MİLLİ EĞİTİM DERGİSİ

Sayı 157

Kış 2003


Atatürk Dönemi İktisadi Kalkınma Politikalarının Bir Yansıması Olarak Atatürk'ün Malatya'ya Gelişi ve Mahalli Basındaki Yankıları

Mesut AYDIN*

 

GİRİŞ:

Mazisi insanlık tarihi kadar eskilere giden Türk Milleti, daima bağımsız yaşamış bir millettir. Tarihî süreç içinde, birbirinin devamı olarak bilinen birçok devlet kurmuş ve tarihin seyrine etkide bulunmuştur.

Türk Milleti için devlet, “ebed-müddet”dir. Hun, Göktürk, Selçuklu ve Osmanlı Devleti’nin bu tarihî süreç içinde yer almaları, bir rastlantıdan ibaret değildir. Bilâkis, büyük tarihî olayların doğal ve zorunlu bir sonucu ortaya çıkmışlardı. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti altıyüz yılı aşkın bir süre dünya tarihine damgasını vurmuş ve her siyasî varlık gibi o da ömrünü tamamlayarak tarih olmuştu.

Osmanlı Devleti’nin çökmesi ile yeni bir tarihî an yaşanıyordu. İçinde bulunulan şartlar ne kadar ağır olursa olsun, Türk Milleti, yeni bir devlet kuracak gücü henüz kaybetmemişti. Bunu gerçekleştirmenin tam zamanı idi! Aynı zamanda bu, Türk Milleti için millî bir zorunluluktu. Çünkü, bağımsız yaşayabilmesi için hukukî ve siyasî kimliğini muhafaza etmesi gerekiyordu. Ayrıca, “Büyük devletler büyük milletler tarafından kurulur. Büyük adamları da büyük milletler yetiştirir...”(1) düşüncesinden hareketle mevcut tarihî şartlar, Mustafa Kemal ATATÜRK gibi üstün vasıflara sahip bir lider de yetiştirmişti. Bu bağlamda Mustafa Kemal Paşa’nın İstiklâl Mücadelesi için tarih sahnesine atılışı ve Türk Milletinin alın yazısını değiştirmesi de bir rastlantı değildi.

Mustafa Kemal Atatürk, harikulâde seziş kabiliyeti ve üstün meziyetleriyle Türk Milletinin neleri isteyip istemediğini, hangi ihtiyaçlar içinde kıvrandığını, özlemini çektiği hususları çok iyi bilen ve tespit edebilen bir liderdi. Daha, Samsun’a ayak basar basmaz, uygulanması gereken millî politikayı şu şekilde açıklamıştı (2): “... Osmanlı Devletinin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun taksimini sağlamaya çalışmaktan ibaretti... O hâlde ciddî ve gerçek karar ne olabilirdi? Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!...” Bu kararı gerçekleştirebilmenin yegâne dayanağı da Türk Milletiydi. Türk ata yurduna ve Türk Milletinin istiklâline saldıranlar kim olursa olsun, milletçe silâha sarılıp onlarla çarpışmak gerekiyordu. Atatürk’ün düşüncesine göre; bir süre “millî bir sır” gibi sakladığı millî esaslara dayalı yeni bir Türk devletinin gerçekleşmesini safhalara ayırmak, olaylardan ve olayların akışından yararlanarak milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve basamak basamak hedefe ulaşmak şarttı. Çetin bir mücadeleden sonra hedefe ulaşıldı da. Bir taraftan işgale ve işgalcilere karşı Anadolu’nun değişik yerlerinde parıldayan “Çoban ateşleri”ni (3) birleştirirken diğer taraftan da yeri ve zamanı geldiğinde Türk insanını yeni düşünceler ve kurumlar ile tanıştırıyordu.

13 Ekim 1923 tarihinde alınan bir kararla Ankara’nın yeni Türk devletinin başkenti ilân edilmesiyle başlayan siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda gerçekleştirilen inkılâp hareketleriyle son yüzyıllarda bütün kurumlarıyla çağın gerisinde kalmış Osmanlı düzeni yerine yepyeni bir sistem yerleştirilmeye çalışılmıştır. “Millî Rönesans” olarak kabul edebileceğimiz bu düzenlemelerde, Türk Milletine yeni bir yön ve şekil vererek modernleştirmek (asrîlik) esas olmuştur (4).

Atatürk ve beraberindekileri Malatya’ya getiren neden de bu düşüncenin ilk sonuçlarını yerinde görmek ve Malatyalılarla bu coşkuyu paylaşmak düşüncesi olmuştur.

I. ATATÜRK VE YURT GEZİLERİ

Atatürk, 1930-1931 yılları arasında iki kapsamlı gezi gerçekleştirmiştir. Birincisi 17 Kasım 1930-6 Ocak 1931 tarihleri arasında düzenlenmiştir. Atatürk, bu süre zarfında Kayseri, Sivas, Tokat, Amasya, Samsun, Trabzon, İstanbul, Kırklareli, Edirne ve Bursa’ya giderek Ankara’ya dönmüştür.

