MİLLİ EĞİTİM DERGİSİ |
Sayı 164 |
Güz 2004 |
EĞİTİM-ÖĞRETİMLE İLGİLİ BAZI ATASÖZÜ VE DEYİMLERİMİZİN ÖĞRENME-ÖĞRETME SÜRECİ BAKIMINDAN İRDELENMESİ |
Kemal DURUHAN* |
Eğitim sistemini “amaç - süreç – değerlendirme” ögelerinden oluşan bir bütün olarak düşündüğümüzde; sistemin iç tutarlılığı; her bir ögenin diğerleriyle uyumu ve dış tutarlılığı her bir ögenin sistemin oluşumu etkileyen unsurlarla uyumu bütünün ahengi için önemlidir. Öğrenme ve öğretme süreci ise eğitim sisteminin süreç ögesinin içinde yer almaktadır. Öğrenme ve öğretme süreci de sistemin diğer ögeleri gibi iç ve dış tutarlılığı sağlamalıdır. Dış tutarlılık adına öğrenme ve öğretme sürecinin yapılışı ve işleyişi eğitim sistemine hakim olan anlayış ve yaşayışlarla uyumlu olmalıdır. Bu süreçleri etkileyen toplumun eğitim felsefesi, yani eğitilmiş olmayı yorumlamaları, eğitim işini icra ederken gösterdikleri plan, strateji ve duyarlılıkları önemlidir. Toplumun eğitim felsefesinin eğitim sisteminin başarısına bazı olumlu ve olumsuz katkıları olabilir; çünkü genelde eğitim sistemini ve özelde öğretmen, öğrenci, veli ve okul idarecilerinin toplumun genel anlayışından etkilenmemeleri imkânsızdır. Anahtar Sözcükler: Eğitim felsefesi, öğrenme, öğretme, atasözleri Giriş Dilimize dil inkılâbında girmiş bulunan eğitim sözcüğü eski dildeki terbiye anlamında kullanılan bir kavramdır. Çeşitli kaynaklarda farklı biçimde tanımlanmış olan eğitim kavramının en bilinen tanımları şunlardır: Tyler’a göre eğitim kişinin davranış örüntülerini değiştirme sürecidir. Ertürk ise eğitimi bireyin davranışlarında kendi yaşantıları yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme süreci olarak ele almıştır. Alkan’sa eğitimi davranış değişikliği, bireyin belirli hedefler yönünde maksatlı olarak kendi yaşantıları yoluyla davranışlarını değiştirmesi, kişinin yeteneklerini çeşitli yönlerden toplum ve birey için uygun ve dengeli olarak geliştirmesi olarak tanımlamıştır (Sönmez, 2002, 31). E.Durkheim ‘e göre eğitim henüz toplumsal hayata hazırlanmayan, üzerinde yetişkin kuşakların uyguladığı bir faaliyettir (Tezcan, 1991, 6-7). Tanımlardaki ortak paydalar eğitilecek bir birey ve onu eğitmekle sorumlu olan bir toplumun varlığıdır. Toplum genç kuşakların yetiştirilmesi misyonunu yerine getirmek için işe koşulan, eğitimi şekillendiren ögelerden biridir. Hemen hemen var olan bütün eğitim süreçleri köklerini toplumdan almaktadır. Bu noktada toplumun eğitim ile ilgili görüşleri önem kazanır. Antropolog J.Hanigmann’ın da belirttiği gibi herhangi bir toplumsal kurum üç kültürel öge tarafından etkilenir. Bunlar ideoloji, teknoloji ve toplumsal örgüttür (Tezcan, 1991, 59). Toplumun dünya görüşü, yaşama bakış açısı yani felsefesi eğitimin nasıl ve ne şekilde olacağının belirlenmesinde etkili olmaktadır. Her toplum, üyelerini kendi beklentileri doğrultusunda yetiştirmektedir. Bu yetişme ve yetiştirme süreci, doğumla birlikte ailede başlamakta, mahallede, okulda, iş yaşamında devam etmekte, bireyin tüm yaşamını kuşatmaktadır. Buna göre bireyin içerisinde var olduğu toplumun değerlerinden bağımsız olarak düşünülmesi imkânsızdır. Eğitimin bir görevinin de bireyi sosyalleştirmek ve topluma