Vize Tarih ve Kültürü Sempozyumu (Vize/28 Nisan 2000), Türkiye’nin İlk Pedagogu Vizeli Selim Sabit Efendi, (Tarihsiz), s.55. (2) Fahri Temizyürek: Eğitim Tarihimzde Önemli Bir İsim:Selim Sabit Efendi, , Uluslararası Vize Tarih ve Kültürü Sempozyumu (Vize/28 Nisan 2000), Türkiye’nin İlk Pedagogu Vizeli Selim Sabit Efendi, (Tarihsiz), s. 226. (3) 28 Nisan 2000 tarihinde Vize Kaymakamlığı, Vize Belediye Başkanlığı ve Vize Meslek Yüksek Okulu’nun İşbirliği ile Düzenlenen “Uluslar arası Vize Tarih ve Kültürü Sempozyumu, Türkiye’nin İlk Pedagog Vizeli Selim Sabit Efendi” isimli sempozyuma sunulan bildiriler derlenerek kitap haline getirilmiştir. Selim Sabit Efendi’nin hayatı, eserleri ve görüşleri hakkında ayrıntılı bilgi bu eserden elde edilebilir. (4) Selim Sabit Efendi, Eğitim Hareketleri, Sayı:146-147, 1967, s.20. (5) Cahit Bilim: Selim Sabit Efendi ve Rehnüma-i Muallimin, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı:1, Ankara 1985, s.197. (6) Türk Ansiklopedisi, Cilt: XXVIII, M.E.B. Basımevi, Ankara 1980, s.395. (7) Yahya Akyüz: Vizeli Selim Sabit Efendi, Tarih ve Toplum, (Aylık Ansiklopedik Dergi), İletişim yayınları, Cilt:34, Sayı:201, Eylül 2000, s.15-21. (8) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Sicil-i Ahvâl Defteri, No:1, s.260. (9) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Sicil-i Ahvâl Defteri, No:1, s.260. (10) Bu okul hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için bkz., Adnan Şişman: Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nin Kuruluşu ve İlk Eğitim Yılları, 1868-1871, İstanbul 1989, s.1-84. (11) Fuad Gündüzalp: Öğretmen Meslek Dersleri Kılavuzu (Arap Harfleriyle Basılmış Türkçe 257 Eserin İzahlı Bibliyofyası), (Basılmamış Eser). (12) Yahya Akyüz: Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1999’a), Alfa Basım-Yayım Dağıtım, 7. Baskı, Mart 1999, s.176. (13) Kilisli Muallim Rıfat: Mektep Hatıraları, Muallimler Mecmuası, Sene:3, Sayı: 30, Matbaa-i Amire, İstanbul 1342, s.1339. (14) Ahmet Kara: Selim Sabit’te Eğitim (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Eğitimi Anabilim Dalı, İstanbul 1992, s.2. (15) Cahit Yalçın Bilim, a.g.m., s.197. (16) Selim Sabit: Rehnümâ-i Muallimin, İstanbul 1290, s. 4. (17) Selim Sabit, a.g.e., s. 4. (18) Selim Sabit, a.g.e., s. 4-6. (19) Selim Sabit, a.g.e., s. 5. (20) Cahit Yalçın, Bilim, a.g,m., s.201. (21) Selim Sabit, a.g.e., s. 5-6. (22) Selim Sabit, a.g.e., s. 6-7. (23) Selim Sabit, a.g.e., s. 7-8. (24) Yahya Akyüz, a.g.m., s.137. (25) Selim Sabit, a.g.e., s. 7-8. (26) Yahya Akyüz: Eğitimde Çağdaşlaşmaya Katkısı Açısından Selim Sabit Efendi ve “Öğretmenlere Kılavuz” Başlıklı Eseri”, Uluslararası Vize Tarih ve Kültürü Sempozyumu (Vize/28 Nisan 2000), Türkiye’nin İlk Pedagogu Vizeli Selim Sabit Efendi, (Tarihsiz), s.6. (27) Kilisli Muallim Rıfat: Mektep Hatıraları, Muallimler Mecmuası, Sene:3, Sayı: 30, Matbaa-i Amire, İstanbul 1342, s.1348. (28) Muhsin Hesapçıoğlu: Öğretim İlke ve Yöntemleri, Beta Basım ve Yayım A.Ş., İstanbul 1988, s.170-173. (29) Ahmet Kara: Selim Sabit’te Eğitim (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Eğitimi Anabilim Dalı, İstanbul 1992, s.61. (30) Kilisli Muallim Rıfat, a.g.m., s.1350. (31) Kilisli Muallim Rıfat, a.g.m., s.1350 . (32) Kilisli Muallim Rıfat, a.g.m., s.1342. (33) Kilisli Muallim Rıfat, a.g.m., s.1350-51. (34) Yahya Akyüz: Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1999’a ), Alfa yayınları, İstanbul 1999, s.179. (35) Kilisli Muallim Rıfat, a.g.m.,s.1347-1348. (36) Kilisli Muallim Rıfat, a.g.m.,s.1356-1357. (37) Kilisli Muallim Rıfat, a.g.m.,s.1356-1357. (38) Kilisli Muallim Rıfat, a.g.m.,s.1350. (39) Kilisli Muallim Rıfat, a.g.m.,s.1340. (40) Kilisli Muallim Rıfat, a.g.m.,s.1341. (41) Kilisli Muallim Rıfat, a.g.m.,s.1341 . (42) Kilisli Muallim Rıfat, a.g.m., s.1345. (43) İzzettin Alıcıgüzel: İlk ve Orta Dereceli Okullarda Öğretim, İstanbul 1989, s. 205. (44) Ahmet Kara: Selim Sabit’te Eğitim (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Eğitimi Anabilim Dalı, İstanbul 1992, s.65-66. (45) Selim Sabit Efendi, a.g.e., s. 33-35. (46) Kilisli Muallim Rıfat, a.g.m., s.1348. (47) Selim Sabit Efendi, a.g.e., s. 35. (48) Selim Sabit Efendi, a.g.e., s. 38. (49) Selim Sabit Efendi, a.g.e., s. 36-39. |
© T.C. MEB Yayımlar Dairesi Başkanlığı |
[ yukarı ] |