İkinci yurt gezisi ise 26 Ocak 1931-2 Mart 1931 tarihleri arasında düzenlenmiştir. Atatürk, bu gezi kapsamında ise İzmir’den başlamak üzere Aydın, Nazilli, Denizli ve Balıkesir’e kadar Batı Anadolu bölgesinde bir dizi seyahat gerçekleştirmiştir (5).

Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı döneminde gerçekleştirdiği yurt gezileri özel bir mana ve önem taşımaktadır. O’nun yurt sathında binlerce kilometre mesafe kat ederek gerçekleştirdiği bu gezilerini, sadece “inceleme” veya “açılış” amaçlı geziler olarak değerlendirmekten öte başka sonuçlar çıkartmak gerekmektedir. Bunlardan ilki Türk inkılâbının doğrudan halka anlatılarak uygulamaya konulması veya gerçekleştirilen inkılâpların sonuçlarının gözlemlenerek değerlendirilmesidir. O’nun Kastamonu gezisi ve “şapka inkılâbı” bu husustaki örneklerden birini oluşturmaktadır (6).

Atatürk’ün gerçekleştirmiş olduğu yurt gezilerinin tesadüf ettiği “dönem” ve tarihler de oldukça manidârdır. Bilindiği gibi 1929 dünya ekonomik krizi, bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de etkisini göstermiş, bir takım olumsuzluklar yaşanmıştır (7). Bir taraftan ülke genelinde çekilen ekonomik sıkıntılar, diğer taraftan yeni rejime ısınmada zorluk çeken inkılâp karşıtlarının içten içe gerçekleştirdiği fitne-fesat ortamında halktan bazı kesimlerin kararsızlık içinde boğulduğu da bir gerçekti. İşte bu günlerde Atatürk’ün halkın nabzını tutması, olumsuzlukların üzerine gitmesi, bir zorunluluk hâlini almıştı. Bunun için denilebilir ki, söz konusu yurt gezileri, inkılâp hareketlerini baltalamaya yönelik kimi olayların yerinde gözlemlenmesi, etkilerinin değerlendirilmesi ve bizzat Atatürk’ün “duruma el koyması” anlamına gelmektedir. Zira, Fethi Okyar’ın başkanlığında kurulan Serbest Fırkanın kısa süre içinde kendini fesh etmesi ve bu kapsamda gelişen olaylarla, 23 Aralık 1930’da meydana gelen “Kubilay Olayı” bu gezilerin mana ve önemini, gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Yurt gezilerinin başka bir boyutu da devlet-birey ilişkisinin canlı tutulmaya çalışılmasıdır. Bir devleti idare etme sorumluluğunu üzerine alan devlet adamları açısından milleti ve memleketi tanımak, başarılı olmalarındaki ilk şartı oluşturmaktadır. Ayrıca hâkimiyetin “kayıtsız-şartsız” millete ait olduğu yönetimlerde halkın derdine ortak olmak, durumunu ve ihtiyaçlarını bizzat yerinde tespit etmek idarecilerin en önde gelen ve “vazgeçilmez” görevleridir. Tarih içinde bu gerçeği görüp değerlendiren ender devlet adamlarından birisi de hiç şüphesiz ki Mustafa Kemal ATATÜRK’tür.

Atatürk’ün “halkın arasında bir lider profili” oluşturması, yüz-yüze halkın dertlerini dinlemesi, vatandaşın devlet hizmetlerindeki aksamalarla ilgili şikâyet dilekçelerini ilgili kurumlara hatta başbakanlığa iletilmesini sağlaması, sorunların ivedilikle halledilmesinde katkı sağlaması, O’nun “halkçı” kimliğini de ön plâna çıkartmaktadır (8).

II. ATATÜRK’ÜN MALATYA’YA İLK GELİŞLERİ (13 Şubat 1931)

Bilindiği gibi, 17 Şubat 1923 tarihinde gerçekleştirilen ve memleketin savaş sonrası içinde bulunduğu olumsuz şartların her yönüyle ele alındığı İzmir İktisât Kongresi, Türk milletinin iktisadî mücadelesinin başlangıcını teşkil etmiş, kazanılan askerî başarıların iktisadî başarılarla pekiştirilmesiyle kalıcı olabileceğini ortaya koymuştur (9).

Türk milletinin, bağımsız milletler safında yer alabilmesinin yegâne reçetesi ise “Millî İktisat Andı” olarak belirlenmiştir. Millî İktisat Andı çerçevesinde Cumhuriyetin ilk yıllarında başlatılan iktisadî kalkınma projelerinin karşısındaki en önemli engel yabancıların ellerinde bulunan “imtiyazlar” ve oluşturdukları “tekeller”di. En kısa süre içerisinde bu tekellerin kırılması ve imtiyazların satın alınarak millîleştirme politikasına geçilmesi gerekiyordu. Ancak o zaman, Türk milleti yabancı boyunduruğundan kurtarılabilirdi (10).