uyumunu sağlamak olduğunu öngörürsek; eğitim sürecinde toplumun değer yargılarının istemli veya istem dışı bir şekilde bireye aşılandığını fark etmemiz gerekir. Her toplum öncelikle kendi kültürünün, geleneğinin sürekliliğini sağlamak ister. Dolayısıyla sahip olduğu giyim-kuşam tarzı, yiyecek ve içecek çeşitleri, kendilerine özgü yapı ve mimarî gibi maddî kültürün yanı sıra inançları, değerleri ve töreleri gibi olguları yeni kuşaklara aktaracak tarzda bir eğitim benimsenir. Toplumun etkisiyle şekillenen eğitimin formal ve informal olarak sınıflandırılmasında; kültürü, toplumsal değer ve normları ve yaptırımları, kuşaktan kuşağa aktarılan atasözü, deyim, ninni vb. sözlü kültürel ürünlerin büyük ölçüde informal eğitim yolu ile; ailelerinden, arkadaş grubundan ve çevrelerinden edinirler (Tezcan, 1991, 50-60). Toplum hem eğitimi etkilemiş hem de bizatihi eğitimden etkilenmiştir. Zaten yeniden kurmacılık gibi bazı eğitim akımları bu sav üzerine kurulmuştur. Eğitimin her kademesinin oluşturulmasında belirleyici rol oynayan toplumlar ve onların felsefeleridir. Toplumun kültürünün manevî parçacıkları olan atasözleri ve deyimler ise toplumun felsefesini yansıtan özlü sözler olarak bize o toplumun eğitime bakış açısı hakkında ipucu verebilirler. Bu noktadan hareketle bazı Türk atasözleri ve deyimlerini eğitim açısından hangi felsefî görüşü yansıttıklarını inceleyip eğitim sistemimize yansımalarını görmeye çalışacağız. “Bilmemek ayıp değil sormamak ayıp” atasözü öğrenmeye çalışmanın öneminden bahseder. Bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği çağımızda artan bilgi birikimi sonucunda elbette ki her şeyi bilmek mümkün değildir. Dolayısıyla bilmediklerimizi araştırmalı, uzmanlarına sormalı, kitaplar ve internetten araştırmalı ve bilgiye ulaşmaya çalışmalıyız. Çünkü sormamak, ilgilenmemek öğrenme isteği duymamak demektir (Par, 1993, 106). Temelde kişiyi araştırmaya sevk eden bir düşünce içeren bu söz daha çok ilerlemecilik akımını yansıtmaktadır. Çünkü kişi karşılaştığı ve anlayamadığı durumları araştırmaya ve kendi için anlaşılır kılmaya teşvik edilmektedir. Toplumumuzda böyle bir anlayışı belirten bir atasözü olmasına rağmen insanlarımız genelde çok fazla araştırmaz ve soru sormazlar. Çünkü böylelikle kendilerini cahil konumuna düşüreceklerine inanırlar. Eğitim ortamlarında öğrenciler anlamadığı anlarda soru sormayıp anlamış görünmeyi tercih etme eğilimindedirler. “Az söyle çok dinle” sözü bize dinlemenin sürekli ve boş konuşmaktan daha önemli olduğunu hatırlatır. Kişileri pasif dinleyiciler konumunda olmaya teşvik eder. Bu tarz bir yaklaşım bize esasîcilik akımındaki öğrenci tipini hatırlatır. Öğrenci doğuştan hiçbir bilgi ve beceriye sahip değildir. O görüş ve sav üretecek, beceri gösterecek düzeyde olmadığından öğretmenin dediklerini çok iyi dinlemek ve ezberlemekle yükümlüdür(Sönmez, 2002, 82). Esasîcilik akımının bu yaklaşımı eğitim sistemimizde de görülmektedir. Eğitim ortamlarında öğrenciler pasif dinleyiciler konumuna indirgenmekte ve onlardan anlatılanları ezberlemeleri istenmektedir. Toplumumuzun içinden gelen öğrenciler ise bu rolü kolayca benimsemektedirler. Bunun temelinde ise öğrencilerin