Bu bağlamda ele alınan en önemli sorunlardan biri, ülkenin ulaşım imkânlarının gözden geçirilmesi olmuştur. Çünkü, sanayileşmeye gidilirken diğer unsurların ulaşım ağı ile donatılması dönemin en önemli ihtiyaçlarından birisi idi. Zira, bu dönemde Yeni Türk Devleti’nin devraldığı miras, ulaşım açısından oldukça karamsar bir tablo oluşturmakta idi. Bir başka ifade ile o dönemin en önemli ulaşım imkânı sayılan Demiryolu İşletmeleri ile Deniz Taşıma Şirketleri ecnebilerin tekelindeydi.

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren başta demiryolu politikalarında olmak üzere ulaşım faaliyetlerinde büyük bir atılım gerçekleştirilmiş, özellikle ecnebi şirketlerin elinde bulunan (Anadolu), (Mersin-Tarsus, Adana), (Bursa-Mudanya), (İzmir-Afyon), (Manisa-Bandırma), (Aydın) ve Şark Demiryolu İşletmelerinin imtiyazları büyük malî sıkıntılara katlanarak satın alınıp millîleştirilmiş ve Türk Milletinin hizmetine sunulmuştur (11).

Yabancı şirketlerin sadece kâr maksadı güdmeyip, Türk milletinin aleyhine siyasî bir takım mülâhazalarla hareket eden işletmeler olduğu dikkate alınırsa takip edilen “millîleştirme politikası”nın ne kadar isabetli olduğu görülmektedir. Atatürk önderliğindeki genç Türkiye Cumhuriyeti mevcut işletmelerin millîleştirilmesi yanında bütün imkânları seferber ederek gerçekleştirilen demiryolu politikasıyla da memleketin imâr faaliyetlerinde katkıda bulunmuştu. Atatürk’ün “Onuncu Yıl Nutku”nda bu konuda duyduğu “kıvanç”ı ifade ediş şekli dönemin ihtiyaçlarını ve bunların üstesinden ne şekilde gelindiğini ortaya koyması bakımından da önemlidir.

Memleket sathında 1933 yılı sonuna kadar işletmeye açılan 2050 km’lik (Ankara-Kayseri), (Kayseri-Sivas), (Fevzipaşa-Malatya), (Samsun-Sivas), (Kütahya-Balıkesir) ve (Ulukışla-Kayseri) hattı bu çalışmanın en güzel örneklerini oluşturmuştur (12).

İsmet Paşa’nın hazırlamış olduğu demiryolu projesi sayesinde Anadolu, dört bir taraftan demir ağlarla örülmüş, kuş uçmaz, kervan geçmez dağlar aşılarak şehir ve kasabalar raylarla birbirine bağlanmış ve demiryolunun geçtiği her yerin sosyal ve iktisadî “kaderi” değişmiştir (13).

26 Ocak 1931 - 2 Mart 1931 tarihleri arasında gerçekleştirilen gezi programında Atatürk ve beraberindekilerin Malatya’ya gelişi, takip edilen ulaşım politikası ve dolayısıyla Fevzipaşa-Malatya demiryolu hattının hizmete açılışı ile ilgilidir (14).

Atatürk’ün Malatya seyahati üzerine yazılanlardan çıkartılan bilgiler ışığında, programa sonradan dahil edildiği iddia edilen bu gezi, aynı zamanda tecrübesi ilk defa yapılacak olan bir güzergâhtan gerçekleştirilecekti. Nitekim, Atatürk’ü karşılamak üzere Mersin’e gelen Adana heyetinde yer alan İsmail Habib (SEVÜK) Bey, Atatürk’ün maiyyetinde bulunanlardan biriyle yaptığı konuşma ve kendisine söylenen sözler dolayısıyla, Malatya seyahatinin aniden gündeme geldiği iddialarını ortaya koymaktadır.

İsmail Habib, Atatürk’ün Adana’da kalmadan program dışı Malatya’ya gideceğinin kendisine şu sözlerle aktarıldığını ifade etmektedir: “Hiç heyecanlanma, Adana’ya şimdi gitmeyecek, programda olmadığı hâlde aniden Malatya’ya gitmeye karar verdi,sebebini anlayamadık.” İsmail Habib, “sebebinin ne olduğunu tahmin ettiğini, demiryolu hattını açılışı münasebetiyle böyle bir gezinin gerçekleştirileceğini düşündüğünü” ifade etmektedir (15).

Gezinin, bu denli birdenbire gündeme geldiğini ifade edenlerden biri de A. Afetinan’dır (16). O da Malatya seyahati ile ilgili olarak şu ifadeleri kullanmaktadır: “Yıl 1931 Adana’dayız. Mevsim kış (Şubat). Atatürk’e, Malatya Demiryolunun bittiğini ve işletmeye açılacağını haber verdiler. Etrafı kalabalıktı. Atatürk bana dönerek: ‘kâğıt üzerindeki çizgiler, arazide yer alıyor. İşittin mi?’ dedi ve yaverlere şu emri verdi: ‘Malatya’ya trenle gideceğiz.’ Yola çıktık.”

Her ne kadar Malatya gezisi önceden plânlanan bir gezi olarak ifade edilmese de Atatürk’ün plânsız-programsız herhangi br iş yapmayacağı da bilinen bir gerçektir. Zira; O’nun, etrafındakilere gerektiğinde, zamanı geldiğinde bilgi ve direktifler vermesinden dolayı böyle bir anlayışın ve belirsizliğin ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Kaldı ki, Malatya gezisi, plânlanan bir gezidir. A. Afetinan’ın ifade ettiği gibi tren seyahati, Adana’da kararlaştırılan bir düşünce değil, bilakis Atatürk Mersin’e gelmeden önce oraya getirtilerek hazırlatılan Beyaz trenle yapılması kararlaştırılan bir seyahattir.

Atatürk, 12 Şubat 1931 Perşembe günü Taşucu-Silifke üzerinden Mersin’e gelmiş ve gerekli incelemeleri yapıp, vatandaşlarının sıkıntılarını dinledikten sonra, daha önceden hazırlanıp Mersin’e getirtilen BEYAZ TREN ile saat 18:00 sularında, Malatya’ya hareket etmişlerdir.

Adana’da kısa bir müddet mola verildikten sonra Gölbaşı üzerinden Malatya’ya ulaşılmıştı. Yaklaşık üç günden beri sabırsızlıkla bekleşen Malatyalılar, istasyonu hınca hınç doldurmuş ve parlak bir karşılama töreni düzenlemişlerdi.

O tarihlerde müşavir olarak Atatürkle beraber bu gezide yer alan Ahmet Hamdi Başar, Malatya seyahati sırasında duygularını şu şekilde ifade etmiştir: “Mersin’de akşama kadar kaldıktan sonra trenimize bindik ve bu suretle Mersin’in yazından ertesi akşam Malatya’nın kışına ulaşmış olduk. Vagonumuzun pencerelerini sıcaktan bunalmamak üzere açık yatmıştık. Gece yarısına doğru dehşetli bir soğuğun ayazı içinde titreyerek pencereleri kapadık ve battaniyelerimize büründük. Sabahı, bir yokuşu tırmanmaya çalışan trende buğulu pencerelerimizi sildiğimiz zaman her tarafı bembeyaz kar içinde gördük. Gece yararken yaz, sabah kış. Vardığımız akşamın gece yarısı Malatya’dan ayrıldık.” (17).

Fakat, Ahmet H. Başar’ın hatıralarında da düzeltilmesi gereken bazı bilgiler mevcuttur. Özellikle, “Vardığımız akşamın gece yarısı Malatya’dan ayrıldık” ibaresi, yazarın bu geziyi tam manasıyla hatırlayamadığını göstermektedir ki, Atatürk ve beraberindekilerin Malatya’dan ayrılışları ve Dörtyol (Adana)’a hareketleri aynı günün geceyarısı değil ertesi gün 14 Şubat günü olmuştur (18).

Atatürk’ün Malatya’ya yaptığı bu seyahat sırasında maiyyetinde bulunanlar; ordu müfettişi Fahrettin (ALTAY), Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik (BIYIKLIO¼LU), İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Recep Peker, A. Afetinan, Vasıf (ÇINAR), Dr. Reşit Galip ve Cumhurbaşkanlığı erkânından Hasan Rıza (SOYAK), İsmail Hakkı (TEKÇE) ve baş yaver Rusuhî Bey ile değişik bakanlıkların kalabalık müşavir, müfettiş ve teknisyen kadrosu vardı. Bunlar arasında sayabileceğimiz en renkli simâlar ise Memduh Şevket (ESENDAL) ile İstanbul Liman Şirketi Genel Müdürü Ahmet Hamdi (BAŞAR), Hasan Ali (YÜCEL), İktisatçı Şefik Bey, Sağlık Bakanlığından Hüsameddin Bey, Adliyeden Ferid Bey, Dahiliyeden Necati Bey, Maliyeden Nedim Bey idi (19).

Seyahat, demiryolu hattının ilk tecrübesi anlamına da gelmekteydi. Bu yüzden önemli bir kaza da savuşturulmuş idi. A. Afetinan bu hadiseyi ve yolculuğu şu şekilde nakletmektedir (20).