kendi yaşantıları yoluyla öğrenmelerini sağlamak yerine yetişkinler arasında ve onların yapıp ettiklerini izleme ve söylediklerini dinleyip ezberleme yoluyla bir öğretim tarzının benimsenmesi vardır. “Sükût ikrardan gelir” atasözü eğitim sistemimizdeki temel aksaklığı anlatır niteliktedir. Sükût susma; ikrar kabullenme demektir. Herhangi bir konuda susuyorsak ya da susma gereğini duyuyorsak, o konu üzerinde söyleyecek bir şeyimiz olmadığı ya da ileri sürülen düşünceleri kabullendiğimiz anlamına gelir (Par, 1993, 307). Eğitim ortamlarında genelde düz anlatımın tercih edildiği eğitim sistemimizde; hedeflere ulaşıldığının bir göstergesi olan bu söz; dersin mesajını anlayan ve anlamayanlar arasında bir ayraç görevi görmektedir. Sınıf ortamında sessizce oturan ve dinleyen öğrenciler dersi anladıklarını sessiz kalarak ve soru sormayarak belirtmiş olurlar, bu mesajı alan öğretmen de yeni bir konuya geçer. Öğrenciden anlatılanları dinleyip, sorulduğunda söylemesi veya yazması istenen esasîcilik akımını andıran bir eğitim tarzı hâkimdir. Öğretmen öğrencilere soru sorup onların çözmelerini istememeli, yani problem çözme yöntemini ve tartışma tekniklerini kullanmamalıdır; çünkü bu teknikler zaman ve emek kaybına neden olabilir(Sönmez, 2002, 82). Bilimin günümüzde geldiği bu noktada insanların her bilgiyi bilme ve ezberleme mecburiyetleri kalmamıştır. Kaldı ki ezbercilik bir medrese geleneğidir ve aşılmıştır. Evet, kimse her yeni bilgiyi ezberlemek zorunda değildir; ama en azından mesleğiyle ilgili gelişmeleri takip etmeli ve popüler olan bir deyişle; çağın gerisinde kalmamalıdır. İşte, öğretmenin görevi burada başlar. Öğretmen sınıfta bilgileri durmadan öğrenciye enjekte etmekten çok, bu bilgilere ve veri kaynaklarına ulaşmanın yollarını öğrenciye göstermelidir. Bir anlamda öğretmenin görevi koordinatörlük, öğrenciye rehberlik etmek olmalıdır. “Bakmakla usta olunsa kediler kasap olurdu” atasözü bize öğrenmede uygulamanın önemini hatırlatır. Bilindiği gibi beş duyumuzun kullanılma oranlarına göre verilen bilgiyi anlama ve kavrama yüzdemiz değişir. Eğitim ortamlarında ne kadar çok duyumuzu kullanırsak öğrenme ve kavram oranımız o ölçüde artacaktır. Bu sebeplerden dolayı uygulayarak öğrenme eğitimde sıkça kullanılması gereken bir yöntem olarak önem kazanmaktadır. Eğitim ortamlarında kuramla birlikte uygulamaya ağırlık verilmelidir; çünkü kitaba bağlı öğrenci uygulama gerektiren olguları kavramakta zorluk çeker. Oysa uygulama sonucu öğrenen çocuk ilişkileri kavrar, öğrendiklerini de unutmaz (Sönmez, 2002, 92). İlerlemecilik akımının eğitim ortamında uygulama ve deneye yer vermesinin nedeni de işte budur. Toplumumuzda yer etmiş böyle bir atasözünün anlamından eğitim sistemimizde tam anlamıyla faydalanılmamaktadır. “Adam etmek” deyimi ise toplumumuzda iyi yetiştirmek anlamında kullanılmaktadır. Genellikle kırsal kesimde yaşayan aileler çocuklarını öğretmenlere emanet ederek onlardan çocuklarını adam etmelerini isterler, çünkü Osmanlı eğitim sisteminden beri devam eden “Bilginler, peygamberlerin varisleridir; onları sayan Allah ve Peygamberi saymış olur. Bilginlere itaat ediniz; çünkü onlar dünya ve ahiretin kandilidir.” hadisi ve Türk örfündeki değerlerin sonucunda öğretmenlik kutsal bir vazife olarak görülmüştür. Onların söyledikleri kesin doğru, hareketleri hep manalı kabul edilmiş onların sözünden çıkmama tavsiye edilmiştir. Bu yargı doğruluk payı taşımakla birlikte tüm sorumluluğu öğretmenin üzerine yıkmıştır. Öğretmen başat kültürel değerleri aktaran bir model olmalıdır; çünkü öğrenmenin bir yolu da görüp taklit etmektir anlayışı hakimdir (Sönmez, 2002, 68). Daimîcilik akımının öğretmen rolü tam anlamıyla olmasa da buna yakın bir modeldir. Zaten eğitim sistemimiz teoride ilerlemeci görüşe yakın olmasına rağmen uygulamada daimîci ve esasîci akımın etkileri daha fazla hissedilmektedir. Kültürümüzün eğitim çalışanlarına ve öğrenen bireylere yüklemiş olduğu misyonun kaçınılmaz bir sonucu bunu gerektirmektedir. Kendini öğrencileri adam eden kişi rolünde gören öğretmen, eğitimi tek başına gerçekleştirmekte ve sınıfta otoritesini her zaman hissettirmektedir. Bunun sonucunda öğrenciler edilgen olarak kalmaktadırlar.Ailelerinde bu şekilde yetişmiş olan çocuklar ise kendilerine biçilen bu rolü kolayca benimsemektedirler. “Hocanın vurduğu yerde gül biter” atasözü ise öğretmenin bu otoriter tavrını pekiştirmektedir. Her öğretmen öğrencisinin bilgi ve ahlâk yönünden en üstün düzeye gelmesini ister. Çünkü öğrencisinin bilgili, çalışkan ve erdemli olması öğretmenin başarısını simgeler. Öğrenci yararlı ve olumlu davranışlarda bulunmaz, kendini zararlı alışkanlıklara kaptırır, çalışmaz, öğretmenin isteklerine ilgisiz kalırsa verilecek cezayı hak etmiş olur. Bu ceza öğrencinin kişiliğine göre değişir. Ziya paşa, Terkib-i Bend’inde : “Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” diyerek kimi öğrencinin öğüt, kiminin azar, kimilerinin de dayak ile eğitilmesi gerektiğini anlatır. Eskiden ana-babalar çocuklarını okula götürür ve öğretmenine: “Eti senin kemiği benim” diye emanet ederlerdi. Bu söz çocuğumu yetiştirmek için gereken her türlü önlemi alabilirsin anlamını taşırdı. Çünkü öğretmenin verdiği cezanın öğrencinin yararına, öğrenciyi zararlı alışkanlıklardan ve derse olan ilgisizlikten alıkoymaya yönelik olduğu düşünülürdü. Asıl olan çocuğun bunu bilmesidir. Eğer veliler herhangi bir ceza verilişinde öğretmenin yanında değil de karşısında yer alırlarsa; eğitim işi sarp ve çıkmaz yola yöneltilmiş demektir(Par, 1993, 236-237). Öğretmenlerin dayağı genelde sınıfta disiplini sağlamak için kullanmalarını teşvik eder bir anlayış benimsenmiştir. Çünkü eğitimin amacı insanı adam etmektir. Bu anlayış daimîcilik ve esasîciliğin öğretmene yüklediği rolü hatırlatmaktadır. Öğretmen eğitim ortamında gerektiğinde cezaya başvurmalı ve otoriteyi elden bırakmamalıdır (Sönmez, 2002, 78-83). Ayrıca öğretmen kendi kendini denetleme yeteneğini öğrenciye kazandırmak için gerekirse zor kullanmalıdır. Toplumumuzda benimsenen ve sıkça başvurulan bu yöntem alınan kararlarla yasaklanmasına rağmen kırsal kesimde oturan ailelerin çocuklarının gittiği okullarda sıkça uygulanmaktadır. Aile içinde de şiddete maruz kalan çocuklar okulda da aynı yöntemle cezalandırılmaktadırlar. Toplumumuzda otoriterlik, aile yapımızda egemen olduğu için, öğretmen ve