“... Adeta ilk tecrübe katarı idik. Çünkü, henüz tünellerden geçme tecrübesi bile yapılmamıştı. Hatta bu seyahatte bir büyük kazanın önü, Atatürk’ün soğuk kanlılığı ve tedbiri ile önlenebilmişti. Olay şu idi: Fezipaşa İstasyonundan sonra bir rampadan çıkarken, iki lokomotifin çektiği tren birden bire geri geri gitmeye başlamış ve en son vagonda bulunan Atatürk’e trenden atlaması tavsiye edilmişti. O hiç telâş göstermeden, sebebini ilgililerden öğrendi ve sükûneti ile paniğin önüne geçmiş oldu. Çünkü, O trenden atlasa, herkes atlayacaktı.

Mesele sonradan anlaşıldı. İki lokomotif önlerinde tünel olduğunu hesaplamadan kömür atıyorlar. Birden bire de tünele girince dumandan makinistler bayılıyor ve tren idaresiz kalıyor. Bu arada Atatürk’ün ikazı ve emri üzerine el frenleri çekiliyor. Bu zaman zarfında geri geri tünelden çıkınca ilk ayılan makinist lokomotife hâkim olabiliyor...”

Bu badireli yolculuktan sonra, 13 Şubat 1931 Cuma günü 17:30 civarında Malatya’ya ulaşan Atatürk, Malatyalılarla beraber olmak dışında, bu şehri ilk defa demiryolu ile güneyden Anadolu demiryolları ağına bağlamanın sevincini de yaşamış oluyordu. Bu sevinç şu anda teknolojinin en son imkânlarından istifade eden biz yeni nesiller için belki, pek bir şey ifade etmeyecektir. Ama 1930’lu yılları idrâk edenler için tarifi imkânsız bir duygu olduğunu anlamak da zor olmasa gerektir.

Mustafa Kemal Atatürk, trenden iner inmez Başvekil İsmet Paşa’ya çekilmek üzere Vali Mehmet Tevfik Beye verdiği telgraf metninde, yapılan faaliyetlerin önemine şöyle değinmiştir (21):

“... Yeni yapılan yol ile Malatya’ya vardığımız bu günde, sizi takip ettiğiniz pek isabetli imar faaliyetlerinden dolayı bir daha tebrik ederek ve takdirlerimi arz ederim...”

Atatürk, bir müddet yeni açılan yolda Malatyalılarla yürümüş ve Türkocağı binasına gelmiştir. Mustafa Kemal Malatya’daki zamanın büyük bir kısmını bugün “Atatürk Evi” adını taşıyan Türkocağı binasında geçirmiştir. Türkocaklı gençlerin çılgınca alkışlarıyla karşılanan büyük önder, gençleri selâmlamış, yapılan heyecanlı konuşmaları müteakip umumî isteğe uygun olarak büyük bir alkış tufanı içerisinde konuşmasına başlamıştır. Mustafa Kemal’in daha çok demiryollarını ilgilendiren konuşması ise şöyledir (22):

“... Malatya’yı görmek, Malatyalılarla daha çok görüşmek için bu kadar zaman kafî değildir. İleride daha uygun bir mevsimde belki Başvekil İsmet Paşa ile gelip görmek, sizlerle görüşmek fırsatını bulurum.” demesi üzerine Malatya Belediye Başkanı Mustafa Naim KARAKÖYLÜ Atatürk’e hiç olmazsa birkaç gün kalmalarını arz edince Atatürk sözlerine şöyle devam etmiştir: “... Arkadaşlar önemli bir ilimizin merkezine bizi getiren demiryolu olmuştur. Bugüne kadar bu önemli ve çok feyizli Malatya’ya gelmek isteyenler bu medenî vasıtanın bulunmamasından dolayı isteklerine kolaylıkla muvaffak olamamışlardır. Bu istekler bu memlekete çok feyiz getirecek ve memleketin tabiî değerlerinden dünyayı faydalandıracak mahiyettedir. Yeni eser, bu genel isteği tatmin edecektir ümidindeyim. Türkiye Hükûmetinin tespit ettiği projeler dahilinde belirli zamanlar içinde vatanın bütün bölgeleri çelik raylarla birbirine bağlanacaktır. Bütün vatan bir demir kitle hâline gelecektir. Demiryolları memleketin tüfenkten toptan daha önemli bir korunma silâhıdır. Demiryollarını kullanacak olan Türk milletinin refah ve medeniyet yollarıdır...”

13 Şubat akşamını Malatya’da muhtemelen, Türkocağı binasında hazırlanan odada geçiren büyük önder 14 Şubat Cumartesi günü Belediyeyi ziyaret ederek, Belediye Başkanından şehrin ihtiyaçlarını öğrenip not ettirdikten sonra halk ile esnaf kuruluşlarının temsilcileriyle görüşmüştür. Bu sırada Kooperatifçilik üzerinde ısrarla duran ve halkı bu yönde teşvik ederek destek vaad eden Atatürk, Millî Eğitim Müdüründen de “Millet Mektepleri” ve eğitim hakkında gerekli bilgileri alıp bazı direktifler vermiştir. Daha sonra çarşıyı gezen Atatürk, geç vakitlerde Dörtyol’a gitmek üzere yine özel trenle Malatya’dan ayrılmıştır.

Atatürk’ün Malatya’ya ilk gelişleriyle ilgili olarak mahallî basında yer alan bilgilere maalesef tesadüf edemedik. O tarihlerde Malatya’da “Yeni Malatya” isimli tek haftalık bir gazete çıkmaktaydı. Neşriyatın tek olması ve bu Malatya Gezisi’nin başka bir kaynağa dayandırılamaması gerçekten üzücü bir olaydır. Yeni Malatya Gazetesinin haftalık olması dolayısıyla 12 Şubat Perşembe günü nüshasında yani Atatürk’ün Malatya’yı teşriflerinden birgün önceki nüshası ile bir hafta sonraki 19 Şubat Perşembe günkü nüshasında genişçe bilgi bulmak mümkün olurdu. Ne yazık ki bu gazeteye ait olan koleksiyona ne de o günlere ait olan nüshalarına tesadüf edemedik.

Büyük tirajlı ulusal bir gazetenin 14 Şubat 1931 tarihli nüshasında yer alan haberde: “Malatyalılar üç günden beri sabırsızlıkla bekledikleri Atatürk’ü görebilmek için istasyonu hınca hınç doldurmuşlardır...” şeklinde verilen bilgiler, Malatya’daki mahallî basının görevini yerine getirdiğine işaret etmektedir (23).

II. ATATÜRK’ÜN MALATYA’YA İKİNCİ GELİŞLERİ (14 Kasım 1937)

Mustafa Kemal Atatürk’ün ikinci defa Malatya’ya gelişinin sebebi yine demiryolu münasebetiyledir. 12 Kasım 1937 akşamı özel treni ile Diyarbakır-İran-Irak hattının temel atma töreni için Ankara’dan Sivas’a hareket eden Atatürk, buradan da 16 Ağustosta işletmeye açılan Çetinkaya hattından Malatya’ya gelmiştir.

Atatürk, bu gezi kapsamında Malatya, Elazığ, Tunceli ve Diyarbakır’da incelemelerde bulunmuştur. O’nun Malatya’yı teşrifleri haber alınır alınmaz 12 Kasım 1937 Cuma gününden itibaren şehirde gerekli hazırlıklara başlandığı gibi Orgeneral Kazım Orbay ve Korgeneral Galip Deniz Malatya’ya gelmiş ve karşılama törenini gözden geçirmişlerdi. Bu arada Kazım Orbay, Atatürk’ü karşılamak üzere Sivas’a gitmişti. Bir gün sonra da Malatya Valisi İ. Ethem Akıncı ile Korgeneral Galip Deniz, Atatürk’ü karşılamak üzere bir posta treni ile Malatya-Sivas sınırına kadar giderek karşılama törenini başlatmışlardı. Güzergâhtaki köy, kasaba halkı, gece yarısından itibaren istasyonlarda Atatürk’ü görebilmek için bekleşmeye başlamışlardı.

Atatürk, Sivas-Malatya seyahati sırasında Yazıhan’da mola vermiş, geceyi burada dinlenerek geçirdikten sonra 14 Kasım 1937 Pazartesi günü saat 12:00 sularında Malatya’ya hareket etmişlerdir (24). Atatürk ve beraberindekilerin yer aldığı özel trenden başka Diyarbakır-Cizre hattı açılış törenine katılacakların yer aldığı ikinci bir tren de bu seyahata eşlik ediyordu. Bu tren Atatürk’ün Malatya’ya gelişinden yaklaşık yarım saat sonra Diyarbakır’a doğru yola çıkmıştır.

Atatürk ile beraber Malatya’ya gelenler arasında; Başvekil Celal Bayar, Dahiliye Vekili (İçişleri Bakanı) ve CHP Genel Sekreteri Şükrü Kaya, Nafia (Bayındırlık) Vekili Ali Çetinkaya, Ali Kılıç, Salih Bozok, Recep Peker, Cevat Abbas Gürer gibi milletvekilleri, Sabiha Gökçen (Atatürk’ün manevî kızı ve Türkiye’nin ilk kadın pilotu), Cumhurbaşkanlığı Genel sekreteri Hasan Rıza Soyak, Orgeneral Abdullah Alpdoğan, Muhafız Kıt’ası Komutanı İsmail Hakkı Tekçe, baş yaver Celal Üner, Dr. Neşet Ömer İrdelp (Atatürk’ün özel doktorlarından) bulunmakta idi.