yöneticiler de bu toplumun ferdi olarak okulda da otoriter olabiliyorlar. Bu davranışın nedenleri geleneksel, kültürel olarak bu davranışın benimsenmesi ve disiplini sağlamanın en iyi yolunun sert davranma olduğu inancıdır ki bugün geçerli olmayan bir görüştür. Demokratik, hoşgörülü ve anlayışlı davranmak, gönümüzde benimsenen davranıştır. Otoriterlik, konusunu yeterince bilememe ve gençler arasında eşit davranmama sevilmeyen öğretmenin bazı özellikleri arasındadır. Otoriter davranışlar, gençlerle diyaloga yanaşmama sonucunu doğurmaktadır. Oysaki bu tutum da gerçek bir eğitimcinin davranışı olamaz. Sınıf düzeni de dikkate alınarak belirli bir derecede diyalog, çeşitli fırsatlarda gerçekleştirilebilir. Otoriter davranışlar çocuğun başarısını olumsuz olarak etkileyebilir. O öğretmeni sevmemek, dersine çalışmamak, öğretmeni başkalarına şikâyet ve ona saygısız davranma gibi birtakım sorunlar ortaya çıkabilir. Okul yöneticileri de eğitimci olarak, öğrenci ve öğretmenler arasında iyi ilişkiler kurmalıdır. Oysaki ülkemizde yöneticilerin bu görevi yerine getirdikleri söylenemez. Öğrencilerle işbirliğine gitmemek, gençlere yeterince sevgi göstermemek, eşit davranmamak ve disiplini sağlamak için şiddet uygulamak yöneticilerin olumsuz davranışları arasındadır. Öğrencilerin sevdiği öğretmen tipi, diyaloga yanaşan, kendilerine sorunlarının çözümünde yardımcı olan, arkadaş gibi davranan, ilgi çekici ve neşeli ders anlatan, hoşgörülü ve anlayışlı, güven verici ve öğrencilere ebeveynlerin ve toplumun istediği tarzda bir ‘adam olma’ sürecinde rehberlik eden öğretmenlerdir(Tezcan, 1991, 311-312). “Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” atasözünde ise önemli olanın bir şeyin iyi, güzel ve doğru olan yanlarını öğrenmek olduğu anlatılır. Öğretmenler daima iyi, güzel ve doğru bilgileri öğretmek için çalışırlar. Ama onlar da insandır, kötü alışkanlıkları olabilir. Hocadır hep doğru ve güzel işleri yapar inancıyla onun kötü alışkanlıklarını uygulamaya kalkmak kişiyi zarara sokar. Önemli olan bir işin iyi, güzel ve doğru yanlarını öğrenmek olmalıdır. Körü körüne taklit eğitimde tasvip edilmeyen bir tutum olmalıdır(Par, 1993, 236). Temelde bu anlamda olan atasözümüz ilerlemeci akımın öğrenciye öngördüğü role paralel bir anlayış içermektedir. Merkezde olan odur; gizil yeteneklerini geliştirmeli ve kendisine verilen bilgileri akıl süzgecinden geçirerek ve uygulayarak öğrenmelidir. Öğretmense sadece yol gösterici olmalı, kendini merkeze koymamalıdır. Tersine ilerlemeci bir öğretmen öğrenenin ilgilerini merkeze alır; başarılı bir öğrenme için rehber olur( Gutek, 2001, 332). Böylelikle öğretmenin çok iyi bir örnek olma zorunluluğu ön planda olmayacaktır. Öğretmenden beklenen sadece öğrencilere rehberlik etmesidir. Öğretmen derste sadece, kendi bildiklerini anlatmakla, aktarmakla yetinirse; öğrencinin ufku, anlayış, kavrayış düzeyi öğretmeninkiyle sınırlanmış olur ve öğretmene endeksli bir öğrenme oluşur. Ama öğretmen konunun, problemin ana çizgilerini verirse; bilgilerin ayrıntılarına ulaşmanın yöntem ve tekniklerini anlatırsa, yapılan eğitim daha kaliteli ve verimli olur. Sorunun derinliklerine inmek, analiz, sentez ve