Yağışlı bir günde gökleri inleten “Yaşa Atatürk” bağırışları ve alkış tufanı arasında 21 pare top atışıyla karşılanan Atatürk, ihtiram kıt’asını, ilk, orta ve lise öğrencilerini teftiş ettikten sonra kendilerine tahsis edilen otomobil ile yapımına 25 Mayıs 1937’de başlanan İplik ve Bez Dokuma Fabrikasına gitmiştir. 1937 yılında anayasada yer alan devletçilik ilkesinin bir yansıması olan ve yapımı süren bu fabrikada gerekli incelemeler yapan ve bilgi alan Atatürk, fabrikanın biran önce bitirilmesi için gerekli emirleri de vermiştir. Ayrıca, bu seyahat dolayısıyla orada hazır bulunan İş Bankası genel müdürü Muammer Eriş’e Malatya’nın ekonomik kalkınması ile ilgili bir rapor hazırlamasını ve en kısa sürede kendisine teslim etmesini emretmiştir (25).

Yine, yapımı sürdürülen Memleket (Devlet) Hastanesine gidilmiş ve buradaki incelemelerin ardından CHP binasına gelinmiştir. Parti binasında yaklaşık yarım saat kalan Atatürk, değişik konular üzerinde görüşmelerini tamamlayarak, halkın alkış tufanı arasında istasyona geçmiş ve saat 14:00’de Diyarbakır’a gitmek üzere uğurlanmıştır.

Büyük önderin bu gezisinin hikâyesini, Malatya’nın mahallî basınından da takip edebilmekteyiz. O dönemde Malatya’da iki gazete çıkmaktaydı. Bunlardan biri Fırat Gazetesi haftalık olup diğeri de günlük Ünal Gazetesi’dir. Ünal Gazetesi: “BÜYÜK ÖNDER ATATÜRK DÜN ŞEHRİMİZİ ŞEREFLENDİRDİLER” başlığı ile haberi baş manşet olarak duyurmuş ancak başka herhangi bir açıklama ve yoruma girmemiştir (26).

Haftalık yayınlanan Fırat Gazetesi ise (27): “BÜYÜK ÖNDER ATATÜRK GEÇEN PAZAR GÜNÜ ŞEHRİMİZİ ŞEREFLENDİRDİLER” baş manşetini müteâkib “Malatyalılar Geniş Tezahürâtla Atatürk’lerini Karşıladılar” başlığı altında haberi ilk sayfasında vermiştir.

Fırat Gazetesi, Atatürk’ün Malatya’yı ikinci defa ziyaret edeceği haberi alınır alınmaz, yapılan hazırlıklardan bahsetmiş ve Atatürk’le beraber Malatya’ya geleceklerin isimlerini liste hâlinde vermiştir. Bundan başka gazetede, Atatürk’ün Malatya’ya gelişleri dakika, dakika haber olarak geçilmiş ve teferruatıyla bilgi verilmiştir. Fırat Gazetesi, Atatürk’ün Malatya’ya ikinci gelişlerini şu sözlerle dile getirmiştir:

“... Pazar günü, erkenden halkın İstasyon ve yolları akın ettiklerini görüyoruz. Havanın bozuk ve yağmurlu olmasına rağmen İstasyon ve civarı kadın ve erkek binlerce halkla hınca hınç dolu...”

“... Öğleden evvel merasim kıt’ası gelerek İstasyon meydanında, lise ve ilkokullarda kıt’anın yanında yol boyunca yerlerini aldılar. Herkes neşe ve heyecan ile dakika Atatürk’üne muntazır...”

“... Saat 13:15; Atatürk’ümüz geliyor, haberiyle ihtiram vaziyeti alınırken, hususî tren de yavaş yavaş İstasyona giriyordu. Büyük bir alkış tufanı koptu. Tren durdu. Toplar atılırken Büyük Şef’de yanlarında, Başvekil Celal Bayar, Dahiliye Vekili ve C.H.Partisi Genel Sekreteri Şükrü Kaya, Nafia Vekili Ali Çetinkaya Atatürk’ün manevî kızı Sabiha Gökçen, Ali Kılıç ile bazı mebuslar olduğu hâlde trenden indiler. Sevgi ve muhabbet yaşları arasında tazimleri sunuldu. Ulu önder yaya olarak istasyon dışında ihtiram durumundaki kıt’ayı gökleri çınlatan yaşa Atatürk sesleri ve sürekli alkışlar arasında sırasıyla lise ve ilk mektep okurlarını teftiş ettikten sonra otomobillerine binerek şehre doğru hareket buyurdular...”

“... Saat 14.00; büyük şefimiz teşriflerinde olduğu gibi sonsuz sevgi ve yaşasın Atatürk’ümüz sadaları arasında uğurlandılar...”

Ayrıca, aynı tarihli gazetede “... Diyarbakır hattının temel atma töreni halkın Ulu Şef Atatürk’e sonsuz bağlılığının izharına güzel bir vesile olmuştur...” şeklindeki haberi ile birlikte onun Diyarbakır, Elazığ ve Tunceli gezileri hakkında önemli bilgiler de verilmiştir.

SONUÇ:

Atatürk, Türk İstiklâl Mücadelesiyle yok edilmek istenen bir milleti ayağa kaldırmış yokluk içindeki milletin iktisadî, siyasî ve kültürel manada da aynı mücadeleyi başarma zaruretini ortaya koymuştur. Zira, yeni Türk devletinin bunu başarmaktan başka bir çaresi de yoktur. Memleket yokluk içindedir. Millet fakr u zaruret içinde kıvranmaktadır. Nitekim Atatürk o dönemin portresini Antalya seyahati sırasında Hasan Rıza Soyak’la yaptığı bir mülakatta çok açık bir şekilde ortaya koymaktaydı (28): “Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum!” dedi. “Görüyorsun ya her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikâyet dinliyoruz... Her taraf derin bir yokluk, maddî, manevî bir perişanlık içinde... Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; maatteessüf memleketin hakiki durumu bu işte!... Bunda bizim günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca dünyanın gidişinden gafil, bir takım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak hâle düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın... Büyük istidatlara malik olan zavallı halkımız ise, kendisine mukaddes akideler şeklinde telkin edilen bir sürü batıl görüş ve inanışların tesiri altında uyuşmuş, kalmış...

Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misiniz?.. Halkımızın zihninde kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunmadan beklemek itiyadı... İşte bu zihniyette; herkes büyük bir tevekkül ve rehavet içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani şimdi benden istiyor, benden bekliyor; fakat nihayet ben de bir insanım be birader, kutsî bir kuvvetim yoktur ki!..

Münasebet düştükçe daima tekrar ediyorum; bütün bu dertlerin, bütün bu ihtiyaçların giderilmesi, herşeyden evvel, pek başka şartlar altında yetişmiş; bilgili, geniş düşünceli, azim, feragat ve ihtisas sahibi adam meselesidir, sonra da zaman ve imkân meselesi... Bu itibarla evvelâ kafaları ve vicdanları köhne, geri, uyuşturucu fikir ve inançlardan temizleyeceksin; işlerinin ehli, idealist ve enerjik insanlardan mürekkep, muntazam, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet makinesi kuracaksın; sonra bu makine halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, maddî ve manevî her türlü istidat ve kaynaklarımızı faaliyete getirecek, işletecek, böylece memleket ileriye, refaha doğru yol alacak... Başka çaremiz yoktur, ileri milletler seviyesine erişmek işini; bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da imkânsızdır.

Biz şimdi o yol üzerindeyiz; kafileyi hedefe doğru yürütmek için, beşer takatinin üstünde, gayret sarfediyoruz; başka ne yapabiliriz ki?..”

Yukarıda işaret edilen tespitler doğrultusunda milletin sosyal bünyesinde pek bariz bir hâl olmuş olan öldürücü hastalıklar, gerçekleştirilen operasyonlarla kökünden söküp atılmaya başlanmıştı. Fakat bir takım hoşnutsuzluklar, şikâyetler hatta hücumlarla da karşı karşıya kalınmıştı. Bu tür olumsuzluklara göğüs germek Atatürk’ün deyimiyle “tarihî bir vazife” idi. Ona göre önemli olan: “Bunların hepsine katlanmak dikkatli ve tedbirli olmak, aziz hastamızın eski sıhhat ve çevikliğiyle ayağa kalkacağı mesut günleri beklemektir. Hiç şüphe yok ki, milletimiz o zaman dünyanın en hür, en müreffeh ve medenî milletlerinden biri olmak yolunda, sür’atle ilerleyecek ve mütemadiyen yükselecektir.”

Atatürk, Cumhuriyetin ilânından sonra başlatılan muasır medeniyet seviyesine ulaşma mücadelesinin sonuçlarını görmek ve yerinde incelemede bulunmak üzere gerçekleştirdiği yurt gezilerinde bir hayli ilgi görmüştür. Millet tarafından gösterilen bu ilginin yegâne kaynağı ise Atatürk’e duyulan inanç ve başlatılan faaliyetlerle yapılan inkılâplar olmuştur. Gerçekten de Atatürk, önemli devlet meselelerinin söz konusu olduğu bu süreç içinde gerçekleştirdiği yurt gezilerinde halka cesaret, mücadele ve başarma azmi aşılamış, yapılan inkılâplara sahip çıkılması yönünde vatandaşla bütünleşmiş ve bu uğurda sağlığını dahi ciddiye almamıştır.

Malatya halkı da başlatılan faaliyetler ve gerçekleştirilen inkılâpların yanında yer aldığını Atatürk’e göstermiş olmakla bunu en güzel şekilde ispatlamıştır.

 

İçindekiler...

© T.C. MEB Yayımlar Dairesi Başkanlığı
Teknikokullar, ANKARA
Tel. (312) 2128145
Fax (312) 2124668
med@meb.gov.tr

 

[ yukarı ]

Arşiv