değerlendirmesini yapmak böylelikle mümkün olabilir. Hem de öğrenci, araştırıcı bir kişilik geliştirmiş olur. “Sanat altın bileziktir” sözü bir hünere sahip olmanın önemini vurgulamaktadır. Bireylerin eğitilerek onların üretken insanlar haline getirilmelerinin eğitimin öncelikli hedefi olması gerektiği vurgulanır. Politeknik eğitimin amacına paralellik arz eden bir atasözümüzdür. Politeknik yaklaşımda üretimde kullanılacak her türlü bilgi ve beceri sistemli olarak yetişikte yer almalıdır. İnsanın zihnî ve manevî hayatını belirleyen en önemli unsurun “iş” olduğu savunulur. Özellikle sanayi devriminden bu yana iş insanın alın yazısı haline gelmiştir. İş okulu pedagoglarına göre iş bir eğitim aracıdır; esas amaç öğrencilerin kendiliğinden faaliyeti; el işi vasıtasıyla zihnî dengelemektir. İş okulu kişinin, karakter gelişimini el işi ve zihnî gelişimini birlikte sağlaması gerektiğini savunur. Okul, çocuğun aktifliğini, yaparak, yaşayarak, öğrenmesini, çocuğun şahsiyetinin iş ile yoğrulmasını ister. Okullarda kuram ve uygulamanın birlikte ve iç içe olması gereklidir. Bu akımın öğrenci anlayışı yaparak, yaşayarak, uygulayarak öğrenen, meslekî yönelimin kendisinin hayat akışını belirleyen en önemli unsur olduğunun bilincine varan kişidir. Kişinin hayatında en önemli yeri işe veren bu akım toplumumuzdaki bu sözle özetlenebilirdi.Tüm eğitim etkinliklerinin üretim için düzenlenmesi anlayışı bu akımda etkindir; eğitim üretim için olmalıdır, insan üretimde bulunabilecek şekilde yetiştirilmelidir(Sönmez, 2002, 98-108). Sonuç ve Öneriler Atasözleri genellikle farklı zamanlarda, farklı mekanlarda ve farklı durumlar için söylenildiklerinden her durumda doğruluk değeri taşımazlar. Fakat bir toplumun hayata bakış açılarını göstermeleri bakımından birer nirengi noktası sayılırlar. Bir toplumun değer ve yargıları atasözlerindekilerle paralellik arz eder. Ortak bir kültürle yoğrulan bireylerde bu değer ve tutumların oluşması kaçınılmazdır. Zaten eğitimle elde edilmek istenen hedeflerden birisi de kültür aktarımıdır. Öğrenci kavramı en temel boyutu ile toplumun yetiştirilmek istenen bir üyesi olarak yaşanılan dönemin anlayışlarının etkin özelliklerini taşımakla birlikte, geleceğe yönelik olarak da kendinden beklentilerde bulunulan birey olarak anlaşılmıştır. Bu beklentilerden en büyüğünün içinde bulunulan topluma sosyal ve kültürel açıdan uyum sağlamasının yanında, onu etkileyerek değiştirmesi ve geliştirmesi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Türk eğitim sisteminin genel amaçları incelendiğinde, yetiştirilmesi öngörülen insan tipinin, bir taraftan gelenek, ulusal değerler ve ulusal kültüre bağlı olması diğer taraftan da değişime ve yeniliklere açık olması beklenmektedir. Bunun yanında yetiştirilecek bireylerin toplumun genel çıkarlarını gözetmesi, eğitimle toplumsal birlik ve bütünleşmenin sağlanması, diğer taraftan da bireylerin bireysel gelişimlerinin sağlanması öngörülmektedir. Böylece eğitimin toplumsal boyutu ile bireysel boyutu arasında da bir dengenin kurulması amaçlanmaktadır(fiişman, 2000, 105-106). Felsefî bakış açısıyla eğitim sürecinde öğrenci ve öğretmen tutumlarını incelenen bu yazının sonunda akılda kalması gereken şeylerden en önemlisi; öğrencinin, öğretmenlerin ve diğer eğitim çalışanlarının üyesi bulunduğu kültürün değerlerinden bağımsız olmadığı gerçeğidir. Bu bağlamda bireyi çağın gereklerine uyan ve etkin rol üstlenen bir yapıda yetiştirmek için şu tedbirler alınabilir: 1. Öğrenci araştırmaya, bilmediğini sormaya teşvik edilmelidir. 2. Öğretmenlerce öğrenciyi merkeze alan bir öğretim tarzının uygulanması yaygınlaştırılmalıdır. 3. Eğitim ortamında disiplini sağlama aracı olarak başvurulan fiziksel şiddettin önüne geçilmelidir. 4. Öğretmen yetiştirme sürecinde uygulamaya daha fazla önem vererek onların sınıfta hükmedici bir konumdan rehber olma konumuna dönüşmeleri sağlanmalıdır. 5. Öğretmenler hizmet içi eğitimden geçirilerek dikey iletişimden çok yatay iletişimi kullanmaları sağlanmalıdır. 6. Eğitim sürecinde teori ve pratik dengesi kurulmalıdır.
Kaynaklar GERALD, L.Gutek (2001). Eğitime Felsefi ve İdeolojik Yaklaşımlar,(İkinci Basım), Ütopya Yayınları, Ankara. KÜÇÜKAHMET, Leyla (2000). Eğitim Bilimine Giriş, Gazi Kitabevi Yayınları, Ankara. PAR, Arif Hikmet (1993). Atasözleri ve Deyimler. Serhat Yayınları, İstanbul. SABAN, Ahmet (2000). Öğrenme ve Öğretme Süreci. Nobel Yayın Dağıtım, Ankara. SÖNMEZ, Veysel (2002).Eğitim Felsefesi,(Genişletilmiş 6.Baskı), Anı Yayıncılık, Ankara. fiİfiMAN, Mehmet (2000). Öğretmenliğe Giriş,(İkinci Baskı), Pegem Yayıncılık, Ankara. TEZCAN, Mahmut (1991). Eğitim Sosyolojisi,(6.Baskı), Yargıçoğlu Matbaası, Ankara. http://cagdasegitim.org, “Bilgi Kurumlarının Eğitimde Yeniden Yapılanmadaki İşlevi”, Ayşe ÜSTÜN , 24 Ekim 2003. http://eğitim.aku.edu.tr, “Felsefi Bakış Açısıyla eğitim Sürecinde Öğrenci”, Altay EREN, 10 Aralık 2003.
THE EXAMINATION OF SOME PROVERBS AND IDIOMS RELATED WITH EDUCATION-INSTRUCTION FROM THE POINT OF LEARNING-TEACHING PROCESS Abstract As we have thought educational system as a whole which is composed of aim, process and evaluation parts, inner consistency of system-each component’s harmony with the others- and outer consistency of system -each component’s harmony with the outer elements which are effective on the education system- are important for the harmony of total. Learning and teaching process is taking part in the process element of Educational system. Learning and teaching activities must have inner and outer consistency like other components. For outer consistency those processes must be in accord with the mentality of society that dominate the education system. This is a relation between society’s philosophies of education; namely their considering to have been educated, and the plan, strategy and sensitiveness of them when they implement education. Society’s point of view may have some positive and negative contributions on the education, because it is impossible to keep in general education system and especially teachers, students, parents and manager unaffected from the society. Key Words: Philosophies of education, learning, teaching, proverb
** İnönü Üniversitesi SosyalBilimlerEnstitüsü EğitimBilimleri A.B.D. Eğitim Programı ve Öğretimi YüksekLisans Öğrencisi, MatematikÖğretmeni, (bekirilhan@pozitif.net)
|
|
[ yukarı ] |